Bu sene beşincisi gerçekleşecek olan İstanbul Tasarım Bienali’nin ana program başlıklarından mutfağı, tasarım ile ilişkisini ve bu senenin ana teması Empatiye Dönüş’ü asistan küratör Billie Muraben'le konuştuk.
Mutfak, pişirme ve yemek yeme eyleminden fazlasına tanıklık eden bir mekan. Etrafımızdaki nesnelerden malzemelere, aynı masanın etrafında oturduğumuz insanlara ve bizim dışımızda yaşayan canlılara uzanan zengin bir hafıza merkezi. Peki mutfak, farklı paylaşımlar, deneyimler ve bilginin dolaşımı için yeni bir alan olarak tasarlanabilir mi?
İREM: Merhaba Billie, Açık Mutfak’a hoşgeldin. Zamanımız sınırlı olduğundan hemen sorularıma geçiyorum. Bu sene 5. Istanbul Tasarım Bienalinin merkezinde mutfak var. Farklı ülkelerden sanatçıların, mimarların, şef ve akademisyenlerin katkı yaptığı “eleştirel yemek programı” bölümleri mutfağı mekan olarak farklı açılardan düşünmek için iyi bir fırsat olacak. Öncelikle neden “mutfak” bu kadar merkezde konumlandı ve eleştirel yemek programını görmek isteyenleri ne bekliyor?
BILLIE: Mutfak başından beri asıl programın merkezindeydi. Başlangıçta planımız atölyelerin, performansların açık alanlarda ve mekanlarda olmasıydı ve tabiki programın bir diğer parçası olan Gözlemevi’ni, sergilerin yer alacağı bir mekanda, Pera Müzesi'nde açmaktı. Malum pandemi ile pek çok şey değişti ve bu alanlarda bir araya gelmek veya ortak bir masa etrafında yemek yemek, oturmak olanaksız hale geldi. Tüm bu fikirleri fiziki olarak hayata geçirmek eğlenceli bir şey olmaktan çıkarak tehlikeli bir hal aldı. Bu nedenle, programın merkezinde olan fikri gerçekleştirmek için, mutfak bölümünü çevrimiçi Eleştirel Yemek Programı'na dönüştürdük. Bölümlerin çoğu geçen senenin sonunda katılımcılardan talep ettiğimiz bir seçkiden alındı. Açıkçası bu projelerin neredeyse tamamı ancak açık alanda hayata geçebilecek türden işlerlerden oluşuyordu. Tüm bu projeler, pandeminin getirdiği güncel şartlara uygun şekilde revize edilmeliydi. Bu koşullarda sıkça duyduğumuz şeylerden biri “hepimiz aynı durumdayız” oldu ama açıkçası bu doğru değil. Herkes farklı çözüm yöntemleri geliştirdi. Pandemi süreci Eleştirel Yemek Programı’nın hazırlıklarını yapan birçok katılımcıyı farklı şekillerde etkiledi. Katılımcılardan bazıları evden üretmeye devam etti ve bu üretimlerini karantinanın hala devam ettiği bir dönemde arşivlere veya müzelere erişim imkanı olmadan yapmaya çalıştı. Bazıları ise bölümlerini tamamlamak için çekim yapılacak mekanlara seyahat etmek durumunda kaldı. Sen ve Laura Wilson’ın South London Gallery’de gerçekleştirdiğimiz çekimler gibi… Yani bu bize herkesin bu süreçle farklı yöntemlerle baş ettiğini gösterdi ve sonuç gerçekten de ilginç oldu.
IREM: Hem katılımcılar hem de sizler için zorlu bir süreç oldu…
BILLIE: Evet, tabi… Ama tüm programın hayata olabildiğince eksiksiz geçmesi için elimizden geleni yaptık , elbette katılımcıların da büyük çabasıyla . Ve gelinen noktada her şey yolunda görünüyor...
