Birlikte Üretiyoruz'da Gökçe Türkmen ve Alper Can Kılıç, aktivist araştırmacı Selma Değirmenci ile kadın kooperatiflerini, kadın kooperatiflerinin dönüştürücü gücünü ve dayanışma ekonomisindeki yerini konuşuyorlar.
Gökçe Türkmen: Merhaba, Birlikte Üretiyoruz programı başlıyor. Bugün kadın kooperatiflerini, kadın kooperatiflerinin dönüştürücü gücünü ve dayanışma ekonomisindeki yerini konuğumuz sevgili Selma Değirmenci ile konuşacağız. Hoş geldin Selma.
Alper Can Kılıç: Hoş geldin.
Selma Değirmenci: Merhaba. Hoş bulduk.
A.C.K.: Önce kısa biyografini okuyarak seni dinleyicilerimize takdim edelim istiyoruz; aktivist araştırmacı Selma Değirmenci, tarım ve gıda başta olmak üzere ekolojik hareketler, dayanışma ekonomileri, kooperatifler, toplumsal cinsiyet ve kadın araştırmaları alanlarında çalışmaktadır. 2000 sonrası Türkiye'de tarımın dönüşüm sürecini incelediği doktora çalışması, 2021'de Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları tarafından Türkiye'de Tarım Kapitalistleşirken Talepler ve Yasalar ismiyle yayınlandı. Kooperatifler, alternatif ekonomiler ve toplumsal cinsiyet tartışmalarına odaklanan, yaşamı örgütleyen deneyimler kitabını Özlem Saadet Işıl ile birlikte derledi. Şu anda Kadir Has Üniversitesi eşitlik, çeşitlilik ve kapsayıcılık çalışma grubunun yürüttüğü araştırmada mükemmellik için toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin bütçeleme yoluyla kurumsal dönüşüm projelerinde çalışıyor. Yine konuşma süremizin yetmeyeceği dolulukta bir konukla beraberiz ve vakti boşuna tüketmeden sorularımıza başlayalım derim.
G.T.: Biz genel kooperatifçilik üzerine de seninle bayağı uzun uzun konuşuruz; o kısmı biliyoruz, onu öğrendik, cebimizde. Alper'in de söylediği gibi, kısıtlı zamandan kaynaklı doğrudan kadın kooperatifleriyle ilgili hem senin bize aktarmak istediğin bilgileri, hem de deneyimlerini paylaşmak isteriz. O sebeple şöyle bir soruyla giriş yapmak istedik; kadın kooperatiflerinin, tarım kooperatifleri, üretim kooperatifleri, ulaşım kooperatifleri gibi kooperatifin bir çeşidi olduğunu biliyoruz. Senden öğrendiğimiz bilgiye göre, bu, 2012 yılında olmuş. Kadın kooperatifleri başlığını bir çeşit olarak ele aldığımızda nerede duruyordur, nasıl bir rolü vardır, neyi kapsar, biraz açabilir miyiz? Kadın kooperatifleri kadın mücadelesinin içinde asıl nasıl bir yer tutuyor onu da merak ediyoruz açıkçası, bundan da biraz bahsedebilirsen çok seviniriz.
