27 Şubat 2006Radikal Gazetesi
Ürdün Kraliçesi Raina El-Abdullah'ın Türkiye ziyareti yine yüz kızartıcı bir ağırlama töreniyle tarihe geçti. Tam iki yıl olmuş, yine bir kanlı diktatörün, babasından el almış kanlı canlı diktatör oğlu, eşi ve çocuklarıyla Türkiye'yi ziyaret etmekteydi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suriye'nin bağımsızlığını kazanmasından bu yana Türkiye'yi ziyaret eden ilk devlet başkanı olarak heyecanla karşılanmıştı. Mal-mülk konusunda araları açılıp yıllarca küs kaldıktan sonra burun direkleri sızlayarak kucaklaşıp helalleşen iki kardeş görüntüsüyle; jestlerin abartıldığı, muhabbet tellerinin fazla yüklenmeden kopartıldığı bu tarihi buluşmada parlayan yıldız, Esad'ın eşi Esma idi. Esma Esad, ana haber bültenlerinden bütün gazetelerin manşetlerine kadar, büyük ihtimalle kendisini de şaşırtan bir aşkla kucaklanmıştı. Güzelliği, zarafeti, her şeyden öte 'çağdaşlığı'yla en hak edilmiş amiyane deyişle, gönülleri fethetti. Burada sözü edilen 'çağdaşlık' ölçütünün ne olduğu konusunda kimsenin en ufak bir kuşkusu yoktu. Arap düşmanlığından azami ölçüde beslenen Cumhuriyet ideolojisi, bu genç, güzel ve başı açık kadınla kendi sağlamasını yapıp, gerekenlere sopasını sallıyordu işte. Çifti karşılamaya Gül'ün eşi yerine balyajlı saçlarıyla Kürşat Tüzmen'in eşi uygun görülmüş, Gül'ün eşi ortaya çıktığında da Türkiyelileri şu aralar en çok büyüleyen 'kamusal alan' muamması gündeme gelmişti. Esma Esad'ın Semra Sezer'le birlikte çekilmiş fotografları ise nedense göz yaşartıcı güçte bir çağdaşlık resmi olarak tepemize asılıveriyordu. Kraliçe Rania'yla birlikte aynı hayranlık buhranına kapılan çağdaşlık milislerinin güzellemelerinden geçilmiyor basınımızda. Bir devrim kapımızı çalmış, Türk imgesini berbat etmeye yeminli iktidar sahipleri ve başı bağlı eşlerine karşı ağır ve aydınlık bir söz olarak karşımıza dikilen bu genç kraliçe gönlümüzde Esma Esad'ın yanında müstesna bir yer edinivermişti işte. Rania'ya olan hayranlı-ğımız, büyük bir gazetecimizin şöminesi üstünde duran çağdaş kraliyet ailesi görüntüsüyle birlikte yakın zamanda kapımızı zorlamıştı. 'Kot pantolon giymiş' kocası Kral beyle sarı kafalı çocuklarının yanına yakışan 'uzun bacaklı' şahane kadın olarak.
Laik porno Yine büyük ve en çok okunan erkek gazete yazarımız Rania'yı şöyle tarif ediyordu: "Kraliçe'nin kıyafetlerine bakıyor musunuz?... Başı hep açık... Laf ola bir tül bile uzatmıyor, Benazir Butto gibi... Kostümleri en son moda... Bir Paris burjuvası nasıl giyiniyorsa bugün, o da öyle... Kalçaya tam oturan pantolonlar... Göğüsleri fırlatan kazaklar!.. İslam kraliçesi değil, Hollywood film yıldızı, ekselansları.." Büyük gazetemizde haber olarak kullanılan dil, bizi Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki magazin diline götürüyor, tuhaf tınısıyla seçkinlik anlayışını dışavuruyordu. "Ürdün Kraliçesi Rania, giysileri ve zarif hareketleriyle İstanbul ziyaretine damga vurdu. Çarşamba akşamı İstanbul'a gelen Rania, dün ayrılışına kadar beş farklı kıyafet giydi." Bütün haber ayrıntılı olarak giysileri, fotografları eşliğinde bir de tarif ediyordu. Sözgelimi, "Kraliçe, dün sabah saçlarını topuz yapmıştı, füme takımının pantolonunu bu kez balıksırtı desenli, fermuarlı, kapüşonlu ve kemerli kahverengi kumaş bir bluzla kombine etmişti" diliyle. Esma Esad'ın giysileri ve kombine yeteneği de çoğumuzu çok heyecanlandırmıştı. Bir haber sunucusu, ana haber bülteninde Esma hanımı nasıl öveceğini bilemiyor; kadının halk arasında alışveriş yaparken, oklavayla hamur açmayı denerken ve benzeri görüntülerini 'Şu çağdaşlığa bakın' diye sunuyordu. 