Prof. Dr. M. N. Aydınoğlu ile gerçekleştirdiğimiz dört programlık seride Aydınoğlu, meslekteki 50 yılını ve deprem mühendisliğinin nereden nereye geldiğini anlatıyor.
(20 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Altın Saatler programında yayınlanmıştır.)
Gürhan Ertür: Radyo’da Altın Saatler programını dinleyeceksiniz. Bugünkü programı Mehmet Nuray Aydınoğlu, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunca ve ben Gürhan Ertür birlikte sunacağız. Yine evlerimizdeyiz ve programın kaydını Robılınd Tayar arkadaşımız gerçekleştirecek. Açık Radyo’nun teknik ve idari ekibine bu zor dönemde sesimizi sizlere ulaştırdıkları için çok teşekkür ederiz. Bugün 20 Ekim Çarşamba ve saat şu anda 11:00, siz bu kaydı bugün saat 15:30’da dinleyeceksiniz. Telefon numaramız alan kodu 212 343 40 40, elektronik posta adresimiz [email protected]. Altın Saatler programlarının ses kayıtlarını Açık Radyo’nun internet adresinde podcast bölümünde dinleyebilirsiniz. Bugünkü programımızın destekçisi Hülya Maltepe’ye teşekkürlerimizi iletiyoruz. Bugün Mehmet Nuray Aydınoğlu hocamızla birlikte 50. akademik yılı vesilesiyle “50 yılda dünyada ve Türkiye’de deprem mühendisliğinin nereden nereye geldiği” üzerine 4. ve son programımızı gerçekleştireceğiz. Arkadaşlar hoş geldiniz, Nuray hocam merhaba!
Mehmet Nuray Aydınoğlu: Merhaba!
GE: Elvan Cantekin
Elvan Cantekin: Merhabalar!
GE: Hoş geldiniz! Evet hocam, kaldığımız yerden devam edelim ama siz bir açıklamayla başlamak istiyorsunuz herhalde değil mi?
MNA: Evet açıklama şu, günaydın, iyi günler!
GE: İyi günler hocam!
MNA: Kendi kendime şöyle dedim: Benim gençliğimde hatta çocukluğumda gazetelerde pehlivan tefrikaları yayınlanırdı, böyle bitmez, aylarca, belki yıllarca sürerdi. İşte Koca Yusuf’un, Adalı Halil’in maceraları, Amerika seyahatleri, vs. Şimdi bizim program da uzadıkça acaba dedim bunu da pehlivan tefrikasına mı dönüştürdük? Dolayısıyla bugün bitireceğiz umarım, zaten anlatılacak fazla birşey de kalmadı, 50 yılın son 10 yılına geldik hemen hemen. O konuda söyleyeceklerim var.
GE: Hocam ısrarla arkadaşlarımız “4. ne zaman gelecek?” diye soruyor, halbuki biz haftada bir program yapıyoruz, demek ki sizinle yaptığımız programlar dinleniyor, onun dışındakiler dinlenmiyor gibi bir hisse kapıldım. Gerçekten öyle. Muzaffer de programa girmeden önce aynı şeyi söyledi, İzmir’deki arkadaşlar da bunu bekliyor. Önemli bir program oldu, sağ olun!
MNA: Teşekkür ederim, sağ olun! Geçen hafta hatırlarsanız özellikle 90’larda Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve zamanla bütün dünyaya yayılan deprem mühendisliğinde yeni bir trendden bahsetmiştik. İşte özellikle mevcut binaların değerlendirilmesinde eski analiz yöntemleri yeterli olmuyordu. O bakımdan deformasyona dayalı, şekil değiştirmeye dayalı yeni kavramlar geliştirildi. Yeni yönetmelikler bunlara göre hazırlandı. Nitekim geçen hafta da belirttik, bizim 2007 yönetmeliği de o çerçevede, o esaslara göre hazırlandı. 2007 yönetmeliği aslında 97 yönetmeliğini çok büyük ölçüde değiştirmedi, pek çok bölüm ufak eklemelerle, aynı kaldı ama yeni bir bölüm eklendi. Bu da daha önce mevcut olmayan mevcut binaların değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için özellikle 99 depremlerinden sonra ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak üzere hazırlandı ve bunun en yaygın uygulaması da başlangıçta İstanbul’daki İSMEP (İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Kapasitesinin Arttırılması Projesi) ile gerçekleşti. Biliyorsunuz o proje Dünya Bankası’ndan alınan bir krediyle başladı, daha sonra çeşitli kaynaklardan kredilerle devam etti, hâlâ devam ediyor, sonuna doğru yaklaştı sanıyorum. O projede özellikle İstanbul’da çok sayıda okul binası ve sağlık tesisleri değerlendirildi, performans değerlendirilmesi yapıldı ve güçlendirme tasarımları 2007 yönetmeliğine göre yapıldı. O bakımdan 2007 yönetmeliği uygun şekilde uygulandı diyebiliriz. Tabii daha sonra uygulama diğer özel binalara da teşmil edildi, 2018’e kadar devam etti. Bugün programın büyük bir kısmını 2018 yönetmeliği hazırlığı alacak, ona niçin ihtiyaç duyuldu, ne oldu? Fakat ondan önce birkaç önemli gelişmeyi de eklemeyi düşündüm. Bunların başında yine 90’ların sonunda 2000’li yılların başında olan gelişmeler. 90’ların sonuna, 96’da o zaman sevgili Muzaffer de İzmir’de oda yöneticisi, oda başkanı mıydı o zaman, hatırlamıyorum.
Muzaffer Tunçağ: Yok, oda yöneticisiydim.
