İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, COP30 öncesi iklim krizinin güncel tablosunu ele alıyor; emisyon raporlarından askerî faaliyetlerin görünmez karbon yüküne, Antarktika’daki hızlı buzul kaybından Filipinler’deki yıkıcı tayfuna uzanan gelişmeleri değerlendiriyor.
Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. Öncelikle son 5 yılında da bir radyo programcısı olarak içinde yer aldığım, Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo’nun 30., Apaçık Radyo’nun ise 1. yaşını kutluyorum ben de.
11 yaşımda, Greta Thunberg’in çağrısıyla başlayan Küresel İklim Grevleri’ne katılarak aktivistlik yolculuğuma adım attığım günlerde, sesimi ilk kez duyurmam için değerli Ömer Madra’nın davetiyle canlı yayına katılma fırsatı bulmuştum. Daha sonra ise kendi programlarımı yapmaya başladım. Şu anda 18 yaşındayım ve Medya ve İletişim okuyorum— iyi ki var Açık Radyo. Hepimizin hayatına dokunduğun için! Ve tabii ki siz dinleyicilerimizin destekleri sayesinde bugüne gelebildiğimiz için, sizlere de teşekkürler.

The Guardian’dan aldığım ilk haberle başlayalım: Kömürün kullanımının sona erdirilme hızı yedi kat, ormansızlaşmanın azaltılma hızı dört kat, toplu taşıma altyapısının kurulma hızı ise altı kat artırılmadığı sürece, iklim krizinin en kötü etkilerinden kaçınmak mümkün olmayacak. Bu da her yıl yaklaşık 240 kömür santralinin kapatılması, her dakika 15 futbol sahası büyüklüğünde orman tahribatının durdurulması ve bu 10 yıl boyunca her yıl üç New York büyüklüğünde toplu taşıma sistemi inşa edilmesi anlamına geliyor.
“İklim Eylemi Durumu” raporu, dünyanın 2030’a kadar emisyonları yarıya indirmek için gerekli göstergelerin neredeyse tamamında geride kaldığını ortaya koyuyor. Tek olumlu gelişme, elektrikli araç satışlarının 2020’den bu yana üç kat artmış olması. Ancak bu ilerleme de yeterli değil; yenilenebilir enerji, gıda sistemleri ve arazi kullanımı gibi alanlar hâlâ hedeflerin çok uzağında.
On yıllardır süren uyarılara rağmen hükümetler, emisyonları azaltma sözü verirken bile fosil yakıt üretimini genişletmeye ve tarihi seviyelere yaklaşan sübvansiyonlar sağlamaya devam ediyor. Raporun başyazarı Sophie Boehm, küresel çabaların “en iyi ihtimalle sönük” olduğunu belirterek, bu gecikmenin “herkes için yaşanabilir bir gelecek bırakacak çok az yol” anlamına geldiğini vurguluyor.
Yani ezcümle; Enerji, ulaşım, arazi ve gıda sistemlerinde bu on yıl içinde köklü bir dönüşüm yaşanmadığı takdirde, 1,5°C sınırının altında kalma şansı tamamen yok olacak.
Öte yandan Birleşmiş Milletler’in yeni Emisyon Açığı Raporu ise, dünya liderlerinin bugüne kadarki tüm iklim taahhütlerini eksiksiz yerine getirmeleri durumunda bile, gezegenin 2,3 ila 2,5°C arasında bir ısınma rotasında ilerlediğini gösteriyor. Bu da Paris Antlaşması İle hedeflenen 1,5°C sınırının fiilen aşıldığı anlamına geliyor.
Buna rağmen birçok ülke, verdiği sözleri tutmuyor ve karbon salımları artmaya devam ediyor. Bu gidişat, daha sıcak, daha yıkıcı bir dünyanın hızla yaklaştığını gösteriyor. Bilim insanları, 2,5°C’lik bir ısınmanın mercan kayalıklarının yok oluşuna, aşırı hava olaylarının, kıtlığın, zorunlu göçlerin ve ekosistem çöküşlerinin geri dönülmez biçimde artmasına yol açacağı konusunda uyarıyor.
Avrupa Birliği de COP30 öncesinde 2040 iklim hedeflerini zayıflattı. Net %90’lık emisyon azaltımı yerine, karbon sertifikaları satın alarak elde edilecek %85’lik bir “görünürde” düşüş planlanıyor. Uzmanlara göre bu, ciddi bir greenwashing yani yeşil badana örneği.
Ancak vazgeçmek bir seçenek değil. Harekete geçtiğimiz sürece umut var. Politikacılardan, şirketlerden ve zenginlerden hesap sormalıyız. Her eylem, her ses önemli. 1,5°C hedefi ölmüş olabilir ama mücadele bitmeyecek bir noktada çünkü geleceği değiştirecek olan, bugünden attığımız adımlar olacak.
Şimdi size küçük gibi görünen ama dünyayı değiştirecek kadar büyük bir farktan bahsedeceğim: yarım derece. Evet, sadece 0.5 derece… Ama bu fark, milyonlarca insanın yaşamını, ekosistemleri, buzulları ve gıdamızı belirleyecek kadar önemli.
Paris Anlaşmasının hedefi dünyayı 1.5 derecede tutmaktı. Ama artık bilim insanları bu hedefin neredeyse imkânsız hale geldiğini söylüyor. Ülkeler net sıfıra ulaşsa bile, ısınma 2 ila 3 dereceye gidiyor.
Peki bu fark ne anlama geliyor? 1.5 derecelik bir dünyada 350 milyon insan su sıkıntısı çekerken, 2 derecede bu sayı 410 milyona çıkıyor. 1.5 derecede omurgalı türlerin yüzde 4’ü, 2 derecede yüzde 8’i yok oluyor. Kuzey Kutbundaki buzullar artık yüzyılda değil, her 10 yılda bir eriyor. Aşırı sıcaklıklar artıyor; 2 derecelik bir dünyada her üç kişiden biri ölümcül sıcak dalgalarıyla mücadele edecek.
Deniz seviyeleri yükseliyor, tarım düşüyor, mercan resifleri yok oluyor. 1.5 derecede mercanların yüzde 70’i kaybolurken, 2 derecede neredeyse tamamı yok olacak. Yani denizlerin kalbi duracak.
Birleşmiş Milletler’in son raporu açık: 1.5 derece hedefi artık kâğıt üzerinde bile tutunamıyor. Bugünkü emisyonlar devam ederse, bu sınırı bu on yılın sonunda geçeceğiz.
Yarım derece… bir termometrede küçücük bir fark gibi görünüyor, ama aslında milyarlarca hayatın kaderi o yarım derecede gizli. Belki de artık “küçük farklar” dememeliyiz. Çünkü gezegenin geleceği, işte tam da bu küçük farklarda belirleniyor.
Emisyonlar tarafında pek de konuşulmayan askeri faaliyetlerin emisyon miktarları var bir de aslında.
Dünyada Rusya ve Japonya’dan bile büyük bir kirletici var — ama çoğu hükümet bu konuda tek kelime etmiyor. Eğer dünyanın orduları tek bir ülke olsaydı, Çin, ABD ve Hindistan’dan sonra en büyük dördüncü sera gazı salıcısı olurlardı. Evet, savaş makinesi, gezegenin dördüncü büyük kirleticisi.

