Ötekinin Ötekisi Olmak: Uşaklı Roman Aleviler

-
Aa
+
a
a
a

Gündelik Hayatın Sosyolojisi'nde Ayşe Berna Uçarol, Ozan Doğan ile "Ötekinin Ötekisi Olmak: Uşaklı Roman Aleviler" araştırması üzerine söyleşiyor.

""
Ötekinin Ötekisi Olmak: Uşaklı Roman Aleviler
 

Ötekinin Ötekisi Olmak: Uşaklı Roman Aleviler

podcast servisi: iTunes / RSS

Ayşe Berna Uçarol: Bir Gündelik Hayatın Sosyolojisi programından daha merhabalar. Bugün stüdyo konuğumuz Ozan Doğan ile Uşaklı Roman Aleviler üzerine sohbet ediyor olacağız birazdan. Konuğumuzu her zaman olduğu gibi sizlere tanıtmak istiyorum. Dr. Ozan Doğan lisans eğitimini Afyon Kocatepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecesini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji bölümünden aldı. Katmanlı Ötekilik: Uşaklı Alevi Romanlar Örneği başlığını taşıyan doktora tezinde Uşaklı Alevi Romanların etno-dinsel ve kültürel birikimleriyle grup içi dışlanma pratiklerini inceledi. Edebiyat, sosyal tarih, hafıza, etnisite ve inanç başlıkları ekseninde çalışmalarını sürdürüyor. Şu sıralar ise güncel olarak yoğunlaştığı çalışmalar, Domları konu edinen belgesel projesi ve bilimsel danışma kurulunda yer aldığı Alevi Ansiklopedisi. Hoş geldiniz Ozan.

Ozan Doğan: Hoş bulduk. Merhabalar.

A. B. U.: Merhabalar. Bir sosyal bilimci olarak merak ve ilgi alanlarınız nasıl bugünlere sizi getirdi? Aslında sizin mesleki hikayenizi öğrenmek için bir soruyla sohbetimize geçelim. Söz sizde.

O. D.: Çok teşekkür ederim. Aslında çok uzun ve karmaşık yollardan geçen bir hikaye var. Biraz belki de çok dilli ve çok kültürlü bir ortamda doğup büyümenin etkisiyle şekillenen çok yönlü ilgi alanlarından bahsedebilirim. Çok dilli ve çok kültürlü bir ortamda büyümenin farklı tanıklıklar, farklı pencereler, farklı bakış açıları ve karşılaşmalar doğurduğuna tanık oldum çocukluk döneminden itibaren. Dolayısıyla bu farklılıklar içerisinde bireylerin karşılaşmaları, hatırlama biçimleri, kültürleri, farklı kültürlerle olan ilişkilerine dair izlenimlerine tanık olmak hep belleğimde yer edinen, beni şekillendiren bir nokta olarak var ola geldi. Daha sonra edebiyat eğitimi ile başlayan serüvende ise edebiyatın sosyoloji ile iç içe geçmiş halleri, oradaki tanıklıklar, birikimler, gündelik hayatın sosyolojisinin aslında sosyolojinin bir bütün olarak hayatın farklı alanlarına nüfuz eden alanlarını gördükçe de hem edebiyat hem sosyoloji alanında var olan ilgiler harmanlanarak bugüne evrilmiş oldu.

A. B. U.: Güzel bir evrilme olmuş. Peki bugün, üzerine birazdan konuşacağımız hem de doktora teziniz olan araştırmada “neden Uşak?” diye başlayalım isterseniz? Neden Uşak? Biraz bize Uşak'tan bahsedebilir misiniz? Uşak nasıl bir kenttir? Uşak'ın nasıl bir sosyal dokusu vardır? Ve neden siz Uşaklı Romanlar üzerine bir çalışma yürütmek istediniz? Ve akabinde de bir soru daha sormuş olayım. Bu yaptığınız çalışma ve bir süre sonra kitaplaşacak sanırım. Daha önce Romanlarla ilgili Türkiye'de benzer bir çalışma var mı? Sizin çalışmanızı farklı kılan nedir?

