Açık Gazete'de Ömer Madra ve Özdeş Özbay, IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu'nu ve raporda yer alan doğal ve insani krizlere dair açıklanan veriler ışığında yapılan uyarıları yorumladı.
(1 Şubat 2022 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Merhaba herkes, Açık Radyo burası, 95.0, acikradyo.com.tr ve Açık Gazete programı başladı. Bendeniz, Ömer Madra; Özdeş Özbay ve Feryal Kabil'den oluşan ekiple birliktesiniz.
Özdeş Özbay: Günaydın.
Ferhal Kabil: Günaydın.
ÖM: Bugün açılışımızı savaş şarkılarıyla değil, barış şarkılarıyla daha doğrusu, Marvin Gay'in “Mercy, Mercy Me (The Ecology)” adlı şarkısıyla yaptık, çünkü bu şarkı da özellikle ekoloji yıkımı konusunda, dünyanın gidişatı konusunda, çok erken bir tarihte ta 1971’de bundan yarım yüzyıldan fazla bir süre önce yapılmış müthiş bir uyarı şarkısıydı. Biz de şimdi IPCC Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli diye bilinen, dünyanın en büyük bilimsel kuruluşunun tüyler ürpertici yeni raporuyla başlıyalım. Dünyada 195 ülke tarafından onaylanmış ve kontrol edilmemiş küresel ısıtmanın akılalmaz bir yıkıma yol açacağını -bir kere daha- dünyanın en net diliyle ortaya koyan iklim krizi raporu yayınlandı dün ve yani iklim konusunda dünya siyasilerinin, liderlerinin tam bir çöküş halinde olduğunu, hiçbir şey yapmadıklarını açıkça gösteren ve aynı zamanda petrol ile gazın da Putin'in Ukrayna istilasına nasıl yol açtığını da ortaya koyan rapor, tahminlerin de çok ötesinde olan bir durumu ortaya koyuyordu, ondan bahsedeceğiz bugün zaten.
Şarkının sözlerinde diyor ki “Size şimdi güzel, ilginç bir şey anlatacağız ey halkım. Sosyal bölümümüze girerken bunu dinlemenizi istiyorum.” diye bir sunum gibi bir şey yapıyor. “Ah! insaf edin, bize acıyın, acıyın. Her şey, söylenenler, hiçbir şey artık eskisi gibi değil. Nereye gitti bu masmavi gökyüzü? Şimdi bu esen rüzgâr tamamen zehir olarak esiyor, kuzeyden güneye, oradan doğuya. Yani bize de insaf, insaf, acıyın bize tanrım.” demeye getiriyor. “Yani hiçbir şey bizim söylediğimiz gibi değil” diyor Marvin Gay, Amerika’nın en önemli Rhythm & Blues şarkıcılarından, bestecilerinden, müzisyenlerinden biri. “Tanrım, evet, bana acı; bize, hepimize acı. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Bütün bu ortalık tamamen dolmuş. İnsan istismara daha ne kadar katlanabilir?” diye bir beddua ediyor aslında -duayla beddua arasında bir şarkı. Evet, onu çalarak başladık. Bunları konuşmaya devam edeceğiz hem de belki de gün boyu, günler boyu, haftalar boyu çünkü iklim krizi, iklim değişikliğinin insani krizlerle yeryüzünü yok etmeye doğru gittiğini gösteren en net rapor karşımıza çıktı. Savaşı ve nükleer savaşı bile ortaya koyabilecek bir facianın yıl dönümündeyiz. Yani “dönümündeyiz” daha doğrusu, “eşiğindeyiz”. Şimdi onu konuşacağız, ama önce tarihte bugüne bakalım.
ÖÖ: 1872 yılında bugün, dünyanın ilk ulusal parkı olan Yellowstone Milli Parkı, Amerika Birleşik Devletleri'nde açılıyor. Milli Park özellikle içinde bulunan çok büyük gayzerleriyle tanınıyor. Dünyadaki sıcak su kaynaklarının yarısı burada bulunuyormuş ve sayıları on bini aştığı söyleniyor. Yellowstone’da 300’den fazla gayzer 290’dan fazla da irili ufaklı şelale bulunmaktaymış.
ÖM: Evet, bu Amerika'nın öncü çevrecilerinin ilk -John Lyon gibi şairlerin de- üzerinde durdukları, öncülük yaptığı bir şeyin sonucunda, mücadelenin sonucunda, ta 1872’de, bundan çok uzun bir zaman önce açılmış bir şey. Şimdi bunların yok oluşuna tanık olacağız gibi bir durum var.
1963’te bugünse İstanbul Boğazı'nda, Dolmabahçe açıklarında çarpışan iki Sovyet tankerinden denize akan ince mazotun alev almasıyla hem yüzer Karaköy iskelesi hem de Kadıköy vapuru yandı.
ÖÖ: 1978 yılında bugün Charlie Chaplin'in cenazesi İsviçre'de mezarlıktan çalınmış. Yoksulluk içinde büyüyen Charlie Chaplin, 88 yaşındayken 25 Aralık 1977’de hayata gözlerini yummuştu. Ama birkaç ay sonra Charlie Chaplin'in cesedini İsviçreli bir grup fidye istemek üzere kaçırıyor. Başarısız olan fidyeciler yakalanmış ama ceset ancak 11 hafta sonra Cenevre Gölü'nde suyun altında bulunmuş.
ÖM: Evet, Cenevre Gölü’nde. 2003’te de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Irak'ta savaşa dahil olmak üzere tezkere oylaması yapıldı, Saatli Maarif Takvimi’nde de biraz önce bir miktar özetlemeye çalışıldığı gibi. Amerika Birleşik Devletleri, Irak'ta kitle imha silahları olduğu yalanıyla gerçekleştireceği işgale Türkiye'nin de dahil olmasını istiyordu. Bu kapsamda hazırlanan tezkere de 1 Mart'ta meclise sunuldu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne. Uluslararası savaş karşıtı hareketin bir parçası olarak Türkiye'deki savaş karşıtları da tezkerenin reddedilmesi için günlerce sokaklarda barışçıl, kitlesel eylemler düzenlediler. Açık Radyo’nun elemanları da aralarındaydı. Tezkerenin oylandığı 1 Mart 2003 günü yüz bine yakın savaş karşıtı Ankara'da büyük bir miting yaptı. Büyük kamuoyu baskısı sonucu oylamaya katılan 533 milletvekilinden 250’si ret, 264’ü kabul, 19’uysa çekimser oy kullandı. Böylece anayasanın 96. maddesinde öngörülen 267 salt çoğunluğa ulaşılamadı. Bu hiç beklenmedik bir şeydi; hatta o kadar şaşırttı ki Amerikalı yetkililerden -savaşkan, savaşa hazırlanan ve girmek için can atan Amerikalı yetkililerden- birisi, “Türkiye ne? Ne yapmış?” filan diye sormuştu, tezkeresi kabul edilmemiş sayıldı çünkü. Bu Adalet ve Kalkınma Partisi'nin de ilk büyük yenilgisi olmuştu.
