"Hiçbir uluslararası diplomasi kuralının yürürlükte olmadığı bir döneme girdik"

Ufuk Turu
-
Aa
+
a
a
a

Ufuk Turu’nda Ahmet İnsel, Nijerya’daki toplu kaçırma dalgasını, Guinea-Bissau’daki tartışmalı seçim sürecini, Gazze ve Batı Şeria’da süren ihlalleri, Vučić hakkındaki Saraybosna iddialarını ve G20’nin krizli kapanışını değerlendiriyor.

""
Ufuk Turu: 25 Kasım 2025
 

Ufuk Turu: 25 Kasım 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!

Ahmet İnsel: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.:Ufuk Turu’muza nereden başlıyoruz, Afrika’dan mı?

A.İ.: Evet, Nijerya’dan başlayalım, Nijerya’da son bir hafta içinde kimin yaptığının tam tespit edilmediği üç saldırı gerçekleşti. En büyüğü ve en yakın tarihte olanı, Nijerya’nın kuzey batısında bir Hristiyan kız yatılı okulunda oldu. Öğrenci nüfusunun hemen hemen yarısına tekabül eden 303 kız lise öğrencisi baskın sonucu kaçırıldı. Kimlerin kaçırdığı, bu operasyonu kimin yaptığı şu anda belirlenmiş değil. Bu 303 kızın yanında 12 öğretmen de kaçırılmış fakat dün akşam gelen haberlere göre, bu kaçırılan kızlardan 50’si kurtulabilmiş, kendi imkanlarıyla rehinecilerin elinden kaçabilmişler. Geriye 240 civarında öğrencinin ve 12 öğretmenin kaldığı söyleniyor. Burada önemli olan, bunun son bir hafta içindeki en büyük kaçırma olayı olmasının ötesinde, hatırlayacaksınız, 2014’te, Boko Haram, ilk defa Chibog’da 276 lise öğrencisi, kız çocuğunu kaçırmıştı ve tam hatırlamıyorum ama içlerinde büyük çoğunluğu Hristiyan olan bu çocukların önemli bir kısmını zorla Müslüman yapıp cihatçı militanlarla evlendirmişti. 11 sene önce kaçırılan kızlardan 100 tanesinin hakkında hâlâ bir haber alınmış değil; bir kısmı evlerine döndü, bir kısmı artık kocalarıyla yaşıyorlar, bir kısmı ise ölmüş.



Bütün bu söylediklerim kuzey batıda oluyor. Chibog, Nijerya’nın kuzeyinde olan bir bölge ve bu bölgede 25 kız gene kaçırıldı bundan 10 gün önce. Sadece biri kurtulabilmiş geçtiğimiz günlerde ve bu kızlar gene okuldan, liseden kaçırılan kızlar ve çoğu Müslüman. Yine geçtiğimiz hafta içinde bir kilisede 38 Hristiyan kaçırılmış ve kaçıranların 600 bin euro fidye istediği söyleniyor. Fidye verilip verilmediğini bilmiyoruz ama kiliseden kaçırılan bu Hristiyanlar serbest bırakılmış dün öğrendiğim haberlere göre. Bunları kimin yaptığını da bilmiyoruz ama üç tane ihtimal var; bir tanesi, Boko Haram ama Boko Haram daha çok kuzeyde faaliyet gösteriyor ve bu kaçırma vakalarının devam etmeyeceğine dair karar almıştı. Diğeri Boko Haram ile rekabet içinde olan batı Afrika’daki bir İslami devlet. Bir de Nijerya’nın kuzey batısında yüzlerce haydut çetesi var ve bunlar birbirleriyle ittifak içinde veya rekabet içindeler. Bazen de İslami cihat hareketleriyle ittifak içindeler ama çoğu zaman kendi başlarına fidye amaçlı veya başka amaçlarla bu kaçırmaları uyguluyorlar.

