Türkiye'nin İlk Sivil Çevre Planı: Asi Çevre Vizyon Planı

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Nevin Sungur, Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı Nilgün Karasu ve kent antropoloğu Ayşim Türkmen ile Türkiye'nin ilk sivil çevre planı 'Asi Çevre Vizyon Planı'nı masaya yatırıyorlar.

""
Türkiye'nin İlk Sivil Çevre Planı: Asi Çevre Vizyon Planı
 

Türkiye'nin İlk Sivil Çevre Planı: Asi Çevre Vizyon Planı

podcast servisi: iTunes / RSS

Nevin Sungur: Herkese merhabalar. Apaçık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programını dinliyorsunuz, ben Nevin Sungur. Bir süredir yurt dışında olduğum için geçtiğimiz haftalarda programları yapmak Derya'ya düştü ama ben artık memlekete döndüm ve bayrağı devraldım. Ancak bugünkü programımıza da maalesef Derya katılamıyor, onsuz bir program yapacağız. Buradan ABD’deki Derya'ya ve Sera'ya sevgilerimizi gönderiyoruz.

Bugünkü programımızda, geçen hafta Derya ve Sera'nın bahsettiği 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde açıklanan Asi Çevre Vizyon Planı'nı konuşacağız. Bu plan Türkiye'de hazırlanan ilk sivil çevre planı ve o nedenle çok önemli. Konuklarımız bu planın hazırlanmasında emek veren Antalya Çevre Koruma Derneği Başkanı Nilgün Karasu ve kent antropoloğu, aynı zamanda da film yönetmeni Ayşim Türkmen. Hoşgeldiniz programımıza.

Nilgün Karasu: Hoşbulduk, çok teşekkür ediyoruz.

Ayşim Türkmen: Hoşbulduk, ben de bir komşu programcı olarak bu programa katıldığım için çok mutluyum. Yer Yüzleri'nde programında da bu konuları işliyoruz ama şu anda burada olmak çok güzel.

N.S.: Ne güzel, sağolun, çok teşekkürler. Sohbetimize başlamadan bir not iletmek istiyorum; raporun hazırlanmasına emek veren Derya ve Sera Tolgay, dünyanın bir çok yerinden gelen katılımcıyla birlikte National Geographic’in Washington D.C’de her yıl düzenlenen dört günlük toplantısında olacaklar ve Sera bu toplantıda Asi Çevre Vizyon Planı’nı anlatacak. Bu, kadim şehrin kamuoyunca bilinmesi ve korunması açısından çok çok önemli - bu notu da düşmüş olalım.

Şimdi bu plana gelirsek, konuşacak çok başlık var. Siz haftalarınızı, günlerinizi verdiniz bu plana ve o yüzden ben çok fazla konuşmak istemiyorum, sorularımı yöneltip kenara çekileyim hemen. Nilgün Hanım, öncelikle bu plan neyi amaçlıyordu ve nasıl bir düşünceyle yola çıktınız?

N.K.: Değerli program davetiniz için yeniden çok teşekkür ediyorum. Ülke genelinde bu planımızın tanınmasında destek oldunuz. Bu arada emeği geçen partnerlerime de çok teşekkür ediyorum.

Herkesin bildiği gibi, 6-7 Şubat'ta Hatay'da ve 11 ilde olmak üzere çok büyük depremler yaşadık ve bu süreç içerisinde birçok insanımız hayatını kaybetti, binlerce insanımız engelli kaldı. Bizler, artık var olmayan kentlerimizin kalıntıları arasında, depremi yaşayan diğer illerden çok daha ağır koşullar içinde problemlerimizle yaşamaya çalışıyoruz. Bizim temel sorunlarımız şöyle başladı; depremin hemen ardından sayın Valimizin aldığı bir kararla, maden faaliyetleri için ÇED sürecini kaldırdı yani ÇED raporunun gerekliğini kaldırdı. Bunun kaldırılmasıyla birlikte, taş ocakları, beton santralleri kümülatif etkisi değerlendirilmeden, plansız programsız bir şekilde rastgele her tarafa açılmaya başlandı. Sonuç olarak, halkımızın kültürel, ekolojik, sosyal yaşamı hızlı bir şekilde bozulmaya yüz tuttu. Kırsalda yaşamayı tercih eden vatandaşlarımız, hava kirliliği ve toz içinde yaşamaya başladı.