Mecliste aşağı yukarı bir buçuk kilometre mesafede orada kapalı kapılar ardında halk adına, halkın, ülkenin çıkarları adına feci sonuçlar verebilecek bir savaşa katılma kararı konusunda oylama yapılırken burada da kendiliğinden toplanmış on binlerce, hatta yüz bin kişilik bir meclisin buna çok büyük bir kuvvetle “hayır” dediği görüldü. Türkiye'nin gördüğü en büyük mitinglerden bir tanesiydi. Özellikle son senelerde yüz bin civarında insanın katılmış olduğu ve büyük bir barış havası içinde.
Ömer Madra, Mart 2003.
ÖM: Evet, Açık Radyo bunu canlı yayında, bu şekilde sundu. 25 saat boyunca canlı yayın yapıldığında 2003’ün 1 Mart'ında. Hatırlayacaktır dinleyicilerimiz de, tarihi günlerden bir tanesiydi. Sonunda dönerken karşılaştığımız bir radyocu arkadaşımızla birlikte ağladığımızı da hatırlıyorum sonucu öğrendiğimiz zaman, sevinçten ağladığımızı... Evet, böyle bir durum.
“Etkiler, Uyum ve Kırılganlık”
Şimdi günümüzün haberlerine geçelim; biraz önce “Mercy, Mercy Me (The Ecology)” şarkısını çalarken ve çaldıktan sonra da birazcık anlatmaya çalıştığımız gibi çok önemli bir metin yayınlandı: Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, IPCC. İkinci çalışma grubunun altıncı değerlendirme dönemi, AR6 diye nitelendiriliyor bu, “İklim Değişikliği 2022”, başlığı da bu. “Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” adlı raporu dün yayınlandı. 270 yazar ve 195 hükümet tarafından nihai hale getirildi ve onaylandı, ikinci çalışma grubunun raporu. Yani IPCC, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Raporu’nun 2014’te AR5’in yayınlanmasından bu yana iklim değişikliğinin etkilerine ve buna uyum sağlama stratejilerine ilişkin en büyük değerlendirmesi bu. Raporun yazarlarıyla diyalog halinde hükümet temsilcileri tarafından onaylanmak üzere “satır satır” incelenen metin 14 Şubat'la 26 Şubat tarihleri arasında fiilen gerçekleştirilen genel kurul oturumunun tamamlanmasıyla yayınlandı. Rapor iklim değişikliğinin ekosistemler ve toplumlar üzerindeki etkilerini, bunların kırılganlıklarını, mevcut ve gelecekteki değişikliklere uyum sağlama kapasitelerini göz önünde bulundurarak inceliyor. Artan salımların, karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonlarının insanlar ve çevre için, bütün canlılar alemi için oluşturduğu riskleri büyük bir netlikle vurguluyor ve farklı bölgelerin ve doğal sistemlerin güvenlik açıklarını da analize ediyor.Raporun ilk taslağına 16 bin küsur yorum, ikinci taslağına 40 bin küsur yorum ve politika yapıcılar için özetin nihai hükümet dağıtımına da altı bine yakın, 6577 yorum yapılmış. 34 binden fazla bilimsel makaleye atıfta bulunuyor; yeryüzün en kapsamlı raporlarından bir tanesi. Ayrıntılı olarak bunları konuşma, bir kısmını da Açık Radyo’nun internet sitesinde Türkçe’sini de özellikle yayınlama imkanını bulacağımızı umuyorum. İklim Değişikliği Altıncı Değerlendirme Raporu’nda iklim değişikliğinin insani krizleri de şiddetlendirdiği, kısa vadeli eylemlerin iklim krizinin tüm zararlarını ortadan kaldıramayacağını net bir dille açıklıyor. “Dünyanın çoğunluğunun, büyük çoğunluğunun hayatta kalmasını tehdit edecek.” gibi inanılmaz netlikte açıklamalar var. Kayıp ve zarar - ya da zarar ziyan- daha fazla ısınmayla hızla artacak ve çoğu durumda insanlar ve doğa uyum sağlayamayacak. Böyle riskler yaratacak, diyor. “Emisyonlar, salımlar şu anda planlanan oranda azaltılırsa ortaya çıkacak sıcaklık artışı gıda üretimini, suyu -yani yiyeceği-içeceği- insan sağlığını, hayatta kalmayı, kıyı yerleşimlerini, ulusal ekonomileri ve doğal dünyanın çoğunun hayatta kalmasını tehdit edecek.” diyor. Daha ne denebilir bilemiyorum. Bunu önlemenin yolu olarak da daha hızlı emisyon kesintileri yapılması gerektiğine işaret ediliyor. İklim değişikliğini önlemek için yeterince kaynak sağlanmadığını, “Uyum faaliyetleri alternatif değildir; ısınma devam ederse dünya emisyon kesintilerine giderek uyum sağlayamayacak, değişikliklerle karşı karşıya kalacak.” deniyor. İklim değişikliğinin insanları öldürdüğü belirtiliyor. 270 yazar ve 195 hükümet tarafından nihai hale getirildiğini bir kez daha tekrarlayalım, öyle onaylandı daha dün. Tarihin, yani insanlığın yarattığı en önemli temel belgelerden biri, muhtemelen birincisi bu ve 2014’te yayınlanmasından bu yana iklim değişikliğinin etkilerine ve buna uyum sağlama stratejilerine ilişkin en büyük, en kapsamlı değerlendirme bu. Yani 2014’ten beri, 7-8 yıldan beri de yakından takip ediyoruz. Hatta onun çok daha öncesinden başlayarak takip etmeye girişmiştik. Fakat şimdi çok yakından izlemekteyiz. İnsan faaliyetleri kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği, halihazırda dünya çapında insanlara zarar veriyor, onları öldürüyor, gıda üretimini mahvediyor, doğayı yok ediyor ve ekonomik büyümeyi yavaşlatıyor… Daha ne olması gerekir bilemiyorum. “Dünyayı, toplumları, insanları tahammül edilmez risklere maruz bırakıyor.” deniyor. Aşırı sıcaklar, şiddetli yağmur, seller, kuraklık, korkunç kuraklıklar ve yangınlar daha yoğun ve sık hale geliyor. İnsanları zarara uğratan ve onları öldüren deniz seviyelerinin yükselmesine okyanusların asitlenmesine ve