O. D.: Teşekkür ederim. Uşak, İç Batı Ege'de kalıyor. Etrafında Afyon, Manisa, Kütahya ve Denizli'ye komşu olan bir il. Anadolu'nun birçok kenti gibi aslında çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir yer. Hititlerin, Friglerin, Lidyalıların, Roma'nın, Bizans'ın, Selçuklu'nun ve Osmanlı'nın birikiminin Uşak'ın potasında eridiği bir yer. Dolayısıyla uzun kültürel ve tarihsel bir birikime sahip bir kent aynı zamanda Uşak. Doğal güzellikleri ve tarihsel güzellikleri de bu yönüyle bağrında barındıran bir yer. Bu bakımdan dinleyicilerimiz de belki merak ederse, işte dünyanın ikinci büyük kanyonu Uşak'ta yer alıyor, Ulubey Kanyonu. Çok güzel, müthiş bir yer. Aynı zamanda kanyon içerisinde montanizmin ilk temsilcilerinin yerlerinin bulunduğu yerler yine kanyon içerisinde yer alıyor. Bununla birlikte Clandras Köprüsü ile daha farklı kültürel ve tarihsel birikimi ile yüklü bir kent. Elbette tez konusu olarak Uşak'ı seçmem bu nedenlerden kaynaklanmıyor tabii ki. Bunların önemli bir payı olmakla birlikte... Uşak, Romanlar özelinde aslında birçok kent gibi öne çıkan yerlerden bir tanesi. Uşak'ı farklı kılan yönlerden bir tanesi çalışma açısından kentte 10-12 bin dolayında yaşayan bir Roman topluluğu mevcut. Ve bununla birlikte bu topluluğun Alevi inancıyla tanışma biçimleri de yaklaşık 200 yıla uzanıyor. Ve buna ek olarak yine yaklaşık 40 yılı bulan bir cemevi pratiğinin Uşak'ta sergilenmesi, çalışmanın sahası olarak Uşak'ı tercih etmeme vesile olmuş oldu. Ve yine çalışmamın farkı, yani Uşak'ı çalışma alanı olarak seçerken, bu çalışmanın farkı ne sorusunu ise, hem Alevi çalışmaları içerisinde hem Roman çalışmaları içerisinde yapılmış çalışmalara bakıldığında, aslında Romanların dini inançlarını konu alan, dini ve kültürel birikimlerini aslında konu edinen çalışmaların sınırlılığı ve bununla birlikte özellikle Alevi literatürüne bakıldığında benzer bir sınırlılık o alanda da kendisini gösteriyor. Yani Alevi inancını benimsemiş Romanlara ilişkin yapılmış çok sınırlı çalışmalar mevcut. Kitaplar ve tezlerde kimi atıflar var. Ama ilk defa bu çalışma vesilesiyle Uşak özelinde Alevi Romanların inançları bilimsel bir çalışmaya konu oldu. Ve bulguları itibariyle de literatüre katkı yapan bir çalışmanın ön plana çıktığını söyleyebilirim.

A. B. U.: Peki, biraz bize sahanızdan bahsedebilir misiniz? Onu da bir sosyoloji programı olduğu için biraz sormaya özen gösteriyorum konuklarımıza gelen, araştırmacı konuklarımıza. Sahanızı ne kadar sürdü? Kimlerle görüşme yaptınız? Toplumsal cinsiyet dağılımı nasıldı?