Biliyorsunuz, bizler asrın felaketi sonucu asrın ekolojik yıkımını da yaşadık. Aslında bu süreçle birlikte dernek olarak bize çok fazla görev düştü. Ekolojik yıkımı çok yakından takip etmeye başladık. Kimi zaman ilgilileri göreve davet ettik, kimi zaman kamuoyu oluşturduk, kimi zaman basın açıklamalarımızı yaptık. Evet, çok çalıştık ama bu şehir için kalıcı bir şey yapmamız gerekiyordu ve ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Bu süreç içerisinde bizim çok güzel kazanımlarımız, bize destek veren, Hatay için bir şey yapmak isteyen çok değerli destekçilerimiz oldu, çok değerli dostluklar kazandık. Bunların arasında şu an birlikte çalıştığımız Dünya Mirasını Koruma Adalar Ekoloji ve Kültür Derneği ve Asi İstanbul İnisiyatifi (ASİST), çok sevgili Ayşim, Derya, Sera ve küçük Timo Can'ımız var. Onlar ile bu proje teklifini yönetim kurulumuzda değerlendirdikten sonra Hatay'ın böyle bir plana ihtiyacı olduğuna karar verdik.

Her ilin mutlaka bir afet yönetim planı ve bir çevre planı olması gerekiyor. Sonuç olarak bizler bu plan üzerine çalışmaya başladık. Asi Nehri Havzası'nı merkeze alarak bölgemizin ekosistemini korumayı ve yerel halkın yaşam kalitesini arttırmayı hedefleyerek doğa dostu, afetlere dayanıklı bir gelecek inşa etmek için yol haritası oluşturduk. Buradaki temel amaç; havasını soluyabildiğimiz, suyunu içebildiğimiz, zengin topraklarını ekebildiğimiz Asi Nehri Havzası’ndaki tüm canlılarla birlikte bir yaşam kurmak. Bunun için de bu plana ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Antakya Çalıştayı 

Çok verimli topraklarımız, zengin biyolojik çeşitliliğimiz var, bölgemiz böyle tanınıyor ancak deprem sonrasında hız kazanan inşaatlar bitiğinde sanki bu şehir normal hayata dönecek diye düşünülüyor. Tabii bu öyle değil. İnsanların evlerine geçmesi çok önemli ama bunun dışında da bir şeylere ihtiyaçları var.

Biz depremin 28. ayındayız ve hala temiz hava soluyamıyoruz, hala temiz suya ulaşamadık, hala şebeke suyu değil, marketlerden aldığımız suyu - ne kadar sağlıklı, tartışılır- içiyoruz.

İnşaat sürecinde doğal alanların ve halk sağlığının geri planda bırakıldığını gözlemledik. Asi Nehri Havzası’nda yaşayan halkın sağlığına ve canlı yaşamına tehdit oluşturan ekolojik tahribatı desteklemek ve bu tehditlere alternatif çözümler üretmek için bir yola çıktık. Gönül isterdi ki bunu bütün Hatay ile beraber çalışalım fakat bu maalesef mümkün değil. Bütçe çok kısıtlı, çalışan kadro da çok dar bir kadro. Bu yüzden depremden en çok zarar görmüş üç ilçemizi belirledik; Antakya, Defne ve Samandağ. Şu an ikinci deprem felaketimiz olarak nitelendirdiğimiz taş ocakları, Asi Nehri, tarım arazileri ve zeytinlikler, Milleyha ve kıyı şeridi olmak üzere beş tane konu başlığı saptadık. Arkadaşlar iki defa buraya geldiler. Saha çalışmalarımızı yaptık, muhtarlar ve halkla röportajlarımız oldu. Bunları belgeledik. İki tane de çalıştayımız oldu. Biyolojiden hukuka, şehir planıcılığından mühendisliğe yaklaşık 20'den fazla konu uzmanıyla bir araya geldik. Amacımız, doğal alanlarımızı, su kaynaklarımızı, sağlığımızı hep beraber korumak; 1/1 ölçekli planlar ve set süreciyle doğal kaynaklarımızı koruyarak çevre dostu inşaat ve yapılaşma tekniklerini desteklemek. Benim şimdi söyleyeceklerim bu kadar, Ayşim devam eder ise eklemeler yaparım.

N.S.: Beş başlıktan söz ettiniz ve şimdi taş ocağı ile ilgili maddeye bakıyorum; deprem öncesi 22 olan taş ocağı şimdi 150'yi aşmış durumda. Öyle mi? İnanılır bir şey değil bu.

