Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Genel Merkez 2. Başkanı ve Eşitlik İçin Kadın Platformu gönüllüsü Tülin Kesiktaş Teoman'la afet bölgesindeki dayanışma ağının bileşenleri üzerine konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gürhan Ertür: 95.0 Açık Radyo’da Altın Saatler Programı Deprem Özel Yayını’ndayız. Wanderer programının yapımcısı Can Denizci'ye saatini bize ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz. Programı Argun Yum, Elvan Cantekin ve ben Gürhan Ertür birlikte sunacağız. Telefon numaramız 0212 343 40 40 elektronik posta adresimiz [email protected] Açık Radyo’nun deprem yayınlarını ve bu yayınların deşifre edilmiş metinlerini web sitemizin sağ kolununda yer alan Yer Yarıldı İçine Girdik dosyasında bulabilirsiniz. Keza Altın Saatler programlarının daha önce yayınlanmış olan programlarını internet sitemizin podcast arşivinde bulmanız ve dinlemeniz mümkün.
Bugünkü konuğumuz Tülin Kesiktaş Teoman. Hoş geldiniz. Tülin Hanım'ı kısaca tanıtayım. Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Genel Merkez 2. Başkanı ve Eşitlik İçin Kadın Platformu gönüllüsü. Deprem bölgesinde bu dayanışma ağının bileşenleriyle birlikte çalışıyor. Tülin Hanım neredesiniz? Neler yapıyorsunuz? Bu bileşenler hakkında bilgi verebilir misiniz?
Tülin Kesiktaş Teoman: Konuk ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Yer Yarıldı İçine Girdik dediniz. Yaptığınız bu programlar o kadar önemli ki. Çünkü tarihe not düşmek gerekiyor. Geçmişte yapılan hatalardan ders alıp, daha sağlıklı yaşamlar kurmak için bakmamız gerekiyor. O yüzden bu kayıtlar, bu konuşmalar, deprem özel yayınlarını yapmanız ve de bölgede yaşayanların deneyimlerini yansıtmanız son derece önemli diye düşünüyorum. Çok teşekkür ediyorum. Ben depremin ilk saatlerinden itibaren Hatay'da olan biri olarak, iki gün basında, medyada değil de kişilerin, sosyal medyada söylediklerinin çoğu var, azı yok diyorum. Gerçekten iki gün Hatay'a kimse ulaşmadı. Havalimanı pisti patlamış. Şehir inanılmaz bir karanlığa bürünmüş. Elektrik yok, su yok ve İskenderun limanda büyük bir yangın var. İçeriye girdiğinizde is kokusu ve yıkıntıların genzi yakan toz bulutuyla karşılaşıyorsunuz. Şehri dolaştığınızda sanki bir korku filminin içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. O gece yardım edin, yardım edin çığlıklarını, insanların enkazların başında yakınlarını beklemesini, şuursuzca oradan oraya koşturarak yardım istemesini ömür boyu hiç unutamayacağım. Hayatımda yaşadığım en çaresiz zamanlardı. Çok şey yapmak, her yeri aramak istiyorsunuz. 112 dahil her yere ulaşmaya çalışıyorsunuz. Ama maalesef GSM operatörleri çekmediği için hiçbir yere ulaşamıyorsunuz. O an çaresizliğin dibiydi. Yardım çığlıkları altında alet yok, edevat yok. İnsan elleriyle kazısın o camları, o karanlığın içerisinde insanları kurtarsın istiyor. Sokağın ortasına pencerelerden düşmüş bebekler, insanlar saçılmış. İnanılmaz bir çaresizlik haliydi. Tabloyu anlatmak mümkün değil. Sabaha kadar herkes ne yapabilirim, yakınlarıma nasıl ulaşabilirim paniğini yaşadı. O an ulaşabileceğiniz hiçbir yer yok. Yollar kapanmış, binalar yıkılmış. Zaten de şoktasınız. Belediyeye, valiliğe gidiyorsunuz. Bakıyorsunuz o binalar da yok. Şu an Hatay'da taş üstünde taş yok. Onu diyebilirim. Bir tane oturulacak bina kalmadı. Ve bu binaların altında kalan insanlar birçoğu zaten kayıp, ulaşılamadı. Biz ara sokaklarda dolaştığımız zaman kaldırımlarda yakınlarını enkaz başında bekleyen insanların çaresizliğine tanık olduk. O, o kadar zor bir bekleyişti ki ve fakat birçoğu da çıkarılamadı. İlk 24 saat, ilk 36 saat çok kritiktir, siz de bilirsiniz. O kritik süreci maalesef hep yardım bekleyerek geçirmek zorunda kaldık. İskenderun Hatay'ın girişi, oralara kadar arabayla gittik. Yollar kapalı mı, nasıl diye. Yollar açıktı. Sağ şerit birazcık yıkılmıştı ama sol şeritten çok iyi organize olup herkes gelebilirdi. Bu deprem 11 ilde oldu ama geri kalan 70 il sağlamdı. O illerden hemen ekipler gelebilirdi. Sağlık ekipleri, yardım ekipleri gelebilirdi. İki gün maalesef Hatay'a ulaşım olmadı. Kimse gelmedi. İkinci günün sonunda trafik problemiyle çok karşılaştık. İnanılmaz büyük bir trafik. Araçlar gelmeye çalışıyor. Şehrin içinde kaos, ambulans sesleri, kulaklarda çınlıyor. Ve yardım ekipleri yavaş yavaş gelmeye başladı. Şuna tanık oldum; öbek öbek insanlar yıkıntıların yanında oturuyorlardı. Gerek asker, gerekse gönüllüler ya da sivil toplum örgütleri ya da dışarıdan gelenler. Soruyorum niye bekliyorsunuz? Alet yok, organizasyon yok, koordinasyon yok. Ne zaman sesler, sosyal medyayla yükselmeye başladı. O zaman yavaş yavaş iş makinaları, yavaş yavaş kurtarma ekipleri bölgeye akmaya başladı. Fakat o kadar ilginç ki, büyük vinçlerle, büyük aletlerle enkaza girilmemesi gerekiyor. Özellikle yurt dışından gelen yardım ekipleri işin içinden çıkamadılar. Onlara tercümanlık da yapmak durumunda kaldık. Çünkü onlar daha titiz, daha hassas ve hâlâ enkazın altında yaşayan insan olabilir düşüncesiyle farklı çalışma yöntemleri uyguluyor. Bizim ağır aletler geldiği zaman çıldırıyorlar. Çekin bunları, bu aletlerin burada işi yok diyorlar. Yaşam alanı açık, oradan ilerlemeye çalışıyorlar.
