Greenpeace çalışanı Yakup Çetinkaya, Filipinler'den Açık Gazete'nin yayınına katılıp Shell'e karşı gerçekleştirdikleri fosil yakıt karşıtı eylemi anlatıyor.
Ömer Madra: Evet, Açık Radyo burası 95.0. Açık Gazete devam ediyor. Saat 08:33 ve biraz önce de duyurusunu yapmış olduğumuz gibi bir konuğumuz var; Yakup Çetinkaya. Hoş geldiniz, merhabalar.
Yakup Çetinkaya: Merhabalar.
Özdeş Özbay: Merhaba, hoş geldin.
Y.Ç.: Hoş bulduk.
Ö.M.: Evet, altı yıldır Greenpeace gemilerinde telsiz zabiti olarak çalışıyorsunuz ve şimdi önemli bir eylemin içinden bildiriyorsunuz. Eylem, yeni sona erdi galiba. Bizi biraz bilgilendirir misiniz lütfen?
Y.Ç.: Tabii. İki gün önce, 48 saat önce Shell'in Filipinler'deki batan gaz limanını, petrol ve doğalgaz rafinerisinin limanının terminallerini kanolarla işgal ettik. 19, 20 tane kano eylemcisi iki gündür burada ve bu gemilerin yanaşmasını engelleyecek şekilde kanolarla bağlı duruyordu. Biz de gemiyle bir 100 metre açığında nöbet tuttuk. İki gün, iki gece sürdü ve biraz önce de eylemi sonlandırdık. Yaklaşık bir iki saat oluyor. Eylemcileri gemiye aldık. Şimdi de onları başka bir iskeleye bıraktık ve yolumuza devam ediyoruz.
Ö.M.: Evet, bu kano ile yapılıyor olması da ilginç. Tarihin ilk denizcilerinden sayılabilecek yerlilerin kullandıkları pandanus yapraklarından yapılmış minnacık kanolar, tekneler kocaman bir petrol platformunun önünde direnişin bir örneğini gerçekleştirmişlerdi, bunun da etkisi vardır belki değil mi?
Y.Ç.: Avustralya’daki eylemden mi bahsediyorsunuz?
Ö.M.: Daha önce yapılmıştı bu, birkaç yıl önce. Ama Avustralya'da da aynı şekilde kanolar kullanılıyor. Çok ilginç bir gelişme bu aslında.
Y.Ç.: Evet, son zamanlarda oldukça moda oldu. Özellikle ‘David ve Goliath’ etkisi sanırım bayağı güçlü hissediliyor.
Ö.M.: Evet, nedir durum şimdi?
Y.Ç.: Şu anda gemimizde tekrar mürettebat ve misafirler kaldı, liman başkanlığına verdiğimiz listeye geri döndük. Şu an önümüzdeki limana tekrar gidiyoruz ve Filipinler ayağını, kampanyasını bitiriyoruz bu eylemle. Daha öncesinde de, bu eylemden önce de bir kaç adada ziyaretler yaptık. 10 yıl önce yaşanan Haiyan Tayfunu’nun 10. yıl anması için Tacloban’daydık. Orada yerel halk zaten konuyu çok ciddiye alıyor çünkü çok ciddi hasar görmüşler. Herkesin 10 yıl öncesiyle ilgili küçük, büyük anısı, travması var. Ciddi yürüyüşler yapıldı. Başkent Manila’dan bir aylık yürüyüşle Tacloban’a gelen bir grup vardı. Yeb Saño, buradaki eylemcilerden biriydi ve aynı zamanda kendisi Greenpeace’in Güneydoğu Asya ofisinin genel müdürü. 31 ocak tarihinde petrol platformuna tırmandığımız eylemde de onunla birlikteydik. O da aramızda şu an. Tacloban’dan sonra da bir kaç tane batmakta olan adayı ziyaret ettik. Gerçekten ilginç yerler. Yani doğayla o kadar iç içe ki, doğanın yakıcı etkilerine o kadar açık ki... Belki her yerde iklimin etkilerini görüyoruz ama burada insanların hissettiği çok daha farklı.
Ö.M.: En yüksek yeri birkaç metre olan, felaket bir durumla karşı karşıyalar değil mi?
Y.Ç.: Evet ve yılda 10 santim kadar batıyor adalar çünkü kum taşı adaların yapısı. Depremlerle ve deniz suyunun yükselmesiyle gerçekten çok etki altındalar.