N.K.: Evet, az önce söylediğim gibi, ÇED sürecinin kaldırılmasıyla birlikte rastgele her tarafa plansız, programsız taş ocakları açılmaya başlandı. Mesken alanları, nehir kenarları, meralar nerdeyse tamamen taş ocaklarına teslim edildi. TOKİ Genel Müdürlüğü tarafından, ‘Deprem konutlarının ihalesini alan şirketler kendi betonunu üretebilir, şantiye alanına beton santralini kurabilir’ diye bir karar çıkarıldı. Bunlar izinsiz ve ruhsatsız çalıştığı için herhangi bir resmi veri yok ama şu an 148 taş ocağı 80 de beton santrali var. Bunlar sadece resmi olanlar ne yazık ki.

Antakya Çalıştayı 

N.S.: AyşimHanım, siz neler eklemek istersiniz?

A.T.: Antakya Çevre Koruma Derneği, ASIST ve Dünya Mirası Adalar Derneği ile birlikte Turkuaz Sahili Çevre Fonu’nu aldık. Bu, Conservation Collective'in bir fonuydu ve ayrıca Sivil Toplumu Destekleme Vakfı ve Mozaik Vakfı'nın da ortaklığında olan bir fondu. Sonrasında da bu beş ana başlık üzerinde çalışmaya başladık. Bir saha gezisi yaparak bu beş ana başlıkla ilgili önde gelen insanlarla buluştuk - daha doğrusu sevgili Nilgün buldu. Bu insanlarla derinlemesine röportajlar yaptık, onların bizzat çevre sorunları ile ilgili konulardaki görüşlerini kaydetme imkanımız oldu.

Ben bu projeye bir film yönetmeni olarak katıldım. Her bir konu, her bir başlık üzerine bir YouTube videosu hazırladım. Bütün bu videoları YouTube kanalımız Asi Havzası Çevre Vizyon Planı’nda görebilirsiniz. Bu kanala abone olursanız bizim için muazzam bir destek de olur. Mesela taş ocaklarıyla ilgili videoyu seyrettiğinizde öyle bir insanla karşılaşacaksınız ki gerçekten sizi şaşırtacak ki herhalde Nilgün anladı kimden bahsettiğimi: Menekşe Aslan. Bize taş ocaklarıyla ilgili durumu o kadar güzel, o kadar net, o kadar sade, çarpıcı bir şekilde anlattı ki bir insan ancak birebir yaşadığı bir şeyi bu kadar güzel anlatabilir. Şu anda da biz onu zaten kendi yaşadığı yerin muhtarı olarak önermeye çalışıyoruz.

Bunun dışında herhalde benim için en çarpıcı olan şeylerden bir tanesi arabayla giderken bir anda Dikmece ile karşılaşmaktı. Gerçekten şok oldum ve sanırım oralarda bayağı gezmesine rağmen Nilgün de şok oldu. Bir anda zeytin ağaçlarının kesilerek yerine 30 bin konut yapıldığını gördüğünüz zaman yaşdığımız şoku sözlerle anlatmam imkansız. Dolayısıyla gerçekten bu videolar, bizim anlatamadığımız bu dehşeti gösterecek ama yine de tam olarak gösteremeyecek. Hakikaten biz bütün bu alanda inanılmaz şeylerle karşılaştık. Bütün bunları tespit edip neler yapılması gerekiyor konusunda bir yol haritası olarak plana aktardık. Aynı zamanda da altı adet video ile bunları görselleştirip, dillendirip, seslendirip dinleyicilere ve izleyicilere sunduk. Nilgün sayesinde aylarca sürecek bir ön çalışmayla yapılabilecek bir şeyi beş günde gerçekleştirdik.

Bozlu Mahallesi Taş Ocakları / Fotoğraf: Kenan Kantarcı

N.S.: Nilgün Hanım, Ayşim Hanım'ın da bahsettiği zeytinlik alanlar ve tarım arazilerinden ne kadar feda edildi? Burada ne kadar büyük bir kayıptan bahsediyoruz, buna dair hiç bilgi var mı elinizde?