90'lı yılların sonundaki gelişmeler
MNA: İzmir İnşaat Mühendisleri Odası şubesiyle çeşitli vesilelerle görüşüyorduk ben ve değerli arkadaşım Mustafa Erdik. O sıralarda bütün dünyada yeni yeni birtakım gelişmeler oluyordu, bu biraz önce sözünü ettiğim yeni yaklaşım çerçevesinde “acaba kentlerin, yani binaların değil kentlerin deprem risklerini, hasar risklerini, kayıp risklerini nasıl tahmin edebiliriz kent bazında?” Bu tabii çok önemli bir şey – hem planlama bakımından hem de mevcut binaların durumunun anlaşılması bakımından. Bu çalışmalar çok yeni başlamıştı 90’larda ve Amerika’da HAZUS diye bir program, bir araştırma programı geliştirildi. Bu programın başında daha sonra arkadaş olduğum Dr. Charlie Kircher vardı. Charlie Kircher, kulakları çınlasın, çok değerli bir bilim adamıdır ve uygulamacı mühendistir aynı zamanda. Onun yönetiminde bu Hazus yöntemiyle ilgili hazırlanan yayınları takip ediyorduk. Tam da işte 90’ların ortalarında sanıyorum 95 civarında Hazus’un son raporu hazırlandı. Çok hoşumuza gitti Hazus yöntemi ve biraz önce sözünü ettiğim o 90’lardaki yeni konsepte göre, o yeni konsepti binalara değil de böyle bütün kente uygulamak üzere düzenlenmiş bir yöntemi ifade ediyordu. İzmir’de Muzaffer ve diğer arkadaşlarla sohbet ederken “biz bunu İzmir’e uygulayalım” dedik. Fikir nereden çıktı tam bilmiyorum, kimden çıktı?
MT: O sırada Radius …
MNA: Radius daha yok ortada. Benim hatırladığım biz önce sizinle tamam böyle bir şey yapalım, ama kime yapacağız diye tartıştık. Muhatabımız belediye olacak dedik ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Burhan Özfatura’ya gittik.
MT: Ama ondan önce Mustafa Erdik “Radius’a girer misiniz?” dedi.
MNA: Radius’u ben daha iyi hatırlamıyor olabilirim, Radius daha sonra devreye girdi gibi geldi, öyle hatırlıyorum. Neyse önemli değil, yani bu arada tabii onu belirteyim, Birleşmiş Milletler’de Radius Projesi diye bir proje geliştirildi. Kaç şehir vardı bütün dünyadan Muzaffer?
MT: 8 tane.
MNA: 8 tane şehir bunların deprem risklerinin belirlenmesi ve bunların giderilmesi için gerekli çalışmaları yapacak bir proje geliştirdi. Mustafa Erdik arkadaşımız sağ olsun İzmir’i de bu 8 şehir arasına dahil ettirdi. O çok büyük bir başarı oldu tabii ve biz de o zaman İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olan Burhan Özfatura’ya hep beraber gittik, hatırlıyorum, görüştük, anlattık “böyle bir önerimiz var” diye. Burhan Bey gerçekten pozitif düşünceli bir adamdı benim hatırladığım kadarıyla, çok olumlu karşıladı. Hemen bir protokol yaptık, hatta hatırlıyorum körfezde vapur gezisi yaparken basın toplantısı yapmıştık, açılış için projeyi tanıtırken kamuoyuna. Ondan sonra başladık çalışmaya, hemen şunu söyleyeyim tabii o arada, işte kaç yılıydı tam hatırlamıyorum, seçim oldu, Burhan Özfatura seçilemedi.
MT: 98', 99’da oldu.
MNA: 99’da evet Ahmet Priştina seçildi. Daha sonra rahmetli oldu ama rahmetli Ahmet Priştina da projeye sahip çıktı. Aynen Burhan Bey’de olduğu gibi çok destekledi. Hakikaten çok olumlu bir insandı o da yani kente çok hizmet etme iştiyakı olduğu belli olan bir insandı. Sonuç olarak biz bu Amerikalıların biraz önce belirttiğim yöntemini kullanarak İzmir kenti için ilk hasar tahmin çalışmasını yaptık. Tabii bunun için veriye ihtiyacımız vardı, o zaman İzmir için elde hazır veri hemen hemen yok gibiydi, vardı bir takım veriler ama bunları bir araya getirip kullanılabilir hale sokmak lazımdı. Çok büyük olmayan ama çok efektif çalışan bir ekip kurduk, bu ekibin içinde şimdi isimlerini sayarken unuttuklarım olabilir, kusura bakmasınlar ama her şeyden evvel deprem jeolojisiyle ilgili rahmetli Aykut Barka vardı. Rahmetli Aykut’la o zaman çok sık temas içindeydik; Aykut İstanbul Üniversitesi’nde görevliydi ama zamanının çoğunu Kandilli’de bizimle geçirirdi. Daha sonra zaten 99 depremlerinden sonra birlikte çok çalışmalar yaptık. Aykut İzmir’in deprem jeolojisiyle ilgili çok ayrıntılı çalışmalar yaptı bu proje dolayısıyla. Ben bu konunun tabii uzmanı değilim, geçmişini çok iyi bilmiyor olabilirim ama tahmin ettiğim kadarıyla Aykut’un yaptığı bu çalışmalar İzmir’deki fay yapılanmasıyla ilgili, İzmir’in tektonik yapısıyla ilgili ilk derli toplu çalışmaydı belki de.
MT: Evet.
MNA: Daha sonra Kandilli deprem mühendisliği bölümünden Mustafa Erdik, ben ve kulakları çınlasın arkadaşımız Özal Yüzügüllü görev aldık. Erdik, İzmir’in depremselliğiyle ilgili çalışmalar yaptı, ben binalarla ilgili, bina hasarlarıyla ilgili, hasar tahmin çalışmasını yapmak için görevlendirildim. Özal Yüzügüllü arkadaşımız da altyapı tesisleri, köprüler ve diğer tesislerle ilgili çalıştı. Atilla Ansal da -sanırım o zaman İTÜ’deydi, sonra Kandilli’de bize katıldı- İzmir’in zemin koşullarını değerlendirdi. Biz aynı zamanda, biraz önce belirttiğim gibi, Muzaffer Tunçağ’ın başkanlığında İzmir İnşaat Mühendisleri Odası’ndaki arkadaşlarla birlikte çalıştık.