Ö.M.: Evet, deniz suyunun yükselmesinin hızlanmasına dair çok sayıda raporu da görmekteyiz. Bir kısmı da dinleyicilerimizle paylaşmaya çalışıyoruz. Yani özellikle Antartika'da ve kuzey kutbunda, Grönland'da buzların erimesinin beklenmedik bir şekilde yani tahminlerin de ötesinde hızlanarak erimesinin çok büyük deniz yükselmeleri yaratacağı söyleniyor. Hatta James Hansen ve arkadaşlarının yayınladıkları araştırmada, bunun beklentilerin çok ötesinde etkileri olacağı da ortaya konuyor. Yani kaygı verici durumların haddi hesabı yok. Adalılar ne yapıyorlar?
Y.Ç.: Yani zor durumdalar. Yaptığımız bir toplantıda devletten yardım istediklerini söylediler. acil durumlarda en azından daha büyük adalara taşınmak istediklerini, yer verilmesini istediklerini söylediler. Yapacakları fazla bir şey yok açıkçası. Tamamen balıkçılıkla geçiniyorlar. Zaten adalıların adada tarım yapabilecekleri herhangi bir şey yok, yetiştirdikleri azıcık sebzeyi saksılarda yetiştiriyorlar. Pirinci, suyu dışarıdan alıyorlar. Tarihsel olarak böyle bu. Şu değişen koşullarda da hakikaten tamamen korunmasızlar.
Ö.Ö.: Ben de bir soru sorabilir miyim? Yakın zamanda Shell'in bir davası oldu Greenpeace’e. İlginçtir, bu tarz platformlara yönelik eylemlerinizden dolayı yüklü bir maddi tazminat istiyor. Halbuki Shell bir yandan bu savaş döneminde, Ukrayna savaşı döneminde muazzam bir kârlılıktan bahsetmişti. Fosil yakıt şirketleri adına bunlara ‘savaş kârları’ diyebiliriz herhalde. Aynı zamanda da bu yılın ilk aylarında iklim hedeflerinden geri adım attığını duyurdu. Hem de bunu büyük bir coşkuyla anlattı. Çünkü dedi ki, ‘Pandemi döneminde bütün dünyada kapanmalar yaşanırken, biz daha önce kendimize koyduğumuz hedeflere çoktan ulaştık’. Yani bu dönemde fosil tüketimi azalmıştı ve dolayısıyla bu dönemde öngördüklerinden fazla üretim düşüşü yaşadıklarını belirttiler. ‘Bundan sonra da bu hedeflere devam etmemize gerek yok’ gibi çok tuhaf bir açıklama yapmıştı. Bir de en son şimdi size dava açtı. Bu davaya rağmen tekrar devam ediyorsunuz ve devam edecek diye de anlıyorum söylediklerinden. Bu davayı biraz özetleyebiliyor musun?
Y.Ç.: İlk dava hikayesi şöyle gündeme geldi; biz platforma tırmandığımızda tarih 31 Ocak idi. Altı kişi niyetlendik. Koca bir platform yani bir silindir 60 metre yükseliyor. Onun üzerine 34 güverte daha var. Toplamda 85 metre. Yani Boğaz Köprüsü’nün altında hayal edin, tamamen orayı kapatacak şekilde. Boğaz’ın eni kadar da geniş değil tabii. Bir tane de fazla yakıtların yakıldığı bir bacası var, o da 125 metreye kadar çıkıyor.
Ö.Ö.: Metanı orada yakıyorlar değil mi?
Y.Ç.: Evet. Bu yapıya tırmandığımızda bir de bunu taşıyan bir gemi vardı. Bu, bir geminin üzerine oturtulmuş. Gemi hızla gidiyor yani 14 knota yakın. Bu, denizcilik için oldukça hızlı bir şey. 260 metrelik bir gemi, bunu sırtında taşıyor. Belki videolarda görebilirsiniz. Oraya altı kişiden dördümüz çıkabildik çünkü dalgalar kolaylaştırmadı işimizi ve ayrıca Kanarya Adaları açıklarında, Atlantik'deydik. İki arkadaşımızdan biri olan Yeb, demin bahsettiğim, halatlarını kesmek zorunda kaldı çünkü suyun altında kaldılar. Halatları kesildi ve botlarımız tarafından kurtarıldılar. Buraya çıktıktan sonra ertesi gün, tepesine kadar tırmandık ve oraya kamp kurduk. Bir tane boş bulduğumuz, kapısını açık bulduğumuz odaya yerleştik.
Ö.Ö.: Hatırladım. Hatta biz de ‘mümkün olabilse canlı yayın yapar mıyız?’ diyorduk ama pek mümkün değildi o koşullarda.
