9 Ekim 2006NEDEN? Mustafa Erdoğan
Küreselleşmeye karşı olup AB'den yana olmayı mümkün görüyorlar. Genelkurmay'ın dört cilt Atatürkçülük kitabı var. Onda her işin çaresi var. Ekonomiye bile ayrıntılı çareler var Askerlerin temel sorunu, mevcut konumunu iyi kötü korumak. Ama şu var... Türkiye eninde sonunda AB'ye girecekse, Genelkurmay da devlette herhangi bir genel müdürlük olmayı kabul edecek Askerler, en fazla sivillerin yabancılarla haşır neşir olduğunu düşünüyorlar, ama bilgilerimiz bize Silahlı Kuvvetler'in Amerika'yla daha fazla içlidışlı olduğunu düşündürüyor
Generallerin önceki hafta art arda yaptıkları sert konuşmalar sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da ilgisini çekti. Ve Türkiye, generallerin konuşmalarının şifresini çözebilmek, niye bu kadar sertleştiklerini anlayabilmek için uzun uzun tartıştı. Herkes, bu sertliğin siyasi sonuçlarının ne olabileceğini anlamak için dikkat kesildi. Hatta bir darbe olup olmayacağı bile konuşuldu. Generallerin hem AB'den yana olduklarını söyleyip hem de küreselleşmeye karşı çıkmaları ise tam anlaşılamadı. Hacettepe Üniversitesi'nde anayasa teorisi, insan hakları, Türk siyasi tarihi ve siyaset teorisi dersleri veren anayasa hukukçusu Prof. Mustafa Erdoğan'a, generallerin konuşmalarının nedenini, amaçlarını ve bu tür gergin konuşmaların devam edip etmeyeceğini sorduk. Bu gerginliğin siyasi sonuçlarının ne olabileceğini, siyasetin hangi zaaflarının askerlere bu tür konuşmalar yapma fırsatını verdiğini anlamaya çalıştık. Sanırım, dünyanın en konuşkan generallerine sahibiz. Bilebildiğim kadarıyla başka hiçbir ülkede bu kadar çok konuşan general yok. Bu garipliği açıklamak için de sürekli 'Türkiye'nin özel şartları olduğu' söyleniyor. Nedir bu özel şartlar? Bu 'özel şartlar', Türkiye'de demokrasinin ve insan haklarının evrensel gereklerini yerine getirmemek için mazeret olarak ileri sürülüyor. Türkiye'nin coğrafi ve stratejik olarak çok hassas noktada olduğu, etrafının hep düşman ülkelerle, halklarla çevrildiği, yabancı güçlerin bizi yok etmek, bölmek, parçalamak istediği anlatılıyor. Ve, herkesin de Türkiye'nin bu 'özel şartlarının' gerektirdiği modele uyması isteniyor. Bu modele uymayan farklı bir görüşü savunanlar, 'yabancıların uzantıları ve işbirlikçileri' olarak tanımlanıyor. En büyük tehlike olarak da 'bölücülük' ve irtica' gösteriliyor. Ben kendimi bildim bileli Türkiye'nin özel şartları vardır. Her türlü görüşten siyasi parti iktidara geldi ama bu özel şartlar değişmedi. Biz bu özel şartların değişmesini mi istiyoruz yoksa bu şartlar hep sürsün mü istiyoruz? İktidar seçkinleri, bu özel şartlar hiç değişmesin, mevcut düzen hep sürsün istiyorlar. Nitekim sistem, Cumhuriyet'in başından beri 'bölücülük ve irtica' denilen iki tehdidi hep canlı tutuyor. Ama şu da var. Türkiye'de mevcut durumun olduğu gibi korunmasından yana olan sadece Silahlı Kuvvetler değil. Devletin içinde onunla aynı dünya görüşünü paylaşan ve sistemin değişmemesini kendileri açısından yararlı