Açık Yeşil'de Ümit Şahin ve Ömer Madra, Libya'da gerçekleşen sel felaketinin ardından tüm dünyada hala etkisini gösteren iklim değişikliğinin sebeplerini detaylarıyla konuşuyorlar.
Ümit Şahin: 95.0 Açık Radyo’da Açık Yeşil başlıyor. Ben Ümit Şahin.
Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.
Ü.Ş.: Destekçimiz Banu Akşehirlioğlu Alptekin'e teşekkür ediyoruz ve yine bir iklim felaketleri programına başlıyoruz. Bu üst üste kaçıncı hafta oldu bilmiyorum. Ömer Abi, eskiden, onuncu yılda Açık Yeşil’in kitabını yaparken bütün geçmiş 500 programı taramıştık ya o dönemde, o zamanki notlarıma baktım, pek fazla böyle iklim felaketi konuşmuyormuşuz. 2008’ler, 2010’lar dönemi. Yani arada konuşuyormuşuz ama böyle her hafta üst üste iklim felaketi konuşmak gerçekten yeni bir şey haline gelmeye başladı.
Ö.M.: Maalesef de burada kalacak gibi gözükmüyor. Devamının da geleceği belli. Çok çok ağır bir ortam var.
Ü.Ş.: Çok acayip. Yani felaketlerin boyutu da aşırı büyüyor. Mesela Libya'da yaşanan felaket, onunla başlayacağız tabii. Geçen hafta konuştuğumuz Yunanistan sellerinin devamı aslında. Yani aynı sistem, aynı fırtına.
Ö.M.: Evet, Bulgaristan’ı da.
Ü.Ş.: Evet, bizde de oldu, Bulgaristan'da da oldu. Hatta İstanbul da bile oldu aynı sistemin bir etkisi. Rüzgarın şiddetinin 85 kilometreye kadar vardığı Daniel Fırtınası, tam bir kasırga değil aslında. Buna kasırga diyorlar ama bu bir tür tropikal kasırgalara benzeyen, deniz üstünde oluştuğu ve güçlendiği için de siklon olarak adlandırılabilecek, kasırgayla fırtına arası bir şey bu yaşanan. Ama dönüp dolaşıp Libya'nın doğusunu vurunca ve Libya'da da anladığım kadarıyla vurduğu bölgedeki beş kenti; Bingazi, Beyda, Merc, Suse ve Derne’yi en çok etkiliyor ama özellikle Derne kenti özel bir yer. En son verilen ölü sayısı beş bin 300 ve 10 binin üzerinde kayıp var diyorlardı. Demek ki ölü sayısı 10 bini geçecek.
Bu kadar büyük bir şey olması biraz kentin kuruluşuyla da alakalıymış gibi görünüyor. Bununla ilgili hem The Guardian'da hem de Anadolu Ajansı'nda (AA) detaylı bir haber vardı. Diğer kentlerde de sel var ama Derne’de bu kadar büyük bir kayıp neden yaşandı? Tabii yağış çok büyük miktarda yani Daniel Fırtınası ile beraber görülmemiş bir yağış geliyor. Ama burası bir vadiymiş. Tam ortasından bir vadi geçiyor ve kentin büyük bir bölümü de vadinin aşağısında yer alıyormuş. Dolayısıyla sel suları, yağmur suları vadiyi doldurduğu zaman anladığım kadarıyla kentin güneyinden kuzeyine doğru gelen bir eğim var ve o eğimin altında kalan bölge sular altında kalıyor. Zaten bu bölge sele açık bir vadi olduğu için ve o selleri engellemek için 1986’da iki tane baraj yapılmış. Bu barajların nedeni sel sularını tutmak yani elektrik barajı falan değiller; El-Bilad ve Bumansur barajları. Zaten yetkililer de uyarıyormuş, ‘Eğer çok büyük bir yağış olursa bu barajlar çökebilir’ diye. Daha önce de bu barajların çöktüğü olmuş galiba. Zaten sel sularıyla dolu olan vadiye bir de baraj duvarlarının o suların yarattığı basınçla patlaması da eklenince binaların yıkılmasına neden olacak kadar şiddetli, dehşet bir sel oluşuyor. Sonrasının görüntüsü de var. Derne'de neredeyse 10 binin üzerinde insanın sularla denize sürüklendiği bir felaket yaşandı.
