8 Şubat 2015
Biz gökten füzeler yağdırıyoruz, evlerinde birbirine sarılıp büzüşerek bekleşen aileleri yakıp kül ediyoruz. Onlar bir kafesin içinde büzüşüp bekleşen pilotu yakıp kül ediyorlar. Biz kara bölgelerimizde işkence ettiğimiz rehineleri, gırtlaklarına soktuğumuz paçavralarla boğarak öldürüyoruz.[i] Onlar, sefil barakalarda işkence yaptıkları rehineleri kafalarını keserek öldürüyorlar. Biz, Sünnileri öldürmek için Şii ölüm mangaları örgütlüyoruz. Onlar Şiileri öldürmek için Sünni ölüm mangaları örgütlüyorlar. Biz, savaş suçlarımızı ululayıp yüceltmek için “Amerikan Keskin Nişancısı” (American Sniper) gibi yüksek bütçeli filmler çekiyoruz. Onlar, kendi çarpık cihad yorumlarını ululayıp yüceltmek için ilham verici videolar çekiyorlar.
Bizim ayıplayıp kınadığımız barbarlık, aslında kendi uyguladığımız barbarlık. Bizi Irak Şam İslam Devleti’nden (IŞİD’den) ayıran çizgi ahlakî filan değil, teknolojik bir çizgi. Savaştığımız düşman, biziz.
“Şiddetten, yalnızca şiddet doğar,” diye yazmıştı Primo Levi. “Şiddet bir rakkas hareketiyle salınır ve zaman geçtikçe sönüp gitmek yerine büsbütün azgınlaşır.”[ii]
Ürdün’lü pilot üsteğmen Muaz Al-Kaseasbe’nin, F-16 savaş uçağı Suriye’de Rakka yakınlarında düştükten sonra IŞİD militanları tarafından yakılmasının, Roma imparatorluğundaki gladyatör oyunlarında icad edilen korkunçluklardan aşağı kalır yanı yoktu. Amaçlanan da buydu zaten. Ölüm, savaşın başlıca gösterisidir. IŞİD’in Amerikan şehirlerini bombalamak için savaş uçakları, füzeleri, insansız hava araçları ve ağır topları olsaydı, esir aldığı pilotu ateşe atmasına ihtiyaç kalmayacaktı; o zaman IŞİD, tıpkı bizim yaptığımız gibi, insanları birkaç bin fit yüksek mesafeden yakma imkânına sahip olacaktı. Ne var ki savaş kapasitesi sınırlı olan IŞİD, bizim Ortadoğu’da insanlara yaptıklarımızın minyatür bir versiyonunu dünyaya yayınlamak zorunda. IŞİD’in yöntemleri bizimkinden daha kaba saba. Sonuç ise aynı.
Terör, koreografisi yapılan birşeydir. “Şok ve Dehşet”i[iii] hatırlıyorsunuz değil mi? Etkili olması isteniyorsa, terörün gözle görülmesi, tende hissedilmesi gerekir. Terör, dehşet verici görüntüler ister. Terör, insanın içine işlemeli, onu korkudan felç etmelidir. Terör, ıstıraptan kıvranan aileler ister. Paralanmış cesetler ister. Çaresiz kalmış zavallı rehinelerden ve esirlerden yükselen imdat çığlıklarına ihtiyaç duyar. Terör, savaşın çarpık diyalogu içinde mekik dokuyan bir mesajdır. Terör gazap, dehşet, utanç, acı, tiksinme, merhamet, hüsran ve iktidarsızlık hallerinin fırdönüp burgaçlandığı bir hortum yaratır. Sivilleri de, savaşçıları da tüketir. Şiddeti en yüce erdem olarak göklere çıkarır, soylu ülküler adına haklı gösterir. Bir ölüm şenliğini ortalığa salar, toplumu boğazına kadar kana batmış bir manyaklığın içine sokar.
1990’larda Bosna Savaşı esnasında, karşı tarafta oğullarının ya da kocalarının bedenlerini ellerinde tutan ceset tacirlerine muazzam miktarlarda paralar ödeyen akrabalar ve yakınlar vardı. Hatta, oğulları ya da kocaları yaşıyor idiyse, onları kurtarmak için bu ceset tacirlerine daha da büyük paralar ödüyorlardı. Böyle alışverişlerin tarihi, savaşın kendisi kadar eskiye gider.
Bütün rehine ya da esirler aynı ulusal tepkiyi ve infiali yaratmaz. Hepsi için aynı bedel talep edilmez. Hepsi serbest bırakılacak diye de birşey yoktur. Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) örgütü, insan kaçırma ve fidye görüşmelerini verimli bir işkolu haline getirdi, yüzlerce insanı tutsak aldı, dizi dizi rehineleri elinde bulundurdu. Ünlü rehineler – ki aralarında Kolombiya başkanlığı için aday olan ve seçim kampanyası sırasında kaçırılıp altı yıl rehin tutulduktan sonra Kolombiya ordusu tarafından özgürlüğüne kavuşturulan politikacı Ingrid Betancourt[iv] da vardı – piyasa ortalamasının çok üstünde fiyatlara gidiyordu. FARC’ın elinde ortalama fiyat biçilmiş polis memurları ve askerler olduğu gibi, aralarında köylülerin de bulunduğu düşük fiyatlı tutsaklar da vardı. Ünlü rehinler ya da rehineler, tutsak oldukları dönemlerde çatışmanın tüm tarafları için daha büyük değer ifade ederler. Bu ünlü tutsaklar – mesela bir zamanlar İtalya Başbakanı olup da sonradan 1978’de Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılarak idam edilen Aldo Moro[v] gibiler – savaşın dramını yükseltirler. Kafeste sergilenen Saddam Hüseyin de bu amaca hizmet ediyordu. Kurtarmalık fiyatları gayet fâhiş olan ünlü tutsaklar, tam da bu yüzden çoğu kez peşinen ölüme mahkûm edilmiş olurlar. Sanırım, esarette kafası kesilerek öldürülen Amerikalı gazeteci James Foley’in durumu buydu. İstenen kurtarmalık miktarı – yani 100 milyon avro artı ABD’de tutsak tutulan radikal İslamcıların serbest bırakılması – öylesine aşırı yüksek tutulmuştu ki, onu ellerinde tutanlar muhtemelen o fidyeyi almayı asla beklemiyorlardı.