MT: Sadettin Uçkun arkadaşımızı da anmamız lazım.
MNA: Ben de tam da şimdi rahmetli Sadettin Uçkun’dan söz edecektim. Odanın genel sekreteri, çok değerli bir arkadaşımız, çok çalışkan bir arkadaşımızdı. Sadettin’in katkılarını unutmam mümkün değil, her açıdan zaten yani Saadettin Oda’nın temel direğiydi rahmetli. Atilla Ansal arkadaşımız da zemin koşullarıyla ilgili haritayı hazırladı, hatta çok ilginç bu harita geçen yıl meydana gelen İzmir depremi vesilesiyle gündeme geldi ve çok defa da televizyonlarda falan gösterildi o harita. O, Atilla’nın hazırladığı ilk haritadır yani İzmir’in genel zemin koşullarıyla ilgili kent haritası. Böyle bir harita sanıyorum ondan önce mevcut değildi. Biraz önce dediğim gibi Özal Yüzügüllü arkadaşımız özellikle köprülerin ve diğer altyapı tesislerinin envanterlerini çıkardı. Ben de Muzaffer’in ve rahmetli Sadettin’in katkılarıyla bina envanteri çıkarma çabasına giriştik, o muazzam bir şeydi aslında o zaman için. Muzaffer ve Saadettin ekipler kurdular inşaat mühendislerinden oluşan değil mi? Sen daha iyi hatırlayabilirsin.
MT: Evet.
HAZUS Programı: "Amerika’dan sonra dünyada ilk uygulanan ülke Türkiye"
MNA: Çok iyi organize oldular ve ilk defa İzmir’de o tarih itibariyle bina envanteri hemen hemen eksiksiz çıkarıldı. Bazı konularda bilgi eksiklikleri oldu ama onları da bir şekilde giderdiğimizi hatırlıyorum. Aslında bu konuda Türkiye’de yapılan ilk çalışma, bunu da dikkate almak lazım. Binaları mühendislik açısından çeşitli şekillerde sınıflandırdık ve ben bir program yazarak bunların HAZUS metodolojisi ile deprem performanslarını, yani bir depremde hasarsız, hafif hasar, orta hasar, ağır hasar veya çok ağır hasar olmak üzere çeşitli hasar düzeylerini verecek şekilde hesapladım. Tabii bunlar tek tek bina durumunda olduğu gibi çok hassas hesaplar değil, yaklaşık hesaplar. Ancak o sözünü ettiğim şekil değiştirmeye göre tasarım esprisine dayalı ama çok tutarlı bir şekilde kent ölçeğinde hasar tahmin çalışmaları için sistematize edilmiş yöntemler, onları kullandık. Daha sonra Charlie Kircher’la görüştüğümde kendisinden öğrenmiştim. Bizim uygulamamız Amerika’dan sonra dünyadaki ilk uygulaması olmuştu bu yöntemin. Dr. Kircher da çok memnun olmuştu o zaman bu yöntemin uygulanmasından. İyi birşey oldu sanıyorum, epey bir ilgi gördü. Bir de tabii Muzaffer sen bu konuda daha fazla katkıda bulunabilirsin, sanıyorum senin yönetiminde bir de senaryo çalışması yaptınız, değil mi?
MT: Evet.
MNA: Onu biraz anlatır mısın?
MT: Bu paralelde bütün kamu kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yapıldı, emniyetinden, trafiğinden, belediye, büyükşehir belediyesiyle birlikte itfaiye teşkilatı, vs. Buna dayanarak toplanan verilerle birlikte bir deprem senaryosu hazırlandı. İzmir fayının belli bir gün ve saatte hareket etmesi sonucu oluşan bir depremin yaratacağı etkileri bu senaryoda inceledik. Tabii ilginç olan, hatırlarsın, 99 Temmuz’unda bu çalışmayı bitirdik ve senaryoyu sunarken buna kimse inanmamıştı.
MNA: Evet.
MT: “Yahu nereden biliyorsunuz bunları?” falan demişti, mesela trafik sıkışıklığı, trafikteki sorunlar, hastaneye yetişme falan. 1 ay sonra da büyük Marmara depreminde bunlar yaşanınca herkes sordu: “Nereden bildiniz?”
MNA: O zaman biraz önemi anlaşıldı, evet.
MT: Ondan evvel kimse ciddiye almıyordu, 99 depreminden sonra biliyorsun senin de katıldığın birçok toplantı yaptık İzmir’de bu projeyi anlatan, ondan sonra çalışmaları anlatan. Bu tabii şöyle de bir sonuç verdi, belki binalarda değil ama özellikle altyapıda su idaresi, sonra elektrik idaresi, vs. bu senaryodaki verilere dayanarak bir takım güçlendirme çalışması yaptılar. Bu da önemliydi bana göre, pek yansımadı ama geriye dönüp baktığımız zaman bunun çok önemli bir hareket noktası olduğunu düşünüyorum.
MNA: Evet.
MT: Ve son depremde de yani o senaryoda kritik gözüken bölgede de hasar olduğunu biliyoruz. Yani onu pek fazla deşmedik ama böyle de bir gerçek var, o günün koşulları içinde çok değerli bir çalışmaydı. Bir kere bütün kamu kuruluşlarını birleştirdi, meslek odalarını birleştirdi, ticaret odasından mimarlar odası, jeoloji mühendisleri odası, üniversiteler, vs. bir araya geldiler. Bu da çok önemlidir.