Bu depremin en önemli aktörleri sivil toplum örgütleriydi
Ben şunu anladım. Biz ‘99 depreminden hiç ders almamışız. Hiç yapılanmamışız. Büyük devlet bu değildir. Büyük devlet hemen vatandaşın yanına ulaşıp, orada ne kadar çok cana ulaşabilirse, ne kadar çok kişiyi kurtarabilirse bunun için uğraşır. Biz en çok can kurtaran, bunu için çırpınan, bütün seferberliğini yapan kişileri görmek istiyorduk. Devleti orada görmek istiyorduk. Bu depremin en önemli aktörleri sivil toplum örgütleriydi, toplumsal dayanışmaydı. Her yerden, her ilden insanlar yardım göndermek istiyorlardı. Bunun koordinasyonunda da sivil toplum örgütü elemanı olarak üzerime düşen her türlü görevi yapmaya çalıştım. O an zaten donuyorsunuz. Duygularınız donuyor. Etrafa bakıyorsunuz, ağlayamıyorsunuz. Yerlerde battaniyeler var. Ben onların ne olduğunu ilk önce anlayamadım. Sonra enkazların altından çıkarılan insanlar olduğunu gördüm. O kadar üzücü bir tabloydu ki. Önce insanlar aç susuzdu. Gıdalar gelmeye başladı. Depremin olduğu gün hava çok çok soğuk, yağmurluydu. Herkes yatak kıyafetiyle yerinden fırlamıştı. Öyle olunca da giysi problemi oldu. Çuvallarla giysi gelmesi gerekiyordu. Ve Türkiye insanı o kadar yüce gönüllü ki her yerden, her şekilde o giyecekler, o yiyecekler ulaştırıldı. Öncelikle can kurtarma, sonra doyma, sonra barınmaydı en önemli ihtiyaç. Arkasından bizlerin bu koordinasyonu sağlarken operatörlerinin çekmemesi en büyük problemdi. Kimseye ulaşamadık, boğazımız alo demekten çatladı. Yardım tırlarının yönlendirilmesi gerekiyor. İnsanlar size güveniyorlar ve yardım gönderiyorlar. Onların doğru yerlere ulaşması lazım fakat bir türlü ulaşamıyorsunuz. İlk defa şunu öğrendim. Böyle durumlarda akıllı telefonların çekim alanı, internet ve algısı çok daha yüksek olduğu için konuşma problemi yaşanıyormuş. En basit, eski telefonlarla çok daha rahat konuşulabildiğini öğrendim. Hemen köyden bir kadının elinden o telefonu aldım ve o telefonla bütün koordinasyonu sağlamaya çalıştım, bu çok zor bir durumdu tabii. Bir süre sonra çok ciddi bir öfke başlıyor içinizde. Niye? Neden olmadı? Niye bu koordinasyon yok? Niye kimse gelmedi? Niye bu kadar eksik var? Öfke patlaması yaşıyorsunuz. Arkasından da ağlama krizleri geliyor. Bu dönem duygu durumları burada bu şekilde oluyor.