Ö.M.: Bir de bu iki barajdan en az birinin yıkılacağını söyleyen araştırmalar da vardı. Ama ikisinin birden yıkılması da vahameti kat be kat arttırıyor tabii.
Ü.Ş.: Yani hiç bu kadar büyük bir yağışı beklemedikleri anlaşılıyor. Zaten biliyorsunuz burada bir yetki karmaşası da var.
Ö.M.: İki başlı bir devlet burası zaten.
Ü.Ş.: Evet, Halife Hafter’in kontrolü altındaki bölgeler buralar. Aslında biz bile daha iki hafta önce modellerde bunu görmüş ve konuşuyorduk. Yani meteoroloji uzmanı olanlar tabii çok daha iyi görüyordur ama bunların artık açık yayınlandığı siteler var ve ben her gün bakıyorum. Zaten bu Daniel denen sistemin Yunanistan'da kaldıktan sonra aşağı doğru inip, güneye doğru inip Libya'yı vuracağı belliydi. Yani iki hafta önce belliydi zaten. Dolayısıyla buranın herhangi bir hazırlık yapmaması, kentin boşaltılmamış olması da çok eleştiriliyor. Burada zaten yönetim eksikliği de var, kapasite de çok kısıtlı. Bu aslında yıllardır konuştuğumuz tam bir ‘Loss and Damage’ meselesi. Yani ‘kayıp ve zarar’ meselesinin tam bir örneği. Eğer sizin bulunduğunuz yer bu konularda erken uyarı sistemlerine sahip değilse, bilimin takip edildiği bir yönetim yoksa ve kent de doğru düzgün kurulmadıysa ya da iklim şartlarına uyumlu değilse -aslında selleri engellemek için bayağı bir iş yapmışlar, baraj bile kurmuşlar ama değişen iklimi göz önüne almamışlar- kayıplar ve zararlar çok büyüyor. Maalesef ders kitaplarına girecek bir örneği yaşadık gibi görünüyor.
Ö.M.: Ben de ufak bir örnek vereyim. Dün, Günün Sözü olarak da yaptık biz bunu Açık Radyo’da yani Derne kentinde iki baraj birden yıkılınca daha dün en az iki bin insandı ölü sayısı. Şimdi beş bin 300’ü aşmış vaziyette. Derneli bir kent sakini durumu şöyle anlatmış; "Patlama gibi bir şey oldu, infilak gibi. Kalktık ama korkudan evden çıkamadık. Ama güneş doğduktan sonra kapıyı açtık ve sokağa çıktık. Baktık, sokak yoktu.” Yani bundan daha vahim ne olabilir bilemiyorum.
Ü.Ş.: Çok acı tanıklıklar var gerçekten. Bir blogger’ın söyledikleri vardı. Kendisi sanırım ailesinden tek kurtulan ve sularda yüzerek kurtulmuş. “Her tarafımdan, önümden, arkamdan, üstümden, altımdan cesetler akıyordu,” diye anlatıyor.
Ö.M.: Sivil Havacılık Bakanı da şöyle demiş; “‘Şehrin %25’i kesinlikle ortadan kalktı’ derken abartmıyorum. Pek çok bina çöktü gitti.”