MNA: Muzaffer tabii sen mahalli organizasyonu çok iyi sağladın orada, yani o bakımdan çok kendine özgü bir proje oldu. Türkiye’deki ilk uygulama olması bakımından da bence tarihi bir önemi vardır. Gerçi daha sonra İstanbul’da da yapıldı, birazdan bahsedeceğim, benzer çalışmalar başka kentlerde de yapıldı mı? Ben duymadım ama İstanbul’da birkaç kere yapıldı, hâlâ yenileniyor bu tür çalışmalar.
MT: İnternet sitesinde var bizim İzmir Deprem Master Planı, isteyenler oradan bakabilir.
MNA: Evet, İzmir Master Deprem Planı’na, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin internet sitesinden ulaşmak mümkün. Düzenli bir şekilde orada sunuluyor. Bu konuda eğer unuttuğum bir şey yoksa başka bir konuya geçelim Muzaffer.
MT: Evet, tabii.
MNA: Peki çok teşekkür ederim katkıların için. Şimdi bu İzmir projesi tabii büyük depremden, 99 depreminden önceydi, hatta Muzaffer’in belirttiği gibi 99 depreminden hemen önce bitmişti. 99 depremi İstanbul’da bir depremde neler olabileceği konusunda çok büyük bir endişe yarattı bütün Türkiye’de ve İstanbul halkı üzerinde ve bilim çevrelerinde, bütün yönetim çevrelerinde. Adapazarı’nda, Gölcük’te, Kocaeli bölgesinde, Karamürsel’de görülen çok yaygın yapısal hasar çok endişelendirdi tabii: “Ne yapacağız, ne edeceğiz?” O zaman İstanbul’un deprem riski konusunda daha önce yapılmış pek bir çalışma olmadığı için konu tamamen karanlık gibi görünüyordu, ne olduğunu bilmiyorduk. Biz Kandilli olarak belediye ile o zaman iyi temaslarımız vardı, belediyede bu konuda –İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden bahsediyorum – danışman olarak çalışan çok değerli arkadaşlar vardı. Onlarla görüştük, İstanbul için de belki daha da kapsamlı bir şey yapma ihtiyacının doğduğunu söyledik. Zaten bunu onlar da görüyorlardı ve epey görüştük. Sonuç olarak İstanbul Belediyesi’nin o zaman genel sekreter yardımcısı olan Prof. Dr. Adem Baştürk’ün de bu konuda adını anmak isterim, onun da kararlılığıyla bir proje realize edildi: İstanbul için bir deprem master planı çalışması.
Yıl sanıyorum 2000, tam ayını hatırlamıyorum. Sonuç olarak tabii bizim bunu tek başımıza yapmamız söz konusu değildi. Zaten arkadaşlarla görüşüyorduk, diğer üniversitelerdeki arkadaşlarla… Sonuç olarak 4 üniversite, Türkiye’nin bu konuda en yetkin 4 üniversitesi bir araya geldik. Bunlar Boğaziçi Üniversitesi (Kandilli ile birlikte tabii), İstanbul Teknik Üniversitesi, ODTÜ ve Yıldız Teknik Üniversitesi. Sonuç olarak 25 öğretim üyesinin ve onların çok sayıda yardımcılarının yer aldığı bir proje oldu. Bu proje çok kapsamlıydı, yani kapsamı bizim İzmir’de yaptığımızdan çok daha genişti. Şöyle ki, mesela çok uzun vaktimiz olmadığı için detaya giremeyeceğim ama, çok detaylı bir rapor hazırlandı: nihai rapor 2003’te. Konu başlıklarını izin verirseniz belirtmek istiyorum: 1.bölümde mevcut durum tespiti yapıldı. Ondan sonra teknik çalışmalar yapıldı, yani özellikle benim de katkıda bulunduğum mühendislik çalışmaları. Ayrıca imar uygulamaları, hukuki çalışmalar, mali kaynak çalışmaları, eğitim çalışmaları, sosyal faaliyetler ve afet yönetimi. Bu başlıklar altında çok detaylı bir rapor hazırlandı. Rapor şu anda İBB’nin (İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin) Zemin ve Deprem Müdürlüğü’nün web sayfasından indirilebilir. İBB hâlâ o rapordan yararlanıyor ileriye yönelik çalışmalar için.
MNA: Mikro bölgeleme çalışmaları ise daha sonra yapıldı. Onların çok ayrıntılarına girmeyeceğim, daha önceki programlarımızda konuştuk, ama zaten bu özellikle mesela binaların durumuyla ilgili çalışmaları İzmir’deki gibi hasar riski tahmin çalışması olarak burada gerçekleştirmedik. Elimizde envanter bilgileri yoktu. Burada daha ziyade binaları yerinde nasıl değerlendireceğiz konusuna yoğunlaştık. Nasıl, kaç kademeli değerlendirme yapacağız? Bunların yani binaların toplu olarak veya tek tek değerlendirilme yöntemlerini geliştirmeye çalıştık. O zaman biz 2 ekip kurduk bu amaçla, biz Boğaziçi Üniversitesi ile Yıldız Teknik Üniversitesi beraber çalıştık; İTÜ ile ODTÜ de ikinci bir ekip kurdu. Bu iki ekip farklı yöntemler geliştirdi, sonra bunları bir araya gelip tartıştık ve bir şekilde rapora intikal ettirdik. Bunlar önerilerdi o zaman, çünkü yerleşmiş yöntemler henüz daha ortaya çıkmamıştı. Tam o sıralarda işte bütün dünyada zaten bu konuda çalışmalar yapılıyordu.
GE: Evet hocam, bu noktada bir ara verelim, müzik parçamızı dinleyelim. Ondan sonra ikinci bölümde programımıza devam edeceğiz. Evet Açık Radyo’dayız, Altın Saatler programının ikinci bölümündeyiz. Mehmet Nuray Aydınoğlu, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ ve ben programa devam ediyoruz.
