Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, İran - İsrail savaşının ateşkes ile sonlanmasının ardından dünyada yeni dönemin ruhunun başladığını, bir tür savaş olmayan büyük savaşlar dönemi içerisine girdiğimizi belirtiyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Gene zorlu bir Ufuk Turu bizi bekliyor, nereden başlayalım?
A.İ.: Tabii ki İran-İsrail savaşından başlamamız lazım. Donald Trump, dün ABD’nin akşam saatlerinde İsrail ile İran arasında bir ateşkes anlaşmasına varıldığını ilan etti. Ateşkes anlaşmasının da bu sabaha karşı Türkiye saati ile 07:00’de başlayacağını, 12 saat zarfında önce İran’ın saldırı yapmayacağını, sonra İsrail’in de bir sonraki 12 saat içinde saldırılarına son vereceğini söyledi. “Böylece 24 saat içinde ‘12 gün savaşı - buna öyle bir isim koydu Trump, isim babası da Trump oldu bu savaşın- sona erecek” dedi ve herkesi tebrik etti. Hem İran’ı, hem de İsrail’i tebrik etti, kendisini de tebrik etti büyük ihtimalle.
Ö.Ö.: Etti, etti tabii ki!
A.İ.: Bu ateşkes şu anda fiilen başlamış gibi gözüküyor. Bir saatten beri, yeni saldırı yok, ateşkesin yaklaşmasına yakın İran, dördüncü ve beşinci füze ve insansız hava aracı saldırılarını gerçekleştirdi. Bu arada İsrail tarafında Berşaba’da dört sivilin öldüğünü biliyoruz bu sabahki haberlere göre. Bu ateşkes anlaşmasının Katar aracılığıyla yapıldığını ima ediyor ABD tarafı. Trump, “Ateşkese uydukları takdirde – kendisinin tabiriyle- dayanıklıkları, cesaretleri ve zekaları için iki ülke de tebrike şayandır” dedi ve kendisini barışın başkanı olarak ilan etti. Biliyorsunuz, Trump, Nobel Barış Ödülü’nü illa kazanmak istiyor, dün de bunu ifade etti, “Nobel Barış Ödülü’nü bana vermezler ama ben halkımın gözünde bunu kazanmış gibiyim” gibi bir laf etti. Diğer taraftan bu Nobel Barış Ödülü’nü Obama’nın almasını hâlâ hazmedemediğini de bu arada biliyoruz. Şu anda Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermek üzere ABD’de bir komite hazırlıkları var.
Ö.Ö.: Zaten Pakistan aday gösterdi.
A.İ.: ABD’den de aday gösterilecek aynı zamanda. Olabilir mi, Nobel Barış Ödülü’nü alabilir mi sizce Trump?
Ö.M.: Tabii ki alabilir!
A.İ.: Bence de alabilir! Hamaney’i ölümle tehdit etti, İran’da rejim değişikliğini açıkça talep etti fakat diğer taraftan da İran’ın cesaret, dayanıklılık ve zekâları için de tebrik etmekten de geri kalmıyor. Dolayısıyla insanın hakikaten anlamakta, izlemekte zorluk çektiği bir dünyada yaşıyoruz.
Diğer taraftan Pazartesi günü Trump, uluslararası ilişkilerde pek yapılmayacak biçimde İran’ı överken son derece küçük düşürücü laflar etmekten ve bilgiler vermekten de geri kalmıyor. İran’ın Katar’daki Amerikan askeri üssüne yaptığı saldırının göstermelik olduğunu biliyorduk, bunu tahmin ediyorduk. Hemen hemen bütün füzeler havada yakalanmıştı ve ABD bu üsteki 10 bin askerinin hemen hemen hepsini ve orada bulunan birçok uçağı birkaç gün önceden geri çekmişti zaten, boşatmıştı o üs. Üç tane uçak kalmış pistin üzerinde, asker hemen hemen kalmamış, buna rağmen Pazartesi günü İran’ın Katar’a yaptığı bu füze saldırısını - Trump’ın cümleleriyle söylüyorum - “Bize önceden saldırıyı haber verdiğiniz için size teşekkür ederim İran. Böylece hiçbir can kaybı olmadı, ne de yaralı olmadı” dedi. Bu teşekkür aynı zamanda bir aşağılama değil mi?
Ö.M.: Elbette öyle.