IREM: Ana akım yemek programlarının mutfağa ve yemeğe bir bakıma yabancılaştıran yanını düşünüyorum, ve yapılan yemeğin geçmişine, hikayesine, malzemenin kendisine ve nereden geldiğine dair soruları sormanın uzağında kalmış sayısız program geliyor aklıma. Bu nedenle eleştirel yemek programı fikrini gerçekten sevdiğimi söylemeliyim. Özellikle mutfağı mekan olarak düşündüğümüzde gıdanın yanı sıra birçok nesne ile de etrafımız çevrili, bu nesneler bizimle yaşıyor ve hafızamızın parçası oluyor. Eleştirel yemek programı açık çağrısı nesne odaklı işleri de davet ediyordu… Bildiğim kadarıyla programda da bu işler yerini aldı . Peki programdan yola çıkarak nesne odaklı yaklaşım ile tasarım ve mutfak arasında nasıl bağlar kuruldu, paylaşabilir misin?
Eleştirel Yemek Programı sergisinden, Pera Müzesi. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
BILLIE: Yemek yemeyi, yemeği hazırlarken bizi çevreleyen araç gereçleri , imgeleri veya o imgenin, yemeğin reklamını kolonizasyonun tüm süreçleri ile birlikte düşünmek gerçekten çok önemli. Programda bununla bağlantılı birkaç bölüm var. Örneğin bir tanesinden bahsetmek gerekirse “Depatriarchise Design” ve Mayar El-Bakry’nin hazırladığı “Hikayeler ile Pişirmek” bölümü, özellikle “‘haute’ cuisine ve evde yemek pişirme” ile “tasarım ve anonim tasarlanmış mutfak araç gereçleri” üzerinden hiyerarşik bir bağ kuruyor. “Beyaz erkek” tarafından tasarlanan araç gereçlere, ve kadınların tasarladıklarına da bakarak yapıyor bunu. Ayrıca bu bölümde, gıda ve hafıza arasındaki ilişkiyi de görüyoruz . Hafızayı düşünmek sadece yiyeceğin kendisini değil, onu çevreleyen her şeyi, her durumu birlikte düşünmek demek. Yani oturduğunuz odanın konsepti, kokusu, etrafınızdaki insanlar, araç gereçler bu deneyimin parçasıdır. Tüm bunları daha önce bahsettiğim gibi kolonizasyon süreçleri hakkında bağ kuran bir anlatı gibi farz edebiliriz...
Bir diğer örnek ise, Ayşenaz Toker ve Merve Tuna’nın hazırladığı Nesneye Dayalı Sihir (Object Oriented Magic) bölümü… Bu bölümde Ayşenaz ve Merve günlük hayatta kullanılan ev içi nesnelerini büyü yapmak için malzeme olarak kullanıyor.
Normatif insan nesne ilişkilerimizin ötesinde alternatif anlatılar önermek için tüm rasyonel katmanları tanıtıyor ve insanları bunun etrafında objeler hakkında yeniden düşünmeye davet ediyor.
İREM: Tam da buradan Tasarım Bienali'nin bu seneki temasına, empatiye geçmeyi istiyorum. Mariana Pestana’nın da küratör notunda altını çizdiği gibi empati sadece insanlar arası bağ kurmanın çok ötesinde bir başlık. Yaşadığımız yüzyılı düşünürsek, bu senenin teması daha anlamlı bir hal alıyor. Denizlerdeki kirlenme, küresel ısınma veya Türkiye'de kolektif hafızanın, kolektif tarihin gün geçtikçe yerle bir edilmesi gibi. Tüm bunları düşününce belki de kolektif hafızayı ve bilgiyi birden fazlası için birden fazlası ile paylaşmak umut veren bir cevap olabilir. Bu senenin teması olan empatiye dönüş bu açıdan baktığımızda, yol gösterici… Peki, tasarım ve mutfak, empati odaklı bir diyaloğa nasıl katkı sağlayabilir?