İstanbul Deprem Master Planı sonuç verdi mi?
MNA: Evet, şimdi biz bu İstanbul Deprem Master Planı çalışmalarını yaparken bir taraftan da Japon yardım kuruluşu JICA konuya ilgi gösterdi – İstanbul’un deprem çalışmaları konusuna, onlar da İstanbul’da mikro bölgeleme alanında çalışmalar yapmaya başladılar ve bizim İzmir’de yaptığımız çalışmalara benzer şeyler yaptılar, hasar tahmin çalışmaları yaptılar. Bu arada biz de hasar tahmin çalışmaları yaptık bu master plandan bağımsız olarak Kandilli’de Mustafa Erdik ve diğer arkadaşlarla birlikte. Ancak tabii envanterimiz çok yetersizdi, yani İzmir’de yaptığımız gibi bir envanter çalışmasına kalkışmadık, çünkü İstanbul muazzam büyük bir kent. Oldukça kaba bir envanter bilgisiyle yine de bir şeyler yapıldı, biz de yaptık, Japonlar da yaptılar. Aslında bu tür çalışmaları, yani hasar tahmin çalışmalarını daha sonra biz 2009’da tekrarladık, çünkü envanter sonuçları biraz daha gelişmişti o zaman. Tabii deprem tehlikesiyle ilgili bilgilerimiz de daha gelişmişti. Bunlar hâlâ devam ediyor, en son 2018’de yapıldı, yine Kandilli deprem mühendisliğindeki bizden sonraki nesil, genç arkadaşlar devam ediyorlar. Bunların en son raporu da zaten – daha önceki programlarımızda da konuştuk – yayınlandı. Şu anda İstanbul için son tahmin çalışması o çalışma. Yani prensip olarak başta söylediğim Hazus yöntemine dayalı ama tabii o yöntem de kendi içinde, o yaklaşım da çeşitli aşamalardan geçti ve daha da geliştirildi. Arkadaşlar da bu gelişmeleri de dikkate alarak bunu yenilediler. Eminim bundan sonra da devam edecektir çünkü bu dinamik bir süreç.
Evet, İstanbul Deprem Master Planı direkt olarak sonuç verdi mi, vermedi mi? Bu tartışma konusu, ama en azından İstanbul’un o tarih itibariyle durumu yani hukuki çalışmalar, imar durumu, bütün konular ele alındı. Bu konuda şunu da söyleyeyim. Bu yalnız teknik bir çalışma olmadı, mesela özellikle Boğaziçi Üniversitesi’nden ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden şehir plancıları, sosyal bilimciler, hukukçular çalıştı. Bir takım kanunların değişmesi gerektiği, hatta Anayasa değişikliği önerisi bile vardır. Prof. Dr. Fazıl Sönmez, ki daha sonra Anayasa Mahkemesi üyeliği yapmıştır, o zaman Yıldız’da profesördü, onun hazırladığı bir bölüm vardır mesela. Yani meseleye bütüncül bir açıdan yaklaşan değerli bir çalışmaydı. Tabii tam manasıyla uygulandığı söylenemez, tabii kolay bir şey değil. Konu daha sonra bir kenara bırakıldı, ta ki 2019’da yeni Belediye yönetimi gelene kadar. İmamoğlu bu konuyu birincil konu olarak deklare etti, o zamandan beri bir takım çalışmalar yapılıyor, bayağı yoğun çalışmalar yapılıyor, onları da diğer programlarımızda konuştuğumuz için şimdi çok ayrıntısına tabii giremeyeceğim.
Şimdi bu aralarda neler oldu? Geçen hafta söz arasında biraz bahsettiğim gelişmelerden biri de şu: 2000’li yılların başından itibaren İstanbul’da bir yüksek bina inşaatı yaygınlaşması oldu. Özellikle Maslak civarından başlayan. Maslak bizim Kandilli’nin tam karşısındadır. Ben devamlı pencereden bakınca o yüksek binaların birer birer yükseldiğini görünce telaşlanmaya başladım. Çünkü 1990’ların sonunda ve 2000’li yılların başında anlaşıldı ki yüksek binaları normal binalardan daha farklı yöntemlere göre dizayn etmek gerekiyor. Dolayısıyla biz dedik ki “bu durum kötü, yüksek binalar için özel bir yönetmelik hazırlanması lazım”. Ancak Ankara’daki bürokrasi dolayısıyla hemen bir aksiyon olacağını düşünmediğimiz için dedik ki “İstanbul belediyesiyle konuşalım, icabında İstanbul için özel bir “yüksek binalar deprem yönetmeliği taslağı hazırlayalım. Siz bunu uygulayın, diyelim.” O zamanki İBB yöneticileri bunu uygun gördüler ve biz belediyeyle bir protokol yaptık 2007’de ve bunun sonucu olarak 2008’de ‘Yüksek binalar deprem yönetmeliği’ taslağını hazırladık Kandilli olarak. Ben, Mustafa Erdik, Erdal Şafak arkadaşımız. Hatta Erdal Şafak bir de İstanbul’daki yüksek binalar için bir rüzgâr yönetmeliği taslağı da hazırladı. Bunlar taslak halindeydi. Büyük ölçüde o tarih itibariyle Amerika’da, Kaliforniya’da spesifik olarak yüksek binalar için geliştirilen kuralları aldık, onları Türkiye’ye uyarladık, Türkiye’nin koşullarına uyarladık. Gerçekten önemli aşamaydı yüksek bina tasarımı bakımından. Bu yönetmelik taslağını 2008’de teslim ettik belediyeye, belediye bir takım bürokratik nedenlerden dolayı bu yönetmeliği hayata geçiremedi. Evet resmen hayata geçmedi ama bu yönetmelik taslağı de facto olarak (fiilen) o tarihten sonra 2018 yönetmeliğine kadar geçen 10 yıllık dönemde İstanbul’da yapılan pek çok yüksek bina inşaatında kullanıldı. İhtiyari olarak kullanıldı, zorlamayla değil. Çünkü Belediye bunu resmen yayınlamadı ama mühendisler, sorumluluk duyan mühendisler, mesela bu arada ismini özellikle anmaktan mutluluk duyduğum Dr. İrfan Balioğlu’nun yönetimindeki Balkar Mühendislik firmasının mühendisleri – ki Balkar firması Türkiye’de başlangıçtan itibaren yüksek binalar konusunda uzmanlaşmış bir firmadır – uyguladılar. Dr. Balioğlu sağlık nedenleriyle firmasını genç arkadaşlarına devretti, onlar devam ettiriyorlar; ve onların da katkısıyla, ayrıca belediyenin de kendi binaları için ve daha sonra büyük ölçüde Emlak Konut Şirketi’nin kendi binaları için veya yaptırdığı binalar için bu yönetmelik hepsinde kullanıldı. Yani resmi bir yönetmelik olmamasına rağmen önemli hizmet gördü. Tabii yüksek binalar konusunda 2018’den itibaren yeni yönetmelik uygulanıyor, burada yüksek binalar için ayrı bir bölüm var.