A.İ.: Gerçekten insan nasıl bir dünyada olduğunu şaşırıyor. JD Vance de İran’ın kendilerine haber verdiğini teyit etti ve aynı zamanda “İranlılar savaşmak için pek iyi değiller” dedi. Sabah İran, Irak’taki askeri üsse son saldırılarından birini, İHA saldırısı yaptı ama bunlarda da herhangi bir zayiat ve zarar verdiğini söyleyemeyiz, en azından şu anda bilmiyoruz. Diğer taraftan İran Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’yla (UAEA) işbirliğine son vermeyi düşündüğünü ilan etti ama zaten bu işbirliğinin ne kadar devam ettiği de şüpheliydi. Tabii İran, UAEA’ndan çıkar ise ondan sonra İran’ın ileride nasıl bir rejim, nasıl bir politika izleyeceğini bilmiyoruz ama herhalde eğer nükleer silaha sahip olma ihtiyacı şimdikinden belki daha fazla. ‘Nükleer silaha sahip olsaydık bütün bunlar başımıza gelmezdi’ fikri büyük ihtimalle yaygınlaşacak. Dolayısıyla da UAEA ile de bu konuyu denetleme imkanı da kalmayacak gibi gözüküyor. Diğer taraftan İran’da rejimin tabanının zayıfladığına dair bilgiler tespitler geliyor ama bu şimdilik böyle bir savaş ortamında bunun sonuç vermesi pek mümkün değil.
Netanyahu ise parçalı bölüklü savaşa devam etmek büyük bir gereklilik olarak görüyor. Şu anda iddia edildiğine göre, İran’ın nükleer silah üretme kapasitesi büyük ölçüde zayıflatıldığı için o 400 kilo zenginleştirilmiş uranyum gerçekten söylendiği yerde mi, yoksa İran onu başka yerlere taşıdı mı bilmiyoruz. Kamuoyunda Netanyahu’nun popülaritesinin arttığı bir gerçek. İran’da savaş nedeniyle, İran’ın nükleer kapasitesini yok etmesi veya yok ettiği iddialarının güçlenmesi nedeniyle bu popülaritenin arttığını ve 2026 seçimleri için hamle yaptığı, kendisi açısından bir avantaj kazandığı söylenebilir. Bunı hemen hemen İsrail’deki bütün gözlemciler dile getiriyorlar. Gazze savaşında oluşan tepki yani Gazze savaşının devam ettirilmesine karşı İsrail toplumunda bir çoğunluk tepkisi var fakat İran’a yönelik bu saldırıyı toplumun önemli bir bölümü, büyük bir çoğunluğunun desteklediğini biliyoruz kamuoyu yoklamalarından. Görüldüğü kadarıyla bu sabah itibariyle 24 saatlik bir ateşkes uygulanacak gibi görünüyor, önümüzdeki saatlerde göreceğiz. Böylece Trump bir taraftan savaşın, diğer tarafın barışın mimarı olarak iki alanda da başarılı bir kişi olarak, barışın başkanı olarak kendini tebrik etti. Diğer taraftan da önümüzdeki dönemde İran ile ilgili bir işbirliğinin gündemde olacağını belirtti. Gerçek üstü bir toplumda, bir haberler ortamında yaşıyoruz.
Ö.M.: Ben de bir ufak bir ekleme yapayım, sabahleyin birazcık üzerinde durma fırsatını da bulduk; yeni bir anket yapılmış, Zeteo mecrasından İsrail’de Hayfa’da yaşayan Filistinli hukukçu ve analist Diana Buttu yazıyor ve kendisi yazılarını yayınlarken çok ilginç bir araştırmadan bahsediyor: Sadece Netanyahu değil, bütün İsraillilerin çok büyük çoğunluğu da genocide istiyorlar ve son araştırmalara göre İsrailli Yahudilerin %82’si – bu, Pensylvania Eyalet Üniversitesi’nde yapılmış - Filistinlilerin Gazze’den sürülüp atılmasını savunuyor, %56’sı da yani yarıdan epey fazlası da bütün Filistinli vatandaşların İsrail’den atılmasını savunuyormuş. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi ise bütün Kitab-ı Mukaddes’e de dayanılarak İsrail’de yaşayan Yahudilerin %47’si düşman topraklarını ele geçirdiği zaman İsrail savunma güçleri tümüyle Eriha’da bir zamanlar yapıldığı gibi tüm Filisinlilerin öldürülmesi gerektiğini söylüyorlarmış.
