Bir Kuramın Doğduğu Oda: Linnean Society, Evrim ve Sessiz Sorular

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace’ın evrim kuramına dair ortak bildirisinin okunduğu The Linnean Society ve evrim kuramı fikirlerinin akışı üzerine konuşuyor.

""
Bir Kuramın Doğduğu Oda: Linnean Society, Evrim ve Sessiz Sorular
 

Bir Kuramın Doğduğu Oda: Linnean Society, Evrim ve Sessiz Sorular

podcast servisi: iTunes / RSS

Bazen bir fikir, bir defterin sayfasında başlar ama sonra bir odaya sızar; bir kürsüye, bir salona, bir hafızaya dönüşür. Londra’nın merkezinde, Piccadilly Caddesi’nin hemen yakınında yer alan Burlington House binasında tam da böyle bir fikir yankılanmıştı: Evrim kuramı.

1858 yazında, Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace’ın evrim kuramına dair ortak bildirisi, The Linnean Society'nin duvarları arasında ilk kez kamuya sunuldu. O an, doğa bilimleri tarihinde bir eşikti ve o oda, fikirlerin akışını değiştiren bir sahneydi.

Linnean Society Kütüphanesi, Burlington House, Londra / Bilimin sessiz tanıkları: Linnean Society’nin görkemli kütüphanesi, doğa tarihinin belleğini barındırıyor. Raflarda Darwin’den Linné’ye uzanan kitaplar; duvarlarda ise bu belleği şekillendirenlerin portreleri var. Evrim kuramının ilk kez kamuya sunulduğu salon da bu binada yer alıyor.

Linnean Society, yalnızca bir bilim derneği değil, aynı zamanda doğayı anlamaya çalışan insan aklının kolektif belleğidir. Darwin’in Türlerin Kökeni kitabındaki şu cümle, bu belleğin en yoğun titreşimlerinden biridir: “Bu gerçeklerin türlerin kökenine, yani gizemlerin gizemine, biraz ışık tuttuğunu düşündüm.”

Bu 'gizemlerin gizemi'ne ışık tutma arzusu, Linnean Society’nin temelinde yatıyordu. Bugün o raflarda Gilbert White’ın doğa güncelerinden Darwin’in Beagle notlarına kadar uzanan bir sessiz miras duruyor.

Ancak bugün bu tarihî mekânlar ciddi bir tehlike altında. 2012 yılında Linnean Society’nin yıllık kirası yalnızca 4 bin pound idi. 2023’te bu rakam 130 bin pounda çıktı - %3000’in üzerinde bir artış ve bu sadece Linnean Society için geçerli değil; aynı binada bulunan Geological Society, Society of Antiquaries ve diğer köklü bilim kurumları da aynı tehditle karşı karşıya.

2014’te alınan bir kararla Burlington House, artık bir 'yatırım mülkü' olarak sınıflandırıldı. Bu da şu anlama geliyor: Devlet, bu kurumları sıradan bir kiracı gibi görüyor yani bilimin değil, gayrimenkul değerinin esas alındığı bir anlayış.

Linnean Society Başkanı Sandra Knapp, bu durumu şöyle özetliyor: “Bu binalar, Kraliçe Victoria döneminde bilim toplumları için inşa edildi. Bugünse bizi bu odalardan çıkarmak istiyorlar. Oysa burası sadece bir adres değil; bir düşünce merkezi.”

Bir ülkenin bilimle ilişkisi yalnızca laboratuvar bütçeleriyle değil, fikirlerin yeşerdiği mekânlara gösterdiği özenle de ölçülür.

Darwin’in evrim kuramı, yalnızca bilimsel bir kuram değil, doğayla insan arasındaki ilişkinin yeniden düşünülmesiydi. Bugünse bu sessizlik başka bir biçim alıyor: Sessizce dışlanmak, bilimsel mirasın piyasa koşullarına terk edilmesi.

Ama bu kuramın ortaya çıkışı da sessizlikle başlamıştı.

Alfred Russel Wallace Büstü ve Gilbert White’ın Doğa Güncesi / Linnean Society’de yer alan Wallace büstü, evrim kuramının diğer mimarını hatırlatıyor. Önünde duran vitrin ise doğa yazınının öncüsü Gilbert White’ın 1766 tarihli gözlem defterine ev sahipliği yapıyor. Bu iki figür, doğayı anlamanın hem bilimsel, hem de sezgisel yollarını simgeliyor.

1 Temmuz 1858’de, Linnean Society’nin salonu büyük bir devrime değil, yorgun bir protokol sırasına tanıklık etti. Ne Darwin vardı o salonda, ne Wallace. Toplantı sonunda üyeler yeni fikirlerle sarsılmamıştı; yalnızca 'kendilerine yüklenen bilgi miktarıyla ezilmişlerdi'.

Darwin, Wallace’tan gelen mektubu aldığında sarsıldığını itiraf etmişti. Yirmi yıldır düşündüğü şeyi, Wallace sıtma nöbetinde fark etmişti. Ama işte o yaz, 1858 yazı, evrimin görünürlüğünün başlangıcı oldu. Darwin, evinde oturdu, dizlerine tahta bir levha yerleştirdi ve yazmaya başladı.