Bu dönemde yine benim katkıda bulunduğum başka bir yönetmelik çalışması, DLH Deprem Yönetmeliği çalışmasıdır. Demiryolları, Limanlar ve Hava meydanları İnşaatları Genel Müdürlüğü, kısaca DLH denilen bir genel müdürlük vardı Ulaştırma Bakanlığı’nda. Onların talebiyle DLH kapsamı içindeki bütün yapılar için bir yönetmelik hazırlığı yapıldı. Aslında bir genel yönetmelik hazırlığı yapıldı ve bunun deprem kısmında, yani deprem yönetmeliği kısmında ben görev aldım. Özellikle kıyı ve liman yapıları bu DLH’nın en önemli ilgi alanıydı diyebilirim yakın zamana kadar. Şimdi de aslında DLH’nın yerine geçen Altyapı Genel Müdürlüğü bu işleri yürütüyor. O yönetmelik de 2008’de yayınlandı: bütün iskeleler, rıhtımlar ve diğer liman tesislerinin tasarımı, deprem tasarımıyla ilgili bir yönetmelik. O da önemli derecede ihtiyacı karşıladı.
MT: Ona gelmeden evvel bir şey daha yaptın, İzmir’deki bu yüksek yapılar bölgesindeki plan notlarıyla ilgili çalışman var...
MNA: A evet.
MT: O önemli bir çalışmaydı.
MNA: ‘Pehlivan tefrikasına dönüştürmemek için hızlı gitmeye çalışıyorum ama kısaca bahsedeyim. Bu arada İzmir’de de yüksek bina çalışmaları başladı. Belediye ve İzmir İnşaat Mühendisleri Odası’ndaki arkadaşlar işe baştan müdahale ettiler. Bayraklı bölgesi yüksek binalar için tahsis edilmişti, geçen yılki deprem dolayısıyla çok gündeme geldi biliyorsunuz Bayraklı. Orada yüksek binaların yapılmasına karar verildi, fakat yönetmelik yok. Onun için biz bu İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği taslağını İzmir’e adapte ettik, ama İzmir’deki yüksek binalar Bayraklı’da çok kötü zemin koşullarında, yapılacağı için bunların kazıklı temelleri için de yapı-zemin-kazık etkileşimini içeren ayrı bir bölüm yazdık. Daha sonra bu hemen hemen büyük ölçüde bazı değişikliklerle yeni yönetmeliğimize de aktarıldı – birazdan anlatacağım 2018 yönetmeliğine. Böylece başından itibaren İzmir’deki yüksek binalar belli bir disiplin içinde bu yönetmeliğe göre yapıldı. Bu tabii çok müsbet bir şey oldu. Şunu gösterdi, bu maalesef diğer şehirlerimizde olmayan bir durum: İnşaat Mühendisleri Odası ile belediyenin çok verimli bir biçimde ortak çalışmasıyla oldu. Ben bundan büyük mutluluk duydum, İzmir’e o vesileyle de çeşitli defalar gittim, oradaki mühendislerle bu konuda da spesifik eğitim çalışmaları yaptık, vs.
MT: Başkan Aziz Kocaoğlu da son toplantıya katılmıştı, o da önemliydi.
MNA: Evet evet, hatırlıyorum. Bunu hatırlattığın için Muzaffer teşekkür ederim. Vaktimiz gene azaldı, şimdi 2018 yönetmeliğiyle ilgili gelişmeleri de kısaca özetleyeyim. Deprem mühendisliği alanında gelişmeler dediğim gibi çok hızlı gelişti 2000’li yıllarda, ülkede ihtiyaçlar da gelişti, işte demin konuştuğumuz yüksek binalar, çok daha sofistike binalar, vs. Kentler büyüdükçe arsa sıkıntısı dolayısıyla daha önceleri inşaat yapılmayan zayıf zeminlerde binalar yapılmaya başlandı.