gören başka iktidar seçkinleri de var. Bunların bir kısmı yüksek yargı, sivil ve askeri istihbarat bürokrasisi gibi 'yasal güçler', bir kısmı da yasalarda görünmeyen 'illegal güçler'. Ayrıca siyasi partilerin içinde de devletin çekirdeğiyle işbirliği yapan ya da onunla uyum içinde olan gruplar ve kişiler var. Bu kişiler, askeri rejime gidişte ortamın hazırlanması için katkı verirler. Partilerin genel başkanları bu kişileri bilmezler mi? Bilirler ve bir kısmı statükoyla ilişkilerinin iyi olması için bunları partide bulundururlar. Bazılarını bakan yaparlar mı? Evet, bazılarını bakan yaparlar. Bu hükümette de var böyle adamlar. İktidar seçkinlerininin bir ayağı da medyada bulunuyor. Türkiye'nin özel şartlarını öne süren, tek parti rejimine uygun ortam hazırlamak isteyen, Silahlı Kuvvetler'in sözcüsü gibi davranan ve çok enteresan röportajlar yapan, sivilleri korkutan yazılar yazan öyle insanlar var ki medyada... Bunlardan akademisyenler arasında da var. Bizde üniversite, Osmanlı'daki resmi ulema geleneğinin devamıdır zaten. 28 Şubat'ın olmasında medyanın ve üniversitenin büyük katkısı oldu. Generallerimiz sırayla, belli bir koordinasyon içinde konuştular. Cumhurbaşkanı'nın konuşması da bu general konuşmalarının arasında yer aldı. Bu bir tesadüf müydü sizce? Yoksa bilerek mi aynı içeriğe sahip konuşmalar aynı dönemde yapıldı? Komutanların konuşmalarının bir koordinasyon ürünü olduğu apaçık ortada. Cumhurbaşkanı bunlardan haberli miydi bilemem ama aralarında bir zımni mutabakat olduğu anlaşılıyor. Zaten Cumhurbaşkanı ilk seçildiği dönemdeki profilinden epeyce sapmış durumda. Ayrıca bu konuşmaların bir tesadüf olmadığını düşündüren bir arka plan da var. Hem cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşması hem de AK Parti'nin bazı özgürlükler konusunda ve Avrupa Birliği sürecinde yalpalaması cesaretlendiriyor onları. AB sürecinin gevşediği izlenimi yaygınlaştıkça, askerler daha yüksek sesle konuşuyor. Askerler bize tekrar tekrar hatırlatmak istiyorlar. Neyi hatırlatmak istiyorlar? 'Bizi yok sayamazsınız. Biz, sistemin vazgeçilmez aktörüyüz. Türkiye'nin durumu Amerika'ya ve Avrupa'ya pek benzemez. Bizim özel şartlarımız var. Askerin siviller tarafından denetlenmesi işini çok fazla ileri götürmeyin' diyorlar bize. Çünkü askerler şunu biliyorlar. AK Parti, AB konusunda eskisi kadar sağlam iradeli görünmese de, AB süreci Türkiye'de AK Parti olsa da olmasa da sürecek. Bu yüzden de uygun konjonktürlerde bu tür konuşmalar yapıyorlar ve daha da yapacaklar. Bir de tabii TESEV'in raporu çok rahatsız etti. Niye? Çünkü Silahlı Kuvvetler üzerindeki sivil denetim meselesini kamuoyu önünde kapsamlı bir biçimde tartışmaya açtı. Ayrıca dünyada silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolüyle ilgili Cenevre'deki merkez de bu işi ciddiye aldı. Yani bizimkiler AB sürecinde gevşese bile, Avrupalıların sivil denetimin peşini bırakmayacakları anlaşıldı. TESEV raporunda sadece Silahlı Kuvvetler'in değil, bütün güvenlik bürokrasisinin