'Bir giydiğini bir daha giymeyen çağdaşlığıyla' cümlesini kulaklarımla işitmiştim. Gerçi Kemalist kadın yazarlarımızdan biri "Esma Esad'a iyi anne notu verdikten sonra çok zarif buldum, ama kıyafetlerinde sıkça tercih ettiği iri desenlerden hoşlanmadım. Onun yanında şık ama sade kıyafetiyle Semra Sezer, göz alıyordu. Esma Esad'a uygulanan program ise tam da benim önerdiğim gibiydi, Olgunlaşma Enstitüsü'nde hoş bir defile, sergi gezimi, hatta ebru sanatı denemesi yaptığı yemeniyi de boynuna takması hoş bir ayrıntıydı...Gönül isterdi ki Esma Esad'ın yanında Bn. Gül ve Bn. Erdoğan da olsun... Ama hani bizden daha gerilerde olduğunu düşündüğümüz Suriyeli kadın modeli olarak başı açık Esma Esad'ın yanında sımsıkı tesettürleriyle görüntüleri biraz can sıkacağından... Olamadı!" diyerek vurmak istediği yere vururken Esad'ın kombine açıklarını da belirtmeden geçmemişti. Ünlü bir kadın ekonomi yazarı da ipin ucunu kaçırmış, Davos'ta tanıdığı Rania'yı 'Jacqueline Kennedy'nin zarafeti, Monako Prensesi Grace Kelly'nin çekiciliği ve Prenses Diana'nın popülerliği'nin bir karışımı olarak sunuyor. "Ürdün'ün genç kraliçesi su gibi İngilizcesi, kendine güveni, fiziği ve edasıyla beş kıtadan Davos'ta toplanmış, dünyaya yön veren erkekleri hayran bırakmıştı" cümleleriyle bir ekonomi yazarı olarak bizi nasıl aydınlatabileceği üstüne fikir veriyordu. Erkek yazarlarımız şaşkınlıktan 'kişiliğini bırakıp güzelliğine odaklandıklarını' itiraf etmekten kaçınmıyor, önemli bir yazarımız, "Rania'ya böyle bir misyon yüklemek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama sanırım kültürü, zarafeti ve güzelliğiyle, dünya televizyorlarının haber bültenlerinde boy gösteren kirli sakallı, korkunç görünüşlü Müslüman Arap imajıyla mücadelede önemli bir rol oynayabilir" diye noktayı koyuyordu. Düşünen ve yazan kadınlarımız kombinelerle coşarken düşünen ve yazan erkeklerimizin yazdıklarına şaşırmak ne mümkün. Esma hanım konusunda olduğu gibi kimsenin yüzü kızarmıyor, kimse iştahına gem vurma gereği hissetmiyor.
Aslolan imaj Türkiye'nin, kendi payına düştüğü kadarıyla harikalar yaratan bir oryantalizmle, Araplar hakkındaki kemikleşmiş dikkatsizliği bir araya gelince Suriye hâkimi ve eşi karşısında olduğu gibi Ürdün Kralı ve güzel kraliçesi karşısında da hepimize dayatılan zincirinden boşanmış coşkuyu anlamamak mümkün mü? Burada, 'bakın kıçıkırık Araplar bile bizden çok Avrupalılara benziyor' yerinmesinin hiç gizlenmeden açıkca dillendirilmesi çağdaşlıktan anlamamız gerekeni de dikte ediyor. First lady'lere duyulan aşırı ilginin; onların hayatını paslı makaslarla kırpıp masal prensesleri çıkarma gayretinin altında yatan ideoloji vahşi dişleriyle sırıtıyor. Bütün bu kafası örtülen, açılan, yakışıklı, yakışıksız bulunan, cana yakın, pek soğuk ilan edilen, destek ya da köstek diye yaftalanan kadınlar, hayatın kadından arındırılması, kadının dekoratif bir unsur olarak bir erkek iktidarına zincirlenerek bağışlanabilmesi yolunun yansımaları. Bütün hayatını bir memlekete yönelik aidiyet ilişkisiyle açıklayan, o ilişkisini de Batı karşısında görücüye çıkmak olarak algılayan; bu konuda en ufak bir mahcubiyet duymadan yükümlü kılındığı insan haklarına riayet dayatmasına küfürler ederek katlanan bir millet çıkıyor maalesef bu resimden. Ne kadar çağdaş, değil mi? Kadınların, ilk vazgeçilecek piyonlar olarak birer aksesuvar tadında ortaya sürüldüğü; ancak gençlik, güzellik, şıklık zariflik ölçütleriyle tartıldığı bir arena. Derdimizin şeriat korkusuyla, diktatörlüğe direnişle, demokrasi ve özgürlük ülküsüyle filan en ufak bir ilgisi olmadığını anlayabilmemiz için 'şık', 'güzel', 'zarif' bir Müslüman 'bayan'la yüzleşmemiz yetiyor. Nasıl ülkelerin temsilcisi, nasıl kocaların eşi oldukları hiç mi hiç önem taşımıyor. Derdimiz ön plandaki Türk kadınlarını da başı açık ve 'çağdaş' görünümleriyle sunabilmek dünyanın arka sayfa güzelleri olarak. Basınımızın bu konuda itidalini yitirip sakız şaklatan Seda Sayan izleyicilerine dönüşüvermesi, kendini çoktan memur etmiş olduğu çağdaşlık bekçiliğinin hazin bir dışavurumu.