S.D.: Bu güzel giriş ve sizin sıcak karşılamanız için teşekkür etmek istiyorum ve beni de Birlikte Üretiyoruz programına dahil ettiğiniz için de ayrıca teşekkür ediyorum, onunla başlayayım önce. Çok keyifli burada olmak arkadaşlar, çok iyi hissediyorum. İlk başta böyle ne konuşacağız diye düşünürken, güzel başladı ki soru da çok güzel. Şöyle girelim isterseniz; tam da dediğin gibi Gökçe, kooperatifçilik meselesi, uzun tarihi olan bir mesele ama nasıl çıktı, nasıl oldu ve kadın kooperatiflerine nasıl bağlanacağı sürecini düşünerek, biraz oralardan da bahsetmek lazım herhalde. Feodal üretimden kapitalist üretim tarzına geçişle ortaya çıktığı söyleniyor. Genelde 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, daha toplumun geneline yayıldığını söyleyebiliriz. Özellikle de sanayi devriminin yarattığı ekonomik ve toplumsal koşullara bağlı olarak kriz dönemlerinde çokça konuşulan kooperatifçilik, günümüzde de aslında hem 20. yüzyılın ortalarında, hem de 21. yüzyılın başında tam da böyle neoliberal politikaların kriziyle birlikte tekrar ortaya çıkıyor. Biraz şuna da bağlayabiliriz tabii ki; bu kalkınma söylemi yani yoksullukla mücadele içinde kooperatifçilik meselesi, dünya genelinde de, Türkiye'de de karşılık bulan bir model ama kadın kooperatiflerini - hatta bizim durduğumuz yerde bir kadın kooperatiflerini - tartışacaksak, belki bu kooperatif meselesini, ‘dayanışma ekonomileri içerisindeki bir kooperatifçilikten ne anlıyoruz' diye söylemek lazım. Çünkü, kooperatifçilik çok geniş bir alan ama dayanışma ekonomisi içerisinde bir kooperatifçilik tartışması da geniş bir tartışma. İkili bir ayağı var dayanışma ekonomilerindeki bu kooperatif meselesinde. Birincisi diyor ki; aslında kooperatifler sistemi içkindir - tam böyle yoksulluğu devam ettiren bir yerdedir, aslında var olma koşulları da bununla ilintilidir diyor ama bir yandan da kooperatifçiliğin temel yapısı olan bu eşitlikçi, yatay, herkesin aslında katılımıyla birlikte ilerleyebilecek, patronsuz çalışma dediğimiz herkesin aslında dahil olduğu bir üretim modeli olarak, dayanışma ekonomilerinin içerisinde bayağı geniş bir yer buluyor. Elbette dayanışma ekonomileri sadece kooperatifçilikten ibaret değil, başka modeller de var ama kooperatifçilik günümüzde dayanışma ekonomileri için bir üretim modeli olarak söylenebilir.
Kadın kooperatiflerine gelirsek; kadın kooperatiflerinde de aslında uzun ve meşakkatli bir tartışma var yani sonucu gelmeyen, aslında her iki tarafında böyle tartışmaya farklı yerlerden yaklaştığı ve aslında gerekçelendirdiği ikili bir tartışma yürüyor.
Birinci tartışma; Türkiye'de de tam da senin söylediğin gibi, 2012 yılında yasallaşan kadın kooperatifleri, kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle belirlenen toplumsal cinsiyet rollerini içerleyen ve ona dahil olan üretim modelleriyle yine sisteme dahil olduğuna dair bir tartışma yürütüyor. Bunlar ne? Kadın kooperatifleri dediğimiz zaman gıda üretimi yapabilir; yemek yapabilir - restoran gibi; bakım emeği dediğimiz, bakım emeğini yürütebilir; el işi yapabilir... Bu tarz, yine kadınların aslında kadınlık ve kadınlık rollerine dair, toplumsal cinsiyet rollerine dair şeylerle eklemlendiğine ve hatta bunları pekiştirdiğine dair bir eleştiri var kadın kooperatiflerine. Bu eleştirinin aslında ayağının oturduğu bir yer de var çünkü şunu da söylüyor; kooperatiflerin sistem içerisinde, yaşadığımız patriyarkal kapitalist sistem içerisinde koyduğu yer, uluslararası kurumların, devletin bir nebze de - hatta STK'ların bile koyduğu yer şöyle olabiliyor sonucunda; kadınları yine kadınlık deneyimlerinde sabitlemek ve o yoksulluk dediğimiz kategoriyi sürdürebilir bir yerde devam ettirmeye dönebilir. Böyle bir handikapı olduğu için feminist mücadelede, ‘kadın mücadelesinde kooperatifler’ konusunda bir hat, buradan devam ediyor. Kadın kooperatiflerinin aslında dediğim gibi kadınlık deneyimlerinin sadece oralara bağlandığı ve bunun üzerine de çok fazla ilerleyemediğimiz, başka bir adım atamadığımız üzerine bir eleştiri var.