N.T.: Net bir rakam söyleyemem ama yüzbinlerce hektar verimli tarım arazisi ve zeytinlik alanımız gitti. Son bir ay içinde yaşadığım süreç sonucu bu plan çalışmasıyla ne kadar doğru bir karar verdiğimizi bir kez daha anlamış oldum. Yaklaşık bir ay önce, bir gün içinde Hatay'ın dört noktasından ağaç kesimleriyle ilgili şikayet geldi. Bir gün içinde dört tane mahallemizde ağaç kesimlerine karşı yapılan eylemlere katılmak zorunda kaldım. Ayrıca taş ocağı için açtığımız bir davanın yürütmeyi durdurma kararının alınmasını sağladık. Çok değerli dostumuz Sayın Ecevit Alkan'ın açtığı davaya biz müdahil olduk. Konunun uzmanı sekiz kişilik bilirkişinin oybirliğiyle aldığı kararla biz yürütmeyi durdurma kararını aldırmayı başardık. Ocak 2025’te durdurulan taş ocağı, Mayıs 20025 başında bir daha faaliyete başladı. Şöyle bir kılıf uydurdular; şirket ismi değişikliği ve kapasite daraltma yapılarak bir daha faaliyete başladı. Onun hemen yanı başında üç taş ocağı daha projelendirildi ve şu an onların zemin çalışmaları yapılıyor.

N.S.: Bu kadar korkunç bir felaketi tamamen fırsata çevirmek için çalışıyorlar yani akıl alır gibi değil. Buyurun devam edin.

N.K.: Şu an Hatay tamamen viran şehri, fırsat kapitalizmi yaşanıyor burada. Biz artık hukukun üstünlüğü diyemiyoruz, kapitalizmin üstünlüğü diyoruz. Yüreğimizi parçalayan davalardaki savunmamızda halk sağlığını, ekolojiyi, yok olan dünyamızı anlatırken karşı şirketin avukatı savunmasında ‘Taş ocağının kapanması durumunda şirketim şu kadar milyon dolar zarara uğrayacak’ diyor. Ben yeni bir bilirkişi heyeti talep ediyorum, onlar "Heyetin ücretinin ödenmesini üstleniriz’ diye savunma yapıyorlar bize.

En üzücü olaylardan birisi de şimdiye kadar yüz binlerce envai çeşit ağaç kesim yapılması. Özellikle Dikmece yılda üç mahsul veren, çok verimli tarım arazilerinin olduğu bir alan ve zeytini çok değerli ve çok özel, Türkiye'de nadide kalitede zeytin çıkan alanlarımızdan. Orada saha çalışmalarımızı yaparken, kesilmiş ağaçların üzerinde yuvalarını arayan kuşlarla karşılaştık. Ağaçların altından ölü kuşları topladık, yüreğimiz parçalandı.

Yukarıokçular, Yayladağı / Fotoğraf: Kenan Kantarcı

İlk günden itibaren her eylemde sorulan bir soruyu bir kez daha buradan tekrarlamak istiyorum: Neden özellikle zeytinlikler? Aynı durum köye iki kilometre mesafede Mağaracık'ta da var. İki köyde hazine arazileri olmasına ve bu hazine arazileri yamaçta, zemini kayalık ve daha sağlam olmasına rağmen onlara dokunulmuyor, özellikle zeytinlikler ve tarım arazileri hedef alınmış, Hazine arazilerine hiçbir şekilde dokunulmuyor. Bugüne kadar yüzlerce defa bu soru soruldu ve buna hiçbir açıklama almadık yetkililerden. Üzücü çünkü yapılan TOKİ binaları çok sağlam değil.

Bir konuya daha değinmek istiyorum; burada açılan 80 beton santralinin hemen hepsine standartların çok altında üretim yaptıkları için iki-üç kez ceza kesildi ama buna rağmen devam ediyorlar. Buradan çıkan malzeme deprem konutlarına gidiyor. Bunlarla ilgili bugüne kadar herhangi bir tespit, herhangi bir destekleme ya da güçlendirme yapılmadı. İnsanlarımız mecburi bir şekilde konteynerlerden kurtulmak için bu evlere yerleşmek zorundalar.

Mutlaka basında duymuşsunuzdur, ikinci bir konumuz, Mağaracık. Mağaracık'ta da aynı şekilde yüzlerce, binlerce envai çeşit ağaç kesildi. Orada yapılan konutların tek bir özelliği deniz manzaralı olması ama zemine bakıyorsunuz toprak kum gibi, o kadar gevşek bir zemini var. Geçenlerde şiddetli bir yağmur oldu, temeller kaydı. Yaşadığımız bu asrın felaketinden ders alamadık. Plansız, programsız, rant odaklı çalışmalar devam ediyor.

