21 Temmuz 2008Radikal Gazetesi
Paşa eskilerinin F tipine konması ve Kuddusi Okkır'ın gözlerimizin önünde ölümü cezaevleri konusunda çoğu boşa giden çabalarımıza ağırlık vermenin zamanı geldiğini söylüyor. Basınımızı bu konudaki geleneksel umursamazlıktan çıkardığı için Kuddusi Okkır'ın tükenmiş gözleriyle bize bakışının, boşa gitmemiş bir ölüme işaret olduğuna inanıyorum. Kuddusi Okkır'ı kurtaramadık. Ama henüz fırsatımız varken, kalanları kurtarmaya çalışmalıyız. Birçok umursamazın bizde uyandırmaya çalıştığı Okkır'ın ilk olduğu izlenimine kulak asmayın. Okkır, cezaevinden yakınlarına cesedi teslim edilmiş ne ilk tutuklu, ne de maalesef son olacak. Şimdi cezaevlerinde ağır hasta olmasına karşın tedavi edilmeyen, salıverilmeyen 40'ın üstünde tutuklu adına simgeleşmiş bir ismi, Erol Zavar'ı tanıyalım. Tanımayanlara tanıtalım. 1967 doğumlu, Zavar. Zonguldaklı. "Yasadışı Direniş Hareketi Örgütü üyesi olmaktan 2001 yılında müebbet hapis cezası aldı. Daha 1999 yılında Ankara'da Mesane kanseri tanısı ile ameliyat edilmiş, stresli ortamlardan kaçınması ve üç ayda bir sistoskopi yaptırması için uyarılmış. 2001 yılında bir sabah vakti evinden, iki yaşındaki kızı ve 6,5 aylık hamile eşinden koparılıp gözaltına alındığında üç gün boyunca şiddetli işkenceden geçmiş. İşkencecilerini ve tutukluluk süresi boyunca tüm yetkilileri durumu ve alınması gereken önlemler hakkında uyarmasına rağmen bir sonuç alamamış. Tecrit-tretman programı uyarınca hücreye, yani F Tipi cezaevine kapatılmış. Üç yıl boyunca gerek sistoskopi cihazı yok gerekçesiyle, gerek bir tetkike ihtiyacı yok saptamasıyla birkaç aspirinle idare etmeye zorlanmış, hastalığının geri dönüşsüz noktaya gelmesi için adeta ölüme mahkûm edilmiş. F Tipi koşullarında migren krizlerinden astım nöbetlerine, ileri mide ve safra kesesi sorunlarından menisküs ağrılarına dek çekmediği kalmamış. Tecrit-tretman modelinin üstüne kurulu olduğu anlayışı artık hepimiz iyi biliyoruz. Hükümlülere tedavi edilmesi gereken sapkınlar, pişman edilip yola getirilmesi gereken düşmanlar muamelesini meşru kılmaya yönelik muhteşem bir buluş. 2004 yılında, eşi, arkadaşları ve avukatlarının gayretleriyle Erol Zavar'ın sistoskopi tetkikinin yapılabileceği bir üniversite hastanesine sevki sağlanabildi. Mesanesinde çok sayıda kötü huylu tümör saptanması üzerine ameliyat edildi. Biyopside Grade 2 mesane kanseri teşhis edildi. Daha sonraki dört yıl boyunca 16 ameliyat geçirdi, safra kesesi alındı. Bu arada, hastane sevkleri, her zaman ağır birer işkence süreci idi. Götürülürken de getirilirken de dayak yedi, sürüklendi. Cezaevlerinden sevk için seçilen hastanelerin tutuklu ve hükümlülere ayrılan koğuşlarındaki koşulları biliyor musunuz? Hepatitinden kanserine, dişinden gözüne, her türden hastalığın aynı koğuşta 'tedavi' gördüğü, hastaların yataklara bağlanarak, demir pencereli koğuşlarda, başlarında jandarmayla yatırıldığı yerler. Bu hastane koşullarından tıbbi bir sürecin çıkamayacağını gayet iyi bilen kimi hekimler de jandarma korkusundan devlet memuru zihniyetiyle işlerini görüyorlar. Jandarmaların gözleri önünde soyulan, muayenesi yapılan, tuvalete gidebilmek için bile jandarmaları ikna edip izin koparmaya çalışan hastalar. Bütün bunların üstüne, gidiş gelişler öncesi ayakkabıdan dona kadar aranan, tartaklanan hastalar. Zavar da bu koşullardan sıkça nasibini almış bir hasta olarak her seferinde hücresine, yani tecrit koşullarına