orada canlıların yok olmasına, yoğun tropikal siklonlara neden oluyor. Bazı durumlarda bunun, toplumları ve dünyaya uyum sağlayabilecekleri sınırların ötesinde, tahammül edilemez ve geri döndürülemez risklere maruz bıraktığı belirtiliyor. Aslında on yıllardır insan toplumlarına zarar verdiğini de tekrardan net bir dille ortaya koyuyor. Ve çok önemli bir şey; insanların iklim değişikliğinden sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da etkilendiğini, değişikliğin dünyanın her yerinde insanları öldürdüğü belirtiliyor raporda. Aşırı hava olayları travma yaratıyor ve orman yangını dumanına maruz kalmanın artması, kalp ve solunum sorunlarına yol açıyor. Büyük çapta bazı hastalıklar daha yaygın oluyor, yeni alanlara yayılıyor ve fırtına, kuraklık veya selin en savunmasız bölgedeki insanları, daha az savunmasız bölgelerdeki insanlara kıyasla öldürme olasılığı ne kadar daha fazla? 15 kat daha fazla! Yani en az katkıda bulunanlar, hiçbir katkısı olmayan yoksul bölgeler, ülkeler ve kesimler çok daha fazla perişan oluyorlar, hastalanıyorlar, ölüyorlar, travmaya kapılıyorlar. Milyonlarca insanı akut gıda güvensizliğine maruz bırakıyor. İnsanların savunmasız olduğunu söylüyor ve daha yüksek sıcaklıklar, sıcak dalgalar, kuraklık, okyanus ısınması ve sera gazı emisyonlarının bir sonucu olarak okyanusların asitlenmesi, su ürünleri yetiştiriciliği ve balıkçılıkta ürün kayıplarına ve kayıplara neden oluyor. Tarımsal ürün alınamıyor, verimdeki artış yavaşlıyor. Gıda ve su güvensizliği ve yetersiz beslenmeyi arttırıyor.
Bunlar bir korku filmi senaryosu değil sevgili dinleyiciler; doğrudan doğruya dünyanın en büyük bilimsel heyetinin onayladığı, bütün hükümetlerin de satır satır onayladığı bir belgenin okuması. Biraz hayal gücü gibi geliyor ama katiyen öyle değil. Ekonomik açıdan da büyük yıkım; yani tarım, balıkçılık, ormancılık, turizm ve açık havada çalışanların iş gücü verimliliğini derinlemesine etkiliyor. Ekonomik zararlara yol açıyor. İnsanların yerlerini, yurtlarını kaybetmelerine yol açıyor. Yalnız insanların değil tabii, hayvanların da; birçoklarının da doğdukları, büyüdükleri yerleri terk etmelerine, göçe zorluyor onları da. Özellikle insanlarda kadınları ve daha yoksul insanları derinlemesine etkilediğine ve daha da yoksullaştırdığına işaret ediyor. Yani kentlerde yaşayan insanlar, iklim değişikliğinin sonucu olarak daha güçlü ısı dalgalarından ve altyapıya verilen zararlardan da özellikle etkileniyor. “Sürdürülemez kalkınma kalıpları” deniyor. İnsanları ve doğayı iklim değişikliğine karşı daha savunmasız hale getirdiği de net olarak söyleniyor. Dünyaya verdiği zararın, daha önce fark edilenden çok daha büyük olduğu söyleniyor. Aşırı hava olaylarının kademeli etkileri oluyor; örneğin orman yangınları doğaya, insanlara, altyapıya ve ekonomiye zarar veriyor. Ekonomilere ve toplumlara verilen zararlar uluslararası tedarik zincirlerini ve doğal kaynak akışlarının iklim değişikliğinin sebep olduğu aşırı hava olayları tarafından kesintiye uğramasıyla sektörler ve sınırlar arasında da yayılıyor, deniyor.
İklim değişiminin insan ve doğa sistemleri için yarattığı riskler daha da artıyor
Evet, yani “İklim değişikliğinin dünyaya verdiği zarar” deniyor raporda. Daha önce fark edilenden daha büyük, çok daha büyük, incelenen tüm türlerin, yarısı inceleme altına alınan tüm türlerin, canlı türlerinin yarısı yaşam alanlarını değiştirmek zorunda kalmış. Birçoğunun bulundukları yerlerde nesli tükenmiş, yok olmuş. Bazı türler iklim değişikliği nedeniyle tamamen yok olmuş. Bazıları bulundukları yerleri terk etmişler, artık görünmüyorlar. Bunların iklim değişikliğinin halihazırda gerçekleştirilmiş ve artık geri döndürülemez etkilerine birer örnek olduğu söyleniyor. Ve son olarak da hayvan ve bitki ölümlerinden bahsediyor. Aşırı sıcakların hayvanların ve bitkilerin toplu ölümlerine, imhalarına neden olduğunu ve ekosistemlerde yaygın bir bozulmanın olduğu aktarılıyor raporda. Şöyle deniyor: “Ekosistemlerin iklim değişikliği ve diğer insan faaliyetleri nedeniyle tahribi, özellikle yerli halkları ve günlük yaşamlarında doğrudan doğaya bağımlı diğer insanları etkileyerek doğayı da insanları da iklim değişikliğine karşı daha savunmasız ve daha az uyum sağlayabilir hale getiriyor.” Peki bu durumda eyleme geçmenin aciliyetini de nasıl özetlemiş? “Kümülatif, yani birikmiş bilimsel kanıtlar çok açık.” diyor IPCC raporu. “İklim değişikliği, insan refahı ve gezegenin sağlığı için bir tehdittir. Uyum ve sera gazı azaltım konusunda ileriye yönelik müşterek küresel eylemde daha fazla gecikme, herkes için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için kısa ve hızla kapanmakta olan bir fırsat penceresini kaçırmaya neden olacaktır. Yani sonsuza kadar kapanacaktır bu fırsat.” diyor. Raporda artmaya devam eden salımların, emisyonların ciddi olumsuz sonuçlara yol açacağı, insan ve doğa sistemleri için çok çeşitli riskleri şöyle sıralamış:
1- Gıda üretimi ve gıda güvenliği; deniz seviyelerinin yükselmesiyle birlikte sıcak hava dalgalıları, kuraklık ve sellerin şiddetinde ve sıklığında artış, en küçük miktar ek ısınmayla da tehdit edilecek.