O. D.: Saha yaklaşık iki yıl sürmüş oldu. Toplamda dört saha ziyareti gerçekleştirdim. Saha ziyaretleri içerisinde kadın ve erkek görüşmeci sayısının birbirine yakın olmasını özellikle özen gösterdim. Doksan bir derinlemesine görüşme, yedi odak grup görüşmesi gerçekleştirdim. Toplamda 129 bireyle gerçekleştirildi çalışma. Kadın ve erkek dağılımının yakın ya da eşit olması önemli çünkü kadının ve erkeğin gündelik yaşamdaki tanıklıkları, gündelik yaşama katılma biçimleri farklı. Dolayısıyla bireylerin bu farklılığı onların alımlama biçimlerini, karşılaştıkları olaylara karşılık verme biçimlerinde de bir takım farklılıklar ortaya çıkartıyor. Dolayısıyla kadınların, örneğin Alevi inancını benimseme ve onu gündelik hayatlarında yansıtma biçimleriyle erkeklerin yansıtma biçimlerinde kimi farklılıklar var. Özellikle saha görüşmelerinde evlilik yaşı mesela 16-17'ye kadar inebiliyor kadınlarda. Erkeklerde 19-20. Dolayısıyla hem evlilik yaşının düşük olması hem çok daha küçük yaşlarda anne baba olma ve sonrasında çocuk sahibi olma durumları eklendiğinde aslında çok genç yaşlarda bir aile kurumunun içerisine giren, aile kurumunun getirdiği bir takım sorumlulukları da yüklenmeye çalışan ve kadınlar üzerinde özellikle ev içi işlerin ve çocuk bakımının ön plana çıktığı, erkekler açısından ise günlük hayatı şekillendirme çerçevesinde bir pratiğin ön plana çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla bu farklı grupların inancı alımlama ve pratik olarak buna bunu günlük hayatlarında yansıtma biçimlerinde farklılıklar kendisini gösteriyor. Ek olarak yaş grubu 18-85 olarak belirlendi. Yaptığım görüşmelerde üç grup kendiliğinden aslında ön plana çıkmış oldu. Dolayısıyla üç kuşaktan aslında bahsedebiliriz. Birinci kuşak 18-25 yaş arası olarak ifade ettiğimiz genç kuşaktı. Orta yaşta. Evet, yani diğeri orta yaş grubu işte o yirmi beş, otuz beş yaş. Hatta yirmi beş, altmış dört olarak ifade edebiliriz. O kısmı biraz daha geniş tuttuk. Ve altmış dört yaş üstü, yani altmış beş yaş üstü olarak ifade ettiğimiz bir grup, yani üç kuşak aslında çalışmada kendisini göstermiş oldu. Ve üç kuşağın hatırlama biçimleri, inançla ilişkilenme biçimleri, onu alımlama biçimlerindeki farklar çalışmanın da aslında yoğunlaştığı çok önemli şeylerden bir tanesi olarak karşımıza çıktı. Örneğin 86 yaşındaki bir kadın bireyin Alevi inancını alımlaması ile 18 yaşındaki bir gencin alımlaması arasında ciddi farklar söz konusu. Ve yine bu kuşakların örneğin 86 yaşındaki bir bireyin içerisine doğduğu dünya ile bugün yaşamış olduğumuz dünya arasında çok önemli farklar var. İşte biri örneğin daha konar göçer bir dönemde hayata gözlerini açarken çadırlarda oradan oraya göç ederken birisi de artık yerleşik hale gelmiş, kentin sorunlarıyla boğuşan bir ortamda nefes alıyor. Dolayısıyla bu farkların tamamı sahayı dinamik olarak şekillendiren bir aşamaya taşıdı.