Bununla birlikte, ikinci kanadın kadın kooperatiflerine dair sunduğu bir argüman da aslında kadın kooperatiflerinin kadını güçlendirmeye dönük bir potansiyel taşıdığına dair. Dayanışma ekonomilerinin içerisinde de bu var yani bir kooperatifi olması, aslında sisteme dahil olurken, bir şirket değil de kooperatifi seçmesi, aslında kadınların bildiği, ev içerisinde öğrendiği şeyleri üretim modellerini, gelir getireceği faaliyetlere çevirerek, o gelir getireceği faaliyetlerden ilk elden kazanca dönüştürmesidir çünkü bu kadınlar - biz de elbette - ileri yaş olabilir, ev içerisinde daha önce hiçbir şekilde sisteme dahil olarak çalışmamış olabilir, ilk elden kazanca dönüşebilecek pratiklerle kooperatif kurmalarını daha akla yatkın, daha kolay, erişebilir ve kadınların kendilerini de rahatlatıcı bir yerden örgütlenebilir olarak gören bir tartışma yürüyor. Burada her ikisini de kapsayan kadın kooperatif örnekleri de var. O yüzden de 'birisi doğru' demiyorum, bu handikapların kadın kooperatiflerinin içerisinde olduğunu söylemek mümkün. Bir başka şey de söyleyeyim; dayanışma kooperatifleri içerisinde kadın kooperatifini biz nasıl görüyoruz? Ben kentli, işçi sınıfına dair bir kadın olarak şunu söyleyebilirim elbette: Biz eğer bir dayanışma ağı olarak kooperatifi örgütlüyorsak, patriyarkal kapitalist mücadele içerisinde olduğumuzun farkına vararak devam ettiğimizde, kooperatifin aslında dönüştürücü bir örgütlenme biçimi olarak iyi bir yerde durduğunu söylemek mümkün.
G. T.: Dolayısıyla aslında her iki yorum da yani bir yandan toplumsal cinsiyet rollerini besleyen bir tarafı olduğu için aldığı eleştiri de doğru - yeri geldiğinde muhakkak konuşulması ve söylenmesi gereken bir şey. Ama bir yandan da özellikle kırsal bölgelerdeki kadınlar için, o varolan döngünün içinde kendilerini özgürleştirecekleri bir alan yaratmaları açısından da kıymetli olabilir ama gerçekten her iki tarafı da tutmak önemli. Teşekkür ederiz.
A.C.K.: O zaman çalışmalarınla devam edecek olursak, Türkiye'de Tarım Kapitalistleşirken Talepler ve Yasalar isimli bir kitabın var. Ayrıca Özlem Işıl'la birlikte çalıştığınız yine Yaşamı Örgütleyen DeneyimlerKadınlar Dayanışma Ekonomilerini Ve Kooperatifleri Tartışıyor isimli bir derleme kitabınız da var. Kadınlar dayanışma ekonomilerine dair ne derler yani kooperatifçiliği bu ekonomik duruşun neresinde tanımlarlar? Birazcık da bundan bahsedersek.
G.T.: Bir de hatta az önce cümlenin sonunda söylediğin, kooperatifler gerçekten patriyarkal kapitalist sistemin içinde nefes alınabilecek bir çözüm olabilir mi? Bu sistemin karşısında kadının yeniden örgütlenmesi bu şekilde mümkün müdür? Bunu da açabilirsek çok mutlu oluruz.