2- Daha fazla aşırı hava olayları ve sıcak hava dalgalarının bir sonucu olarak sağlık sorunları ve erken ölümlerde önemli artışlar olacak ve hastalıklar yayılacak.
3- Artık kıyı nüfusunun ancak yüz yılda bir maruz kalacağı şiddette bir sel olasılığı; yüz yılda bir, yani 1922’de görülmüş bir şeyin şimdi bu sene görülmesi durumu varken deniz seviyesinde 15 santimetrelik bir ilave artışla %20, beşte bir oranında artacak ve deniz seviyesindeki 75 santimetrelik bir artışla iki katına çıkacak.
4- İklim değişikliğinin etkileri giderek daha fazla, aynı anda ortaya çıkacak, eş zamanlı ve birbiriyle ve diğer risklerle etkileşime girecek. Yani bu dinamik bir sistem tabii, bütün fizik sistemlerinde olduğu gibi kesişimsel etkili, karşılıklı etkileri olan ve giderek daha tehlikeli sonuçlar doğuracak.
5- Sıcaklık artışı üç dereceye ulaşırsa -ki şu anda endüstri çağına göre 1.1’i aşmış durumda. 150 sene öncesine göre yani aşağı yukarı- özgün ve tehdit altındaki türler için yok olma riski 1,5 dereceyle sınırlandırmaya kıyasla en az 10 kat daha yüksek olacak ki 1,5 derecenin tutulamayacağı belirtiliyor kesin olarak.
6- Uyum faaliyetleri için ihtiyaç duyulan parayla özellikle en yoksul insanlar için mevcut olan miktarlar arasında büyüyen bir uçurum var. Yani uyum sağlanamayacak diyor.
7- Uyum için uluslararası finansman sıkıntısı dünyadaki ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamasını engelleyen önemli bir faktör. Yani finanse edilemiyor, kurtulmak için verilmiyor, para bulunmuyor.
8- İklim eylemi ertelenirse, özellikle ısıtma 1,5 derecenin üzerinde artarsa kalkınma denilen şey giderek daha zor ve bazı yerlerde imkânsız hale gelecek, deniyor.
ÖÖ: Bu bahsettiğimiz altıncı değerlendirme raporu IPCC'nin. Hatırlanacağı üzere, bu aslında dört rapor halinde yayınlanacak. Nisan'da üçüncüsü, eylül'de dördüncüsü yayınlanıyor. Her birinde iklim değişiminin daha yeni bir katmanı tekrar raporlanarak açıklanıyor. İlki tam COP26 öncesinde açıklanmıştı. Fiziksel koşullarını, iklim değişiminin fiziksel etkilerini anlatıyordu; fırtınalar, işte deniz seviyelerindeki yükselmeler, özellikle buzulların durumu vs. tamamen bunlara odaklanıyordu. Bu ikinci rapor zaten “Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” başlığını taşıyor ve özellikle insan ve diğer türlere etkisi; bu türlerin, insan toplumlarının ve diğer türlerin uyum imkanlarını çeşitli senaryolar halinde anlatıyorlar. Ama aslında rapor bir yandan da uyumun öyle çok da mümkün olmadığını, artık neredeyse vakit kalmadığını, acilen adım atılması gerektiğini, daha kararlı adımlar atılması gerektiğini söylemişti. Daha ilk rapor yayınlandığında bile Birleşmiş Milletler, iklim değişiminin kırmızı alarm verdiğini söylemişti. Şimdi aslında bunun bir kez daha kırmızı alarm verdiğini gösteriyor bu rapor. Türkiye'yi ilgilendiren de bölümler var.
ÖM: Öyle, onlara birazdan da devam edelim. Bence bir ara verelim, çünkü bundan daha önemli bir şey, dönüm noktası niteliğinde bir şey düşünmek bile zor. Bir yandan da muazzam bir savaşla, giderek artan boyutlarıyla devam ediyoruz, Rusya’nın Ukrayna’yı istilası.Ve yani nükleer de dahil olmak üzere her türlü tehtidin de bir araya geldiği, yani yeryüzünün iki büyük tehtidinin ikisinin arasında kalmış olduğumuz günlerden geçiyoruz. Sadece şeyi söyleyeyim, gene Birleşmiş Milletler, yani dünyanın en önemli kuruluşu olabilecek kurumun en üst diplomatı sayılan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres açıkça söyledi, “Denetlenmemiş karbon kirlenmesi dünyanın en kırılgan bölümlerine hızlı bir şekilde sıçrayarak yokoluşa götürüyor.” diyor. Aynen böyle, “frogmarch” demiş, yani kurbağa gibi sıçrayarak gidiyoruz ve gerçekler, veriler inkar edilemez durumda. Bu liderlikten vazgeçilmesi, siyasetçilerin hepsine… Yani hiç alışık olmadığımız bir şekilde, ben bunca yıldır uluslararası ilişkilerle iyi kötü haşır neşir olmuş biri olarak bir Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nden hiçbir zaman böyle bir şey duymadım; yani büyük kuruluşlardan, uluslararası kuruluşların başında olanlardan. “Gerçekler inkar edilemez durumda ve bunu terk etmek, liderliğini yerine getirmemek bir suçtur. Dünyanın en büyük kirleticileri tek evimizi kundaklıyorlar.” diyor. “Dünyanın en büyük kirleticileri hayattaki tek evimizi kundaklama suçunu işliyorlar.” Ve bir de şey diyor, “Gecikme, ölüm demektir.”. Bunları konuşacağız, birazdan devam edeceğiz. Tehlikede olan ne? Her şey; kısacası, her şey. Şu anda bu yoruma vararak birazdan savaşı bu iklim kriziyle birlikte ele alacağız Şimdi bir ara.