A. B. U.: Peki, Uşaklı Romanlar homojen bir grup mu? Biraz buradan devam edelim isterseniz.

O. D.: Çok güzel bir soru Berna Hanım. Homojen bir grup değil. Aslında sadece Uşakta değil, Türkiye'nin hemen her yerinde Romanlar homojen bir grup değil. Bu bakımdan aslında teze Roman ismini vermemiz de bu yönüyle kendi içerisinde bir şey. Yani tezde de bunu ifade ettim. Aslında negatif bir yön. Çünkü Roman olarak ifade ettiğimiz grubun tamamı aslında etnik olarak Roman değil. O gruplar da kendi içerisinde işte Rom, Dom, Lom gibi farklı etnik gruplara ayrılıyor. Bununla birlikte Roman olmayan, yani dışarıdakinin gözünde Roman ya da tırnak içerisinde "çingene" olarak adlandırılan gruplar büyük oranda çingene ya da Roman değiller. Abdallar örneğin genellikle bu gruba dahil ediliyor ama Abdallar da yine çalışma ekseninde bu şeye dahil edilmedi. Dolayısıyla Uşak'ta homojen bir gruptan bahsetmiyoruz. Kendileri öz etnik olarak, işte kendilerini demirci, elekçi ve sepetçi olarak adlandıran üç farklı grup var burada. Sepetçiler etnik özellikleri ve dil özellikleri bakımından aslında Roman olan grubu oluşturuyor. Yine saha görüşmelerinde demircilerin kendilerine ilişkin aktardıkları bilgilerden kökenlerinin İran'a dayandığı ve Farsçadan etkilenmiş, kendilerine ait bir dil kullanıyorlar. Bir demirci dili var. Yine kendilerinden derlediğimiz sözcüklerde de bu farkı görmüş olduk. Üçüncü grup ise elekçiler. Onlar ise Lom olarak adlandırılan grup. Uşak'ta demirciler en kalabalık grubu oluşturuyor. Demircilerden sonra elekçiler yani Lomlar ikinci kalabalık grubu oluşturuyor. Ve bununla birlikte sepetçiler yani etnik özellikleri bakımından aslında Roman olan gerçek grup Uşak'ta çok sınırlı bir nüfus teşkil ediyor. Aslında yok denilecek kadar az bir grup sepetçiler. Daha çok evlilik yoluyla Uşak'a gelmiş ve Uşak'a yerleşmiş bir gruptan bahsediyoruz. Bu bakımdan Uşak'ta homojen bir gruptan bahsetmediğimizi söyleyebiliriz. Roman isminin tercih edilmesinde ise özellikle Roman açılımından sonra Türkiye'nin birçok yerinde Roman dernekleri kurulmaya başlandı. Aynı durum Uşak'ta da kendisini gösterdi. Uşak'ta iki aktif Roman derneği var. Bununla birlikte Cemevi bünyesinde kurulan bir Alevi Kültür Derneği var. Bu grupların tamamı günlük hayatta kendilerini Roman olarak ifade ediyorlar. Hem argümanlar hem dernekler üzerinden gerçekleştirilen faaliyetlerde de Roman kimliği üzerinden Uşak'ın günlük hayatına dahil olma, kendilerini var etme ve kendilerine yönelen basınç karşısında günlük hayata dahil olarak kendi hayatlarını devam ettirebilme çerçevesinde şekillenen bir tutum var. Dolayısıyla hem farkları ifade eden ama bununla birlikte de Roman ismi günlük hayatta bu gruplar tarafından da kullanıldığı için tezde de Roman ismi tercih edildi. 

A. B. U.: Merak ettim. Şimdi üç gruptan bahsettiniz. Sepetçi, Demirci ve Elekçi aynı zamanda bir meslek isimleri. Bununla ilgili bulgunuz var mı? Bize aktarabileceğiniz.

O. D.: Evet, mesleki adlandırmalar tam da Berna Hanım bahsettiğiniz gibi. Örneğin demirciler yüzlerce yıldır bu demircilik zanaatını yapıyorlar. Tabi günlük hayatın artık değişmesiyle birlikte Uşak'ta şu an fiili olarak demirciliği yapan son bir tane usta kalmış durumda. Ama yüzlerce yıldır Uşak'ta, Kütahya'da ve muhtemelen Kütahya'ya gelmeden önce başka yerlerde demircilik zanaatını yapan bir gruptan bahsediyoruz. Ve kendileriyle yapılan saha görüşmelerinde de demirci ustalarının zamanında Uşak'ta çok saygı gördüğünü bahsettiler. Benzer şekilde elekçiler de tarım havzası olduğu için alanda sepet ve benzeri eşyaları yaparak yine geçimlerini sürdürüyorlar. O da ayrı bir kol olarak kendisini gösteriyor. Sepetçiler de benzer şekilde yine mesleki bir zanaat olarak kendisini gösteriyor. Ama günlük olarak yani şu an Uşak'ta bir demirci ustasından bir de elekçi ustasından bahsedebiliyoruz. Artık çok fazla günlük hayatta da karşılığı olmayan meslekler çünkü bir taraftan da. Dolayısıyla zamanında çok büyük bir saygınlık belirtisi olarak bu grupların yaşamlarında var olan, gündelik hayatlarını sürdürmelerine vesile olan birer mesleki kolken, bugün günümüzde artık çok fazla kullanılmayan daha çok ismen, grupların kendilerini adlandırdığı bir duruma dönmüştür.

