Diğer canlılardan farklı olarak insan, dünyaya geldiğinde kendine yetecek olgunlukta değildir. Anne bakımı ve aile ortamı içinde büyür, güçlenir ve olgunlaşır. Kendine yetecek kadar güçlü olamamaktır, insanı farklı kılan. Kendi eksiğini kapatabilmenin çabası ile güçlü olanı arar, ona yönelir ve tutunur.
İnsanoğlu kendinden güçlü olanı kutsal bilip onlara tapınarak aczini dengelemeye çabalamıştır. Varlığını sürdürebilmek, başına kötü şeylerin gelmesini engelleyebilmek uğruna güçlü olana, kutsal olana tapınmış adak ve kurbanlar vermiştir. Kutsal olan karşısında yeri geldiğinde insan kurban edilebilmiştir.
Önceleri yıldızlar ve onların simgelediği tanrıları kutsadı insanoğlu. Sonra gök gürültüsünü, şimşeği. Kutsallığın simgeleri giderek yeryüzüne indi. Yeryüzünde erişilmez Olimpos dağında olduğuna inanıldı tanrıların. Tanrılar için tapınaklar inşa edildi, heykeller yapıldı. Kutsal olan karşısında insanın önemi yoktu. İnsan tanrılar için kurban edilebilir bir varlıktı o yıllarda.
Prometeus’un tanrıların dağından kutsal ateşi çalıp yeryüzüne indirmesi ile kutsallık, insana daha da yaklaştı. Her şeyi yakıp kül eden, eriten ateşi kutsadı insanoğlu. Ve bu kez ateşe kurban etti insanlarını. Kendi canına karşılık, kutsal olana adakta bulunmanın, kurban vermenin gerektiğine inandı. Kutsal olan karşısında insan hep kurbandı...
Tarım toplumları ile birlikte üretici olan, doğayı değiştirebilen insanoğlu bir anlamda tanrısallığa yaklaştı. Doğa ile mücadelede toplumun gücünün fark edilmesi ile kutsallık topluma yaklaştı. Ne de olsa güçlü olan kutsaldı. Toplumu bir arada tutan tek tanrılı dinler kutsallığı topluma indirgedi. Aynı din altında bir araya gelen toplumların kutsandığı dönemler yaşandı, özellikle Ortaçağda. Tarım toplumları ile birlikte insan emeğinin değerlendiğini ve kurban etmenin yerini köleleştirmenin aldığı biliyoruz. İnsan kurban edilemeyecek kadar değerli iş gücü haline geldi.
Artık kutsal olan insan ve onun yaşadığı toplumdu. İnsan kurban etmek de biçim değiştirdi. İnsan öldürülebilir ancak kurban edilemezdi. Ortaçağda din savaşları ile insan kıyımı devam etti. Tanrılar için yapılan tapınak ve heykellerin yerini dini binalar ve heykeller aldı.
Dinin toplum üzerindeki etkisinin hafiflemesi ile millet kavramının kutsallaştırıldığını görüyoruz. Millet ve onun uzantısı olan vatan kutsaldı. Bu kez kutsal olan milletti ve insanlar milletleri için kurban oldular. Milliyetçiliğin kutsandığı savaşlar gördü dünyamız. Ve yine milliyetçiliği simgeleyen anıt ve heykeller yapıldı.
Kutsallık gökyüzünden yeryüzüne indi ve insana yöneldi.
Bireyin tarihteki rolünün giderek daha ön plana çıkmaya başladığı yıllarda kutsallık insana ulaştı. Tek başına doğa ile baş edebilen, doğayı değiştirip dönüştüren, aklı ve icatları ile insanlığı etkileyebilen insanoğlu kutsallığı da üzerine aldı.
Tanrılar için yapılan tapınak ve heykellerin yerini, insanlığa hizmet eden bireyler adına yapılan anıt, heykel ve binalar aldı. Kutsal olan insandı.