BILLIE: Bu daha çok tasarımın bir kişiden fazlasına hitap etmesi, bir taneden fazla tasarlanması ve senin de söylediğin gibi, bir anda çok fazla şeyin olup bitmesi, bir şeyin tek başına bir vakumun içinde var olmamasıyla ilgili. Her şey bir etkileşime sebep oluyor, ne yaparsan yap onun bir etkisi oluyor, ve genel olarak bunu göz önünde bulundurmak önemli. Bunun tasarımla bağlantısını düşünmek de yararlı çünkü bu ayrıca karmaşık tasarım süreçleri hakkında da bir düşünme şekli, ve tüm bunların arasında bir şey var oluyor ve bir etki yaratıyorsa, bu etki ne için kullanılabilir, neye faydalı olabilir gibi şeyler düşünmenin yanı sıra tarihsel anlamda nasıl yıkıcı olabildiğini de gözlemlemek önemli.
Empati ile düşünmeye çalıştığımız şey tam olarak senin söylediğin gibi kolektif bilginin önemi ile ve etrafımızı saran “şeylere” ve nesnelere nasıl odaklanacağımızla ilgili; örneğin senin tabiatında var olan bilgiye nasıl odaklanacağınla ilgili - yani bu, toprağın bilgisi olabilir, içinde olduğun mekanın bilgisi olabilir, etrafında hangi ağacın büyüdüğü bilgisi olabilir. Fakat, aynı zamanda bu bilgiyi daha büyük ölçekte kullanışlı hale getirmek ile de ilgili, çünkü burada gerçekten önemli olan şey bizim şu an gördüğümüz şeyi dışarıya nasıl aksettirdiğimiz. Küresel kapitalizm korkunç ve yıkıcı boyutta, ve kesinlikle çalışmıyor. Önemli olan şu ki küresel bakış açısını sürdürmek, izolasyon içinde düşünmemek, insanların kendini başkalarına, farklı yaşam ve varoluş yollarına kendini kapattığı noktaya yakın bir yerden düşünmemeliyiz. Yaptığımız şeylerin pek çoğu ölçüyle ilgili, mikrodan makroya… mikroptan, gök ölçeğine… etrafımızı kimlerin ve nelerin çevirdiğine, burada nasıl olduğumuza odaklanabileceğimizi de düşünüyorum. Çok büyük ölçüde üretici bir süreç bu.
İREM: Bu temaya karar verirken yaptığınız tartışmalar sonunda neden empatiye karar verdiniz?
BILLIE: Aslında pandemiden çok önce bu temaya karar verilmişti. Enteresan bir şekilde , güncel konuyla da bağlantı kuran bir tema olarak bir bakıma kendini yeniledi. Bienali yeni pandemi koşulları ile tekrar düşünürken de bize yardımcı oldu. Yani, Mariana’nın yakından ilgilendiği uzun süren iyi araştırma ve tartışmalar sonucu o zaman için anlamlı bir başlık doğmuştu; şimdi daha da anlamlı hale geldi diyebilirim.
İREM: Tasarım Bienali’nde bir diğer ilgimi çeken bölüm ise Instagram aracılığıyla 8 hafta boyunca Genç küratörler grubunun yaptığı paylaşımlar. Birçok farklı başlıkla yemek, mutfak, ekoloji, nesne ve ritüeller tarihine kısa yolculuklar yaptılar bir bakıma. Bu işleri başka formatlarla, bienal içinde görebilecek miyiz peki?
