25 Nisan 2006Radikal Gazetesi
Savcı Sarıkaya'nın en ağır cezaya çarptırılmış olmasını AKP'nin bir eylemi olarak görmek pek doğru olmaz. AKP'ye, hükümete varıncaya kadar, bu iddianame ve onu yazan savcı hakkında konuşmayan kalmamıştı. Cezayı uygun gören kurul da, zaten, hükümetten önce bu konuşmaların sahiplerine kulak verecek özellikte bir kuruldu. Nitekim, bugünün gazetelerinden birinde, HSYK karar metniyle Genelkurmay bildirisi arasındaki ifade ve dil benzerliğine dikkat çekiliyor. Ama bunlara rağmen, savcının uğradığı muameleye AKP'nin karşı çıktığı da söylenemez (bundan çok canı sıkılmış kimseler mutlaka vardır, ama herhalde çoğunluk değiller). O cihetten ses çıktığı ölçüde, çıkan ses geri kalan korodan farklı olmadı. Dolayısıyla AKP'nin bu olaya 'katılmadığı' değil, ancak 'geç kaldığı', ötekiler kadar çevik davranamadığı söylenebilir. Demek ki, yapılan iş, 'elbirliğiyle' yapıldı. Öyle olması da gerekirdi. Bugünlerin bir başka önemli gelişmesi de 'Terörle Mücadele Yasası' oldu. Adalet Bakanı, bekleneceği üzere, yasayı savunuyor, antidemokratik bir yanı olmadığını söylüyor. Ama çocuğunu 'terörist olmaya teşvik eden' anne-babalara da ceza biçen, böylece bu ülkede bile bugüne kadar görmediğimiz 'suçlar yaratan' bu yasayı demokratik bulmak herhalde mümkün değil. Böyle bir yasayı bu hükümetin çıkarmasını nasıl yorumlayacağız? Bir süreden beri AKP hükümeti Avrupa Birliği ile bir uyum tutturmak üzere birçok demokratik değişiklik yaptı, bunlar yabana atılır veya azımsanır işler değildi. Öyleyse şimdi ne oldu da, onlar hiç olmamış, yapılmamış gibi, bu TMY çerçevesinde yeniden başlangıç noktasına döndük? Aslında bunun gibi, insanın kafasını kurcalayan ve doyurucu bir cevap bulunamayan, daha birçok soru var. Örneğin Başbakan'ın 'Kürt meselesi' üstüne konuşması (Kürtler'den hak ettiği cevabı alamasa da) olumlu bir gelişmeydi. Ama aynı Başbakan'ın CHP'yi vaktiyle HEP'lileri Meclis'e sokmuş olmakla suçlaması, sanki aynı insan zihninin ürünü değildi. 'Onu söyleyen de, bunu söyleyen de aynı kişi mi?' Evet, öyle! 'Peki, niçin?' Bunun cevabı pek belli değil. Benzer bir ayrıntı, tabii, yeni 'savcı' olayında da görüldü. 'Ucu nereye varırsa varsın...' dendi. Ucu bir yere varır gibi olunca ucu bırakıp savcıyı tepeledik. Paradoksal bir sonuç çıkaracağım, hükümetin çizdiği bu zikzaklardan. Paradoksu yaratan ben değilim, Türkiye'nin siyasi sistemi bunu yaratıyor. 'AKP iktidar olmaya başlıyor' diyeceğim. Özellikle 12 Eylül döneminde aldığı biçimiyle siyasi hayatımızda belirleyici rol MGK yoluyla Silahlı Kuvvetler'in elinde. Bu kurulla sınırlı da değil belirleyiciliği, partiler kanunundan seçim kanununa, sistemine, her şey sivil siyasi iradeyi sınırlamak üzere hesaplanmış, çizilmiş. Yıllardan beri bu çerçeve içinde yürüyoruz (Özal bu sistemi yer yer sarsmış olabilir, ama değiştirmeye gücü yetmedi). Siyasi partilerimiz de bu durumdan ciddi bir biçimde şikâyetçi olmadıkları için arızasız yürüyoruz. Kim iktidar olursa olsun, aynı şeyleri yapıyor, kurala uyuyor. Bu ilişki sisteminde 'iktidarı' denetlemek, 'muhalefeti' denetlemekten daha kolay. Böylece Türkiye'de iktidar tek-tipleşirken, muhalefet de 'onun arabı' haline gelmişti. İktidara uzanmadıkça, arap arap durabiliyordu. AKP bu anlamda tek muhalifti. Şimdi AKP kendi yaptıklarının tersini yapmaya, söylediklerinin tersini söylemeye başladığına göre, eh, demek ki nihayet iktidar oldu. Çünkü burada iktidar olmak, istediğini yapamamak anlamına gelir.