S.D.: Teşekkürler. Çok zor sorularla devam ediyoruz ama yani şunu söyleyerek başlayayım; kooperatifler böyle bir sihirli değnek değil elbette yani kadın kooperatifleri de otomatik olarak kadının, kadın mücadelesinin, hem ekonomik olarak bir hattı, hem de ‘hem kapitalist anlamda, hem de patriyarkayla mücadelesi konusunda’ elbette bir alan açıyor ama bu alanı açması otomatik olarak kooperatif kurduk ve biz buradan muafız gibi bir şey düşünmemek gerekiyor - önce onu söyleyeyim yani buradan başlamak daha iyi olur. Özlem ile çalıştığımız kitap, kolektif bir çalışmaydı. Biz kendi isminizi geçirdik çünkü insanları tanıyorduk ama gerçekten kolektif bir çalışma, kadınlarla birlikte yaptığımız bir kitap çalışmasıydı. Orada da gördüğümüz, alan çalışmasından çıkan şeylerden bir tanesi de kadınların kooperatif örgütlenmesiyle birlikte, kendi varoluş koşullarında farklı alanlar açabilmelerini görmemizdi ama bu kadın mücadelesine, feminist mücadeleye geldiğinde patriyarkaya dair bir söylem üretme konusunda bazı tartışmaları da birlikte getiriyor. Bu tartışmaları da açmak istiyorum ama çok uzun olabilir, şunu söyleyerek devam edeyim, belki daha iyi olabilir; bir kadın kooperatifini kapitalizme karşı duruşuyla bir yerde tutuyoruz. İşte ne diyoruz? Emek sömürüsü yapmayacak. Herkesin eşit ilişkilendiği bir topluluk olacak; pür bir eşitlikten bahsetmiyorum, olabildiğince eşit ilişkilendiği bir yapıdan bahsediyoruz ve aslında kooperatifçilik bunu sunuyor ama bunu yürütürken hem patriyarkaya, hem de kapitalizme eş zamanla bir karşı duruşu sergilemek meşakkatli bir şey. Bir de bu tartışmayı feminist alanda çalışan kadın arkadaşlarla konuştuğumuzda, şunu da atladığımızı açıkça söylemek gerekir. Biz bu işin, kooperatif işinin ya da kadın kooperatifi meselesinin ancak politik bir duruşla var olabileceği bağlamında hep konuşuyoruz - feminist kadınlarda da böyle yani kadınların bir politik duruşu var ise ancak o kooperatifi dönüştürebileceği üzerine. Ancak bu da politik indirgemecilik hattına/sorununa düşürüyor bizi. Politik indirgemecilik için de şunu söylüyorum ben; kadınların patryiarkal kapitalizme karşı var olma biçimlerini sadece politik duruşlarına indirgersek, orada varoluşları için hem ev içerisinde, hem de kamusal alanda aslında kendilerine yarattığı alanları görememe riskine sahibiz çünkü orada bir sürü tekil ve gerçekten de kendi varoluş biçimlerinde başka başka şeyler de var. Total bir kooperatifçiliği, tüm kadın kooperatifleri üzerinden tartışmak ya da başarı/başarısızlık kriterlerini değerlendirmek yerine; hepsinin öznel gerçekliği, coğrafya, kadınların olduğu alan, sınıfsal durumları, yaşları, geldikleri yerler, vb... bunları da birlikte düşünerek belki kadın kooperatiflerini tekrar düşünmek lazım, değerlendirmek lazım diyebiliriz.
A.C.K.: Teşekkür ederiz. Şimdi Where Do We Go Now? filminin müziklerinden, Khaled Mouzanar’dan "Hashishet Albi" parçası sizlerle.