Ürdün hükümeti, küçük de olsa öldürücü nitelikte bir radikal İslamcı hareketi zapt-u rapt altına almaya uğraşıyor. Amerkika’nın IŞİD’e karşı giriştiği hava saldırıları Amerika Birleşik Devletleri’nde nasıl rahatsızlık yaratıyorsa, Ürdün halkı arasında da rahatsızlık yaratıyor. Ne var ki, Ürdünlü pilotun öldürülmesi, IŞİD ile savaşın (Ürdün bir demokrasi olmasa da) demokratik, aydınlanmış devletlerle vahşi cihadîler arasında geçtiği yolundaki Washington ve Amman iddialarını besleyip destekliyor. Ayrıca, geçen Çarşamba Ürdün’ün iki El Kaide üyesini asması[vi], Ürdün savaş uçaklarının Suriye’deki fiilî IŞİD başkentine saldırmaları, bu sözümona farklılıkların altını çizmek ve çatışmayı yoğunlaştırmak üzere tasarlanmıştı.
Ürdün’de asılan iki kişiden biri olan Sacide el - Rişavi, 60 kişinin ölümüyle sonuçlanan Amman otel saldırılarındaki rolü dolayısıyla 2005’den beri ölüm hücresinde bekletilmekteydi. Sacide, Ürdün doğumlu olan ve 2006’da Irak’ta öldürülen El Kaide lideri Ebu Musab el Zarkawi’nin suç ortağı idi. Ürdün ile IŞİD’in kısasa kısas infazları, tıpkı hava saldırıları gibi, teröre karşı terör oyununu oynamakta çok işe yarıyorlardı. Bu oyun, savaşın heyecan kasırgası şeklinde sürmesi için elzem olan ikili görüşü, yani iyilerle kötülerin mücadelesini besler ve ayakta tutar. Düşmanımızın insan gibi görünmesini istemeyiz. Halkımızın dökülen kandan bıkıp usanmasını istemeyiz. Daimi olarak terör ve korku imal etmek zorundayız.
Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin çoğu, Amerika Birleşik Devletleri’nin aksine, insan kaçıran örgütlerle görüşmeye ve rehineler için kurtarmalık ödemeye yanaşmaktadır. Bu, bir tür yerleşmiş ticaret uygulamasına dönüşmüş durumdadır. IŞİD’in insan kaçırma yoluyla elde ettiği milyonlarca dolar, önemli bir gelir kaynağını – belki de işletme bütçesinin yarısını – oluşturuyor. New York Times, bir araştırma sonrasında, 2014 Temmuz’unda yayımladığı raporda “El Kaide ve onun doğrudan iştiraklerinin, 2008 yılından bu yana insan kaçırmalarından en az 125 milyon dolar gelir elde ettiğini, bu miktarın 66 milyon dolarlık bölümünün ise sadece geçen yıl kendilerine ödendiğini” yazdı. Ne var ki, rehine pazarlıklarının ve fidye ödemelerin de bir bedeli vardır. Fransızların ve diğer Avrupa ülkeleri vatandaşlarının fidyelerinin ödenmesi ihtimali daha yüksek olmakla birlikte, bu ülkelerin vatandaşlarının rehin alınma olasılığı da daha yüksektir. Ama, Fransa, kurtarmalık ödemeyi reddeden Amerikalıların katlanmak zorunda kaldıkları sahneleri seyretmekten de bu sayede kurtulmaktadır. Ve işte bu sayede de, Fransa nispeten aklı başında kalabilmektedir.
Terör, uçurumun her iki tarafında da savaş tacirlerinin çıkarlarına hizmet eder. 1979 ile 1981 yılları arasında cereyan eden 444 günlük İran rehine krizinde olan da tastamam buydu. İki vatandaşının idam edildiğini gören ve fakat IŞİD’e karşı askerî açıdan işin içine girmeyen Japonya’nın aksine Ürdün işte tam bu yüzden mutaassıp bir öfke ile tepki gösterip misillemeye girişti. Foley’in öldürülmesinin Washington’daki savaş lobisi tarafından IŞİD’e karşı bir bombardıman kampanyasına girişilmesi çağrılarını güçlendirmesi de bu yüzdendi. Terör – yani bizim işlediğiğimiz terör hareketleri ve bize karşı işlenen terör – savaş şehvetini körükler. Savaşın haçlı seferlerine adam devşirmenin bir aracıdır terör. IŞİD zalim olmasaydı, onun zalim gözükmesini sağlamamız gerekecekti. Herkesin propaganda ihtiyaçlarının bol bol tatmin edilmesi, karşımızda yer alan fanatiklerin de, kendi içimizdeki fanatiklerin de şansıdır. Burada trajedi, onca masumun ıstırap çekmesindedir.
İngilizce’den çeviren: Ömer Madra
[i] (http://www.slate.com/articles/news_and_politics/jurisprudence/2010/01/too_terrible_to_be_true.html)
[iv]http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/southamerica/colombia/2237733/Colombian-rebels-tricked-into-freeing-hostage-Ingrid-Betancourt.html