Görüştüğümüz insanların ailesinden en az on kişi kayıp. Hatay’da insanlar hayatını kaybetti, ama Hatay kültürüyle, Hatay varlığıyla ülkenin bir meselesiydi. O mesele olma haliyle Hatay da o enkazın altında kaldı. Bu en çok iç acıtan. Ben diğer illeri bilmiyorum, ancak Hatay üzerinden konuşabilirim. Muhtemelen diğer illerde de durum aynıdır. En çok içime oturan şey, duvarlardaki bekle bizi Hatay, geri döneceğiz yazılarıydı. Onları görünce gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. Diyorsunuz ki; bu halk, burayı terk etmedi. Burada yaşam alanı oluştuktan sonra geri gelecekler ve sahip çıkacaklar. Ve sonra görüyorum ki Hatay bir bağımlılık. Halk gitti evet ama barınma sorunu nedeniyle gittiler. Çadır yetersizliği var. Herkes çadır istiyor. Elimiz yettiğince, ulaşabildiğimiz herkesten çadır talep ettik. Kızılay'ı çok görmek isterdim, her yerde görmek isterdim. Ama ilk başta birinci derecede tanık olarak, sadece bir parkın ortasında 10 çadırla Kızılay'ı gördüm. Ben küçüklüğümde Kızılay'a bağış yapan, kumbaramı boşaltan ve Kızılay kolu olmak için can atan biriydim. O hayalimin içinin boşaltıldığını, o Kızılay'ın bu Kızılay olmadığına tanık oldum. Çok düş kırıklıkları yaşıyorsunuz. Burada sistem, ruhunuz, bedeniniz enkaz altında kalıyor. Diyorsunuz ki bu nasıl olur, 21. yüzyıldayız, hâlâ biz bunu nasıl yönetemiyoruz? İsyanınız büyüyor.
Biz burada profesyonel bir yapılanma istiyoruz
Üzerinden bir ay geçti. Artık konteyner kentler kurulmaya başlandı. Gerek belediyeler, gerek sivil toplum örgütleri, gerekse AFAD'ın konteyner kentlerinde daha güvenli yaşam alanları oluşturulmaya çalışılıyor, ama hâlâ çok çadır ihtiyacı var. Köylerden gelen taleplerde, seraya sığındıkları, dışarıda oldukları, evlerinin hasarlı olup bir türlü içeri giremeyip kapının önünde uyudukları, çadır isteyenlerin sürekli talepleri bize geliyor. Bu talepleri tabii değerlendirmeye çalışıyorsunuz, ama geçen gün büyük bir fırtına çıktı ve o fırtınada bu çadırlar uçtu. Bu ne demektir? Uzun vadede çadırlar asla güvenli ve sağlam barınma alanı değil. Onun için konteyner kentlerinin çoğalması gerekiyor. Bu konteyner kentlerde de insani yaşam olanaklarının sağlanması gerekiyor. En büyük eksik ne biliyor musunuz? Tuvalet, banyo. 15 gün banyo yapamadık ve maalesef ben şehir dışına çıkıp duş almak zorunda kaldım. Oradaki insanlar hâlâ duş alamadılar. Su yok, elektrik yok, ısınma yok, hava çok soğuk. Yavaş yavaş şehir elektrikleri gelmeye başladı. Su da dönem dönem, aralıklı olarak bazı yerlerde geliyor. Sağlıklı içme suyuna ulaşmak çok büyük talep ve çok da gerekli. Yardımlar ilk başta çok dolu dolu geldi. Ama insanlarda da bir şey kalmadı. Halktan alıp halka bağış yapmanın mantığı sosyal devlet anlayışında olmamalıdır. Zaten Türkiye'nin yaşadığı ekonomik sorunlar, pandemi ve birçok sorunlardan dolayı halk da mevcut durumunu yitirdi ve fakirleşti. Şimdi halktan daha ne kadar isteyebilirsiniz? Dostlarımızdan ne kadar isteyebiliriz? Bunun da hızı kesilecek, biliyoruz. O yüzden buna çözüm bulunması gerekiyor. En önemli, en acil öncelik insanların kurtarılmasıydı. Sonra giyinme, sonra karnın doyması, sonra barınma ve şimdi orta vadede de bu barınma alanlarının sağlam konteyner kentlere dönüşmesini sağlamak. Orada tuvalet, banyo ve su ihtiyacının karşılanması gerekiyor. Alelacele yine insanlara mezar olacak, ben yaptım oldu mantığıyla yapılan binaları Hatay halkı olarak istemiyoruz. Biz burada profesyonel bir yapılanma istiyoruz. Bu şehrin yapılanmasında ve diğer enkaz altında kalan illerin de yapılanmasında oranın halkıyla işbirliği yapılarak bu süreci yürütmek gerekiyor. Çünkü oranın dokusunu, oranın kültürünü, oranın birikmişlerini alırsanız, o şehrin kimliğinden geriye sadece birbirine benzeyen taş yığınları kalır. 100 yıl garanti altında, bu depremle enerji boşaldı diyorlar. O zaman 100 yıl sonra yine deprem olacak ve ölen yine bizim çocuklarımızın çocukları olacak. O yüzden durumu kurtarmak, günü kurtarmak ve politik kaygı nedeniyle yapılmak istenene karşı kesinlikle sizlerin, hepimizin ve Türkiye'deki tüm insanların bu konuda duyarlı kamuoyu oluşturmasını istiyoruz. Hatay ve diğer iller alelacele, demir etüdü yapılmadan, doğru yerler seçilmeden kesinlikle imar edilmemeli. Bu konuda Türkiye'de herkesin daha duyarlı olması gerekiyor. Yoksa yeni mezarlar, insanların içine girdiğinde, güvende olmadığı alanlar oluşturulacak.
Elvan Cantekin: Tülin Hanım iki soru sormak istiyorum. Bir tanesi siz ‘99 depremlerinde şahsen bulundunuz mu sahada?
