6 Ağustos 2006Orhan Miroğlu
Bir ülkede, bir halkın temel haklar talep ederek yüzyıla yakın bir zamandır, her seferinde yenilgilerle, bozgunlarla ve bir daha asla yerine konamayacak moral yıkımlar pahasına yürüttüğü yüzyıllık mücadelenin ve isyanların tarihini ilerde yazacak olanlar, herhalde o ülkenin aydın hareketinin bu tarihi süreç içindeki tavrının ve duyarlılığının ne olduğuna dair özel bir sayfa açma gereği duyacaklardır. Bu bakımdan, 31 Temmuz günü, "Hepimiz Aynı Gemideyiz" başlığıyla ajansların haber sitelerine düşen ve 38 aydınımızın, sanatçımızın imzaladığı deklarasyon, kuşku yok ki, bu karmaşık ve zor tarihin seyrinde aydınlarımızın nasıl bir role talip olduklarının anlaşılması bakımından büyük bir önem taşıyacak. Türkiyeli aydınlar, Ortadoğu'da bunca şiddet, bunca vahşet varken, aslında yol açtığı şiddet ve acı durdurulabilir ve demokratik-adil çözümü de mümkün olan bir sorun karşısında, bu sefer çok daha net ve aynı zamanda bir demokrasi ve barış programının esası olabilecek bir deklarasyonla çıkıyorlar toplumun karşısına. Hatırlardadır, aydınlarımız, geçen yıl ortaya koydukları çok değil bir iki cümlelik taleple, PKK'den silahları susturmasını ve devletten de, sorunun demokratik çözümünü mümkün kılacak adımların atılmasını istemişlerdi. Ne yazık ki, bu talepler yankı bulacak yerde, haklı haksız eleştirilere uğramış ve asıl olarak Başbakan'ın Diyarbakır'da yaptığı açıklamaların ertesinde, bu talep, Şemdinli'de patlayan ve hukuksal anlamda hâlâ hesabı görülemeyen ve yüzleşilemeyen bombaların tozu, dumanına karışmıştı. Ortadoğu'da, neredeyse üçüncü dünya Savaşı'nın koptu kopacak bir hal aldığı, evlerinin önünde olup bitenlerden habersiz oynayan çocukların bile mavi gökyüzünü delip geçen uçakların yağmur gibi yağdırdığı bombalarla bir günde otuzar kırkar can verdiği bir uğursuz ve zalim zamanda, bizim ülkemizde de bir arada yaşamayı giderek imkansız hale getiren çatışmaların karşısında susmayı reddeden aydınlarımızın, 'hepimiz aynı gemideyiz' diye haykırmalarının bir anlamı olacaktır kuşkusuz. Bu deklarasyon metni, soruna, geleneksel ve siyasi bir teamül olarak alışkın olduğumuz 'iki taraf' kurgusundan uzak bir yaklaşımı ortaya koyması bakımından, bence bir ilk. Kuşkusuz ortada yıllardır süren bir çatışma varsa, çatışan taraflar da vardır. Buna itiraz etmenin mantığı yoktur ve olamaz da. Belki, itiraz, taraflar arasında, bir 'eşitliği' kabullenememekten, ya da 'biri ötekini savaşmaya değer' bulmamaktan kaynaklanıyor ki, bence, kim ötekini nasıl küçümserse küçümsesin, sonuçta 20 yıldır karşılıklı yapılmış ve askeri çevrelerin de 'düşük yoğunluklu' tabir ettikleri bir savaş var, yarattığı acılar var ve her gün, mutlaka hissettiğimiz toplumsal travmaya dönüşmüş bir yası var bu savaşın.