Kaynaklara göre askeri faaliyetler, küresel emisyonların yüzde 5,5’ini oluşturuyor. Bu, uluslararası uçuşların ve gemi taşımacılığının toplamından bile fazla. Yine de bu rakamlar çoğu zaman hiç görünmüyor.
Dünya genelinde hükümetler yılda 2,7 trilyon dolar savunmaya harcıyor — bu da dünyadaki her insan için 334 dolar demek. Bir M1 Abrams tankı, sadece 160 kilometre gitmek için 1500 litre yakıt tüketiyor. Aynı miktarda yakıt, sıradan bir arabayı Londra’dan Mumbai’ye kadar götürebilir.
Ve işin en çarpıcı kısmı şu: Ülkelerin askeri emisyonlarını raporlama zorunluluğu yok. 2023 yılında bunu yapan yalnızca dört ülke vardı: ABD, Birleşik Krallık, Almanya ve Norveç.
Yani, dünyanın dördüncü en büyük kirleticisi, resmî olarak görünmüyor. “Net sıfır” hedeflerinin dışında tutuluyor. Ama ölçmediğimiz şeyi düzeltemeyiz.
İklim adaleti isteyen herkesin talebi net olmalı: Askeri emisyonlar açıklansın, savaşın iklim bedeli görünür olsun.Çünkü barış olmadan, iklim adaleti de olmaz.