A.İ.: Maalesef böyle bir dini milliyetçilik boyutunda bir yok etme kültürünün yaygınlaştığı, güçlendiği bir dönemdeyiz maalesef. Bununla bağlantılı olarak Suriye’de Şam’da bir kiliseye yapılan saldırıda 25 kişi öldü. Bu bir intihar saldırısıydı. Bu sabaha karşı Suriye makamlarının yönetiminin verdiği bilgilere göre, bunu düzenleyen IŞİD hücresinin yakalandığı ve altı kişinin gözaltına alındığı duyuruldu. Bu Ahmed eş-Şara’nın iktidara gelmesinden beri Hristiyanlara yönelik en büyük ilk saldırı. Daha önce tabii ki Alevilere yönelik hâlâ devam eden saldırılar var fakat Hristiyanlara yönelik bir saldırı bugüne kadar pek olmamıştı. Diğer taraftan Gazze’de de bu sabah gelen AFP’nin Gazze’deki Hamas’a bağlı sağlık ve güvenlik örgütlerinden aldığı bilgiye göre, gıda yardımı sırasında açılan ateş sonucu gene 21 kişinin öldüğü belirtiliyor. Hamas’a bağlı olduğunu belirtiyorum çünkü bu verilerin sistematik olarak İsrail tarafı “Bunlara güvenmeyin, bunlar Hamas’ın örgütünün verdiği verilerdir” diyor ama sonuçta Birleşmiş Milletler gözlemcileri yakın tarihe kadar bu verilerin doğru olduğunu kendileri teyit ediyorlardı. Birleşmiş Milletler gözlemcisi de kalmadığı için, neye göre bilgileri kontrol edeceğiz onu da bilmiyoruz doğrusu.
Ö.Ö.: Ateş görüntüleri vs. sosyal medyada telefonu olan herkes tarafından yaygın bir şekilde paylaşılıyor.
A.İ.: Tabii ama sayıda itiraz olabilir ama bu sonuçta bir şeyi de değiştirmiyor.
Ö.Ö.: İsrail ordusu resmi olarak niye ateş açıldığını da açıklamıyor, ilginç olan kısmı bu.
A.İ.: “Biz havaya ateş açtık kişilere ateş açmadık” diyor. Ölenler arasında çocuklar da var.
Ö.Ö.: Havaya olsa niye ölümler var?
A.İ.: Havaya ateş açmak İzdihama son vermek için olabilir belki ama havaya ateş açarak 21 değil, 10 kişinin bile ölmesi pek mümkün değil. Başka kim kime ateş açacak üstelik?
Ö.M.: Ortodoks kilisesiymiş saldırıya uğrayan.
A.İ.: Evet, bir intihar saldırısı. Topladığımız zaman da savaşlarda bir günde ölen insan sayısı inanılmaz bir rakam oluşturuyor. Ukrayna’da da savaş devam ediyor çünkü sabah 04:00 civarında Ukrayna’nın yolladığı bir insansız hava aracı Moskova’daki bir konutta patlamış. İki yaralı olduğu söyleniyor, buna karşılık Ukrayna Harkiv’de Rusya’nın yolladığı İHA’lardan üç kişinin yaralandığı, ondan önce ise Sumi’de de üç kişinin öldüğünü, Kiev’de bir konuta düşen füzenin ise 10 kişiyi öldürdüğünü, Odesa’da okula düşen bir füzenin iki kişinin hayatına son verdiğini ve Doneks’te de iki kişinin öldüğünü biliyoruz ki bunlar sadece dünkü haberler.