G.T.: Tekrar selamlar. Birlikte Üretiyoruz programında Selma Değirmenci ile sohbetimize devam ediyoruz. Kaldığımız yer, coğrafyanın aslında insanların biricik hallerinin, özel durumlarının, kişisel olarak yaşadıklarının da aslında mücadeleye etkisinden bahsetmek üzerine gelişiyordu. İki şeyi birbirine bağlayarak soru sormak istiyorum, seni de katacağım bu sorunun içine; kooperatifçilik ya da kadın kooperatifleri yepyeni bulunmuş, geçmişte olmayan, bizim yeniden ürettiğimiz bir kavram değil; biz ilk programımızda da bahsetmiştik, Ahilik’e bağlı olan bir kadın örgütlenmesinden, Bacıyan-ı Rumlar’dan bahsetmiştik. Aslında sanayi devrimi gerçekleşmeden önce bir kadın hareketi olarak, bir kadın örgütlenmesi olarak tarihte yer aldığını görüyoruz ve şaşırmadığımız bir başka şey de tarihte yazılmıyor olması - biz de araştırırken bulduk bu bilgileri. Dolayısıyla sadece bizim topraklarımızda değil, dünyada kooperatifçiliğe dair birçok örnek var ama biz de buralarda yaşayan insanlar olarak, bu toprakların çocukları olarak elbette ki bir ruh taşıyoruz içimizde, böyle girmek istedim. Şimdi bütün bunu hayal ettiğimizde, düşündüğümüzde seni kadın kooperatifleri üzerine çalışmaya, araştırma yapmaya iten duygu, o çağrı, davet acaba neydi? Sen nasıl bir coğrafi ortamdan ya da nasıl bir duygudan etkilenerek bu alana girdin? Bir önceki cevabınla birleştirerek acaba ne söylersin bizlere?
S.D.: Teşekkür ederim, çok güzel bir soru bu arada. Yani ben neredeydim, nasıl buraya geldim diye sorduğumda şöyle başladım diyebilirim; benim aslında çalışma alanım tarımdı ve dayanışma ekonomilerini, özellikle tarım alanında dayanışma ekonomileri ve dayanışma ekonomileri üzerinde de kooperatifçilik meselesini çalışıyordum. Bir süre Yunanistan'a gitme ve orada anarşistlerin kooperatif yapılanmasına bakma şansım olmuştu. Türkiye’ye yani İstanbul'a döndüğüm zaman kentli, işçi, feminist bir kadın olarak, kendimi buradaki tüketim kooperatiflerinde örgütlenirken buldum. Bu böyle bilinçsizce bir şey değildi. Bence Türkiye'de örgütlenme biçimi öyle bir anda akışında gitmiyor yani gerçekten de karar vererek ve bir direnç göstererek yapıyoruz - ben en azından öyle davrandım. Böyle akışında olmadı ama karma bir kooperatifte örgütlenmiştim, Kadıköy Kooperatifi’nde. Orada bir süre sonra şunu fark ettim; kooperatifin yürütülmesinde birçok kadın var. Sayısal olarak, atanmış olarak söyleyeceğim, görüntü olarak erkek gördüğüm arkadaşlar daha azdı ve sonra bilgiyi üretirken, mesela kooperatif konuşurken, dayanışma ekonomileri konuşurken çoğunlukla erkeklerin konuştuğunu ama kooperatifin içerisindeki bir sürü kadın arkadaşların da hem dayanışma örgütlenmesini, hem de kooperatifi incelediğini fark ettim; biz böyle konuşuyorduk dışarıda olduğumuzda: Neden biz buralara daha fazla eğilmeye başladık? Kadın olarak var olmak konusunu, bu alanda mücadele ettiğimizde fark ettik mi? Karma ya da kadın kooperatifinde ki kadın kooperatifinin içinde dahi, aslında kadınlık deneyimlerimizin ne kadar farklı olduğunu ve o deneyim aktarımlarının - yaşamsal olarak deneyimlenmiş, gördüğümüz, karşılaştığımız sorunların - bize nasıl öğrettiğini, bizi nasıl bilinçlendirdiğini görünce, çalışma işte zaten oradan başladı ve ben de böylece kadın kooperatiflerinde ve karma kooperatiflerde kadın olma meselesine dair tekrar düşünme fırsatı bulmuş oldum. Ama dediğim gibi, bence hem feminist mücadele/kadın mücadelesi, hem de tarım/gıda meselesinde ya da ekoloji mücadelesinde bana kalırsa bu bir var olma yani nefes alma ve kendime dair bir şey yani ben ister istemez zaten sistemin birçok dayatmasına karşı bir yerdeyim, mücadele etme pratiği için, bir alan bulmak için de özel bir çaba harcamıyorsun yani ‘öyle beni buraya getirdiler’ olmuyor, gerçekten bilinçli bir şekilde gitmek zorunda kalıyorsun diyebilirim.