Milleyha Sulak Alanı / Fotoğraf: Sera Tolgay

N.S.: Ders alamamaktan başka bir şey bu yani son derece kötücül bir şey. Başlıklarınızın içinde Milleyha Sulak Alanı ve Samandağ Sahil Şeridi de var. Biraz da o başlıklardan bahsedelim mi? Oralardaki süreci ve bulgularınızı anlatır mısınız? Ayşim Hanım belki burada siz de katılmak istersiniz.

A.T.: Gerçekten ben Milleyha’yı gördüğüm zaman şaşırdım; çok hoş bir alan, muazzam bir kıyı şeridi, yapılaşma nispeten az ama maalesef var. Kıyı kenar çizgisinin arkasında da tuzlu suyun olduğu bir gölet var.

N.T.: Çok özür dileyerek bir parantez açıyorum; Milleyha, Arapça'dan gelen bir sözcük, ‘Tuzlama’ anlamına geliyor. Zamanında oradan tuz ihtiyacı karşılanıyordu.

A.T.: O kadar enteresan bir şey olmuş ki Asi'nin suları denizsuyu ile karışıyor ve çok çok özgün bir su sistemi yaratıyor orada. Dolayısıyla başka yerlerde göremeyeceğiniz endemik bitkiler, kuş türleri, kurbağa türleri, deniz kaplumbağası türleri burada yaşam bulabiliyor. Başka hiçbir yerde artık kalmamış türler var burada ve bu türler artıyor yani daha önce orada yaşamayan türler de burada yaşamayı istiyorlar. Dünyada genelde türlerin soyları tükenirken, burada bu türler tekrardan var oluyor ve yaşam buluyorlar, gitgide bu alan daha da yaşama açık hale geliyor. Böyle bir yer oluşmuş ama maalesef burasıyla ilgili bazı sorunlar var.

Yalnız son dönemde çok güzel bir gelişme oldu, bunun da altını çok çizmemiz gerekiyor çünkü Milleyha'yı korumanın aslında tek yolu olacak bir kamulaştırma kararı çıktı yani Milleyha’ya müdahale etmeyi engelleyecek bu kararla sonucu bir kurul oluşturulacak ve bu kurul “Mileyha neden kamulaştırılmalı?” diye üç ay boyunca çalışma yapacak. Biz planımızda üç ayın yetmeyeceğini söylüyoruz çünkü Milleyha öyle bir alan ki her mevsim bambaşka riskler taşıyor, bambaşka türleri konuk ediyor, bambaşka dinamikler orada tetikleniyor. Bu yüzden Milleyha'nın ne kadar muazzam bir yer olduğunun tespit edebilmesi için bu kurulun en az bir sene, belki daha fazla çalışmasını öneriyoruz planımızda.

Asi Nehri Samandağ Kıyısı / Fotoğraf: Kenan Kantarcı

Ayrıca Samandağ’ını ve kıyı kenarını kurtarmak için, bu kamulaştırmanın daha da genişletilerek, kıyı kenar çizgisi ve Milleyha’dan daha da geniş alana yayılması lazım. Bu karar da bir an önce verilmeli. Kısacası şu anda böyle bir gelişme var ve bu da muazzam umut veriyor. Ben dinleyicilerimizi orayı görmeye davet etmek istiyorum.

N.S.: Oradaki tehlike bir taraftan da moloz dökümleri değil mi?

A.T.: Moloz dökümleri sadece bir tanesi. Esas var olan yapılaşmanın oradan kaldırılması gerekiyor. Hala avlanma var, düşünebiliyor musunuz? Afrika'dan gelen kuşları avlıyorlar. Buralarla ilgili belediye çok uğraşsa da o kadar kolay olmuyor. Kıyı kenar çizgisinin içinde maalesef hala bazı yapılar var. Milleyha’nın tam ortasından geçen ve bu bahsettiğim biyolojik mekanı tehdit eden bir yol yapılmış, o yolun da kapanması gerekiyor. Alternatif yol çok rahat açılabilir, böyle durumlar var.

N.S.: Zamanımız azalıyor. Şimdi çok kısaca Samandağ sahil şeridinden ve orada yaşananlardan bahsedelim isterseniz. Bir de bu raporu okumak isteyenlere nasıl ulaşabilirler? Demin YouTube kanalından bahsettiniz ama yazılı metne nasıl ulaşabilirler? Onu da söyleyebilirsek çok sevinirim.