Deprem meselesinin Bayındırlık Bakanlığı’ndan AFAD dönemine geçişi
AFAD’ın kurulması ile daha önce Bayındırlık Bakanlığı’nda Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen yönetmelik hazırlama konusu AFAD’a geçti. Aralık 2012’de AFAD 15 kişilik bir komisyon kurdu, benim de içinde bulunduğum. Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden ve kamudan katılanlardan oluşan 15 kişilik bir komisyon. Bu komisyonun ilk çalışmasını hemen aynı tarihte Aralık 2012’de yaptık. Tabii daha kapsamlı bir yönetmelik hazırlanması fikri oluştu komisyonda. Çok sayıda alt komisyon kurduk, hemen hemen her bölüm için birer tane. Ama bölümlerin sayısını da arttırdık. Dolayısıyla alt komisyonların sayıları çok fazla oldu. Alt komisyonlar çalışmaya başladı, fakat bir müddet sonra bunların koordinasyonu problemi ortaya çıktı. Çok sayıda alt komisyon kurmak belki de bu konudaki bütün uzmanların katkılarını sağlamak bakımından iyi bir şeydi ama koordinasyon sıkıntısı çekmeğe başladık. Bu arada AFAD’daki yöneticiler de – tabii bu konuda ilk uygulamaları olduğu için tecrübesizlerdi maalesef – AFAD kurulurken Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışan yetkili ve bilgili bürokratlar buraya geçmediler. Burada yeni bir kadro kuruldu ve bu konuya pek yakın olmayan bürokrat arkadaşlarla çalıştık AFAD’da. Tabii konu geniş tutulunca biraz fazla zaman geçti, üst yönetim de konuyu biraz sıkıştırmaya başladı, biz de telaşlandık. Yeni bir şey yaparken kolay değil, bunlar zaman alıyor. Çok uzun toplantılar yapıyoruz, tartışıyoruz, hemen fikir birliğine varmak mümkün değil, çoğu konular yeni konular çünkü. Böyle epey sıkıntılı bir dönem geçirdik, çok çalıştık. Ben kişisel olarak hayatımın neredeyse 5 yılını bu yönetmelik için verdim ve kişisel olarak çok yıprandım. Ankara kapı komşumuz oldu, devamlı Ankara’ya gittik, toplantıların büyük çoğunluğunu Ankara’da yaptık.
Sonuç olarak, bu süreçten sonra baktık ki bu alt komisyonların koordinasyonunda çok sıkıntı çekiyoruz, 6 kişilik özel bir koordinasyon komitesi oluşturduk, adına da “eşgüdüm komitesi” dedik. Bunun başına ben geçtim, ondan sonra biraz daha hızlandık ve daha sistematik çalışmaya başladık, alt komisyon çalışmalarını değerlendirerek. Sonuçta, aslında 2017’de yönetmelik bitmişti, ondan önce Haziran 2016’da Ankara’da çok yeni geniş kapsamlı, 400 kişinin katıldığı bir çalıştay yaptık. Yeni taslağı sunduk, o zaman hemen hemen şekillenmişti, 2017’de ise bitirdik. O sırada hükümet değişti, AFAD’da değişiklikler oldu, vs., Konu 2018’e kadar sallandı, yani yayınlanması bir sene filan gecikti. Sonuçta Mart 2018’de yayınlandı. Aynı anda paralel yürüyen bir çalışmayla, o da çok önemli bir gelişme tabii, Türkiye Deprem Tehlikesi Haritası da hazırlanmıştı başka bir komisyon tarafından. O da yayınlandı aynı gün, ikisi de Resmi Gazete’de 18 Mart 2018’de yayınlandı. Her iki doküman da, yani yönetmelik ve harita 2019 yılı başında yürürlüğe girdi, o zamandan beri uygulamada kullanılıyor resmi olarak.
Bir öncekine göre yaklaşık iki katı hacimde, 400 sayfadan fazla şimdi yeni yönetmelik, ve pek çok yeni konuyu kapsayacak şekilde ve mevcut konuları da genişletecek şekilde hazırlandı. Bu bağlamda mesela daha önceki yönetmeliklerde olmayan yüksek binalar için, deprem yalıtımlı binalar için, yani taban izolasyonlu dediğimiz binalar için özel bölümler hazırlandı. Bunlar daha önce yoktu. Daha önce İzmir dolayısıyla belirttiğim gibi çok kötü zeminlerde yapılacak büyük temel sistemlerinin yapı-zemin-kazık etkileşimini de içeren çok ayrıntılı bir zemin bölümü hazırlandı. Betonarme binalar, prefabrik betonarme binalar, çelik binalar, hafif çelik binalar -- ki bu da yeni bir gelişme mesela, hafif çelikten yani soğukta şekil verilmiş çelikten yapılan çok yüksek katlı olmayan binalar bunlar. Ayrıca yığma binalar, ahşap binalar ve dediğim gibi temellere ilişkin yeni bölümler çok ayrıntılı bir biçimde hazırladı.
Sanıyorum oldukça iyi yönetmelik oldu, tabii biraz zaman aldı, ama 2012 sonunda başladığımızı düşünürseniz 5 yıllık bir sürede bu yönetmeliğin hazırlanması bence oldukça başarılı bir çalışma olduğunu gösteriyor. Ancak AFAD bizim geç kaldığımızı ifade ederek bizi hep eleştirdi. Hatta onu da söyleyeyim, şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan o zamanki AFAD Başkanı Fuat Oktay bize çok tarizde bulunmuştu. Hatta bir ara “acaba Fuat Bey bizi azledecek mi?” diye de düşünmeye başlamıştık, ama neyse sonuçta bitirdik.
Yönetmelikte getirilen çok önemli bir yenilik var, ondan da söz etmek istiyorum: “Tasarım gözetmenliği” diye bir sistem getirdik. Böyle bir sistem Türkiye’de yoktu, bu kapsamda amacı neydi bunun? Yönetmeliğe bir takım özel konular girdi, örneğin yüksek binalar, deprem yalıtımlı binalar, özel temel sistemleri filan. Bunlar her mühendisin yapabileceği işler değil ve bunların çok sıkı bir biçimde denetlenmesi gerekir. Türkiye’de bir proje denetim sistemi maalesef yok, bunu biliyoruz, kâğıt üstünde var. Yapı Denetimi Kanunu içinde sözümona proje denetimi de var ama kimse uygulamıyor ve “yapı denetim firmaları da niye yapmıyor?” diye kimse onlara bir şey sormuyor. Bunlara belediyeler kendi imkânlarıyla biraz bakmaya çalışıyorlar ama belediyelerin de kadroları yeterli değil, zaten bunlarla belediyelerin başa çıkması mümkün de değil.