A. B. U.: Ama burası ilginç meslekle özdeşleşmeleri. Peki, Uşak'ta Roman Alevilerle, Roman olmayan Aleviler arasında ilişkiler, karşılaşmalar?

O. D.: Evet, bu soruyu biraz da aslında Roman ve çingene adlandırmasına ilişkin tutumla da ya da farklı da bağlayarak cevap verebiliriz. Yani Türkiye'de ve Türkiye dışındaki alanlarda genel olarak çingeneliğe ilişkin aslında adlandırmalar ya da yaftalar hepimizin malumu. Çok o konuya aslında uzun uzun değinmeye gerek yok. Çingene dediğimizde çünkü hepimizin aslında zihin dünyasında şekillenen kimi imajlar var. Çocukluk dönemlerimizden belki şu an komşuluk ilişkilerine varıncaya kadar tanık olduğumuz bir sürü imaj var. Bir sürü olumsuz imajla kendisini gösteren bir durum var. Dolayısıyla genellikle çingene dendiğinde işte hırsız, suçlu, kirli, pis gibi işte bir ton yaftayla aslında kendisini gösteren bir imaj var. Bu imaj sadece Türkiye'ye has bir şey değil tabii ki. Türkiye dışı alanlarda da benzer imajın çalıştığı ve bu alanlarda da benzer söylemlerin yayıldığını görüyoruz. Sahada görüştüğüm bireylerin hiçbirisi ben çingeneyim diye şey yapmadı. Çünkü sadece görüşülen bireyler değil, hiç kimse kendisini olumsuz imajlarla bilinen bir şeyle adlandırmak istemez elbette. Dolayısıyla haklı olarak da bireylerin hiçbirisi ben çingeneyim demedi. Daha çok biraz önce adlandırıldığı gibi mesleki adlandırmalarla kendilerini ifade ettiler. Bu nedenle eğer bireyler kendilerini ben çingeneyim diye ifade etmiyorlarsa onlara yani onları çingene olarak çağırmak, çingene olarak seslenmek doğru bir tutum olmasa gerek. Dolayısıyla aslında tezin önemli şeylerinden bir tanesi de Roman Alevilerle, Roman olmayan Alevilerin karşılaşmalarıydı. Bu bağlamda 23 tane Roman olmayan Alev'yle de görüşme gerçekleştirdim, Türk ve Kürt Alevilerle. Onların Roman Alevilere bakışı neydi? Roman Alevi deyince, örneğin bireylerin zihin dünyalarında şekillenen şeyler nelerdi? İşte günlük sohbetler ve bir takım sorular yöneltildiğinde aslında Romanlara ilişkin imajların Alevi toplumu içerisinde de, yani Roman olmayan Aleviler içerisinde de benzer şekilde kendisini gösterdiğine tanık oldum. Örneğin Uşak'ta kırk yılı bulan bir cemevi pratiği var. Ve yine yapılan görüşmelerde ve iki yıllık saha gözlemlerinde mevcut cemevine Roman Aleviler dışında, mesela Türk ve Kürt Alevilerin yoğun bir gidişi söz konusu değil ve yine görüştüğüm bireyler de yani kırk yıldır çok yoğun bir birliktelik sağlanamadığını ifade ettiler. Yani dolayısıyla sadece aslında bir şeyin varlığından ziyade yokluğu da bir takım şeyler anlatıyor. Yani bir şey var olduğunda onu görmek, belki karşılaştırmak üzerine bir takım çıkarımlar yapmak olası. Ama bir şey olmadığında da üzerine bir takım şeyler söylemek, çıkarımlarda bulunmak olası. Bir şeyin yokluğu da çünkü çok şey anlatıyor. Örneğin yaptığım görüşmelerde işte birçok kişi “Uşak'ta cemevi var mı?” dedi. İşte cemevinin varlığından haberdar olmayan bir kitle var. Ya da cemevinin konumunu söylediğinizde “Orası Çingene Mahallesi değil mi?” söylemi mesela kendisini göstermişti. Dolayısıyla Uşak'ta aslında Roman olmayan Alevilerle Roman Alevilerin karşılaşmaları yok denecek kadar az. Aslında gündelik hayatta baktığımızda sadece Alevi Romanlarla Alevi olmayan Romanların değil, aslında birçoğumuzun Romanlarla karşılaşmalarına baktığımızda yaşadığımız kentte ya da mahallede aynı bir arada olmama ya da aynı mekanı paylaşmama durumunun farklı şekillerde kendisini gösterdiğini görüyoruz. Dolayısıyla Uşak'ta da aslında bir ne diyelim bir araya gelme halinden bahsedemiyoruz.