geri dönebilmek için çabaladı. Eşi Elif Zavar'ın başvurusu üzerine Ankara Tabip Odası tarafından bilirkişi görüşü alınarak hazırlanan raporda, "mevcut tümörün ileri evre tümör haline gelmiş olduğu" belirtildi. Yeni Ceza Kanunu'nun 16/2. maddesinde, "...hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır" diyor. Ama devletimiz direniyor. Erol Zavar'ı doğduğuna pişman etmeye ant içmiş. Her vatandaşın yaşama hakkından sorumlu olması gereken devletimiz, konu cezaevleriyse sorumsuz tutumunu tartışmaya bile açmıyor. Yıllar boyunca 'Geceyarısı Ekspresi' filminin yarattığı 'kötü imaj'la gölge boksu yapan T.C. devleti, cezaevlerini ıslah etmek için bir girişimde bulunmuyor. Cezaevine düşenleri adeta kaydından siliveriyor. Meraklısı olduğu imajcılık bile kâr etmiyor. Daha geçen gün sevdiğim bir Amerikan dizisinde huysuz doktor House, asistanına, 'Geçmişinde gizlediğin acı nedir? Yoksa Türk hapishanelerine mi düştün?" diye soruyordu. Türk olana ne gurur verici bir durum.Yalnız Erol Zavar mı? 2000 yılında 21 yıla mahkûm Murat Dil de karaciğer kanseri olarak yakınlarının bütün çabalarına rağmen tedavi edilebilmesi için tahliye edilmemiş, sonsuz ertelemeler sonucu 9 Haziran'da tahliye edildiğinde de bir ay bile yaşamadan 6 Temmuz'da ölmüştü. Anası yakınıyordu. Oğlunu ziyarete gittiğinde askerler 'O yatalağı mı ziyarete geldin?' diyormuş. Aynı yıl, siyasi hükümlü Halef Özer de İHD'nin kampanyasına ve birçok hastanenin 'cezaevinde tedavi edilemeyeceği' raporuna rağmen tahliye edilmediği için eriyerek ölmüştü. 2001'de Mustafa Coşkun, hastanede yanlış sonda takıldığı için hayatını kaybetti. Gırtlak kanseriydi. Yine aynı yıl Engin Huylu'nun ölümünden sorumlu oldukları iddiasıyla cezaevi görevlileri ve hekimler hakkında açılan davalar erteleniverdi. Kerem Payat, 19 yaşındaydı. Türkçe bilmediği için derdini anlatamıyordu. Bir kavgada ayağından yaralanmıştı. Yemek yiyemiyordu. İki buçuk ay kâh hastanede zincirli, kâh cezaevinde itile kakıla yaşayabildi. Komadaydı. Ailesine ölüsünü verdiler. Şeker hastası uyuşturucu kaçakçısı Mehmet Ali Yaprak, Iğdır cezaevinde bulunan Cumali Başaran, tüberküloz teşhisli Hıdır Demir, beyninde ur olan Osman Arslan da 2001 yılının cezaevi kayıpları. Daha sonra Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde kanser hastası Hacer Kaya, Adli Tıp kurumu'nun raporuna rağmen tahliye edilmeyerek orada öldü. İsmet Baycan da hastaneye kaldırılmasına gerek görülmediği için cezaevinde son nefesini verenlerden. Ahmet K, Ali Şahin ve Asef Sarı da ilk elde sayabileceğimiz cezaevi kurbanlarından. Geçenlerde Kuddusi Okkır'ın eşi Sabriye Okkır ile Erol Zavar'ın eşi Elif Okkır bir araya geldi. Acılarını paylaştılar. Biz, içeride olmayanlar. Kendini dışarıda sananlar. Erol Zavar'ların ölmesine izin vermeyelim. Dünyanın kara mizah ya da vahşet ikonu olan Türk cezaevleri üstünde olmalı gözlerimiz. www.freezavar.org adresine girip bir imza atabilirsiniz. Bu kampanyaya katılmak, içeriden bir hayat kurtarmak dışarıdaki hayatımızı daha yaşanılası kılacaktır. Kampanya adresi, www.erolzavar.com . Şiirleriyle ölüme direnmeye çalışan Zavar'ın şu dizelerini bu yazıya ödünç alıyorum: "Gelecek öyle uçsuz bucaksız duruyor ki/ ve ben ne olacağını merak ederken/ hani filmin en güzel sahnesinde/ sinemadan çıkar gibi/ hayattan çıkıp gidemem/ Kusura bakma ölüm/ adın çok soğuk/ bunca mazeretim varken/ yaşama dair/ ölümü aklımdan bile geçirmem..."