Zaten biraz evvel söylediğim gibi, bu kiliseden kaçırılan 38 Hristiyan müminin serbest bırakılması karşılığında talep edilen fidye 600 bin euro. Bu kızlarla ilgili fidye talebi var mı? Bunu kimin yaptığı bilinmiyor ve burada önemli olan bir diğer konu da - tabii kendi başına son derece vahim gelişmeler olmakla beraber - çoğunluğuyla Hristiyanları hedef alan, sadece Hristiyanları değil ama esas itibariyle, sayı itibariyle, büyük çoğunluğuyla Hristiyanları hedef alan bu eylemlerin, Donald Trump’ın bundan bir ay önce “Nijerya’da Hristiyanlara yönelik bir soykırım uygulanıyor ve dolayısıyla bu devam eder ise biz Nijerya’ya askeri operasyon yaparız” demesini yeniden akla getirdi. Şimdilik Trump bu son gelişme karşısında bir mesaj yollamadı, herhalde birkaç gün içinde bir şeyler söyler ama elbette bu gelişme karşısında Nijerya başkanı Bola Ahmed Tinubu, G20 zirvesine gitmekten vazgeçti. Kendisi siyasi olarak çok zor durumda çünkü Nijerya ordusunun bütünüyle iflas ettiği ve bunlarla mücadele etmekte tamamen başarısız kaldığı konusunda çok yaygın bir kanaat var ve Nijerya devlet başkanı ve ekibi de bu olaylarda sorumlu gösteriliyor doğal olarak.

Ö.M.: Başkan Bola Ahmed Tinubu, yeni 30 bin polis daha tayin edeceğini söylemiş ama Nijeryalılar senin de dediğin gibi çok daha ciddi harekete geçilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu, Democracy Now!’da da vardı.

A.İ.: Unutmayalım ki Nijerya, Afrika’nın en kalabalık ve üretim kapasitesi en yüksek olan ülkesi ve orada tabii 1960’lardan beri devam eden - sadece dini değil, ama aynı zamanda bir etnik ve dini karışımlı ve bölgesel özerklik talep eden - çatışmalar var. Hatırlayacaksın, örneğin 1960’ların sonunda Katanga jandarmalarında Biafra ayaklanması çok kanlı biçimde bastırılmıştı Bu, bir özerklik hatta daha doğrusu bağımsızlık ayaklanmasıydı. Nijerya eyaletlerle yönetilen bir ülke, çok büyük bir ülke ve eyaletlerin kuzeyinde Müslüman nüfus çoğunlukta; güney eyaletlerde ise Hristiyan ve anemist nüfus çoğunlukta ama Müslüman nüfusla Hristiyan nüfusun iç içe yaşadığı birçok yer de var yani bütünüyle bölünmüş bir ülke değil elbette.

Ö.M.: Başkanın, 30 bin polisin yanı sıra kuzey Nijerya’da 47 okulu da kapatma kararını alması nasıl bir çare olur diye düşünüyor insan.

A.İ.: Evet. Zaten 2010’da ilk eylem yapıldığı sırada hatırlarsanız, Boko Haram’ın müdahalesinde kısmi olarak da bu okulların kapatılması amacı vardı. Boko Haram, zaten kendisi ‘eğitim ve öğrenmek haramdır’ diyen bir örgüt.

Ö.M.: Boko Haram, zaten ‘kitap haramdır’ anlamına geliyor.

A.İ.: Evet, ‘kitap haramdır’ anlamına geliyor. Bir küçük diğer Afrika haberiyle devam edelim; 2025 yılında seçim pek fazla yok yani 2024 gibi dünyanın her yerinde seçimlerin olduğu istisnai bir yılda değiliz ama Afrika’daki küçük Guinea-Bissau’da cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Sonuçlar daha açıklanmadı, sakin geçtiği söyleniyor seçimlerin. 960 bin seçmenin olduğu bir küçük ülke Guinea-Bissau. Seçimde şimdiki Cumhurbaşkanı Umaro Sissoco Embaló, ikinci kere adaydı ve karşısında Guinea-Bissau’nun tarihi partisi - hatırlayacaksınız 1960 başlarında Afrika’nın özgürleşmesinin simgesel isimlerinden biri Amílcar Cabral idi.

Ö.M.: Evet, gayet iyi hatırlıyorum.

A.İ.: Amílcar Cabral, Guinea-Bissau’nun bağımsızlığını sağlamış bir liderdi ama maalesef erken tarihte öldürüldü. Sissoco Embaló, Cabral’ın tarihi partisi yani Gine ve Yeşil Burun'un Bağımsızlığı için Afrika Partisi’nin seçime girmesini yasaklattı. Bu artık çok yaygın bir uygulama değil mi? Karşı taraftaki muhalif adayın eğer seçimi kazanma ihtimali varsa bunun çeşitli yollarla seçime girmesini yasaklamak; kimisi adayı hapsettiriyor, kimisi partinin seçime katılmasını engelliyor ki burada partinin seçime katılması engellenmiş. Gerekçe ise seçim evraklarının son teslim tarihinden daha sonra ve eksik evrak teslim edilmiş olması. Bu kadar eski tarihli tecrübeli bir partinin böyle bir hata yapacağını düşünmek pek mümkün değil ama seçime girmesi engellendi. Bu partinin lideri de beklenmedik bir şekilde başka bir adayı destekleyeceklerini, Fernando Dias da Costa’yı destekleyeceklerini ilan etti.



