Mustafa Ünlü Kobra; hâlâ görmeyenler içinDilimize çevrilmiş dış kaynaklı bir “belgesel kanalı”, “praym taym”da bir “belgesel” yayınlar. Konusu Kobralardır. Kobra helikopterleri. “Üstün teknoloji”, “tümüyle yok etmek”, “gece ve gündüz bulup yok etmek” ve “sanat eseri” kavramlarını kullanarak, korku verici, dehşet görüntüler eşliğinde Kobraların nasıl güçlü, hızlı, ölümcül ve mükemmel savaş makineleri olduğu anlatılır. Arada, siyah beyaz, “komik” arşiv görüntüleriyle, insanoğlunun uçuş serüveninin ilk zamanlarına gidilir. Çinlilerin pervane oyuncağından yola çıkan öyküsünden, Skorsky’nin geleceğin otomobili olmasını planlayarak geliştirdiği,
bugünkü helikopterin ilk örneklerine dek, bu çok kullanışlı aracın tarihi anlatılır. Sonra yine Kobralara: Kusursuz ölüm makineleri, yenilmez savaş gücü; pilotun baş hareketiyle dönen silahlara, parmak hareketiyle yok olan “düşman”a dönülür.
Bu “belgesel” iki ya da üç kez tek filmlik bir reklam kuşağı tarafından kesilir. Kocaman bir tren ya da metro istasyonunda, kocaman bir salonun ve asla net olamayacak bir hızda akıp geçen binlerce insanın ortasında genç bir adam, ayakta durmaktadır. Onun hemen önünde, ayaklarının ucunda bir sümüklü böcek vardır. Genç adam çömelip böceği inceler. Böcek, yakın planda “antenlerini” oynatır. İnsanlar, o kocaman mekanda, algılanamayacak kadar hızla ve çoklukta akıp geçmektedir. Ekrana bir yazı düşer:
“Be inspired.”
Esinlenmek, ümitlenmek, heyecanlanmak, tahrik olmak... Bütün bunlara gereksinimimiz var. Sanat ve doğru bilgi ile, yaşanmışlıklarla – toplum olarak, insanlık olarak, doğa ile birlikte yaşadıklarımızla; acılarımız, kahroluşlarımız, kahredişlerimiz, coşkularımız, sevinçlerimizle; deneyimlerimiz, yarattıklarımızla; hesaplarımız, planlarımız, tasarımlarımız ve hayallerimizle.
Ama insanoğlu sadece delikli boruyu icat etmedi. Delikli boru ve hinoğluhinlik bir araya gelince hepten tükenip gitti mertlik. Silah endüstrisinin nelere kadir olduğunu, o silahları pazarlamak için nelerin “mübah” sayıldığını biliyoruz. Ya da en azından, boyutlarını hayal bile edemediğimizi biliyoruz. Ama, bu ikisini, ölüm ve esinlenmeyi, belgesel ile ölüm makineleri reklamını bitiştirenler, mertliğin yerine alçaklığı koydular.
Türkiye’de belgesel sinemacılar 1997 yılında ilk örgütlendiklerinde bir konferans düzenlediler. Konferansın başlığı ve ana düşüncesi “Yarına Ne Kaldı?” sorusuydu. Bu konferans için hazırlanan filmin metni de şöyleydi:
“Her nesne, her olay öyküler taşır içinde..
Paylaşılmak ister tarihin hafızasında..
Belge ve bilgi üretemeseydik eğer,
aslolan şeyin hayat ve değişim olduğunu da öğrenemezdik..
Artık belge ve bilgiyi yorumlama cesaretimiz var..
Hayatı ve geleceği doğru kurmak için..
Çünkü BELGESEL SİNEMA var..”
Belgesel sinemanın en temel işlevi, kamusal alanda giderek büyüyen bir boşluğu doldurmaktır. Sanatı ve bilgiyi kullanarak, toplumun kendini yeniden üretebilmesini, hafızasını canlı tutabilmesini sağlamak için varlığını sürdürmek zorundadır. Bugüne kadar yalnızca dev bir pazarlama düzeneğinin aracı olan küreselleşme çığına rağmen... Gerçek anlamda kamusal yayıncılığı bilinçli bir biçimde terk eden, “belgesel kanalı” adı altında bile yalnızca gizli ve açık propaganda filmlerine ve bunları gizlemek için de hayvanlar aleminin “reality show”ları ile “bakın biz dünyayı ve evreni nasıl görüyoruz” filmlerine yer veren medyaya rağmen... Peki, haklarını yemeyelim. Ara sıra, zavallı bir sümüklü böceği, mermer zeminli kocaman bir garın ortasına koyup “be inspired” mesajları da veriyorlar.
Hadi öyleyse, “be inspired”.
Kendi gerçek belgesel sinemamızın desteğe gereksinimi var. Yüksek sesle talep eden izleyici, bağımsız fonlar gerekli. Türkiyeli belgesel sinemacılar bir belgesel kanalı hayal ediyorlar. Anımsamamız gereken bir geçmişimiz, tasarlamamız gereken bir geleceğimiz ve anlatacak çok fazla yaşanmış öykümüz var.
Hadi hayali kuralım.