Bireyin toplumların kaderindeki rolü ve gücü fark edildikçe kutsallık güçlü olana, bireye yöneldi. Bireyin kutsanması ile önemli bir dönüşüm yaşandı. Kutsal olan birey olduğuna göre kurban edilemediği gibi öldürülmesi de mümkün değildi. Kurban edilecek başka şeyler olmalıydı.
Güçlü olan 'kutsaldı' çünkü
Bireyin kutsanması ile öncelikle savaşlar tartışılır hale geldi. Büyük insan kırımlarına yol açacak savaşlar yapılamamaya, savaşacak insan gücü zorlukla bulunur hale geldi. İnsanın kutsanması hayatı da kutsallaştırdı. Bireysel alışkanlıklar kutsanan hayat yönünde değişti. Doğanın, kutsal insana biat etmesi beklentisi ile dönüştürülmeye çalışıldığı zamanları yaşadık, yaşıyoruz.
İnsanın kutsandığı dünyada başlangıçta güçlü olan ve kutsanan doğa kutsallığını yitirdi. Doğa insan için sanki yeniden yaratılmaya çalışıldı. Kutsallığın olduğu yerde güçlü olana kurban sunulmalıydı. İnsan kutsallaştırıldığında doğanın diz çökmesi ve kurban edilmesi beklendi. İnsanın kutsandığı, doğanın ise kutsal olana uydurularak dönüştürülmeye, kontrol altında tutulmaya çalışıldığı dönemleri de yaşadık.
Ancak kutsallığın gökyüzünden, yeryüzüne inip insana yönelmesi ve insanı kutsal varlığa dönüştürmesi ile süreç sonlanmadı. Kutsallığın ilerleyişi bir anlamda insanı delip geçip parçaladı.
Önce, her insanın kutsal olmadığı ve hangi insanın kutsanması gerektiği üzerinde duruldu. Seçilmiş insanlar ve hayatların kutsanması gerektiği ileri sürüldü.
İnsanlığın bilgi birikimi teknolojik ilerleme ile birleştiğinde yeni ve çok güçlü bir kavram ortaya çıktı. Teknoloji ve bilim insana hizmet etmekten çok daha ötelere giderek insanı yönetmeye hatta onu yok edebileceğini göstermeye başladı. Birey artık güçlü değildi. Güçlü olan teknoloji ve bilimdi. Güçlü olan kutsaldı.
Kutsallığını yitirdi insanoğlu.
Artık güçlü olan, insanı yöneten, etkileyip değiştirebilen bilgiydi, teknolojiydi. Kutsallığı bilgi ve teknolojinin üstlendiği bir dünyada ise onları var eden, yaşatan kavramların “verimlilik, kalite, kâr vs” egemenliği kaçınılmazdı.
Kutsallığının kaybı ile birlikte kurban edilemez ve öldürülemez niteliğini de yitirdi insanoğlu. Bilim, teknoloji, ilerleme için insanlar kullanılabilir, kurban edilebilir oldu. Teknoloji tanrılarına kurban edilebildi insanoğlu. Savaş sanayiinin deneme ve uygulama alanı oldu savaşlar.
Kutsallığı bilgide, teknolojide, ilerlemede ve onları var eden verimlilik, kârlılık, kalite, ve kazançta arıyor, bu kavramlara tapınıyoruz artık. Görkemli alışveriş merkezleri biçiminde tapınaklar inşa ediyor, alışveriş ritüelleri ile ibadetimizi gerçekleştiriyoruz. Dahası kendi yarattığımız markaları tanrılaştırıyor onların güçlü ve kutsal olduklarına inanıyor, ibadette kusur etmemeye çabalıyoruz. Tüketim ibadetine katılmayanların dünyada yerinin olamayacağına ve marka tanrılarına kurban edilebileceğine inanıyoruz.
Artık güçlü olmadığımızı, kendi yarattığımız ve bizden daha güçlü bir şeyler olduğunu biliyor, insanın ve hayatın kutsal olduğu yılları özlüyoruz...