Ü.Ş.: Yani tam da dediğim gibi deprem sonrası manzarası görünüyor. Medicane denen Akdeniz tipi, tropikal benzeri bu fırtınaya siklon diyorlar, bilimsel ismi bu ve Leipzig Üniversitesi'nde sürekli bu konularla ilgili özellikle de iklim tahminleri yayınlayan bir iklim bilimci var; Karsten Haustein. Onun bir yorumu var, diyor ki, “Bu fırtına hakkında henüz resmi bir 'attribution' yani atıf yapılamasa bile her zamankinden daha şiddetli olduğu kesin ve bunda da net bir şekilde söyleyebiliriz ki, Akdeniz deniz suyu sıcaklıklarının, yüzey sıcaklıklarının yaz aylarında beklediğimizin çok üstünde olmasının kesinlikle bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Daha sıcak sular, önce Yunanistan sonra Libya üzerinde yıkıma neden olan Daniel Kasırgası’nı yakıt olarak beslemiştir.” Yani hem yağış yoğunluğunu, yağan yağmur miktarını arttırması hem de rüzgarın daha şiddetli olmasını sağlama anlamında sıcak deniz suyunun etkisi çok büyük. Zaten deniz suyunun ne kadar sıcak olduğunu hep konuşuyoruz. Bu yaz Akdeniz'de denize giren kim varsa zaten fark etmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi aşırı bir deniz suyu sıcaklığı söz konusu.
Ö.M.: Ben de bu konuda iki şey ilave edeyim izninle. Bir tanesi volkanolog Bill McGuire, bu konuları yakından takip eden bir profesör. Twitter hesabından yazmış, diyor ki, “Libya'da Daniel Fırtınası'nın neden olduğu kıyamet düzeyindeki bu yıkımla beş bin 200 ölü ve binlerce kayıp. Bu arada dünya liderleri sanki iklim yıkımı hiç olmuyormuş gibi ıslık çalıp başka tarafa bakmaya devam ediyorlar ve yeni fosil yakıt projelerine fon sağlıyorlar.” The Guardian'dan bir yazıya da atıf yapmış.
Bir de ikincisi, tabii hiç konuşulmayan başka bir şey var. Sen Akdeniz'in ısınmasından, büyük tehlikesinden bahsederken bildiğim kadarıyla Akkuyu'dan bahseden olmadı galiba. Akdeniz’de değil mi Akkuyu?
Ü.Ş: Yani 30 derecelik deniz suyuyla nükleer santral soğutacaklar.
Ö.M.: Dünya tarihinde ilk defa olacak herhalde başarılı.
Ü.Ş.: Akdeniz kıyısındaki nükleer santraller kapatıldı. Bir tane İspanya'da en son kalan bir reaktör vardı. Galiba o da kapandı. Dolayısıyla Akkuyu tek olabilir şu anda. Yani açıldığında Akdeniz’in tek nükleer santrali olacak galiba.
Ö.M.: Göreceğiz.
Ü.Ş.: Bu arada Climate Reanalyzer’a bakıyorum bugünkü durum ne diye. Havalar biraz serinledi genel anlamda, tabii sonbahar geliyor ve biz en sıcak günler bitti sanıyor olabiliriz. Fakat mesela dün normalden ki bunun normalini her seferinde tekrarlıyorum, 1979-2000 yani 20. yüzyıl sonunu normal kabul eden bir model, o normalden 1 derece daha sıcak dünya ortalaması. Daha 11 Eylül datası bu ve deniz suyu sıcaklıkları da aşırı sıcak gitmeye devam ediyor. Yani hava sıcaklıkları, 24 Haziran'dan bu yana bütün ortalamalardan yani geçen seneden ve en sıcak sene olan 2016’dan kopmuş gidiyor. Hiç aşağıya inmedi, uçuyor. Aynı şey yaklaşık Mayıs ayından hatta Mart’tan beri deniz suyu sıcaklıkları için de geçerli. Deniz suyu sıcaklıklarının da kutuplar hariç bütün dünya ortalaması yani ılıman bölgelerin sularındaki ortalama 21 derece civarında seyrederken, Kuzey Atlantik ise iyice dehşet, 25 derecenin üzerinde seyrediyor. Düşünün, yani İngiltere, Norveç açıklarından bahsediyoruz, Kuzey Atlantik 25 dereceyse Akdeniz'in durumunu düşünebilirsiniz.