denetime açılmasını, şeffaflaşmasını istedi. Askerleri kaygılandıran bir başka neden de şu oldu. Türkiye'de savunma meseleleri şimdiye kadar hep askerlerin uzmanlık alanı olarak görülüyordu. Siviller bu konuda bilgisizdi. Denetleyememenin bir nedeni de bu bilgisizlikti. Eğer Silahlı Kuvvetler'in gerçekte nasıl işlediği hakkında kamuoyunun ve parlamentonun bilgisi artarsa... Sonuç ne olur? İnsanlar bugün polisi nasıl tartışıyorlarsa Silahlı Kuvvetleri de tartışmaya başlayacaklar, onu kontrol etmek isteyecekler, sorgulayacaklar ve onu şeffaflığa zorlayacaklar. Bu, silahlı Kuvvetler'in alıştığı bir şey değil. Ama 'Biz sivil denetime karşıyız' da diyemez. O zaman ne diyor? 'İrtica, bölücülük' diyor. 'Bizi yıpratmak için çalışanlar, işbirlikçiler, düşmanlar' diyor. Toplumun bilgilenme isteğini, yabancı komplosu veya onlarla işbirliği yapanların komplosu olarak yorumluyor. Oysa TESEV son çalışmasıyla çok iyi bir iş yaptı. Dört general, art arda yaptıkları sert konuşmalarla nasıl bir sonuç almayı amaçladılar? Bu konuşmalardan sonra nasıl bir Türkiye oluşmasını beklediler? Bir, hükümetin ürkerek cumhurbaşkanlığı meselesinde geri adım atmasını beklediler. İki, AB'yle uyumda kendilerini rahatsız edecek değişikliklere girişilmemesini istediler. Acaba Meclis'te görüşülen son 9'uncu uyum paketinde kamuoyuna yansımayan bir şey var mıydı? Çünkü TSK'nın Savunma Bakanlığı'na bağlanması lafları dolaşıyordu. Ama orta ve kısa vadede bütün bunlar olacak. Eğer Türkiye önünde sonunda AB'ye girecekse, Genelkurmay Başkanlığı da devlette herhangi bir genel müdürlük olmayı kabul edecek. Devlet Su İşleri, Karayolları Genel Müdürlüğü, TRT Genel Müdürlüğü gibi bir genel müdürlük olmayı kabul edecek ve Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanacak. Aslında Silahlı Kuvvetler ideolojik bağlılığı ve çağdaş uygarlıkla ilgili taahhütleri nedeniyle Batı'yla bütünleşmeye açıktan karşı çıkamıyor. Atatürk'ün muasır medeniyet hedefinin, Batı'dan yani Avrupa'dan başka bir adresi var mı bugünkü dünyada? Yok . Bu durumda Silahlı Kuvvetler ister istemez 'AB'yi destekliyoruz' diyor. Aslında AB'ye karşı çıkmadan, buradaki konumunu nasıl koruyacağının arayışı içinde bulunuyor. Askerlerin temel sorunu bu. Mevcut konumu iyi kötü muhafaza etmek. Bu ümidi hâlâ koruyorlar. Bu ümidi kaybederlerse, yani sistem içindeki konumlarını artık bu tür sert çıkışlarla koruyamayacaklarını görürlerse, işte o zaman AB sürecine toptan karşı çıkacaklar. Zira AB sürecinin varması muhtemel nokta, Silahlı Kuvvetler açısından kabul edilmesi imkânsız bir noktadır. O nokta nedir? Sivil denetim ve şeffaflıktır. Batı demokrasilerinde ordu, polis gibi teknik bir aygıttır ve genelkurmay başkanı da politik bir makamdır. Yani başkanın kim olacağını hükümetler belirler. Bu, bizdeki gibi askerin kendi kendine karar verebileceği bir şey değildir. Bizde herkes gayet emin. 20 sene sonra kim hangi makamda olacak belli. Bu bir oldubittidir. 