T.K.T.: Geç olarak bulundum, İzmir'den geç gittim.
E.C.: Bildiğim kadarıyla Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği ‘99 depremlerinde çok aktif olarak sahada yer aldı. Hatta birçok tesis inşa etti diye hatırlıyorum. ‘99 depremleriyle, bu depremleri kıyasladığınızda bunca yıl boyunca bir ilerleme kaydedememiş olmak çok acı dediniz ama yıkım ve ortaya çıkardığı etkileri açısından kısa bir iki cümleyle bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir mi?
İkincisi aynen sizin söylediklerinize bizler de katılıyoruz. Programda bunu aceleye getirmemeli, bu kentler iyice planlanıp, kültürel ve sosyal değerler göz önünde tutularak ve oradaki insanların katılımıyla yeniden yapılanma gerçekleşmeli dedik. Fakat buna karşılık da eleştiri de var. Özellikle hükümet yanlısı çevreden daha fazla bunu duyuyoruz. Orada insanlar açıkta, aç ve bir an önce inşaatlara başlamak, kalıcı konutlara insanların yerleşmesini sağlamak daha önceliklidir gibi bir yaklaşım var. Sizin sahada oradaki afetten etkilenen kişilerle temaslarınızda gördüğünüz onların görüşleri nedir? Bir an önce kalıcı barınmaya ulaşmak mı yoksa kentin kültürel değerlerini ve sosyal değerlerini koruyarak yeniden inşası için belli bir zamana bırakılması mı? Afetten etkilenenlerin görüşü nedir?
Bu ölümlerde birçok insanın parmağı var, yalandan iki üç kişiyi tutuklamakla olmuyor
T.K.T.: Önce ‘99 depremiyle bunun farkı neydi? Bu daha yaygın bir bölgesel ve yıkımı daha ağır bir deprem ve ‘99 depremi daha küçük bir lokasyonda olmuştu. Ben şunu anlayamıyorum. ‘99 depreminde lokasyon daha küçük olmasına rağmen 25 bin kişi öldü. Böyle bölgesel bir depremde nasıl 46 bin kişi öldü gibi bir rakam çıkıyor. Buna inanamıyorum. Bunu da sorgulamak gerekiyor. Bir sürü de kayıp insan var. O yüzden 46 bin kişi mi gerçekten öldü? Ona bakmak gerekiyor. Bir de ‘99 depreminde Kızılay, askerler çok daha hızlı sahadalardı. Askerin sahaya inmesi i ilk dakikalarda çok öneml. Çünkü maalesef yağmalar çok fazla oldu. Hatay'da da çok fazla oldu. Bu yağmalama kısmı insanın içini çok acıtıyor. Eğer asker iki gün sonra inmeseydi sanırım şehirde bu kadar kaos olmazdı. Çünkü yağmalanmaya karşı halk kendi varlıklarını korumak durumunda kaldı. Enkazın altında cüzdanı, parası, altını, kasası kalan bir sürü insan vardı. ‘99 depreminde asker daha çabuk sahadaydı. Kurtarma ekipleri daha çabuk sahaya geldiler. Burada yıkım daha fazlaydı ve daha geç kalındı. Sağlam 70 il iyi organize olmalıydı. Bölgenin genişliği, alanın büyüklüğü bir bahane değil. Çünkü artık sosyal medya var, telefonlar çekmedi ama çok çabuk bilgi yayılıyor. Herkes, Hatay'da çok büyük yıkım var, Elbistan'da da, Pazarcık'ta da, Adıyaman'da da var bilgisini çok çabuk alabilirdi. Sonradan ‘aaa burası çok fazla yıkılmış, hiç haberimiz olmadı’ diyen insanlar oldu. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Hiçbir şey oraya hizmetin gelmemesi için bahane değildi, farkı bu şekilde özetlemek istiyorum. 99’da yaz, sıcak vardı daha hızlı su kaybettiği için insanlar daha hızlı ölüme doğru gittiler. Burada da hipotermiden vefat eden çok oldu. Konudan konuya atlıyorum, özür dilerim. O kadar çok söyleyecek şey var ki. Ben daha önce Hatay’da dolaşırken binaların ince bacaklar üzerine oturtulmuş küt binalar olduğunu görüyordum. Diyordum ki nasıl duruyor bu apartmanlar? Bacaklar çok ince, çok yetersiz görünüyor ve hepsinin altı iş yeriydi. Sonradan ortaya çıktı kolon kesilmiş. Buna özellikle dikkat çekmek istiyorum. İmar affı, imar affı diye diye lütufmuş gibi afları halka bahşedenler duysunlar. Bu ölümlerde birçok insanın parmağı var. Televizyonda yalandan iki üç kişiyi tutuklamakla olmuyor. Herkes bunun farkında. Buna izin verenler, af çıkaranlar, imza atanlar, herkes suçlu. Aslında dönüp bir süre sonra, o kısa vadede tutuklanan insanların arkasında buna yataklık yapan, bu ölümlere sebebiyet verenlerden de hesap sorulması gerekiyor ki bir daha bu dramlar başımıza gelmesin. Bu ölümleri yaşamayalım.