"Her şey" tehlike altında
Evet, Açık Radyo’nun Açık Gazete’si devam ediyor. Saat 08:30’u beş dakika geçerken tekrar beraber olduğumuzu hatırlatalım. Ve iklim krizi raporu soruyor: Nedir? Tehlikede olan nedir? Cevap da açık, Damian Carrington yazmış The Guardian gazetesinde, “Her şey”, kısacası her şey tehlikede. Yani bu temel IPCC raporu, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Raporu 195 ülke tarafından onaylanmış. Bu kontrol edilmemiş küresel ısıtma konusundaki korkunç zararı net olarak ortaya koyuyor. Şimdiye kadarki en karanlık uyarı ve “İklim yıkılmak üzere” deniyor. Yani yaşanabilir ve sürdürülebilir bir gelecek, bu yeni raporda tehlikeye düşen şeyin ne olduğunu şu cümleyle söylüyor: “Herkes için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir gelecek.”, tehlikede olan bu. Yani her şey tehlikede ve küresel ısınma -ya da ısıtma diyelim- aslında çok ağır şekilde vuruyor. Bu kapsamlı IPCC raporunda 34 bin ayrı inceleme, meta analiz birleştirilmiş ve belgelenenler yangının her yerde yaygınlaştığı, arttığı. İnsanlar ve doğal dünya üzerinde giderek daha sık, daha yoğun sıcak dalgaları, kuraklıklar, yangınlar, fırtınalar ve seller… Bazılarının da geri döndürülemez olduğunu net olarak koyuyor. Yani sıcaklık çok daha fazla insanı öldürüyor. Kuraklık çok daha fazla ağacı öldürüyor ve okyanusların ısınması da çok daha fazla mercan müriflerinin, mercan setlerinin, resiflerinin yok olmasına yol açıyor ve bu mercanlar mesela okyanuslarda canlılar için yuvalar. Aslında onlar yok oluyor yani ve “Eylem olmazsa daha da kötüsü gelecek.” diyor rapor ve bunun bilim insanlarının tahmin ettiğinden daha da hızlı olacağını söylüyorlar. Onun için de işte Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Gecikme, ölüm demektir.” diye net olarak söylemiş. Ama tek başına iklim etkileriyle mücadele etmek işe yaramayacak diyor IPCC -aynı zamanda yetmeyecek yani- en net dille ortaya koyuyor ki iklim krizi biyolojik çeşitlilik, biyoçeşitlilik krizinden ayrılamaz, aynı zamanda yoksulluktan ve eşitsizlikten de milyarlarca insanın çektiği şeyden de ayrılamaz. Bu kapsamda bakıldığı zaman yaşanabilir bir gelecek olması için insanlık tarihindeki belki de en önemli değerlendirme olduğunu söyleyebiliriz bu son IPCC raporunun. En karanlık uyarılar gelmiş durumda buradan. Yani binden fazla fizik, kimya bilimcisi ve sosyal bilimci tarafından hazırlanmış bir rapor. Bundan daha büyük bir heyet yok dünyada, olmadı da zaten. Ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres şey demiş, “Ben uzunca bir süredir, hayatımda pek çok bilimsel rapor gördüm ama hiç böylesini görmedim.” diye açık ve net söylüyor. Laurence Tubiana da, Avrupa İklim Fonu, European Climate Foundation’un başında, 2015’teki elimizdeki tek, bütün ülkelerin onayladığı -daha doğrusu imzaladığı- ve çok büyük çoğunluğunun onayladığı Paris İklim Anlaşması'nın da mimarlarından biri olan Laurence Tubiana da “Rapor, acımasız gerçekleri…” ‘brutal’ kelimesini kullanmış, ama şunu da söylüyor, “Artık daha fazla da gecikme için mazeret, gerekçe bulunamaz.” diye. Üç buçuk milyar insanın iklimin etkilerinden -yani dünya nüfusunun yarısı açık, kırılgan bu etkilere, iklim etkilerine açık olduğunu söylüyorlar. Bazı noktalarda artık çok ciddi su sıkıntısı var. Dünyadaki her üç kişiden biri ölümcül sıcaklık stresine tabi ve bu da yüzyılın sonuna kadar %75’e, %50’den %75’e kadar yükselecek deniliyor. Her yıl daha fazla sel tehlikesi içinde olan insan sayısı, ciddi sel basması her yıl yarım milyon ve bir milyar da 2050’ye kadar -yani önümüzdeki otuz yıla varmadan, otuz yıl bile olmadan- bütün kıyıların, tehlikedeki kıyılarda yaşayanların bir milyar kişi olduğu raporda söyleniyor ve tabii ki muazzam hastalıklar da yayılacak yükselen sıcaklıklar ve artan yağmurlarla, nemle beraber. Dengue humması, işte bütün yetiştirilen bitkilerde küflenme, mantar vesaire başka sorunlar, hayvancılığın yıkıma uğraması ve yaban hayatının da aynı şekilde… Yani bu küresel ısıtma bu şekilde devam eder ve adaptasyon yapılmazsa 2050’ye kadar -yani otuz yıl bile yok- 183 milyon insan yatağa daha aç girecekmiş, öyle söyleniyor. Sular, topraklar ve polinasyon da, tozlama, bitkilerin çoğalması da ciddi şekilde zarara uğrayacak. Böylece doğal dünya da çok feci bir hale gelecek deniyor. Çok ayrıntılı bilgiler var. Hepsine yer verecek halimiz yok ama en önemli şeylerden bir tanesi de toplumların işleyiş biçimine hakim olan değerler, temel değerler dünya görüşleri, ideolojiler, sosyal yapılar, siyasi ve ekonomik sistemler ve güç ilişkileri tamamen temel değişikliklere yol açacak ve zarar ziyan meselelerinin çok artacağını açıkça söylüyorlar raporda. Ve yani Christiana Figueres de -daha önceki Birleşmiş Milletler'in iklim sorunlarının başında olan- “Bugün verdiğimiz kararlar geleceği tamamen belirleyecektir.” demiş. “Biz şimdilik aşırı hava olaylarından, kıtlıklardan, sağlık sorunlarından ve daha fazlasından emisyonları kısarak ve adaptasyon stratejileri benimseyerek kendimizi kurtarabilir, koruyabiliriz. Ama şunlar çok açık; bilim de, çözümler de açık, artık her şey ortada. Şimdi bizim geleceği nasıl belirleyeceğimiz net olarak buradan çıkacaktır.” demiş. Hatta IPCC Hükümetlerarası İklim Değişikliği bilimcileri de şey diyorlar, yani bir ömürden daha kısa bir zaman -yüz yıl sonu deyince o kadar çok, böyle yüz yıl gibi bakmayın- şu anda doğmuş bir çocuk 2100, yüz yıl sonu geldiğinde 78 yaşında olacak, diyor. Yani bugünkü yaşayan çocuklarımızın hayatları üzerine muazzam bir etkisi olacak diyorlar. Türkiye'deki etkileri üzerinde de neler deniyor? O konuda da bir değerlendirme var değil mi Özdeş?