G.T.: Teşekkür ederiz. Kooperatifçilik bence zaten kadına başlangıçta alan açan ama sonra senin dediğin gibi işte başka başka konularla geliştirilmesi, değerler ve ilkeler sistemiyle beraber şekillendirilmesi gereken bir şey ve ihtiyaca binaen çıkıyor gerçekten bunlar.
S.D.: Kesinlikle. Topluluk içerisinde bunu fark ediyorsun zaten, orada bir şey çıkıyor. Karma kooperatifin içerisinde de - hem Maltepe'de, hem de Kadıköy'de - biz kadın birimi kurduk, ona ister istemez ihtiyaç duyuyorsun çünkü eşitliğe, hiyerarşi kurmamaya, cinsiyete/cinsel yönelime/cinsel kimliğe, ekolojiye dair bir sürü şey söylüyorsun ama bunun uygulanma, pratikte var olma biçimi gerçekten de çok zor ve anlaşılır bu arada yani kimseyi böyle tekil eleştirdiğim düşünülmesin, çok anlaşılır bir şey, öğretici bir şey.
G.T.: Evet, aşamalı bir sistem sonuçta: Önce var olacağız, ondan sonra oradaki duruşumuzu şekillendireceğiz, belki yapıyı şekillendireceğiz hep beraber. Bu anlamda gerçekten mücadeleyi de, kadın mücadelesini de destekleyecek bir şeye dönüşme umudunu taşıyor diye umuyorum ben de.
A.C.K.: Ben de birlikte üretiyoruz ve birlikte öğreniyoruz diye buradan bağlayayım. Peki, buradan bir çağrı yapmanı istesek kadınlara, nereden başlasınlar, nasıl yapsınlar, bir adım atmaları gerekse veya bu yönde bir karar almak istiyorlarsa, seni dinleyenlere nasıl bir mesaj iletmek istersin konuyla ilgili?
S.D.: Şunu söyleyeyim; bir süre Yunanistan'da deneyimlediğim bir şey, bana çok öğretici gelmişti. İnsanlar kooperatif ya da kolektifler içerisinde var olduklarında bir şekilde, ihtiyaçlarını da kolektif üzerinden karşılıyorlar. Mesela sen bir kooperatif örgütüsün, bir bakıma ya da başka bir şeye ihtiyaç duydun, oraları da kooperatif olarak örgütlemeye başlıyorlar yani şu çok önemli gibi geliyor bana; birlikte üretmek, birlikte olmak, yatay örgütlenmek çok zor, çok zahmetli, gerçekten de uzun tartışmalar gerektiriyor. Sabırla herkesi kesen bir yerde, herkesin aslında ortaklaştığı bir yerde devam etmeye çalışıyorsunuz ama çok öğretici ve şunu düşünmemiz gerekiyor gibi; farklı alanlarda kolektif olarak sorunu çözme biçimlerine yönelmenin önemli olduğunu düşünüyorum - örneğin, sadece gıda meselesi olarak sınırlı kalmaması gibi yani buralarda bir şeyler yapmak. İlla kooperatif kurmak gerekir gibi bir söylemim yok, elbette başka modeller de olabilir. Orada yerel ve yatay olarak, bizim yere dokunan ihtiyaçlarımızla - yukarıdan gelen ya da birisinin dayatması, bir ülke politikası, belediye başkanı demiş, onlardan ziyade - neye ihtiyaç duyduğumuzun farkındalığıyla bir şeye yönelme.
A.C.K.: Yani ‘yaşamı kuşatan ya da yaşamı sarıp sarmalayan mı’ desek?