Hatay halkından bağımsız bir Hatay imar edilemez
Diğer sorunuza gelirsem, Hatay halkı hızlıca hemen evler yapılıp içine insanların sokulmasını istemiyorlar. Net söyleyebilirim; istemiyorlar. Diyorlar ki konteynırlarda yaşamaya devam ederiz. Zaten çocuğu olanların birçoğu Hatay dışındaki ailelerinin yanına gittiler. Çünkü çocukların okula yazdırılması gerekiyor. Hatay'da okul kalmadığı için burada o eğitim olanağını bulamadılar. O yüzden birçoğu tekrar geri dönmek üzere ailelerinin yanına gitti. Mersin, Antalya, İstanbul, Ankara, İzmir gibi birçok yere giden oldu. İstanbul'a çok az kişi gitti. Güvenli olmadığı, orada da deprem beklendiği söylendiği için insanlar oraya gitmek istemiyorlar. Fobileri daha da tetikleniyor. Burada kalanlar da acele edilmeden, konteyner kentlerde yaşam alanlarına ulaşıp, eylül ayında çocuklarına eğitim olanağı tanınarak, eğitim konteynerleri oluşturarak, konteynırlarda yaşamak istiyorlar. Çünkü Hatay'ın zemin etüdü yapılmadan, kültürü korunmadan, buranın geçmişteki kimliğini taşımadan bir Hatay imar edilmesini istemiyorlar ve bunun gerçekleşmesinde de Hatay halkı bunun içinde olmak istiyor. Hatay halkından bağımsız bir Hatay imar edilemez. Bunu ısrarla söylüyorlar ve bunun için birçok sivil inisiyatif kurdular. Şimdi bunun mücadelesi içindeler. Hatay halkı çok bilinçli; tarihçilerden, astronomi uzmanlarından, burada yaşayan yerli sivil toplum örgütlerinden birçok kurum, kuruluş, meslek örgütü, bireysel olarak halk, şirketler bir araya gelip Hatay'ın ortak akılla, kimliğini koruyarak nasıl tekrar yapılanması gerektiğini konuşuyorlar. Bunların toplantıları, görüşmeleri başlandı. O yüzden Hatay halkı alelacele ev yapılmasına izin vermeyecektir. Kendileri olmadan bu şehrin mimarına asla evet demeyeceklerdir.
G.E.: Ben bir soru sormak istiyorum Tülin Hanım. Anladığım kadarıyla siz Hataylısınız ve deprem sırasında oradaydınız veya çok yakındaydınız değil mi?
T.K.T.: Ben Hataylı değilim İzmirliyim, eşim Hataylı. Ama uzun süredir Hatay'dayım. O yüzden İzmir'i, birçok yeri makro ölçekte değerlendirebiliyorum, Hatay'ı da. Ama Hatay sokaklarında dolaşmaktan müthiş keyif aldığım bir şehirdi. Keşfetmelere doyamadığım bir şehirdi. O yüzden ben artık Hataylıyım diyorum.
G.E.: Hepimiz deprem bölgesindeki illerdeniz. Son derece acı günler yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. Biraz da Eşitlik İçin Kadın Platformu konusunda bilgi alabilir miyiz sizden? Bu dayanışma ağının bileşenleriyle birlikte çalıştığınızı biliyoruz. Nedir, neler yapıyorsunuz ve bu bileşenler kimlerdir?
Türkiye'de kendiliğinden oluşan kadın dayanışma ağı bizi iyi, daha güçlü hissettirdi
T.K.T.: O kadar güzel bir konuya değindiniz ki. Ben Eşitlik İçin Kadın Platformu gönüllüsüyüm. Pandeminin hayatımıza en büyük katkısı, internet, zoom ve bilgisayar kullanımının artmasıyla kadınların sanal ortamda örgütlenmesini sağladı. Eşitlik İçin Kadın Platformu aslında erken yaş evliliklerine tepki olması için oluşturulmuştu. TCK 103 yasasına karşı bir araya geldi. Türkiye'de kadınlara karşı sürekli saldırılar, hak aşındırmalar bitmediği için, arkasından İstanbul Sözleşmesi'nin bir gecede feshi söz konusu olduğu için. Derken İstanbul Sözleşmesi’ne karşı bir yapılanma oluştu. Arkasından nafaka meselesi geldi. Arkasından Anayasa değişikliği derken, biz giderek platformumuzu büyüttük ve gördük ki bu hak erozyonları devam edecek. Öyle olunca da 360’tan fazla kadın konusunda çalışan, hak temelli dernekler, meslek odaları, toplum örgütleri, emek, meslek örgütleri bir araya geldik. Sanırım 500’den fazla toplamımız; karma örgütler dediğimiz erkeklerin ve kadınların da olduğu sivil toplum örgütlerini de katarak büyüdük ve Eşitlik İçin Kadın Platformu oldu. Ben Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun ve Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği örgütlenmesinin afet durumlarında bu kadar önemli olduğunu hiç bilmezdim. Kendiliğinden, inanılmaz bir kadın dayanışması ortaya çıktı. Burada birçok sivil toplum örgütü bir arada, diğer platformlar, diğer kadın örgütleri de buradaki yereldeki kadın örgütleriyle iletişim haline geçtiler. Yurt dışından hiç tanımadığımız; Fransa'dan, Amerika'dan, Almanya'dan kadınlar ne yapabiliriz dediler. Oradan para toplama organizasyonu yaptılar. Türkiye'deki kadınlara pasladılar. Onlar çadırlar aldı. Kadınlar için gerekli olan malzemeleri hijyenik pedlerden tutun, çocuklar için bezler, hasta bakım bezleri, aklınıza gelebilecek her türlü desteği sağladılar. Gördük ki Türkiye'de kendiliğinden bir kadın dayanışma ağı oluşmuş. Bu ağ bizi iyi, daha güçlü hissettirdi. Ve inanır mısınız? Mesaj geliyor; şurada şu adreste çadır isteyen, çok kötü şartlarda yaşayan bir aile var. Bu mesajı ben başkasına iletiyorum. O başkası hemen organizasyonun bir bölümüne