Ö.M.: Bir şey daha söyleyeyim lütfen. Radyonun internet sitesinde de her gün baktığımız bir iklim saati var. Küresel ısınmayı bir buçuk dereceyle sınırlamak için önümüzde kalan vakti, beş yıl 312 gün diye gösteriyor şu anda. Bundan bile önce olma ihtimalinden bahseden yazılar da çıkmaya başladı. Yani durum son derece kritik.
Ü.Ş.: Bu arada bir şey de ben ekleyeyim. Atlantik'teki Lee Kasırgası çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Şu anda 185 kilometre rüzgar şiddeti var ama Pazar günü yine acayip bir yere, Kanada'nın doğu kıyılarını vuracak yani yaklaşık Quebec’e yakın yerleri vuracak. Gelecek hafta bunu konuşuyor olabiliriz şimdiden söyleyeyim. Atlantik'te bir de Margot Kasırgası var ama o herhalde karaya çıkmayacak ya da dönüp İngiltere'yi vurabilir, öyle bir ihtimal de var.
Şimdi buradan konuyla bağlantılı bir yazıyı hatırlatmak istiyorum. Aslında bu yazının en son versiyonu Ağustos 2022’de, geçen sene yayınlanmıştı. Carbon Brief’in 2017’den beri yayınladığı, beşinci güncellemesini yaptığı iklim değişikliğiyle ilgili ‘attribution’ çalışmaları. Yani ‘attribution’ı nasıl Türkçeleştireceğimizi bilmiyorum tam.
Ö.M.: Ben de tam bilmiyorum. ‘Atıf’ diyorsun sen, ben de ona katılıyorum. En yakın şey bu.
Ü.Ş.: Atıf mı demek lazım bilmiyorum, o da tam uymuyor. İklim değişikliğinin yaşanan aşırı hava ve iklim olaylarını nasıl etkilediğine dair çalışmalar bunlar. Bunlar yaklaşık son yirmi yıldır yapılan çalışmalar ve Carbon Brief de bunları sürekli derliyor. Yani literatürdeki hem hakemli dergilerde yayınlanmış hem de hızlı yapılmış çalışmalar dahil hepsini derliyor. En son yazıda 504 tane çalışma var. Bu sene muhtemelen bunun günceli çıkar, yine konuşuruz. Bunlardan 400 tanesi peer-reviewed yani hakemli dergilerde yayınlanmış. Bir kısmı da daha böyle hızlı değerlendirmeler. Şimdi sıkı durun. 504 aşırı hava ve iklim olayı ki bunlar şunlar aslında; sıcak dalgaları, kuraklık, orman yangınları ve seller. Bir de çok fazla sayıda olmamakla birlikte kasırgalar da var ve başka bazı daha özel trendlere de bakılmış ama büyük bir çoğunluğu sıcak dalgası, orman yangını vesaire. Çalışmalar, bu 504 olaydan %71’inin iklim ve insan etkisiyle oluşan, iklim değişikliğiyle daha olası ve daha şiddetli hale gelmiş olduğunu bulmuş. %9’u ise daha az olası, iklim değişikliği nedeniyle olasılığı azalmış olaylar. Tahmin edebileceğiniz gibi bunlar aşırı soğuklar. Dolayısıyla bütün aşırı hava ve iklim olaylarının yani bugün konuştuğumuz bu olaylar için rahatlıkla söyleyebiliriz ki %80’i doğrudan doğruya iklim değişikliğiyle ilişkili. Bu çalışmalarda ‘iklim değişikliği olmasa bu olaylar olmazdı’ denmiyor ama iklim değişikliği sera gazı emisyonları, yaktığımız fosil yakıtlar, bu olayların olma olasılığını arttırıyor. Bazen %20 arttırıyor, bazen %90 arttırıyor, bazen ise %50 arttırıyor ve şiddetini de arttırıyor. Geriye kalan %20’nin herhangi bir ilgisi bulunamamış.