Ukrayna’nın Rusya ile olan ilişkileri ve Ukrayna’nın ABD ile olan ilişkilerini belirleyecek gelişmelerden bir tanesi, bugün toplanan NATO zirvesi. Biliyorsunuz Lahey’de toplanıyor NATO zirvesi ve zirveye Donald Trump’ın da gelmesi bekleniyor. Bu zirvede resmen konuşulacak konu NATO üyesi ülkelerin askeri harcamalarını GSMİ içindeki payının arttırılması. Bunun ilk bilgisini veya adımını Birleşik Krallık hükümeti Başbakanı Keir Starmer Birleşik Krallık’ta GSMİ’nin %5’ine askeri harcamaların çıkarılması hedefini benimsediklerini, bunu 2035’e kadar gerçekleştirmeyi hedeflediklerini söylemişti. % 2-3 değil, %5. Bu çok yüksek bir rakam, gerçi ABD’nin rakamı da %5 değil bildiğim kadarıyla, en yüksek olanlar %4 civarındadır. Yunanistan gibi, Birleşik Krallık’ın da %5’e çıkartması söz konusu. Tabii NATO’da esas bu konu konuşulacak ama diğer taraftan Avrupa Birliği, NATO üyelerinin ısrarına rağmen toplantıya Ukrayna başkanını çağırmadı fakat akşam yemeğinde katılacağı söylendi Zelensky’nin. Burada da Donald Trump’ın G7 zirvesinde olduğu gibi toplantıyı ortasında terk etmemesi için mümkün olduğu kadar yumuşak bir toplantı organizasyonu yapılmasına çalışıldığı belirtiliyor. Dolayısıyla Trump’ın kaprisleriyle belirlenen bir NATO zirvesi toplanacak. Son olarak bu savaş ortamında maalesef böyle sürekli ölüm haberleri veriyoruz ama insanlığın yaşadığı dram da gerçekten bu parçalı bölüklü bir savaşlar dönemini geçiriyoruz.
Sudan’da Birleşmiş Milletler temsilcilerinin, gözlemcilerinin verdiği bilgilere göre, toplam 13 milyon kişi yer değiştirmiş. Bunun %70’i ülke içinde yer değiştirme, %29-30’u da Sudan dışına çıkmış. Bunların yarısı çocuk yani yarısına yakını çocuk - 5 milyon civarında çocuğun yerinden yurdundan olduğu belirtiliyor. Açlık Sudan’ın 10 bölgesinde açık biçimde, güçlü biçimde var, diğer bölgelerinde de yayılma riskini gösteriyormuş. Başkent Hartum’un çevresinde ciddi bir açlık var, geçen hafta bahsetmiştik, iç savaşın en yoğun olduğu Darfur’da çok ciddi bir açlık var. Açlıkla beraber kolera ve sıtma salgını da çok yayılmaya başlamış ve kolera salgınının Sudan’dan diğer ülkelere sıçramasından da endişe ediliyor.
Ö.M.: Bunlardan bahseden de kimse yok yani Cengiz Aktar ile bazen konuşma fırsatı buluyoruz ve bir de seninle. Açık Gazete dışında da kimsenin bunlardan pek bahsettiğine rastlamıyoruz, çok acayip bir durum!
A.İ.: Maalesef. Sudan’daki çatışma bölgelerindeki hastanelerin zannediyorum %70-80’i çalışamaz durumdaymış ve dolayısıyla hem çatışmalar var, hem ölümler var, hem de yaralılara bakacak imkan hemen hemen yok gibi gözüküyor. Birleşmiş Milletler’de soykırımı engelleme sekreterinin verdiği bilgilere göre veya yaptığı değerlendirmelere göre, Sudan’da soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç eylemlerinin işlenmesi riski çok yüksek, bu riski görerek bunu engellemeye çalışmayan ülkelerin de - biliyorsunuz, Uluslararası Soykırımı Engelleme Anlaşması’nda böyle bir madde de vardır - soykırım suçuna dolaylı dahil olma ile suçlandırılabileceklerini de belirtmek gerekir. Galiba artık bu konu tamamen ikincil, üçüncül hatta belki de son sıralara inmiş durumda. Soykırımı destekleme, soykırımı engellememe suçunu işleyen ülke sayısına baktığımız zaman herhalde Batı ülkelerinin çok büyük bölümü, Arap ülkelerinin çok büyük bölümü Gazze’de işlenen insanlığa karşı suçları engellememe suçu nedeniyle işlediklerini söyleyebiliriz değil mi?
Ö.M.: Evet rahatlıkla söyleyebiliriz.