gönderiyor, eksikler tamamlanıyor. Burada Hatay'ın EXPO çadırı vardı. İskenderun'da da yine gelen yardımların biriktiği yerler var. Bir de gençlerin hakkını burada teslim etmek istiyorum. İlk gün, ilk gece Adana Barosu'ndan Baro Başkanı, 80 genç avukatla üç otobüs geldiler. Ne çabuk geldiler, nasıl ulaştılar? Onları görünce, çok yakın bir akrabanızı görüp çok mutlu olursunuz ya o duyguyu hissettik. Bu gençlere, baro başkanına da buradan çok teşekkür ediyorum. Bu gençler üç gün doğru dürüst uyumadılar ve demir kırma makasları, balyozlarla enkazdan ne kadar insan kurtarabiliriz diyerek şehre daldılar. Getirdikleri ihtiyaçları dağıttılar. Aynı zamanda Toplum Gönüllüleri’nden 300’e yakın genç birçok insanla Hatay'a geldi. Tır şoförlerine sonsuz teşekkür ediyoruz. Gençlere sonsuz teşekkür ediyoruz. Kadınlar muhteşem çalıştılar ve bu organik bağla nokta atışı yaparak birçok yere yardım ulaştırıldı. Feminist dayanışma, feminist kadın dayanışma ağı kendiliğinden gelişen bir şeydi. O yüzden Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndaki Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’ndeki tüm arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum. Burada hiç yalnız kalmadık. Yereldeki sivil toplum örgütleri, arkadaşlarımızın birçoğu Hatay'ın dışına gitmişlerdi. Çünkü kalacak, barınacak hiçbir yer yoktu. Ama onlar da bir süre sonra burada konteyner ve çadır gibi güvenli alanlar oluşunca geri döndüler. Hatta onlarla beraber çalışıyoruz. Bu da dayanışmayı çok daha güçlendiriyor. Hatta 8 Mart'ta da kadınlar Uğur Mumcu Parkı'nda hep birlikte ses yükselttiler. Hatay'dan da, yaşamlarımızdan da vazgeçmiyoruz, dediler. Bu kaotik ortamda yine haklarının peşinde, hiçbir şekilde vazgeçmeyeceklerini ifade ettiler. Hep beraber el ele tutuştuk, birbirimize sarıldık. Kimse vazgeçmesin bulunduğu illerden, biz de vazgeçmiyoruz. Bu mesajı bütün her yere deklare ettiler. Bu da çok değerliydi.
Afet anında üstüne bir şeyler almaya çalışırken vakit kaybetmeleri, çocuk, hasta, yaşlı bakım yükünü üstlenmeleri kadın ölümlerini arttırıyor
Kadınların normalde de iş yükü çok fazladır. Ama afet dönemlerinde, deprem dönemlerinde, kadın ve çocukların krizi daha derin yaşadığını gördük. Kadınların ihtiyaçlarını sadece hijyenik ped, temizlik malzemelerine indirgememek lazım. Ben buna da çok üzüldüm. Kadın deyince hemen çok basit ihtiyaçlar akla geliyor. Oysa hak temelli sağlıklı yaşam koşullarına sahip, her birey gibi kadınların da barınacağı güvenli alanlara ihtiyacı vardı. Çadırları erkekler talep ediyor, kadınlar sadece hijyenik ped. Bu korkunç bir adaletsizlik. O yüzden özellikle kadınların da erkekler gibi afet desteğinden yardım olarak değil, lütuf olarak değil, afet yönetiminin temel standardı ve kadının insan haklarının yerine getirilmesi olarak ele alınması gerekiyor. O yüzden herkes için çadır, herkes için konteyner, herkes için güvenli alan diyoruz. Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Aynı zamanda afete hazırlık eğitimlerinden başlayarak, toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısına göre, kadınların da erkekler gibi afete hazırlık eğitimlerinden geçmesi gerekiyordu. Hatay yedi kere yıkılmış, sekizinci bu deprem ve hâlâ toplumsal cinsiyet eşitliği normlarında bu eğitimler eşit alınmamış, erkeklerden çok azı almış, kadınlar afete hazırlık eğitimlerinden faydalanmamışlar. Çok hayati bir şeyin burada bile toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle çok az kişiye ulaştığını ve kadınlara hiç ulaşmadığını görüyoruz. Bu da çok önemli bir konu; kadın bedeni üzerinden ataerkil kontrol ve baskı nedeniyle kadınlar evde başka, sokakta başka giyiniyorlar. Deprem olduğu an üstüne bir şeyler giyinme telaşı içinde olduğu için kendilerini hemen sokağa atamıyorlar. Bu da kadınların afet dönemlerinde daha çok ölmesine sebep oluyor. Bu çok önemli bir konu. Çünkü toplumsal cinsiyet, aterkil normlar kadının olduğu gibi sokağa fırlamasını bilinçaltımızda engelliyor. Özellikle afet dönemlerinde neden kadınlar daha çok ölüyor, diye araştırmışlar. Biz burada da tanık olduk. Kadınların daha çok can kaybının olmasının en büyük problemi kıyafetleriyle sokağa çıkmayıp ataerkil kontrol ve baskı nedeniyle üstüne bir şeyler almaya çalışırken vakit kaybetmeleri ve çocuk, hasta, yaşlı bakım yükünün kadınlarda olması. Geçmişte Amerika'nın New Orleans kentinde yapılan araştırmalarda, kadınlarda % 80 oranında can kaybı olduğunu görmüşler. Neden? Çünkü yaşlılarını kurtarmak, çocuklarına önce koşmak kaygısıyla kadınlar ya çocuk odalarında, odalarının önünde ya da koridorlarda ölmüş şekilde bulundular. Bu tabii çok üzüntü verici. Onun dışında burada da tanık olduk, engelli eşi olan kadınlar eşlerini kurtarmak için yine ölümü seçmişler. Halbuki tek başına fırlayıp gitse belki hayatı kurtulacak.