A. B. U.: İlişkilenme halinden.

O. D.: Evet, bir ilişkilenme halinden bahsedemiyoruz. Bununla birlikte birçok birey aslında türbe ziyaretlerinde, Uşak dışında farklı alanlarda gerçekleşen etkinliklere ya da şölenlere gittiklerinde orada da dışlayıcı bakışlarla, dışlayan tutumlarla karşılaştıklarını ifade ettiler. Bu yönüyle o karşılaşmaların da aslında bir yönüyle gerilim yüklü olduğunu ifade edebiliriz. Tırnak içinde çingeneliğe ilişkin var olan imajlar tekrarlıyor. 

A. B. U.: Tekrarlıyor değil mi?

O. D.: Evet, tekrarlıyor. Ve Roman olmayan gruplar içerisinde de kendisini gösterdiği ve bunun da çeşitli şekillerde bir dışlama tutumu olarak kendisini gösterdiği pratiklerden bahsedebiliriz Uşak özelinde.

A. B. U.: Ve bahsettiğiniz şeylerinin arasında görünmeyen sınırlar da var büyük bir ihtimalle. Kent içinde yani Uşak özelinde. 

O.D.: Tabi, tabi ki.

A. B. U.: Peki böyle bize aktarabileceğiniz iki yıl sahada kalmışsınız, gitmeli gelmeli anladığım kadarıyla. Anekdotlarınız var mı? Anlatabileceğiniz sahaya dair. Size böyle umut veren, çünkü her sahada bir şekilde tabii ki yorgunlukları, başka bir sürü dertleri de olabiliyor bazen ama böyle insana umut veren, hayata dair umut veren pencereler de bazen açıyor. Aslında tam öyle bir şey sormaya çalışıyorum galiba.

O. D.: Hem umut veren şeyler, ama bununla birlikte tabii daha ne diyelim, umut vermeyen ya da geçmişe dair de daha üzücü bir takım şeylerle de karşı karşıya kaldım. Saha içerisinde bir anekdot olarak ifade edeceğim şeylerden bir tanesi bir araştırmacı olarak sahaya gittiğinizde hani sizin söylemlerinizin, gözlemlerinizin, bilginizin sahayı tabii çok şekillendirmesinden endişe duyarak mesela bireyler çok fazla şey sorusu geliyordu. İşte Romanların kökenine ilişkin hocam bilginiz var mı? Ya da Alevi Romanlara ilişkin bilginiz var mı? Nereden geldik gibi şeyler. Ben uzunca süre yani yaklaşık iki sene kadar hiçbir şey söylemedim. Çünkü ilk iki ziyarette de biraz karşılıklı birbirini tanıma durumu söz konusuydu. Haliyle Romanların maruz kaldığı ötekileştirmenin boyutu düşünüldüğünde onlar da dışarıdan bir bireyin kendilerini araştırmaya gelmesiyle birlikte. Dolayısıyla siz de yabancısınız aslında bir bakıma topluma. Dolayısıyla o birbirini tanıma durumu içerisinde bu uzun sessizlikler altında artık bireyler, ya hocam siz de anlaşılan bir şey bilmiyorsunuz. Artık biz size öğretmeye başlayalım dediler. O çok güzel şeylerden bir tanesiydi ve iki yılın sonunda artık o konuşmalar özellikle bireyler tarafından daha uzun sürelere varmaya başladı. 86 yaşında bir kadın görüşmecinin aktardığı bir şey vardı. O beni çok etkileyen şeylerden bir tanesiydi. Kendisi bu arada 2025’in ilk aylarında vefat etti. O çocukluk dönemlerine ilişkin bir şey anlatmıştı. Uşak, merkeze yakın bir köyde ikamet ediyorlarmış ve o dönemde babaannesi vefat ediyor. Köylüler cenazeyi köye defnetmelerine izin vermiyorlar ve biraz darp ediyorlar. Köyün dışına çıkartılıyorlar. Ve daha sonra onlar da cenazelerini 86 yaşındaki kadının aktarımıyla tren yolunun alt tarafına gömüyorlar. Ve daha sonra yıllar geçtikçe o tren yolunun alt tarafına 3-4 kişi daha defnediliyor. Ve tabii yıllar geçtikçe şehir de büyüdükçe artık defnedilen alanın da kaybolduğu, insanların mezarını da bulamadığı bir durum kendisini göstermişti. Bu aslında şeyde, bu İstanbul Ansiklopedisi'ni okurken de bir şey Reşat Ekrem Koçu'nun çingenelere ilişkin geçen şeyinde de işte bir beddua olarak "çingene mezarı gibi yok olasın" ibaresi vardı. Yani Koçu'nun da kitabını aktardığı bu beddua ile kadının aktarımı arasındaki o şey beni gerçekten çok sarsmıştı. Bu önemli şeylerden bir tanesi olarak ön plana çıkmıştı. Bir de yine son Sepetçi Ustası'nın bir aktarımı vardı. Lomca konuşuyor kendileri ve Lomca Ermeni dilinden çok Ermeni dilinden etkilenen dillerden bir tanesi ve kendisinin dilinin Ermenice'den etkilenmesine ilişkin şey de Hrant Dink'in vurulmasına ilişkin bir şey olarak aktarmıştı. İşte Hrant’ın eşinin ağıdını duyunca işte dilimizin Ermenice ile olan yakınlığını o zaman fark etmiştim ve tüylerim ürpermişti demişti. O da yine bir anekdot olarak sahada beni etkileyen aktarımlardan bir tanesiydi.