10 sene sonra kimin genelkurmay başkanı olacağının belli olması demek, bu iş tamamen sivil denetimin dışında demektir. AB süreci devam ederse, bu durum değişecek. Yarın öbür gün, bir başbakan, genelkurmay başkanını bir konudaki tutumundan dolayı görevden alabilecek. Bu, Silahlı Kuvvetler'in kabul edebileceği bir şey gibi görünmüyor şu anda. Türkiye'nin böyle bir ihtimale gitmesini istemiyorlar. Peki halkın bu son çıkışlara, konuşmalara tepkisi ne sizce? Bu konuşmaları onaylayanlar azımsanmayacak bir oranda. Hem irticanın tırmandıını düşünenler var, hem de Başbakan'ın 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir' gibisinden sinirli konuşmalarının insanlarda yarattığı olumsuz duygular var. Dolayısıyla birilerinin ona bir şey söylemesi gerektiğini içinden geçiren insanlar var. ABD Büyükelçisi diplomatik nezaket sınırlarını çok aşarak, generallerin konuşmalarını 'kakofoni' olarak niteledi. Bir diplomat bunu çok hesapsız yapmaz. Niye Amerika, diplomasi kurallarını çiğneme pahasına generallere bu kadar sert tepki gösterdi? Amerika, özellikle Ortadoğu projesinde Türkiye'yi ve hükümeti gözden çıkarabilecek durumda görünmüyor. Aynı şekilde AK Parti hükümeti de, nasıl AB'ye sarılması gerekiyorsa, Amerika'yı da gözden çıkaramayan bir stratejiye sahip görünüyor. Amerika, hükümetin elini güçlendirmek için askere, 'Durum 12 Eylül'deki gibi değil. Fazla karışmayın, geri durun' diye mesaj vermek istemiş olabilir. Türk ordusu bir NATO ordusu. Bir NATO ordusu Amerika'dan bağımsız hareket edebilir mi? Daha açıkçası Amerika'ya rağmen darbe yapabilir mi? Darbe yapabilmesi için en azından Amerika'nın durumla ilgilenmez olması gerekir. Göz yumması gerekir. Ama Amerika, son mesajıyla göz yummayacağını söylemiş oldu. Türkiye'de askerler, en fazla sivillerin yabancılarla haşır neşir olduğunu düşünüyorlar ama bilgilerimiz bize Silahlı Kuvvetler'in Amerika'yla daha fazla içlidışlı olduğunu düşündürüyor. Silahlı Kuvvetler ölçüp biçmek zorunda bu konuda sanıyorum. Generaller bir yandan AB'ye karşı olmadıklarını söylüyorlar, bir yandan da küreselleşmeye ve evrensel kapitalizme karşı oldukları söylüyorlar. Bu ikisini birbirinden nasıl ayırıyorlar? Sizce generaller ekonomik ve sosyolojik kavramları mı bilmiyorlar? Yoksa asıl söylemek istediklerini, böyle birbiriyle çelişen kavramların arkasına mı saklıyorlar? Saklamaktan ziyade bir kavram karışıklığı var kafalarında. Çünkü onların sosyal ve siyasal alanla ilgili dilini kuran temel malzemeler, bizim evrensel olarak paylaştığımız akademik malzemeler değil. Askerlerin ayrı bir dili var. Mesela Genelkurmay'ın Atatürkçülük adıyla dört ciltlik kitabı var. Onda her şeyin çaresi var. Ekonomik politikalara ilişkin ayrıntılı çareler bile var. Mesela Atatürk 'tam bağımsızlık' demiş. Bundan, küreselleşme ve evrensel kapitalizm karşıtlığını çıkaranlar var. Atatürk 'devletçilik' demiş. Bundan, özelleştirme karşıtı tutumun dayanağını bulanlar var. Askerlerin laiklik, globalleşme, bağımsızlıktan anladıkları bizimkinden çok farklı. Aldıkları eğitimden kaynaklanan bir