Bu olaylar arasında iklim değişikliğiyle en yakından ilgili olan yine tahmin edebileceğiniz gibi sıcak dalgaları, aşırı sıcaklar. 152 aşırı sıcak olayının attribution’ına bakılmış ve %93’ünün doğrudan doğruya hem olasılığı hem de şiddeti artmış bulunmuş. 126 aşırı yağış ve sel olayının %56’sı yani bugün yaşadığımız Libya, Yunanistan selleri ya da Türkiye’deki sellerin yarısından fazlası doğrudan doğruya iklim değişikliğine bağlı. İncelenen 81 kuraklık olayının da %68’i yani çok büyük bir kısmı iklim değişikliğine bağlı olarak olasılığı artıyor. Bu şu demek, iklim değişikliği olmasaydı bunların görülme olasılığı çok daha düşecekti.
Burada bazı örnekler var. Mesela şimdi bazı projelerde hızlı attribution çalışmaları yapılmaya başlandı. Yani olay olur olmaz hemen onun iklim değişikliğine bağlı olup olmadığına bakıyorlar. Bunlardan bir tanesi, 2016’da Avustralya'daki büyük mercan refüjlerinin ağarması olayının olasılığının iklim değişikliğiyle 175 kez arttığı; bir diğeri ise, 2021’de Mart ayında Japonya'nın Kyoto kentindeki kiraz ağaçlarının çok erken, aşırı derecede erken çiçeklenmesi olayının yine iklim değişikliğiyle 15 kat arttığı bulunmuş. Bunlar çok büyük etkiler.
Bazı olaylar da iklim değişikliği olmasaydı görülmesi imkansız olan olaylar olarak adlandırılıyor. Bunların büyük bir çoğunluğu bu tür olaylar, büyük bir çoğunluğu ise aşırı sıcaklar ya da sıcak dalgaları. Örneğin 2020’deki Sibirya sıcak dalgası. Bunu hatırlar dinleyicilerimiz, Arktik bölgede 38,6 derece ölçülmüştü o zaman. Mesela buna iklim değişikliği olmasaydı imkansızdı deniyor. Ya da Pasifik’te, 2021’de Kanada'nın batısında bir yerde 49,6 derece ölçülmüştü. Galiba kentin adı yanlış hatırlamıyorsam Lytton idi.
Ö.M.: Isı kubbesi olayı.
Ü.Ş.: Evet, o da mesela imkansız. Yani iklim değişikliği olmasaydı onun olması imkansız çıkıyor. 2021’deki Avrupa'daki rekor düzeydeki aşırı sıcaklar da yine iklim değişikliği olmasaydı olmazdı diye çıkıyor. Dolayısıyla bunu da şöyle anlatıyorlar bilim insanları; bir sporcuya doping yüklediğiniz zaman başarısı %20 artıyorsa siz o %20’nin ne kadarının dopinge bağlı olduğunu söyleyemezsiniz. Ama sporcunun antrenmanı, psikolojisi gibi diğer faktörleri sabit kaldığı takdirde o %20 o dopinge bağlıdır. Burada da aynı şekilde başka her şey sabit kaldığı takdirde bu olayların bu kadar artması iklim değişikliğine bağlıdır olduğu sonucu çıkar. Bu önemli bir çalışma. Hatta bazı çalışmalarda da şuna bakmaya başlamışlar; Harvey Kasırgası'nda oluşan maddi hasarın ne kadarı iklim değişimine bağlı. Bunu bile hesaplıyorlar. Harvey Kasırgası'nda oluşan maddi hasarın %75’i iklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkmış. Yani 67 milyar dolarlık bir kısmı diye hesaplamışlar. Ya da sıcak dalgasındaki ölümlerin ne kadarı iklim değişikliğine bağlı diye bakmışlar. Onda da yine %70’lerin üzerindeki bir kısmın iklim değişikliğine bağlı olduğunu hesaplayabiliyorlar.