Bizim yetkin mühendislik konusunda 30 senedir bağırıp çağırmamızın, konuyu gündemde tutmamızın en önemli nedenleri işte bunlardır. Sonuç olarak, bütün konularda değil ama hiç değilse bu özel konularda, yani birkaç özel konuda özel bir denetim sistemi getirelim, dedik. Nitekim, 5-6 tane özel konu tespit ettik. Yönetmeliğin birinci bölümünde dedik ki: “Bu konularda özel bir tasarım gözetmenliği sisteminin uygulanması zorunludur.” Bunun bütün ayrıntısını yazmadık, sadece konuları belirttik yönetmelikte ve uygulamanın düzenlenmesini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bıraktık. Bakanlık da 2019 başında bir tebliğ yayınlayarak – şu sıralarda o tebliğ bir yönetmelik haline dönüştürülüyor – bir “Özel Binalar Mühendislik Komisyonu” kurdu. Bu komisyon 2 akademisyen, 1 AFAD ve 2 bakanlık temsilcisinden oluşan 5 kişilik komisyon. Bu komisyonun başından bu yana ve halen ben de üyesiyim. Üyesi de olmak istedim özellikle bu sistemin iyi yürütülmesi, başlangıçta iyi oluşturulması bakımından, hâlâ çalışıyoruz. Bu 5 kişilik komisyonda başvuran uzman arkadaşlarımıza sözünü ettiğimiz özel konularda “tasarım gözetmeni” sertifikası veriyoruz. Bunun koşulları Bakanlık tebliğinde açık olarak belirtildi, belli kriterlere göre. Mühendis arkadaşların tüm deneyimleri, yaptıkları projeler, vs. her şey sıkı bir biçimde değerlendiriliyor, titiz bir biçimde. Şimdiye kadar 33 uzman mühendise bu sertifika verildi. Özellikle yüksek binalar ve yalıtımlı binalar konularında sanıyorum çok başarılı oldu. Diğer alanlarda bazı konularda bir takım sorunlar çıktı, ama onlar da zaman içinde düzeltilecektir. Özellikle yüksek binalar konusunda hakikaten pek çok yanlışın, pek çok yanlış uygulamanın bugüne kadar önlendiğini memnuniyetle öğreniyoruz bu tasarım gözetmeni arkadaşlarımız tarafından. Bu arkadaşlarla belirli dönemlerde toplantılar yapıp onların çalışmalarını değerlendiriyoruz.
Konukluktan programcılığa
GE: Burada bitirmek zorundayız hocam, süremizi tamamladık. Çok az bir kısmımız kaldı.
MNA: Son bir şey söyleyeyim mi?
GE: Lütfen.
MNA: 1-2 konuyu anlatamadım ama atlamamam gereken son birşey var; sağolun 4 programda bana bir olanak sağladınız. Biraz da kendi hayatımdan bahsederek, kendi deneyimlerimden bahsederek bu 50 yıllık hikâyeyi aktarmaya çalıştım.
Bunun sonunda söylemek istediğim çok önemli bir husus var: Ben 2000 yılında tahmin ediyorum, daha doğrusu 99 depreminden sonra o zaman Altın Saatler programını 99 depremi dolayısıyla başlatan değerli arkadaşlarım Gürhan Ertür ve Argun Yum’un davetlisi olarak, konuk olarak Altın Saatler programlarına katılmaya başladım. Tam olarak ne zaman başladığımı hatırlamıyorum, herhalde 2000’li yıllar olabilir veya 99’un sonları olabilir. Sağ olsunlar, arkadaşlarım giderek daha çok sayıda programa beni davet ettiler ve bir noktadan sonra benim de programcı olmamı önerdiler. Bu benim tabii çok mutlulukla karşıladığım bir davet oldu ve o zamandan beri Açık Radyo ailesine – ki Açık Radyo Türkiye’nin kültür yaşamının bana göre temel direklerinden biridir – katılmış oldum. Bu benim hem mesleki hayatım bakımından, hem de entelektüel hayatım bakımından çok önemli bir deneyim oldu. Bunun için değerli arkadaşlarıma çok teşekkür ederim bana bu imkânı sağladıkları için. Bu sayede çok değerli arkadaşlıklar kazandım. Başlarda ben bütün programlara katılmıyordum, çok yoğun bir mesleki hayatım olduğu için, 4 haftada bir katılıyordum ama son 2 yıldır artık sürekli olarak katılıyorum ve katılmaktan da çok büyük mutluluk duyuyorum, çok büyük keyif alıyorum. Tekrar arkadaşlarıma ve Açık Radyo’ya teşekkür ederim. Böyle bitirelim isterseniz.
GE: Hocam, biz de size minnettarız çok teşekkürler, sağolun. Programın kalitesini o kadar yükselttiniz ki dinleyici sayımızı da arttırdınız sanıyorum…
Açık Radyo Altın Saatler programında bu hafta Nuray Aydınoğlu hocamızla birlikte onun 50. akademik yılı vesilesiyle “50 yılda dünyada ve Türkiye’de deprem mühendisliği nereden nereye geldi?” konusu üzerine dördüncü ve son programımızı gerçekleştirdik. Gelecek hafta yeni bir Altın Saatler programında görüşmek dileğiyle hoşça kalın.
MNA: Hoşça kalın!
EC: Hoşça kalın!
MT: Hoşça kalın, iyi günler!
(Program deşifresini hazırlayan Dilek Hepgüler'e teşekkür ederiz.)