Bir de ailenin yaşamlarını sürdürmeleri gerekiyor. Burada çok zorlu bir mücadelenin içindeler. Çünkü ev, bakım ve iş yükü normal hayatta da ağır olan kadın, burada az suyla, az malzemeyle hijyen şartlarını oluşturup kalan aile bireylerini toparlayarak, yeniden bir aile olma derdinde. O yüzden yaşamlarını sürdürebilmek için gözünün yaşını siliyor, içine atıyor ama yeniden ortamı toparlamaya çalışıp bu yokluk anında bile çocuklarının konfor alanını sağlamaya çalışıyorlar. Mesela kız çocukları ya da kadınlar yüzme öğretilmediği için su baskını, tsunami gibi durumlarda daha çok ölmüşler. Afetten kaçamamışlar. Çünkü böyle bir eğitimden geçmemişler. Özellikle kız çocukları ve kadınlar tehlike anında kaçmalarını güçlendiren türde bol, kapalı elbiseler giyiniyorlar. Giyinmeye zorlanmışlar. Afet anında hayatlarına mal olmuş, ayaklarına dolaşmış, takılmışlar. Onun dışında kadınlar daha çok evde vakit geçiriyor, evet bu deprem gece oldu, ama gündüz depremlerinde de kadınlar iş hayatında olmadığı için evlerde depreme dayanıksız binalarda daha çok yaşamlarını yitirmişler. Mesela çok ilginç bir saptamadır; kadınlar spor yapmaya teşvik edilmediği için Türkiye gibi ülkelerde bedensel aktiviteleri de çok aktif değil ve bir kısmı spor yapmadığı için zaten kilolular. Spor yapmadığı için hızlı koşma, kaslarının hızlı çalışma kapasitesi daha düşük. O yüzden çok kısa sürede, saniyelerde evi terk etme konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşamaktalar. Aynı zamanda kadınların okul ve iş hayatından, erkeklere göre daha uzak tutulduğu için afet eğitimi becerileri yok. Bu eğitimlere katılamıyorlar. O yüzden kendilerini nasıl korumaları gerektiğini bilmiyorlar. Bir problem de çadırlarda, hava soğuk olduğunda yaşandı. Isıtıcılardan çıkan yangınlar çok ciddi bir problem. O nedenle sadece barınmakla kalmıyor, barınma sonrasında da sıkıntıları yaşıyorlar. Az suyla temizlik, az malzemeyle yemek yapma, çocukların hijyenini sağlamak gibi çok ciddi problemlerle karşı karşıyalar. Sonraki gözlemimiz de şu oldu. Canlarını kurtaranlar, bir süre sonra ağır hasarlı evlerinden eşyalarını kurtarma derdine düştüler. Çünkü herkes birden çok yoksullaştı. Bir çamaşır makinesi, bir buzdolabı, bir koltuk takımının fiyatı malum, yeniden bunlara sahip olmak oldukça güç. Bu ağır hasarlı binalara girmenin en büyük sebebi tabii ekonomik yoksulluk. Her şeyin çok pahalı olması. Ağır hasarlı binalara eşyalarını kurtarmak için gidiyorlar ve bu çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. İşi olan kadınlar işlerini kaybettiler. Bir de kayıt dışı çalışan kadınlar vardı. Bunlar da kayıt dışı olduğu için ne bir yardımdan ne bir haktan faydalanıyorlar. Geçen gün çadırları dolaştım. Bir kadın, ben çalışmak için Muğla'ya gittim, ikâmetgahımı oraya aldırmak zorunda kaldım. Şimdi ikâmetgahımı buraya aldıramadığım için hiçbir yardımdan faydalanamıyorum dedi. Bu konuyu yetkililere buradan da duyurmak istiyorum. Bu kadınların da sorununu çözülmesi gerekiyor.