ÖÖ: Evet, Yeşil Gazete'de bu konuda bir bir değerlendirme yazısı çıkmış. Tabii çeşitli bölgeler bu iklim değişiminden farklı düzeylerde etkileniyor. En fazla etkilenecek bölgelerden bir tanesi de Akdeniz bölgesi olacak. Yeşil Gazete'deki haberde mesela raporda Türkiye’nin aşırı hava olaylarına karşı Avrupa'nın en kırılgan ülkesi diye bahsedildiğini söylüyor. Emisyonların önemli ölçüde azaltılması halinde dahi Avrupa'da aşırı sıcaklar sonucu gerçekleşen ölüm sayısının 2050’ye gelindiğinde bugünkü yıllık yaklaşık 2750 ölüme kıyasla 30 bine yükselmesi öngörülüyormuş. Raporda vakaların birçoğunun Güney Avrupa'da gerçekleşeceği, bu vakaların 2050’ye kadar Avrupa genelinde iki katından fazla artacağı da söyleniyor. Su sıcaklıklarındaki artışın denizsel biyolojik çeşitliliğe etkide bulunacağından bahsedilmiş. Akdeniz balık türlerinin yaklaşık %10’unu kaybedecek deniyor raporda. Bu sayı sıcaklık artışının yüksek seviyede gerçekleşmesi durumunda %60’a kadar da üstelik yükselebilirmiş. 2060’a kadar Doğu Akdeniz'de ekonomik değeri yüksek deniz türlerinin %20’den fazlasının nesli tükenebilir, diye geçiyor. Türkiye'de yaklaşık 460 bin kişi kıyı taşkınlarına maruz kalabilecek bölgelerde yaşıyor diye de geçiyormuş raporda, 460 bin kişi. Raporda atıfta bulunulan bir araştırmaya göre emisyonların artması durumunda bu sayı yüzyılın sonuna kadar yaklaşık iki kat daha artırabilirmiş. Yani doğrudan bu şekilde Türkiye'ye olan etkileri de…
ÖM: Bir milyon kişiye yakını tamamen kıyıların etkisinde kalacak, suyun kıyıları basmasının.
Efes ve İstanbul'un tarihi bölgeleri gibi kültürel miraslar da sular altında kalacak
ÖÖ: Hatta bir araştırmaya göre şöyle de geçiyor, isim isim bazı yerler geçiyor Türkiye'den, mesela Efes ve İstanbul'un tarihi bölgeleri de dahil olmak üzere birçok UNESCO kültürel miras alanı deniz seviyesinin yükselmesi tehdidiyle karşı karşıya diye de açıkça isimler veriliyormuş.
ÖM: Evet, İstanbul'un bölgeleri filan. İstanbul'un kırılgan olduğunu, 2070’e varırken Beyşehir Gölü'nün tamamen kuruyabileceğini… Yani 30-35 yıldan bahsediyoruz. “Artan su talebi ve kuraklık koşulları nedeniyle Akdeniz Bölgesi'ndeki yeraltı su rezervleri tükenebilir.” deniyor. Türkiye'nin gayrisafi yurtiçi hasılasında %20’ye yakın, %17 düşüş yaşanması öngörülüyor raporda. Böyle çok ciddi bir şey ve yani gıda tedarik zinciri için, genel dünya için veriliyordu, Türkiye için de tabii. Ürün kıtlığı riskinin yaygınlaşması bekleniyor. Yani emisyonların çok, %86'ya kadar yükseldiği bir durumdan bahsediyorum; mısır üretiminde mesela, günümüz ikliminde mahsul kaybı yaşanma olasılığı %0’a yakınken %86’ya kadar yükseliyormuş mısırda mesela. İklim değişikliği, silahlı çatışma riskini de arttırabilir deniyor işte gene Türkiye'yle de ilgili olarak.
Şimdi bir de şeye bakalım, Bill McKibben, yani dünyada bu küresel iklim değişikliğini ilk ortaya koyan, bizlerin anlayabileceği şekilde ilk kitabı, “End of Nature” yani “Doğanın Sonu”, “Tabiatın Sonu” başlıklı kitabı -1989’da yazmıştı yanlış hatırlamıyorsam- yazmış ve bizlerin bilgisine sunmuştu. Onunla Democracy Now!’da konuşuldu -Açık Radyo’da da bu sabah yayınlandı- yani iklim değişikliği, IPCC raporunun özelliklerini söyledikten sonra şunu soruyorlar: “Bu lanetli rapora ne diyorsun, IPCC’nin lanet okuyan raporuna”, diyor. McKibben da cevap veriyor Amy Goodman'a, “Doğru kelime, ‘lanetli’ kelimesi. Bu her zaman bildiğimiz bir şeydi ve 30 yıldan beri söylediğimiz bir şeydi. Ama her geçen gün daha net hale geliyor ve ne kadar daha az şey yapmaya devam edersek daha da kötü oluyor.” diyor. İşin ilginç tarafı mesela Türkiye'yi de derinlemesine -tabii ki derinlemesine- ilgilendiren bu şey Türkiye medyasında fazla yaygın bir şekilde görülmüyor. Maalesef bu da çok ciddi bir şey. Yani çok önemli birçok olay oluyor; savaş da oluyor, altı partinin muhalefeti de oluyor, ama Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bütün insanları ve canlıları etkileyeceği belirtilen en önemli rapor da yayınlanıyor. Bunun manşet olması lazım, hem internet gazetelerinde hem basılı gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda öncelikle bunun konuşulması gerekirken pek rastlanmıyor? Neyse dönersek McKibben’a dünyanın yani…
ÖÖ: Hatta size daha da kötü bir haber vereyim; dün biliyorsunuz altı muhalefet partisi biraraya geldi, bir mutabakat metni açıklandı. 25 kritik madde var; iklim değişimi de öyle çok üst sıralarda diyemeyeceğiz.