Y.Ç.: Aslında mümkündü. Şimdi telsizcilik yaparken gemide, aslında işlerimden biri de interneti bağlı tutmak. Dolayısıyla o eyleme de telsizci olarak katıldım ve oradaki diğer aktivistler de gelseydi Yep sözcümüz olacaktı. Canlı yayınları veya çektiğimiz videoların gönderilmesi işiyle uğraştım yani teknik bir görevim de vardı. Aslında mümkündü fakat biz onu ayarlayana kadar depremi yaşadığımız için, deprem dolayısıyla – tam bizim altıncı günümüzde yaşandı deprem - fazla sonra üstelemedim. Çünkü çok farklı bir gündem geldi ve yapacak bir şey yoktu. Zaten o platformdayken de üçüncü makineyi çalıştırdılar ve ekstra makine, yedek makine çalıştığı zaman biz platformun tepesinde 70 - 80 metre yükselen titreşim bir deprem etkisi yarattı. Sekiz, dokuz gün boyunca ben depremin içinde yaşadım. Yani sürekli sallanan bir platformdayız ve bu hiç geçmedi. Uyurken, uyanırken, kahvaltı ederken aklımdan deprem hiç çıkmadı. 99’daki hatıralarım geldi ve sonra da depremi yaşayınca gerçekten garip bir şekilde etkilendim.
Y.Ç.: Biz oradayken Shell zaten bize bir dava açtı. İngiltere'de injunction denen bir tür kamu davası var ve anladığım kadarıyla - çok hukuki bilgim yok ama - bir suç işlenmeden önce cezasını kesmekle ilgili bir şey. Mesela, eğer biz orada platformlarına zarar verirsek diyorlar ki bunun cezası üç yıl hapis. O yüzden bize o eylemi yapmaktan alıkoyuyorlar. Şimdi bu zaten kesinleşen bir şey, biz orada altı aktivist olarak hatta sekiz kişi olarak - çünkü iki kişi daha eklendi 6 Şubat tarihinde - ismimizin yazıldığı bir karar çıktı. Yani o platformda bir daha eylem yapmamızı engelleyen bir karardı bu. Fakat ondan sonra, bu bahsettiğimiz dava ise Greenpeace’in bütününün Shell'in dünya üzerindeki bütün tesislerinde eylem yapmasını engellemeye çalışan bir dava, arada böyle bir fark var. İlk dava sadece Shell’in o platformu, ‘Penguins floating production, storage, and offloading’ (FPSO) platformu üzerinde olduğu için Yeb ile ben bu eyleme katılabildik. Eğer ikinci dava sonuçlansaydı biz bu eylemi yapamazdık. Davanın onların lehine sonuçlanabileceğini pek sanmıyorum çünkü çok kısıtlayıcı bir şey. Yani İngiltere mahkemesinin Filipinler'deki bir eylemi engelleyip engellememesi, bilmiyorum, nasıl bir hukuki bağlam içinde değerlendirilir.
Ö.Ö.: Dava içerisinde eylem tarzının insan hayatını tehlikeye attığı gibi bir iddia da vardı sanki.
Y.Ç.: Vardı. Kastettikleri bizim hayatımız aslında.
Ö.Ö.: Evet, tabii. Ayrıca fosil yakıtların insan hayatlarını nasıl tehlike altına attığını hesaba katmıyorlar ya da bilmiyorum, savunma olarak da ileri sürülebilirmiş.
Y.Ç.: Kesinlikle. Zaten bu konuda da konuştuk. Biz zaten Greenpeace içindeki bir eylem prosedüründe bütün bu konularla ilgili ciddi eğitimlerden geçiyoruz, tecrübelerimiz var. Güvenlik zaten her şeyden önce geliyor. Yine riskli tabii ki yani hareket halindeki bir gemiye tırmanmak. Orada çok fazla şey yaşadık. Sonuçta bir fırtına sonucunda, varacağımız limandaki bir fırtına yüzünden kaptanın kararıyla kuzey denizinin ortasında demirleyip üç gün beklemek zorunda kaldık. O sırada suyumuz bitti. Yağmur da yağmadığı için kendi suyumuzu da toplayamadık. Gemide, platformun üzerinde daha önceden birikmiş olan suları kaynatıp içine arındırıcı haplar atarak içmek zorunda kaldık. Bu tarz yerlerden geçtik. Ama sonuçta bunlar hep bizim kararımızla, bizim rızamızla olan şeyler yani kimse bizi böyle bir şeye zorlamıyor, o kararı bizden bekliyor. Sonuçta bu tarz riskleri almak zaten aslında bunları anlamlı kılıyor gibi düşünüyorum.