Seçimler sakin geçmiş, herhangi bir olay olmamış ama seçim sonuçlarını hâlâ alabilmiş değiliz Guinea-Bissau’da. Seçimler, 2024’te yapılacaktı fakat cumhurbaşkanı doğru mu yanlış mı olduğu bir türlü anlaşılmayan üst üste üç darbe teşebbüsü gerekçesiyle seçimlerin güvenliği olmayacağı için aşağı yukarı bir yıllık ertelemeyle Kasım sonunda yaptırttı. Bir yıl gecikmeli olan bir seçim bu ve bu darbelerin de gerçekten olup olmadığı şüpheli doğrusu söylemek gerekirse, daha doğrusu bilgimiz çok kısıtlı. Bu darbe gerekçelerinin, bir tür olağanüstü hal yaratarak seçimleri ertelemesini sağladığı yönündeki iddialar, şüpheler var. Bu da çok yeni bir şey değil mi?

Ö.M.: Hiç değil, çok belirsizliklerle dolu bir haber ortamı yürütmeye çalışıyoruz.

A.İ.: Buradan isterseniz İsrail’e geçelim. Gazze anlaşması, ateşkesi kağıt üzerinde devam ediyor ama ateşkes ilan edildiği, iki tarafın ateşkesi kabul ettiği tarihten beri İsrail kuvvetlerinin 240 civarında Filistinliyi öldürdüğü tespit edildi. Yaralı sayısını ise bilmiyorum. Ateşkes devam ediyor ama İsrail’in Gazze bölgesinde bombalamayla veya keskin nişancı aracılığıyla belli hedeflere ateş ettiğini iddia ediliyor. İsrail’in insan öldürmeye devam etmesi ateşkesi de biraz şüpheye düşürüyor. İsrail, kendilerine saldıran Hamaslılara ateş açarak bu ölümlere neden olduğunu söylüyor ama bir çok defa da uçaklar bazı binaları bombalayarak orada yaşayan sivilleri ve hatta çocuklar dahi öldürdü.

Ö.M.: İsrail, ateşkesi bayağı ihlal etmiş yani 44 günde 500 kere olmuş. Bizzat UNİCEF’in de raporuna göre ve ateşkes sırasında her gün en az iki çocuk öldürülmüş Gazze’de.

A.İ.: Ortalama, evet.

Ö.M.: 67 çocuk da sadece son haftalarda öldürülmüş.

A.İ.: Evet, o 240 kişinin içinde 67 çocuk var.

Ö.M.: Feci!

A.İ.: Diğer taraftan, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 100 küsur sayfalık bir raporu yayınlandı, belki bahsetmişsinizdir başka bir vesileyle ama tekrar olabilir. Burada, Batı Şeria’da yapılanlar ele alınıyor. Raporda Batı Şeria’da İsrail’in savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediğini iddia ediyor. Üç Filistin mülteci kampının zorla boşaltılması ve 32 bin Filistinlinin evlerinden, yerlerinden edilmelerini gerekçe göstererek bu suçlamayı raporunda dile getiriyor. Dolayısıyla sadece Gazze’de değil, Batı Şeria’da da çok ciddi bir yerinden etme ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerinde ‘Filistinsizleştirme’ politikası yürüttüğünü görebiliyoruz İsrail’in.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu kamplarda boşaltılan bazı idari binalara İsrail askerlerinin yerleştiğini tespit etmiş aynı zamanda. İsrail ile ilgili bu değerlendirmeler, tabii bazı yerlerde Gazze Şeridi’ndeki Trump ateşkesinin ve oradaki savaşa son verme planının Netanyahu tarafından aslında kabul edilmediğini, kabul edilmek istenmediğini ve bunun bir büyük İsrail oluşturulması yönündeki planın dolaylı biçimde devam ettirileceğinin işareti olarak değerlendiren İsrailli gözlemciler, İsrail politikasını eleştiren İsrailli gözlemciler var. Bunların bir kısmı Abraham Borg gibi, geçmişte İsrail parlamentosu başkanlığı yapmış, Uluslararası Yahudi Ajansı’nın başkanlığını yapmış ve şu anda İsrail politikalarını şiddetle eleştiren İsrailliler azınlıkta olsalar da belirttikleri en önemli konu, bu politikaların son tahlilde İsrail’in varlığını uzun vadede tehdit altına aldığını ve İsrailliler açısından en büyük tehlikenin Filistinliler değil, kendi hükümetleri olduğunu dile getiriyorlar. Bu tabii ki son derece azınlıkta olan bir ses İsrailli Yahudiler arasında.