Ötekinin acısına saygı Deklarasyon metni bu gerçeği görüyor ve acıya saygı duyup, onun paylaşılmasını öneriyor. Çünkü, çatışmalarda ve açık- örtülü operasyonlarda kaybettiklerimizin sayısını bile doğru dürüst bilmediğimiz gibi, acılarını ve yaslarını bir sır gibi saklayan insanlarımızın sayısını da bilmekten çok uzağız hâlâ. Başkalarının acısına bakmayı bilmek, pratik sonuçlara kısa yollardan varmak isteyenlerin, ya da unutmaktan ve unutturmaktan yana olanların sandığı gibi, boş bir argüman değildir. Deklarasyonda bu konuda bir çağrı yapılıyor. İç savaş yaşamış ülkeler, bugün çatışma yıllarının acılarıyla yüzleşebilmiş, acılara yol açanları gerektiğinde affetmiş ve bu yüzleşme kültürü üzerinden yeni bir demokrasi ve toplumsal barışı inşa edebilmişlerse, bunu her şeyden önce, ötekinin acısına ve yasına saygı duymuş olmaya borçludurlar. Deklarasyon, Kürt sorununa yaklaşımın sadakat-ihanet gibi basit ve anlamı olmayan bir ikilemden çıkarılarak, milliyetçi reflekslerden toplumun kurtarılması ya da kurtulması gerektiğine işaret ediyor. Arada bir vuku bulan ve bize her seferinde hatırlatılırcasına, bunun da olabileceği ve bunu yapmak için bu ülkede kimilerinin özgürlüğü olduğunu ispatlarcasına tekrarlanan linç girişimleri ve yıllar önce göç ettirilmiş ailelere karşı, geri dönmelerinin sağlanması için gerçekleşen saldırılar, 'aklı başında değil' diyemeyeceğimiz bir takım adamların yazıp durduğu ve Kürtlerin sınır ötesine sürülmesini öneren kati çözüm formülleri, asker cenazelerini taşıyan tabutların etrafında biriken acı, öfke ve intikam duyguları, sağ olarak ele geçen militanların infaz edildikten sonra yakılan cesetlerini gösteren fotoğrafların basına servis edilmesinin belli bir camiada ve toplum kesiminde yarattığı hınç ve yine öfke elbet, bütün bunlar, 'aynı gemide' yaşamayı giderek zorlaştırıyor ve imkansız hale getiriyor.
Herkesin paylaştığı Deklarasyonla ifade edilen görüşler, bu ülkede demokrasiden ve barıştan yana olan herkesin paylaşabileceği, sivil toplumun ve mağdurların siyasetinden ve çıkarlarından yana olanların da sahiplenerek, bir ileri aşamaya taşınması için, çaba sarf etmesi gereken görüşlerdir. 'Hepimiz aynı gemideyiz' diyebilmek için, bugün her zamankinden fazla diyaloğa, uzlaşma kültürüne ve empatiye ihtiyacımız olduğunu görmek ve anlamak gerekiyor. Bunun için farklı ve yeni bir dil yaratabiliriz. Çünkü bu dili yaratabilecek ve besleyebilecek, ortak yaşam geleneğimiz bu topraklarda sanki dünmüş gibi başlamadı. Bu ortak yaşam, ya da bir arada yaşam geleneği, bir yanıyla haksızlıklarla ve anlamsız zulümlerle hatırladığımız bir gelenek olsa da, kadim bir tarihe sahiptir. Bunca şiddete, zulme, yok saymaya ve inkara rağmen, hâlâ yara almamış, sevgilerimiz, dostluklarımız, akrabalıklarımız, ortak tarihi anlarımız ve her iki dilden ve her iki kültürden beslenen bir yanımız ve kimliğimiz var. Aynı apartmanın sabahına uyanıyor, aynı okullara, işyerlerine gidiyor, aynı otobüslere biniyor, akşam dönüşü, aynı kitapçılara girip "bize dair" kitaplar alıyor ve kimi geceler buluştuğumuz sofralarda birlikte oturduğumuz Türk-Kürt, Çerkez, Arap, Gürcü dostlarımızın, ışıltıyla parlayan gözlerinin içine, yaşadığımız acıların buruk hüznü ile de olsa, hâlâ endişesiz, korkusuz ve güvenle bakabiliyoruz. Bütün bunların az şey olduğunu kim söyleyebilir ki? Hepimiz aynı gemideyiz ve "bu memleketin bazı köşeleri, bazı köşelerinden daha az kıymetli değildir. Türkiye'nin bir başka köşesinde yaşanan bir acı varsa, bu benim de meselem. 'Orada' açılan bir yara varsa, 'burada' beni de acıtır, kanatır, sızlatır."