Davaya dönecek olursak, davada platforma verdiğimiz hasardan bahsediliyor. Halbuki öyle bir hasarı ben görmedim. Yani gayet bulduğumuz gibi bıraktık. Hatta daha rahat koşullarda kalmak için yerleştiğimiz odaya bir yerlerden masa bulduk, sandalye bulduk, onları getirdik. Ayrılırken de bütün bulduğumuz her şeyi geri götürdük, yerine koyduk, temizleyip çıktık ve bütün çöplerimizi, kullandığımız her şeyi paketleyip yanımıza aldık. Norveç’te inerken de polisin müdahalesine gerek bırakmadan gayet temiz bir şekilde indik. Zaten yeni yapılmış bir platformdu bu yani bütün elektronik malzemelerin üzerinde jelatinler vardı ve hiçbirine dokunmadık. Karmakarışık bir sistem zaten içerisi, bulduğumuz gibi bıraktık. Niyetimiz zaten sabote etmek değildi açıkçası. Sadece Shell'in, bu demin bahsettiğiniz, kârlılık raporlarını açıklarken, 2022 için 40 milyar dolara yakın, 39 küsur milyar dolarlık kârını açıklarken onların platformunun üzerinde bunun ne pahasına olduğunu duyurmak için oradaydık ve bunu da başardık.
Ö.M.: Evet, ben de şunu ekleyeyim; demin konuşurken bu bahsettiğim eylem, kanolarla yapılan eylem bundan birkaç yıl önce olmuştu. Sizin bahsettiğiniz 109 Avustralyalıyla, ‘kayaktivist’ diyorlar onlara ve kayak adını taşıyan şeylerle dünyanın en büyük kömür ihraç limanını bloke ettiler. Çok da başarılı bir eylemdi yani yeni bir eylemin gelişmekte olduğu belirtiliyor. Benim bahsettiğim ise şimdi adını hatırlayamadığım bir Pasifik adasındaydı ve burunlarının dibinde devasa bir petrol platformunun sefere çıkmasını önlemek için gene kanolara binmeyi hesaplıyorlar. Fakat kano yapmasını yani yerlilerin atalarından kalma, pandanus yapraklarından kanonun nasıl yapılacağını bilen kalmamış. Rebecca Solnit ve Thelma Young-Lutunatabua’nın Haymarket’ten önemli bir kitabı yayınlanmıştı; Not Too Late: Changing the Climate Story from Despair to Possibility yani Daha Çok Geç Değil: İklim Hikayesini Umutsuzluktan İmkanlara Dönüştürmek diye çevirilebilir. Çok ilginç bir hikaye anlatıyordu orada Julian Aguon; Ne yapacağız diye şaşırıyorlar ve bir kişi kalmış adada, 90 yaşında bir dokuma ustası. O da çok hastaymış ama ömrünün son iki haftasında 15 yerli kadına pandanus yapraklarından yelken dokumayı öğretmekle bir mucize yaratıyor. “Sevgiden başka hiçbir şey yoktu elinde. Ama o yapraklarla dünyaya yeni bir pencere açtı. Şuraya uzanıp ölmeyi reddeden iyi insanların olabilirliğine duyduğu saygıya dayanan, hepimize yer bırakan bir geleceğe açılan pencere,” diye yazmıştı. Biz de bunu alıntılamıştık. “Bu pencereden geleceğe tırmanacak cesaretimiz olmalı,” diye yazıyordu Julian Aguon, ben de onu hatırladım.
Y.Ç.: Çok ilham verici hareket gerçekten.
Ö.M.: Evet, görüntüleri de vardı. Çok ilham verici ve dünyanın en büyük kirleticilerinden biri olan Avustralya'nın en büyük kömür ihraç limanının minicik kanolarla durdurabilmek de hakikaten bu şeyin ne kadar yaygınlaştığını da ortaya koyuyor doğrusu. Evet, Özdeş, senin söylemek istediğin bir şey var mı başka?
Ö.Ö.: Ben sorumu sordum.
Ö.M.: Tamam, ben de biraz böyle bilgi saçtım. Peki, çok teşekkür ederiz.
Y.Ç.: Ben de teşekkür ederim.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
Ö.M.: Yakup Çetinkaya ile beraberdik. Greenpeace'in Shell petrol platformunun işgali ve davalar üzerine konuştuk. Çok teşekkürler.
Y.Ç.: Ben de çok teşekkür ederim, iyi yayınlar.
Ö.Ö.: Teşekkürler.