Emisyonların sebep olduğu iklim krizinde gidişat hiç de iç açıcı değil. Antarktika’da 8 kilometreden fazla buz, sadece iki ay içinde tamamen ortadan kayboldu — bu, önceki rekorun 10 katı hızla gerçekleşen bir geri çekilme özelliğine sahip. Bu durum, diğer buzulların istikrarı ve ısınan bir gezegende deniz seviyesinin yükselme hızı açısından önemli sonuçlar doğurabilir.
Antarktika Yarımadası’nın doğu tarafında yer alan Hektoria Buzulu, Antarktika standartlarına göre küçük sayılır. Ancak kara zeminine bağlı bir buzul için şimdiye kadar kaydedilen en hızlı geri çekilmeyi yaşamış olması, kıtanın çok daha büyük buzulları için de nelerin mümkün olabileceğine dair bir ön gösterge niteliğinde.
Eğer bu büyük buzullardan bazıları Hektoria kadar hızlı çökerse, bu durum deniz seviyesinin yükselmesini daha da hızlandırabilir ve dünya genelindeki ada ülkeleri ile kıyı kentleri için ciddi bir tehdit oluşturabilir. Antarktika Yarımadası, dünyanın en hızlı ısınan bölgelerinden biri olarak öne çıkıyor.

İklim krizi için COP30’da, Amazon Nehri'nin Atlantik Denizine bağlandığı ağzında müzakereler başlarken Pasifik’te iklim krizinin en feci şekli ile ekosistemi ve insanları vurduğunun haberleri geliyordu.
Ve Filipinler, ülkenin orta kesimlerinde yer alan alçak bölgeleri vuran yıkıcı tayfunun ardından geçtiğimiz hafta sonuna doğru ulusal acil durum ilan etti. Tayfun, sokakları sular altında bırakarak geniş çaplı arama kurtarma çalışmalarını zorunlu hâle getirdi.
Yetkililer, Perşembe öğleden sonra yaptıkları açıklamada, Kalmaegi Tayfunu’nun en az 190 kişinin ölümüne yol açtığını bildirdi. Hükümetin verilerine göre en az 115 kişi hâlâ kayıp.
Salı günü Filipinler’e ulaşan tayfun, 1,5 milyon kişiyi yerinden etti. Bunların yaklaşık 650 bini acil durum barınaklarına tahliye edildi. Kalmaegi, son yıllarda Filipinler’i vuran en yıkıcı fırtınalardan biri olarak değerlendiriliyor.

Geçmiş yıllarda, programımda iklim zirveleri COP’lara olabildiğince fazla yer vermeye çalıştım. Çünkü bu zirvelerin, iklim krizinden çıkış için somut adımlar atılacak yerler olmasını umuyordum. Ama zamanla bu toplantılarda, çözüm arayışından çok inkarcılık ve eylemi geciktirme stratejilerinin konuşulduğunu gördüm.
Paris Anlaşmasından 10 sene sonra bile salonların, fosil yakıt lobicileri ile dolup taştığını, şirket çıkarlarının yaşamlarımız üzerinden pazarlık konusu yapıldığını fark ettim. Her yıl “tarihi kararlar” denilerek açıklanan sonuçların, aslında iklim krizini durdurmaktan çok uzak olduğunu görmek artık şaşırtıcı değil. Bu zirvelerde, fosil yakıttan çıkışı bile telaffuz edemeyen bir dil konuşuluyor. Ve ne yazık ki, geleceğimiz için gerçek liderlik gösteremeyen devlet temsilcileriyle karşılaşıyoruz.
Bu yüzden bugün, COP30’a programımda geniş yer ayırmadım. Onun yerine, gelecek hafta yayınlanacak bölümde zirveyi kapsamlı bir özetle ele alacağım — ne söylendi, ne yapılmadı, kim sustu ve kim gerçekten harekete geçmeye çalıştı, konuşacağız.
Aslında iklim eylemi salonlarda değil, sokaklarda ve hayatlarımızda olmalı.
Evet sevgili dinleyiciler, bugün dünyayı konuşurken aslında kendimizi konuştuk yine. Buzulların erimesi, tayfunların şiddetlenmesi, liderlerin susması… Hepsi bir tabloyu gösteriyor: Zamanımız daralıyor olabilir ama hâlâ geç değil.
Umutsuzluk, sistemin en iyi silahı; o yüzden vazgeçmiyoruz. Her küçük adım, her yükselen ses, her dayanışma anı bu hikâyeyi değiştirebiliyor.
Unutmayalım, iklim krizi sadece bilimsel bir mesele değil; müzikteki yanlış bir nota gibi — eğer hep birlikte düzeltmezsek, tüm şarkı bozulacak. Ama hâlâ elimizde bir şans var. Kurtarılacak bir gezegen, yeniden yazılacak bir gelecek, ve birlikte atılacak milyonlarca adım.
Ben Atlas Sarrafoğlu, bir sonraki İklim Kuşağı Konuşuyor bölümünde görüşene dek kendinize, sevdiklerinize ve tabii ki gezegenimize çok iyi bakın!