kafa karışıklıkları var. Bu yüzden de hem küreselleşmeye, evrensel kapitalizme karşı olup hem AB'den yana olmayı mümkün görüyorlar. Bizim generallerimiz küreselleşmeye niye karşı? Bütün dünyada artık iç meseleler küresel mesele haline dönüşüyor. Sadece diğer devletler değil, Uluslararası Af Örgütü gibi global sivil toplum örgütleri de Türkiye'nin uygulamaları hakkında söz sahibi oluyorlar. Yöneticilerin bir ülkeyi nasıl yönettiği, bütün dünyayı 'insanlık adına' ilgilendiriyor artık. Askerlerin mantığı açısından bu pek kabul edilebilir bir şey değil. Küreselleşmenin egemenlik kaybı olduğunu düşünüyorlar. Niye? Çünkü Silahlı Kuvvetler'in 'özel şartlar' argümanının altı çöküyor. Kendi içine kapalı yapıyı sürdürmek artık imkânsızlaşıyor. Her ülke uluslararası, global bir oyunun parçası haline geliyor ve müdahaleler artıyor. 'Biz farklıyız, bizim özel şartlarımız var' diyerek durumunuzu koruyamıyorsunuz. Dünyadaki bu müthiş dönüşüm, rant temelli siyasiler açısından da kabul edilmesi zor bir durum. 'Kendi istediğimiz gibi yönetiriz' diyenlerin işini çok zora sokuyor küreselleşme. Zaten AB süreci de küreselleşmenin bir parçasıdır. Generallerin böyle çıkışlara hakkı var mı yok mu tartışması bir yana, ama bir de, ne askeri ne de dinsel bir baskı altında yaşamak isteyen insanları tedirgin eden gelişmeler var. Devletteki kadrolaşma, okul kitaplarındaki tuhaf metinler, Göztepe'deki parka cami yapma dayatması gibi... AKP'nin görüşlerini paylaşmayan insanları bu tür dayatmalardan koruyacak hukuksal mekanizma nedir? Haklarımız somut olarak ihlal ediliyorsa, bunun için Türkiye'de yasal yollar var. Eğer söz konusu olan bir tehdit algılamasıysa, somut olarak benim şu hakkım elimden alındı diyemiyorsak... Zorla başımı örttürmedi ama... Eşi başörtülü olmayana veya aynı cemaatten olmayana bu dönemde neredeyse iş verilmiyor. Bu tür ayırımcılıklar çok yoğun ve yaygın yaşanmıyor mu? Bunlar her zaman kanıtlanabilir şeyler olmuyor. Bu gibi kanıtlanamayan durumlarda, kendimizi yüksek sesle ifade etmekten ve demokrasi mücadelesi yapmaktan başka çare yok. Bu her dönem için böyle. Bizim için burada önemli olan, bunları protesto etme imkânlarımızın ve özgürlük ortamının kaldırılmamış olmasıdır. İsmailağa camiinde cinayet ve linç yaşandı. Polis raporları linç olayını saklamaya kalktı. Bu hukuk ve demokrasi açısından kuşku verici değil mi? Bu davranışlar cesaretlendirmiyor mu generalleri? Tabii. İki şeyi ayırt etmeliyiz biz. Antidemokratik gelişme ihtimallerine karşı çıkarken, hükümetin hukuk dışı veya insafa sığmayan uygulamalarını da eleştirmeliyiz. Hükümet de birçok hatalar yapıyor. Biz bu hataları, antidemokratik gelişmelere mazeret yapmamak şartıyla eleştirmeliyiz. AKP, tarafsız ve hukuka uygun davransa, generaller ya da başka biri böyle irticayı bahane edebilir mi? AKP bu imkânı karşıtlarına kendi eliyle vermiyor mu? Kısmen veriyor. Bu tür hatalar yapılmadığı takdirde, askerlerin o tür konuşmalarının toplum tarafından benimsenmesinin oranı çok düşer.