Ö.Ö.: Bu arada Barış Kurulu’nun içerisinde yer alan Tony Blair de Batı Şeria’yı ziyaret etmişti ve tam o sıralarda, o günlerde, Cumartesi günü büyük bir saldırı düzenledi Gazze’ye İsrail ve yanlış hatırlamıyorsam 24 kişi öldürülmüştü. Orada da aynı yorumlar yapılıyordu yani uluslararası bir güç gelmeden, uluslararası gücün Hamas’ı silahlandıramayacağını iddia ettiği söyleniyor Netanyahu’nun. Dolayısıyla operasyonlarına hız verdiği ve belki de gelmesini engellemek için yapıyordur. Genel olarak Tony Blair gelmişken böyle bir güç ortaya çıkacakken, Gazze’ye konuşlandırılacakken İsrail’in de saldırılarını eş zamanlı arttırdığı yazılıyor.

A.İ.: Bir de unutmayalım ki Türkiye’de de bazı sitelerde yer aldı bu haber, bazı ülkelere - bunların bir kısmı Afrika ülkeleri olabilir - pasaportları olmayan ve İsrail’den herhangi bir çıkış damgası olmadan çıkan Filistinliler, paldır küldür nereye geldiklerini bilmeden uçaklardan indiriliyorlar biliyorsunuz. Son olarak 150 kişi civarında kişi yanılmıyorsam Güney Afrika’ya inmişti. Bunu da para karşılığı bir örgütün yaptığı fakat arkasında İsrail İstihbarat Örgütü Şin Bet’in olduğu iddia ediliyor. Bu da bir tür bir kısmı Batı Şeria’dan da olabilir ama esas olarak Gazze’den kaçmak isteyen Filistinlilerin kaçmasını kolaylaştırma operasyonu, kendi paralarıyla başka türlü bir boşaltma operasyonu diye ele alabiliriz.

Ö.Ö.: Çok benzeri Mısır’da da oldu. İki yıl süren soykırım süresince Refah sınırından belli bir para karşılığında insanların kaçabildiği iddia ediliyor ki bu şekilde kaçan çok insan, hatta İstanbul’a gelen insanlar olduğunu da söylüyorlar.

A.İ.: Evet. İsterseniz şimdi Balkanlara geçelim. Bir Hırvat gazeteci Domagoj Margetic’in geçtiğimiz günlerde yayınlanan - Facebook veya Twitter’da yanılmıyorsam - bir iddiası var; İtalyan savcılarının ele aldığı, 1994-95 yıllarında Saraybosna’ya hafta sonu keyif için insan avına gelen ve abluka altındaki Saraybosna’da uzaktan sniper faaliyetlerinin turistik faaliyet olarak düzenleten kişiler hakkında. Bunlara katılan esas olarak İtalyanlar ama başka ülkelerden zengin insanlar da olduğu iddiası hakkında açılan soruşturmanın bir parçası olarak bu Hırvat gazeteci, Milano’daki savcılara bu işlere dahil olan kişilerden birinin şu anda Sırbistan Cumhurbaşkanı olan Aleksandar Vučić olduğunu iddia eden belgeler sunduğunu söyledi. O zamanlar Sırbistan Radikal Partisi’nin genç bir üyesi olan Vučić, Sırbistan Radikal Partisi’nin desteklediği paramiliter örgütlerle beraber Saraybosna’daymış. Vučić ise o sırada Saraybosna’da olduğunu...

Ö.M.: Olmadığını söylüyor değil mi?

Ö.Ö.: Yok, hayır.

A.İ.: Yalanlamıyor, “Ben o sırada orada gazeteci olarak bulunuyordum” diyor.

Ö.M.: Tamam, pardon ben yanlış söyledim.

A.İ.: “Hatta o zamanın fotoğraflarını bulursanız benim elimde tüfek değil sadece kamera olduğunu görürsünüz” diyor. Fakat Domagoj Margetic’in verdiği bilgilere göre, orada paramiliter örgüt bu meşum ‘Yahudi mezarlığı katliamı’ denen katliamda yani Yahudi mezarlığında yapılan açılan ateşlerle öldürülen ‘turistik sniperlı faaliyetleri’ diye bir şey varmış.

Ö.M.: ‘Safari’ diyorlar.

A.İ.: Maalesef! İnsan safarisi değil mi?

Ö.Ö.: Evet.