A. B. U.: Son bir dakikada, bunu da merak ettiğim için soruyorum. Bir belgesel projeniz var ve yolda sanırım. Çok kısaca bu projenizden bahseder misiniz?

O. D.: Tabii çok kısa hemen özet geçeyim. Uşak'ta çalışmaya yoğunlaşırken Demirciler olarak adlandırılan grubun dil özellikleri beni yani kafamda bir soru olarak dolaşmıştı: “Acaba demirciler Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yoğun olarak yaşayan Domlarla akraba olabilir mi?” Bu sorunun peşine düşerek Elazığ ve Malatya'ya gittim. Orada Domlarla yapılan görüşmeler ekseninde onların dillerine, kültürlerine ilişkin de bir takım veriler toparladım ve bu iki grup birbirinden farklı çıktı. Ve bölgede Domlara ilişkin yapılan yani Domlarla yaptığım görüşmelerde de elde edilen veriler beni bir belgesel projesine sevk etti ve şu an belgesel için hazırlık çalışmaları iyi gidiyor. İşin teknik kısmına ilişkin belli toplantılar, hazırlıklar yaptık. Gerekli zamanı ve imkanı yakaladığımızda muhtemelen bu sene sonuna doğru harekete geçmiş olacağız. Bölgenin birçok ilini yayılan bu arada bir çalışma olacak. Bakalım o çalışma bizi nerelere sevk edecek ve nasıl veriler ve zengin bilgiler sunacak.

A. B. U.: Kolaylıklar diliyoruz ve şimdiden emeklerinize sağlık. Çünkü her belgesel çok kıymetli oluyor Türkiye'de. Peki bize katıldığınız için çok çok teşekkürler. Çok hızlı akıyor maalesef program daha konuşulacak belki çok şey vardı ama en azından dinleyicilerimiz için Uşak özelinde Roman Alevilerle ilgili siz bize bir çerçeve çizmiş oldunuz ve araştırmanızdan bahsetmiş oldunuz. Çok teşekkürler tekrar.

O. D.: Ben teşekkür ediyorum. İyi günler, iyi yayınlar diliyorum.

A. B. U.: Ve bir programın daha sonuna doğru gelirken bugünkü ve bundan önceki Gündelik Hayatın Sosyolojisi programını Apaçık Radyo'nun podcast arşivinden ve muhtelif uygulamalardan dinleyebilirsiniz ve bir başka programda görüşene kadar hoşçakalın.