A.T.: Şunu söylemek lazım. Samandağ sahil şeridi demek Milleyha demek, ikisi farklı değil - bu çok önemli. Aslında bu ayrımı yapmakla bir problem yaşıyoruz, aslında Milleyha bütün bu alanın adı. Samandağ sahil şeridi burası ve tüm bu kıyıyı ve arkadaki 400 ile 600 metre içeriye girmiş o sulak alanı korumamız gerekiyor. Bu bir bütün alan ve bunu ayrıştırmadan korumamız gerekiyor.

Milleyha Küçük ak balıkçıl (Egretta Garzetta) / Fotoğrad: Sera Tolgay

N.T.: Milleyha Türkiye için çok önemli bir sulak alan, en başta ben bunu eklemek istiyorum. Hala arkadaşlarımız yeni endemik bitkiler tespit ediyor. Orasıyla ilgili özel çalışmalar yapan, ilgisi olan Samandağlı bir grup arkadaşımız var ve yaklaşık bir ay önce ilk defa yeni bir endemik bitki türü gördüler, buralardan geçen bilmediğimiz yeni göçmen kuştürlerine rastlıyorlar. Milleyha ülkemiz için olduğu gibi göçmen kuşlar için de çok önemli bir sulak alandır.

Moloz dökümü sorunların sadece bir tanesi. Orada imarlaşma söz konusu, avlanma en büyük tehlike, ortasından geçen yolun verdiği zararlar var yani birbirinden farklı tehlikelere maruz kalıyor. Son yıllardaki kuraklık da orası için bir tehlike çünkü yağmur yağmadığı için su yazın çok küçük bir alana kadar daralıyor. Kışın yağmurların etkisiyle biraz daha genişliyor ama bu da bir tehlike.

Düden ikinci büyük sahil şeridi, 17 km uzunluğunda bir Samandağ sahil şeridimiz var. Kıyı şeridinin mutlaka korunması gerekiyor. Bir de bizim kum zambağımız var ve onların da mutlaka koruma altına alınması gerekiyor.

N.S.: Aynı zamanda deniz kaplumbağaları var galiba değil mi?

NT: Evet, kesinlikle Carette carette dediğimiz deniz kaplumbağlarının üreme alanları. Kıyı şeridi korunmadığı için fazla aydınlatmalardan dolayı bunlar yaşamlarını kaybediyorlar çünkü ışığa doğru gittikleri için ters yönde gidiyorlar. Bu yüzden ya yürüyen vatandaşın ayağının, ya da arabaların altında kalıyor. Böyle bir tehlikeyle karşı karşıyalar.

N.S.: Peki, son olarak izleyicilerimiz nereden ulaşabilirler bu raporun yazılı haline?

NT: Önümüzdeki hafta kitabımız basıma girecek. Ayın 15'inden itibaren destek veren arkadaşlara da bilgi verdim; Antakya Çevre Koruma Derneği'nin internet sayfasından ulaşabilirler.

A.T.: Tekrar edelim YouTube kanalımız Asi Havzası Çevre Vizyon Planı kanalımız şu anda açık ve bu kanala abone olursanız bize müthiş destek olursunuz. Bu kanalda bizim anlattığımız şeylerin orada bütün bu durumları yaşayan insanlar tarafından nasıl yaşandığını ve nasıl korumamız gerektiğiyle ilgili bilgilere ulaşacaklardır. Aynı zamanda Asi Havzası Çevre Vizyon Planı’nın Instagram sayfamızdan da plana, videolara ve bütün haberlerimize ulaşabilirsiniz.

N.T.: Antakya Çevre Koruma Derneği’ne mail atılırsa linkin gönderilmesini sağlayabilirim.

N.S.: Çok teşekkürler Nilgün Hanım ve Ayşim Hanım. Bu programımızda Asi Çevre Vizyon Planını konuştuk ve orada yaşananlar gerçekten çok endişe verici. Umuyor ve canı gönülden dinliyorum ki bütün bunları yapanlar bir an önce yaptıklarının farkına varırlar, nasıl bir felaket yaşattıklarını kendileri görürler ve vazgeçerler.

Bir programın daha sonuna geldik. Sadece Adalar değil; Antakya, Antakya'nın mirası, Antakya'nın sahip olduğu değerler de hepimizin. Dinlediğiniz için çok teşekkür ederiz.