A.İ.: Bu çerçevede baktığımızda, Trump döneminin gerçekten bu yeni dönemin ruhunu, bir tür savaş olmayan büyük savaşlar dönemi, doğru olmayan büyük doğrular dönemi ve kendisiyle ilgili olduğu andan itibaren geri kalan her şeyin öneminin kalmadığı inanılmaz bir benmerkezci siyaset, varoluş ve değerlendirme dönemi içinde olduğumuz gözüküyor. Sadece Trump değil tabii burada söz konusu olan, diğer taraftan bütün bu II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkilerin üzerine oturduğu, uluslararası sistemin de çok açık biçimde çöktüğünü görüyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi artık herhalde adının bile geçmeyeceği bir organ haline dönmüş durumda. Birleşmiş Milletler’in insan sağlık teşkilatının, çocuklara yardım teşkilatının faaliyetlerin hemen hemen büyük ölçüde kısıldığı ABD’nin mali desteğinin de çekilmesi nedeniyle kısıldığı ve dolayısıyla zor durumda olan ülkelere, yoksul ülkelere, çocuk açlığının, çocuk sağlık sorunlarının çok büyük olduğu ülkelere yapılan yardımların büyük ölçüde aksadığı, durdurulduğu bir dönemdeyiz. Bu gerçekten önümüzdeki birkaç yılın veya birkaç 10 yılın bir hercümerç dönemi olacağını, buradan yeni bir denge çıkacak ama bu dengenin nasıl olacağını şu anda tam kestirmek mümkün değil.
Bütün bu olanlar tabii ki otoriter popülist yani ‘Ben vatanımı ve kendimi kurtarırım, siz benim peşimden gelin ey ahali!’ diyen siyasetçilerin ortaya çıktığı ve toplumun önemli bir bölümünün İsrail’de olduğu gibi, sadece İsrail değil başka ülkelerde de olmaya başladığı gibi bir otoriter milliyetçi ırk veya din temelli milliyetçiliğin giderek baskın olduğu bir otoriter popülist bile değil artık, otoriter liderlerin peşinden sürüklenme ihtimalinin güçlendiği bir döneme giriyoruz. Bunu seçimler vesilesiyle görüyoruz, bunu alınan siyasi kararlar vesilesiyle görüyoruz. ABD hakikaten inanılmayacak biçimde - şu anda sayısını unuttum çünkü sayı sürekli artıyor - 20’den fazla ülkenin vatandaşını ayrım gözetmeden vize vermeyeceğini, ABD’ye girişlerinin izin vermeyeceğini ilan etti.
Ö.M.: Evet, vize yasağı koydu.
A.İ.: Ayrım gözetmeden yani bazıları suçlu oldukları için falan değil, o ülkenin vatandaşı iseniz ABD’ye giremezsiniz, oysa ABD o ülkelerle savaş halinde değil.
Ö.M.: Evet.
A.İ.: Bunu önümüzdeki dönemde ABD’den örnek alarak başka ülkeler de yapaca ve böylece herkesin herkesle savaş halinde olmadan savaştığı - bunu hakikaten özellikle vurguluyorum - savaş halinde olmadan savaşlar dönemine giriyoruz. İran ile İsrail birbirlerine savaş ilan ettiler mi?
Ö.M.: Hayır, bildiğim kadarıyla hayır.
A.İ.: Ateşkes niye imzalıyorlar o zaman?
Ö.M.: Bu başka bir hakikat sonrası döneminin belirtileri yani yorumlamak çok zor gerçeği.
Ö.Ö.: Trump da zaten ateşkesi duyururken biliyorsunuz, sanki ABD hiç müdahil olmamış da böyle bir köşesindeki savaşı durdurmuş gibi açıklamalar yaptı.
A.İ.: Aynen, hiç alakası yokmuş gibi iki tarafı tebrik etti.
Ö.Ö.: Evet, tebrik etti! “Yıllar sürecek bir savaşı durdurduk” dedi.
A.İ.: Kendisinin dahil olduğu savaşı hiç yani zaten ‘İran’a savaş açtık’ falan diye ABD’den kimse söylemedi zaten ama füzeler gitti İran’ın üç bölgesini tarumar etti. İnsan ölümü var mı bilmiyoruz? Belki de Amerikalılar da İran’a haber vermiştir ‘Buraları bombalayacağız, oralardan çekilin’ diye.
Ö.M.: Evet, olabilir.
Ö.Ö.: Zaten uranyumun olup olmadığı da önemli değilmiş.
A.İ.: Evet uranyumun olup olmadığı da önemli değil. Bu Orwell’in 1984 romanını dönüp dönüp hep okumamız lazım.
Ö.M.: Bunu sürekli olarak şu sırada okumaktayız zaten.
A.İ.: Okumak lazım, belki parça parça okumaya başlayabilirsiniz.
Ö.M.: Okuyoruz.
A.İ.: Tabii, tabii okuyorsunuz, ben de orada rastladım doğru. Okyanusya hangisi bilmiyorum ama...
Ö.M.: Biz Okyanusya’yı savunuyoruz.
A.İ.: Tabii. Peki, iyi günler herkese!
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.