ÖM: Değil, evet. Ben de baktım o rapora, 48 sayfalık rapora ve iklim değişikliğinden bahsediliyor, ama tamamen senin dediğin gibi birinci sıra şöyle dursun ilk sıralarda bile konmamış.
ÖÖ: 25 madde açıklanmıştı, orada yok mesela.
ÖM: Evet, o 25 maddenin içinde yok. Ben arayıp bulmak zorunda, taramak zorunda kaldım yani kendi payıma ancak, bu 48 sayfalık şeyi. Bazı laflar var ama satırların arasında gömülmüş bir şey. Halbuki…
ÖÖ: “Bir de böyle bir şey var" gibi desinler.
İklim değişimi ve savaş bir araya gelirse...
ÖM: Aynen böyle. Halbuki yani Birleşmiş Milletler Başkanı da diyor, aktivist ve yazar Bill McKibben da, “Dünyanın en büyük kirleticileri tek evimizi kundaklama suçundan mahkum edilmelidir.” diyor. Yani muazzam bir şey söylüyor aslında. “Bu dünyanın en üst diplomatından birkaç yıl önce duyabileceğimiz bir laf değil” diye bir konuşma. Yani kırılma noktasındayız diyor net olarak, bu da gösteriyor diyor McKibben ve şunu da diyor, Birleşmiş Milletler Genel Sekreter'inin de söylediği gibi, “Çok dar bir fırsat penceresi var ve kapanmakta.” Hatta bazı bilim insanları da var, şimdiden kapanmış olabilir diyor. Ama bu raporun genel olarak değerlendirilmesinde, son raporun değerlendirilmesinde çok az bir zamanımız kaldı, muazzam şeyler yapmamız gerek, diyor. Bu da ne demek? Bugün hayatımızı belirleyen bir başka konuya geçmemiz lazım, bu da “Bunun gibi anlar dünyayı net bir fırsatın ışığıyla aydınlatıyor.” diyor. Yani aynı fosil yakıtlar, şu anda gezegeni mahveden şeyler fosil yakıt denen şeyler -petrol, gaz ve kömür- aynı zamanda Vladimir Putin gibi haydutların, uluslararası haydutların gücünü destekleyen birtakım şirketler var, diyor, hem devlet şirketleri hem de gaz, petrol, kömür şirketleri bu gibi haydutları destekliyor. Onun için de bu gücü onların elinden almanın yollarını muhakkak bulmalıyız hemen. Özgür ülkeleri, demokrat ülkeleri de yok etmeden ve ekosistemi, elimizdeki tek, içinde hepimizin barındığı tek gezegenin ekosistemini yok etmeden hareket etmeliyiz, diyor. Demin de bahsettiğimiz, “Heat Pumps for Peace and Freedom” diye yazıları vardı, The Guardianı'da çıkmıştı; yani “Barış ve Özgürlük İçin Isı Pompaları”. Onların fiyatlarının ne kadar ucuzlamış olduğunu ve üretiminin kolay olduğunu ve bununla büyük bir seferberliğe girişilip Amerika Birleşik Devletleri'nin Hitler'e karşı İkinci Dünya Savaşı'na girdiği gibi ve aynı zamanda da Büyük Buhran’dan da çıkışı kolaylaştıracak şeyler gibi endüstriyel bir değişikliğin şart olduğunu yazan yazısı vardı. Aynı zamanda gene The Guardien'da “Putin'i ve diğer petro-devlet otokratlarını nasıl yeneriz?” başlığı altında bir yazı daha kaleme almıştı. Yani Hitler'in Sudetler Bölgesi'ni istila etmesinden sonra Amerika, endüstriyel bütün gücünü tank, bomba ve destroyerler, yani gemiler yaratmaya, savaş gemileri yaratmaya dönüştürmüştü. Şimdi de yenilenebilir ısı pompaları başta olmak üzere -fiyatları da düşmüş ve yok edilmesi de kolay değil aslında ısı pompalarının- böyle bombalamakla iş bitmez, yani güneş panellerinin filan... Yani dolayısıyla şuna de dikkat çekiyor, Vladimir Putin'in ihracat gelirlerinin %60’ının petrol ve gazdan geldiğini ve onlara sahip olmasaydı böylesine, Harkov'u mesela, -Harkov'un canını çıkaran korkunç bir bombalama da var, ona değinme fırsatı bile bulamadık bugün ama şu anda en ciddi şey, savaştaki en önemli gelişme Harkov’un bombalanması. Belki onu birazdan Ahmet İnsel’le de konuşma fırsatı bulacağız- bunu bile yapamayabilirdi, diyor eğer petrolden ve gazdan böylesine gelirler elde etmeseydi, diyor Bill McKibben, Democracy Now!’da. Avrupa iki 10 yıldır, 20 yıldan beri Putin'in çeşitli provokasyonlarına karşı tedbir almaktan vazgeçti, çünkü kendisini kışın sıcak tutacak gazdan ve petrolden uzak kalma kaygısıyla oyaladı gitti, diyor. Ve hatta şimdi Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği de en ciddi ekonomik tedbiri almaktan aciz görünüyor, diyor. Hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Avrupa Birliği - okyanusun iki tarafı - için en ciddi tedbir nedir? Putin'in petrol ve gaz şeyine ambargo koymak, diyor. Çünkü neden? Korkuyorlar, diyor. Yani gaz fiyatları yükselecek, Amerikalıların da mesela Ukrayna'ya yapabileceği yardım da havaya uçup gidecek diye korkuyorlar, diyor. Ama yeterince siyasi kararlılık olması halinde bütün bunlar silinebilir, diyor. Bilim insanları ve mühendisler son 10 yılda güneş enerjisini ve rüzgar enerjisini ve onları depolayacak bataryaları, yani