A.İ.: Bu faaliyetlere yardım eden paramiliter örgüt yani bu safari için para yatıran zenginleri oraya getiren, onlara yol gösteren, yardım eden paramiliter örgüt Sırp Radikal Partisi’nin desteklediği veya ona ait bir örgütmüş ve bundan dolayı Aleksandar Vučić’in buna dahil olduğunu Domagoj Margetic iddia ediyor. Vučić, bu iddiaları dile getiren, yayınlayan gazeteleri uluslararası mahkemelerde veya o ülkelerin mahkemelerinde dava edeceğini ve yanılmıyorsam The Guardian, Daily Mail gibi gazeteler hakkında da dava açacağını söyledi. Kendisinin bu işlerle hiçbir alakası olmadığını iddia ediyor.

Aleksandar Vučić’in durumunu kolaylaştıracak bir iddia değil tabii ama İtalya’daki soruşturmanın nasıl gelişeceğine bağlı bu işin arkası. Bir diğer taraftan, Sırbistan’da Vučić’e karşı bundan bağımsız olarak bu Novi Pazar Garı çatısı çökmesinden beri devam eden yani bir yıldır devam eden Vučić yönetimine karşı gösteriler, erken seçim talep eden gösteriler de devam ediyor. Novi Pazar’dan Belgrad’a kadar uzun bir yürüyüş olmuştu hatırlarsanız, önümüzdeki günlerde de gene büyük bir yürüyüş çağrısı hazırlığı içinde Sırbistan’daki muhalif hareketler. Bitirirken isterseniz G20 zirvesinin kapanışındaki komedi-dram arasındaki karışık durumdan bahsedelim. G20 zirvesi, Afrika’da kapandı.

Ö.Ö.: Güney Afrika’da.

A.İ.: Genellikle G20 zirvesi kapanırken, o yıl zirveyi örgütleyen ülkenin devlet başkanı ondan bir sonraki zirveyi örgütleyecek devlet başkanına devir teslim töreni yapar. Bir sonraki yıl zirveyi ağırlayacak olan başkana devreder bu görevi fakat ABD başkanı Donald Trump Güney Afrika’yı küçümsediği ve Afrikanerlere bir soykırım uyguladığı iddiasını dile getirdiği için gelmedi biliyorsunuz.

Ö.M.: Beyaz Afrikalılara, evet ve hatta G20’yi boykot etti.

A.İ.: Büyükelçi falan da yollamadı, çok alt derecede bir dışişleri görevlisini kendisini temsilen yollamış. Bu yüzden Güney Afrika cumhurbaşkanı devir teslim törenini yapmayı reddederek, paldır küldür elindeki tokmağı masaya vurarak G20 zirvesini kapattı.

Ö.M.: Evet.

A.İ.: Gerçekten artık hiçbir uluslararası diplomasi kuralının da yürürlükte olmadığı bir döneme girdiğimizin sembolik bir işareti bu. Çok önemli olmasa da maalesef sembolik bir işaret. Gelecek G20 zirvesi toplantısı bu sefer ABD’de ama bir resmi toplantı yerinde değil, cumhurbaşkanının özel mülkü olan Mar-a-Lago villasında - veya tatil köyü de diyebiliriz - kendi şahsi ticari mülkünde yapılacak.

Ö.Ö.: Oturma odasında buluşurlar!

A.İ.: Artık ona da alışmamız lazım galiba. Zira Donald Trump, Tower’da uluslararası toplantılar yapıp, aynı zamanda onun parasını da takır takır tahsil eden bir cumhurbaşkanı aynı zamanda. Cumhurbaşkanının böyle bir yerde cumhurbaşkanlarının kendi özel işleriyle devlet işlerini iç içe geçirmesi Trump döneminde artık bir genel kural haline gelecek. Çok zengin ve iş adamı, iş insanı olan cumhurbaşkanı ve başbakanlar sağda-solda çok artmaya başladı biliyorsunuz. Avrupa Birliği’nde de, Çek Cumhuriyeti’ne yeniden başbakan seçilen Andrej Babiš de benzer bir durumda. Kendisinin Avrupa Birliği’nden gelen fonlarla yapılan işlerde kendi işletmelerine bu paraları kullandırmama taahhüdü alınması için Avrupa Birliği’nin girişimleri var. Artık nerelere geldiğimizi düşünün!

Ö.M.: Evet, tersine dünya. Peki, süreyi de bitirdik, son derece soyut bir dünyada yaşamaktayız. Çok teşekkür ederiz.

A.İ.: İyi günler.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

Ö.M.: Görüşmek üzere, hoşçakalın!