Bunlar hem bu işin bilimi açısından önemli hem de mahkemeler açısından önemli. Çünkü mesela şimdi Derne kentinde halk mahkemeye gitse, ‘Yönetim gerekli önlemleri almadığı için bunları mahkemeye veriyorum’ dese ve bu olayın iklim değişikliğine bağlı olduğunu kanıtlayan bir rapor sunsa... Herhalde bu rapor kanıt olarak çok işe yarayacaktır. Dolayısıyla bu attribution çalışmaları mahkemelerde de kullanılmaya başlayabilir diyebiliriz.
Ö.M.: Yani iklim krizini konu alan kitabı çıkarttığımız sene 2007 miydi?
Ü.Ş.: Evet.
Ö.M.: Yeni şey var mı peki? Şimdi yeni küresel soğuma çağına gireceğimizi söyleyen raporlara yer veriliyor mu?
Ü.Ş.: Soğuma diyen de vardır ama benim Twitter’da falan en çok gördüğüm, ‘küresel ısınma diye bir şey yok’. Bunu Türkiye için söylüyorum yani dünyada da var tabii ama Türkiye'de yeni birileri türedi.
Ö.M.: Belliydi zaten. Bekliyordum ben çünkü yeniden bu inkar dalgasının yönetileceğini ve sosyal medyada büyük bir kampanyanın başlayacağını söyleyen önemli bir iki makaleye rastladım ve hiç şaşırmadım.
Ü.Ş.: Amerika'da bu tür yazıları izleyenler olabilir, bilemiyorum. Biraz bu aşı karşıtlığıyla falan bağlantılı, genel bir bilim karşıtlığının bir görünümü olabilir. Böyle bir hikaye ama bence hala en tehlikeli olan, ‘iklim değişikliği var ama bunların iklim değişikliğiyle ne alakası var, bunlar yanlış kentleşmeden oluyor’ diyenler. Çünkü onlar aslında kamuoyu görüşünü domine ediyor şu anda. İklim değişiminden bahsetseler de fosil yakıtlardan mümkün olduğu kadar bahsetmeyen uzman arkadaşlarımız var. Neyi amaçladıklarını anlamıyorum ama vardır bir nedenleri herhalde. Yani fosil yakıtlar demeden iklim değişikliği konuşmayı çok seviyorlar. Onlar bana daha tehlikeli geliyor açıkçası.
Ö.M.: Prof. Murat Türkeş'in Artı Gerçek'te İrfan Aktan’la gerçekleştirdiği ayrıntılı söyleşisi son derece kapsamlıydı. ‘Türkiye olarak da dünya olarak da korku filmlerini hiç aratmayacak bir döneme giriyoruz’ diye net olarak bilim insanı gözünden görüşünü koyuyordu.
Ü.Ş.: Evet, bugün Açık Yeşil’in sonuna geliyoruz. Kalan birkaç dakikada belki hepsini çalamayız ama Roger Waters’ın 80. yaş gününü kutlayalım. Aslında geçen haftaydı ama biz geçen hafta onu atlamak zorunda kaldık. Roger Waters ile bitirelim isterseniz bugün. Pink Floyd'un efsanevi ismi ama daha sonra solo çalışmalarıyla da iyi biliniyor. Şimdi ben onun 1984 tarihli, hemen “The Final Cut”tan bir sene sonra, tam da o çizginin devamı olan “The Pros and Cons of Hitch Hiking” adlı ilk solo bir albümünden bir şarkı seçtim. Malum Roger Waters aynı zamanda çok önemli bir aktivist, sözünü sakınmayan bir aktivist. Şimdi onun 80. yaş gününü kutlayalım. Parçanın ismi "5:06AM (Every Stranger's Eyes)" yani ‘sabah 5:06.’ Gelecek hafta görüşmek üzere. Hoşça kalın.
Ö.M.: Hoşça kalın.