aküleri yapmayı başardılar. Dünyadaki en ucuz enerji haline getirdiler, diyor, bilimciler ve mühendisler. Bunu eğer büyük ölçüde, dünya çapında bir ölçekte hızla uygulayabilirsek o zaman Birleşmiş Milletler Genel Sekreter'inin de söylediği gibi iklim değişikliğiyle mücadele edebilecek en önemli şeyi yapabiliriz ve ve aynı zamanda Vladimir Putin'in de gücünü elinden alabiliriz. Yalnız Vladimir Putin'in değil, Koch Biraderlerin -bu petrolcü ve kömürcü en korkunç şirketlerin sahibi, Amerika'nın da en zenginleri arasında yer alıyor, ikisinin serveti dünyada üçüncü servet filan gibi oluyor, yani belki de birdir- en büyük petrol ve gaz baronlarının gücünü de ellerinden alabiliriz. Kralların ve prenslerin, bu Suudi Arabistan'daki ve Orta Doğu, Birleşik Arap Emirlikleri'nin oralardaki kralların, prenslerin de büyük gücünü elinden alabiliriz ve yeryüzündeki en kötü insanların gücünü sınırlayabiliriz. Ama bunun için bir siyasi karar almamız, konsantre olmamız lazım diyor, hem bu ülkede diyor -Amerika Birleşik Devletleri'nde- hem de dünyanın dört bir tarafında, İkinci Dünya Savaşı’nın öncesindeki girdiğimiz gibi bir kararla, azme ve konsantrasyona sahibiz, diyor. Bir yıl içinde endüstri bazını, temelini 20. yüzyılda faşizmi yenebilmek için gerekli şeye dönüştürdük, diyor ve şu anda faşizmi yenmek için, alt edebilmek için sahip olmamız gereken şeyler ısı pompaları, elektrikli araçları şarj edebilecek, depolayacak araçların hızlandırılması ve böyle gider bu liste, diyor. Yapılabilir, ama ancak bugün Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin de söylediği gibi bu, kundakçıları alt edebilirsek olabilir, yoksa bunu yapamayız ve yani tarihte bu Ukrayna anındaki gibi imparatorluklarını genişlemelerine engel olur, tam tersine onları yok etmekte kullanabiliriz diyorlar. Şimdi çatlaklar da başladı; bütün dünyada büyük barış hareketleri de var. Ondan konuşuyorlar Amy Goodman’la Democracy Now!’da. Yani çatlaklar belirdi; BP şirketi mesela %20 hissesini Rosneft'ten çıkartmaya karar vermiş, bu önemli bir karar. Bir petrol şirketi, yeryüzünün en büyük şirketlerinden, Rusya'nın Rosnef adlı devlet şirketinden ve aynı zamanda Exxon ve Chevron gibi en büyük Amerikan petrol şirketlerinin için de -Rus enerjisine büyük yatırımları var- onlara da problem çıkarabilir. Yani bir küresel piyasa bu ve bu küresel piyasayı yapmanın tek yolu bunu durdurmaktır diyor. Yapabiliriz, kesinlikle yapabiliriz ama buna siyasi olarak karar vermek lazım ve enerji bakanlığının böyle petrol ve gaz, endüstrisiyle kardeşçe oyunlardan vazgeçmesi, yeni gaz terminalleri yapmaktan vazgeçmesi ve Franklin Delano Roosevelt’in 80 yıl önce yaptığını yapıp endüstri bazını tamamen yeni bir enerjiye, geleceğe hazır hale getirmemiz lazım, diyor. Tabii bir de Putin nükleer silahlarla tehdit ediyor, diyor Amy Goodman. Ukrayna da belli başlı, en büyük nükleer enerji santrallerinden bir kısmına sahip, enerjisinin yarısını nükleerden elde ediyor. Bunlar da bir çeşit bomba gibi olabilir. Çernobil nasıl yok olduysa, Putin’in ilk yaptığı şey de Çernobil'in ele geçirilmesi oldu, Çernobil’in o izole edilmiş bölgesini. Oradaki Rus askerlerinin, orada yürüyenlerin ne kadar zarar gördüğünü ileride kim bilir, diyor. Ama korkunç bir durum, diyor. McKibben da diyor ki “Alman Yeşiller’i de belki de nükleer enerjileri kapatmaktan vazgeçme kararı aldılar, çünkü temiz enerji diye bakıyorlar.” diyor. “Ama unutmayalım, dünyada hiçbir şey temiz enerjiden daha güvenli değildir.” Yani herhalde bütün Avrupa'nın ortasında, merkezi Avrupa'da bir tank sürebilirsin, oradan tank orduları geçirebilirsin ve bütün güneş panellerini de çekiçle şahmerdanla kırarsın ama epey zaman alır, diye söylemiş. Yani sonuç olarak eğer karbon emisyonları -apaçık bir durum bu- bugünkü fosil yakıt makinesinin durdurulması sağlanamazsa -bütün ciddiyetiyle söylüyorum- yani iki tane büyük varoluş faciasıyla karşı karşıyayız bu konuştuğumuz saatte; birincisi iklim krizi, yeni Hükümetlerarası İklim Değişikliği Raporu’nda özetleniyor; ikincisi de “Delinin biri var, nükleer silahlarını da başını tutan. O da petrol ve gaz gelirlerini bütün dünyayı ürkütmek, korkutmak için kullanan biri var. Karar vermek için çok fazla zamanımız da kalmadı.” diyor Bill McKibben Democracy Now!’da, bu sabah da İngilizcesini Açık Radyo’da dinleme fırsatı buldunuz. Şimdi bir ara verelim ve savaştaki son durumlara bir göz atalım; Ahmet İnsel'le de bu Ukrayna vaziyetlerini konuşacağız.