S.D.: Evet, oraları kolektif örgütlemeye dair bir şeyler yapmak yani bence bir ihtiyaç. Tabii ihtiyaç kavramı da çok çok tartışılan bir şey. Orası da altı doldurulması gereken bir şey ama temel ihtiyaçlar meselesinde ortaklaşarak bir şeyler yapmanın yollarını bulmamız lazım. Patriyarkal kapitalizm için eskiden sol jargonda söylenilen ‘her şey alternatifini ya da muhalifini içine alan bir şey’ - patriyarkada da bu var. Patriyarka, tam da senin söylediğin gibi kapitalizmle oluşan bir şey değil; eski üretim modellerinde de patriyarka vardı ve kadınların var olma biçimleriyle ilgili bir mücadele. Senin de dediğin gibi, belki sözlü tarihle ya da sözlü hikayelerle öğrendiğimiz şeyler, orada da var. O yüzden bence başkalarının istedikleri üzerinden değil de patriyarkayı da tutarak, kapitalizmi de tutarak ve bize dayattıklarını da gözeterek, bir şekilde ihtiyaçlarımız doğrultusunda örgütlenmek.
G.T.: Evet yine kültürel bir konuya değindin gibi geldi bana. ‘İmece’ de bizim çok içimizde olan, çocukluğumuzda - çok uzak değil yani - bizlerin tanık olduğu belki şimdiki çocukların bilemediği - çok kısa dönem içinde nedense üzerine çizgi atılmış bir şeye dönüştü; 'nedense'?
A.C.K.: Dönüşmesin.
S. D.: Herkes bireysel…Kadınlarla benim çalıştığım başka bir alan vardı ve orada kadınlara şunu sordum: “Şunu düşünsenize, belki anneannemiz ya da annemiz, birlikte konserve yapmak, birlikte erişte kesmek, birlikte birisinin düğünü var ise o düğünü hazırlamak…” Aslında bunlar zaten kadınların bildikleri kolektif hafızaya dair bir şey. Biz onları tekrar çağırdığımızda, konuştuğumuzda, ettiğimizde bunlar zaten karşılık buluyor gibi geliyor.
G.T.: Evet, ne güzel bağlandı bak yine sohbet ama süremiz de oldu.
S.D.: Evet, çok teşekkür ederim.
G.T.: Biz de çok teşekkür ederiz. Şöyle bir kapanış yapmak geldi bugün içimden. Uruguaylı gazeteci, yazar, şair Mario Benedetti'nin Samimiyet şiiri ile tanıştım geçenlerde ve eğer sohbet oraya evrilirse de ki bizim programda çok evrilme potansiyeli vardı zaten, okumak istiyorum dedim ve okumak istiyorum şu an. Birlikte üretmek ve beraber bir şeyler yapmak, sorgulamak kısmı da çok fazla geçtiği için bu sohbetin içinde paylaşmak istedim izninizle.
SAMİMİYET
Birlikte düş görüyoruz
birlikte uyanıyoruz düşten
ve zaman sökülüyor ya da örülüyor
biz bunu yaparken
Ne senin düşünü önemsiyor
zaman ne de benimkini
biz uyuşuyoruz ona göre
ya da fazla temkinli
sanıyoruz ki bu martı
düşmeyecek hiç
inanıyoruz ki sonsuzdur
bu yemin
bu savaş ya bizimdir
ya da hiç kimsenin
birlikte yaşıyoruz
birlikte yeniliyoruz
ama bu yıkım
bir şaka yalnızca
bir ayrıntı bir deli rüzgar
bir kalıntı
bir açılışı ve hemen kapanışı
cennet kapısının
artık öyle bitimsiz ki
bizim samimiyetimiz
ölüm bile onu kendi
çaresizliğinde gizliyor
istiyorum ki bana
sustuğun o acıyı anlat
ben de kendi adıma sana
hâlâ inandığım şeyleri anlatayım
yalnızsın
yalnızım
ama yalnızlık da
bir kıvılcım
olabilir
bazen.
(Mario Benedetti, “Aşk Kadınlar ve Hayat”, çev. Bülent Kale)
A.C.K.: Umut ve dayanışma ile kalın.