Ve ortaya, yalnızca bilimsel değil, edebi gücü de yüksek bir eser çıktı: Türlerin Kökeni. Bu kitap halkı da ikna etmeyi amaçlayan ilk büyük bilimsel metinlerden biriydi ve Darwin’in ismiyle özdeşleşti.

Ama bu hikâyede hep bir gölge kaldı: Wallace. Zekiydi, sezgiseldi, gözlem gücü çok yüksekti ama sistematik değildi. Darwin gibi not defterleriyle, deneylerle, çaprazlamalarla örülü bir yapı kurmamıştı ve belki de bu yüzden, onun adı geri planda kaldı.

David Attenborough şöyle der: “Wallace hayranlık uyandıran bir insandı ama Darwin’in bilimsel gücüyle boy ölçüşemez.”

Ama bilim yalnızca veriyle değil, kavramlarla da işler ve isimlendirme, sınıflandırma, anlatma biçimlerimiz… İşte burada başka bir ses devreye giriyor: Banu Subramaniam.

Amerikalı feminist bilim kuramcısı Banu Subramaniam, Botany of Empire kitabında modern botaniğin sömürge geçmişiyle hesaplaşması gerektiğini savunur. Ona göre, doğayı sınıflandırma biçimlerimiz aslında tarihi iktidar ilişkilerini yansıtır. Subramaniam’ın işaret ettiği üç temel sorun vardır:

Birincisi, doğadaki çeşitliliği insan merkezli kalıplarla açıklamamızdır.

Bitkiler çok çeşitli, çok yaratıcı,” der Banu Subramaniam ve ekler, “Ama biz onları, insan bedenine ait olan erkek-dişi ikiliğine sıkıştırıyoruz.” Oysa bitkiler hem cinsiyet hem de üreme stratejileri bakımından son derece esnektir: Kendine döllenmeden eşeysiz üremeye, cinsiyet değiştirmeden çok eşliliğe kadar uzanan bir çeşitlilik barındırırlar ama biz hâlâ onları 'erkek organ' ve 'dişi organ' gibi sınıflarla tarif ediyoruz.

İkincisi, botanikteki isimlendirme pratiklerinin sömürgecilikle iç içe geçmiş olmasıdır.

Bugün hâlâ 126 bitki türü, Güney Afrika’daki sömürgeci lider
Cecil Rhodes’un adını taşır. Banu Subramaniam bu durumu şöyle eleştirir, “Yıllarca kadınlardan evlendiklerinde soyadlarını değiştirmeleri istendi ama kimse bunun karmaşık olduğunu düşünmedi ama bir sömürgecinin ismini bir bitkiden silmek önerildiğinde, birden bilimde büyük bir sorunmuş gibi davranılıyor.”

Üçüncüsü ise istilacı türler söylemidir.

İnsan eliyle bir yere taşınmış ve orada yayılan türlere 'istilacı' dediğimizde, sorumluluğu genellikle doğaya yüklüyoruz. Banu Subramaniam burada dikkat çekici bir cümle kurar, 
“Bitkiyi suçla — ve dikkat hemen yok edilmesine çevrilir.” Oysa sorun bitkinin kendisinde değil, onun oraya taşınmasına ve yönetilmemesine neden olan insan eylemlerindedir.

Tüm bu eleştiriler, Linnean Society gibi kurumların yalnızca arşiv değil; aynı zamanda etik hafıza mekânları olması gerektiğini gösteriyor çünkü doğayı anlamak, sadece onu ölçmek değil; onu nasıl anlattığımızı da yeniden düşünmek demektir.

Darwin’in ismi yakın zamana kadar 10 poundluk banknotlardaydı; Wallace ise hâlâ sessizliğin kıyısında - ama bilimin belleği bazen kendini yeniden kurar.

Doğal Seçilim Kuramının Kırılma Anları: Kısa Bir Zaman Çizelgesi

Eylül 1838

Darwin, Malthus’u okur ve doğal seçilim fikri zihninde ilk kez netleşir.
Ama bu fikri yayımlamak için 20 yıl bekler.

Şubat 1858

Wallace, Ternate Adası’nda sıtma geçirirken doğal seçilim fikrine ulaşır.
4 bin 200 kelimelik makalesini kaleme alır.

Nisan 1858

Wallace, makalesini Darwin’e yollar.

Haziran 1858

Darwin mektubu alır ve jeolog Charles Lyell’a iletir.
Bilimsel bir etik krizi başlar.

1 Temmuz 1858

Wallace’ın makalesi ve Darwin’in notlarından alıntılar Linnean Society’de okunur.
Her iki bilim insanı da toplantıya katılamaz. Sessiz bir devrim başlar.

Kasım 1859

Darwin, Türlerin Kökeni’ni yayımlar.

2006 

Darwin Online açılır.

2012 

Wallace Online açılır. Geç kalmış bir denge arayışı başlar.