Aynı zamanda en büyük problem ne? Su olmadığı için çamaşırların yıkanamaması. Mesela afet sonrası ilk iş konteynerlardan sonra kesinlikle tuvalet, banyo ve çamaşırhanelerin kullanılması olmalıydı. Aksi tehdit oluşturan bir durum. Duş olmadığı için kıyafetler daha uzun süreli giyiniyor, yıkanılamıyor. Bir takım salgınlar; bit gibi, uyuz gibi salgınların olması mümkün. Kadın sağlığı açısından da hijyen şartları uygun olmadığı için maalesef birçok jinekolojik problem söz konusu. Tuvaletler yok ve olanlarda su olmayınca hijyeni sağlamak mümkün değil. O yüzden seyyar tuvalet ve banyo da çok önemliymiş. Bunun için devletin mutlaka sadece çadır değil, bu tür destek ünitelerini de önceden planlanıp, önceden stoklaması gerekiyor. Ayrıca yalnız kalan kadınlar şu an az sayıdaki çadırlarla, birçok akrabasıyla bir arada uyumak zorunda kalıyor. Bu bir süre sonra çok ciddi bir güvenlik problemi yaratacaktır. Çünkü hepimiz bulduğumuz her yerde tuvalete gitmek durumundayız. Bu son derece korunmasız, son derece tacize açık ve sıkıntılı bir durum. Bunu da düşünmek gerekiyor. Bir de yardım dağıtılırken, erkekler oturuyor, kadınları öne sürüyorlar. Kadınların birçoğunun her şeyi vardı ve bir gecede yoksullaştılar. İsterlerken ki yüz ifadelerini unutmak mümkün değil. İnsanın içi acıyor. Çünkü talep etmek zordur ve şu an o konumdalar.
Kız çocuklarının eğitimi meselesi çok önemli
Bir de kız çocuklarının eğitimi meselesi var. Zaten 4 + 4 + 4 eğitim sisteminde son 4 yılın kontrol edilmemesi, disiplinsizliği nedeniyle birçok çocuk işçi ve erken yaş evlilikleri gündemdeydi. Bu daha da derinleşecek. Niye? Çünkü okullar da yıkıldığı için maalesef insanlar erkek çocuklarını eğitim için şehir dışına gönderebiliyorlar ama kız çocuklarını güvenlik ve cinsiyeti nedeniyle gönderemeyip, okullardan alacaklar. Eğitimleri yarım kalacak. Bu kız çocukları erken yaşta evlendirilecekler. Burada bu çok ciddi bir tehdit. O yüzden bir an evvel buralarda, konteynırlarda eğitimlerin başlaması, Eylül'e yetişmesi gerekiyor. Sonra çocuklara ve kadınlara psikodestek sosyal merkezleri mutlaka lazım. Çünkü artık çok ciddi travmaları var. Psikologlar Derneği burada ve çok canla başla çalışıyorlar, ama bu travmaların uzun soluklu bir terapiyle ancak atlatılacağına inanıyoruz. Mutlaka bu desteğin de verilmesi gerekiyor. Konuşulacak çok şey var. Eşitlik İçin Kadın Platformu bütün bunları, sahadan gözlemleri, kadınların belirttiği dezavantajları bir araya getirerek bir deprem raporu hazırlıyor. Onu da bütün medyayla en kısa zamanda paylaşacağız. Şu an kadınların ve buradaki tüm insanların akut ihtiyaçları henüz tam çözülmüş değil. Orta vadede konteyner kentlerinin çoğalması; suyun, tuvaletin, banyonun ve eğitimin mutlaka ulaştırılması gerekiyor. Uzun vadede de şehrin yeniden imarı meselesi var. Buranın ekonomik olarak canlandırılması gerekiyor. Mesela burada uçsuz bucaksız tarım alanları var. Kiminin ortasından fay hattı geçmiş. Ama fay hattı geçmeyen yerlerde buğdaylar, mısırlar pamuklar, enginarlar ekili ve bunların toplanması gerekiyor. Bunları toplamak için de insan emeğine ihtiyaç var. Çoğu hayatını kaybetti ya da birçoğu şehri terk etti. Bu ekinler nasıl toplanacak, tarım arazilerine nasıl hizmet gidecek? Eğer bu da gündemde olmazsa bütün Türkiye'yi besleyen bu bereketli hilal dediğimiz yer bir süre sonra gıda sıkıntısı çekilmesine neden olacak. Bu arazilere gübre atmak, ekinler olgunlaşana kadar hizmet etmek gerekiyor. Fakat insanlar her şeylerini kaybettiği için, nakit paraları dahil hiçbir şeyleri yok. Devletin bu anlamda gübre teşviği, işçilik teşviği gibi bir sürü konuda teşvikte bulunması lazım. Bunları da mutlaka iletmeliyim diye düşünüyorum.
G.E.: Çok çok teşekkürler Tülin Hanım. Sadece Hatay için değil, bütün deprem bölgeleri için sorunları hızla özetlediniz. Bizde soluksuz sizi dinledik. Sağ olun.
T.K.T.: Ben çok teşekkür ederim.