BILLIE: Evet genç küratörlerin yaptığı araştırma kitapta ve katalogda yer alacak. Bu araştırmaların serginin de parçası olmasını sağlayacak uygun yolları bulmaya çalıştık. Genç küratörler grubu araştırmaların yanı sıra kamusal münazaralarla hayata geçmesi planlanan müdahalelerden oluşan “yeni yurttaşlık ritüelleri” bölümü için çalışıyor. Bu programla yaptıkları araştırmalar farklı müdahaleler yoluyla hayata geçecek ve daha anlamlı hale gelecek. Bu gerçekten de çok heyecan verici. Grup üç kişiden oluşuyor ve araştırdıkları konular hepsinin uzun yıllardır ilgilendiği alanlar. Gıda ve tasarımdan antropolojiye ve nesneler tarihine gerçekten iyi bildikleri konular. İstanbul'da yaşayan ve küratörlüğe hevesli genç küratörleri bir araya getirme fikri tabi yine pandemiden önce de vardı. Pandemi hayatımıza girdikten sonra, kenti ve konuları gerçekten iyi bilen, fiziki olarak orada olan insanların yaptıkları bu iş daha yararlı hal aldı . Asıl plan hep beraber kentte çalışmaktı fakat artık durum bundan daha karmaşık hale geldi. Bu tarz projeler, bilginin alışverişi ve birbirimizden öğreneceğimiz çok fazla şey olduğunu göstermek açısından çok önemli. Gerçekten çok güzel…
Kaynak: https://twitter.com/hilmiturkmen34/status/979790016929988608?lang=fa
İREM: Özellikle bostanları yazdıkları bölüm çok ilgimi çekti, benim de ortak araştırma alanlarım dan biri olmasından dolayı. Bostanlar bir zamanlar kentin ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir yer tutarken, yok edildi. Yukarıdan aşağı alınan kararlar ve kötü kent uygulamalarının çok üzücü sonuçları oldu. Öte yandan, Kuzguncuk bostanı gibi umut veren bir örnek de var tabi. Yerel kampanyalar sonucu hala hayatta kalmaya çalışıyor.
BILLIE: Aslında Kuzguncuk bostanında gerçekleşecek bir projemiz var. Sebze ve meyve kurutma süreçleri ile bağlantılı bir iş. Mevsimi ve havanın uygun hale gelmesini beklememiz gerektiğinden önümüzdeki yıl bahar zamanları başlayacak.
İREM: Harika haber.
BILLIE: Evet, benim de heyecanla beklediğim işlerden biri…
İREM: Zamanımızın sonuna geliyoruz artık. Mutfak etrafındaki tüm projeler fiziki olduğundan pandemi ile hızla yeni formata geçmek zor olmuş olsa gerek. Özellikle iptal edilen, ertelenen birçok sanat festivali, etkinlik olduğunu düşünürsek sizi başka formatla da olsa devam etme ısrarınızdan dolayı tebrik ederim...
BILLIE: Mutfak bölümünü insanların bir araya geldiği, yemek yediği fiziksel bir performans olarak hayata geçiremeyeceğimizin düşünmek gerçekten çok üzücüydü ama bu bir görevdir, özellikle mutfak bölümünü çevrimiçi bölümler halinde sunma fikri için baya kafa yorduk. Ve şu an gelinen noktada iyi bir iş çıktığını söyleyebilirim. Eleştirel Yemek Programı bölümünün güzel ve samimi mekanlarda çekilmiş bölümlerden oluşması, karantina ve pandemi süreçleriyle kurulan ilişkinin direk ekrana yansıdığı ilginç bir program oldu. Tasarım bienalinin yapısını yeni koşullara adapte ederek süreyi de uzatmış olduk. Uzun vadede bu süreçten öğrenilecek çok şey var, belli ki bir süre daha bu koşullarda yaşayacağız ve öğrenmeye devam edeceğiz.
İREM: Son olarak, Eleştirel Yemek Programı’nın bölümlerini izlemek isteyenler nasıl ulaşacak?
BILLIE: Tüm bölümler çevrimiçi olarak paylaşılacak. Aynı zamanda isteyenler bienalin Pera Müzesi'nde ekim ayının ortasından kasım ayının ortasına kadar sürecek fiziki sergisini ziyaret edilebilir. Eleştirel Mutfak Programı'nın bölümleri haftalık yayına girecek ve Mart 2021 başına kadar devam edecek. Program hakkında detaylı bilgilere ve çevrimiçi bölümlere yakında İstanbul Tasarım Bienali’nin web sayfasından ulaşmak mümkün olacak.
İREM: Çok teşekkürler katkın için.
BILLIE: Ben teşekkür ederim.
Çeviri: İrem Aksu
Seslendiren: Didem Gençtürk & İrem Aksu