Açık Bilinç’te, 'Bilimin Karanlık Yüzü' serisinin son programında: Akademinin siyasi güçle ilişkisi ve bilim etiğine dair sorular.
(12 Şubat 2019 tarihinde Açık Gazete'de yayımlanmıştır)
20. yüzyılın en önemli felsefecisi sayılan Martin Heidegger, bir Nazi miydi?
Rektörlüğü sırasında neler yaptı, neler yapmamayı tercih etti?
İdeolog Heidegger, felsefeci Heidegger’i etkiledi mi?
— / —
Heidegger niçin önemli bir felsefeci? Düşünce dünyasına katkıları neler?
Önce, Felsefe tarihi içinde bu soruları kısaca ele alalım.
19. yy. sonu / 20. yy. başlarında Felsefe dünyasında krizli bir dönem yaşanıyor.
Bir yanda toplumsal çalkantılar, diğer yanda doğa bilimlerinin büyük ilerlemeler yapması ve giderek Felsefe'den kopması, bir tür kimlik krizine yol açıyor.
19/20. yüzyıl dönemecinde kimi felsefeciler, hızla yükselen bilimsel disiplinler karşısında, kendi alanlarının yeniden tanımlanması ve yapılandırılması gerektiğini düşünüyorlar.
Bu çaba, Analitik Felsefe ve Fenomenoloji olarak bilinen iki temel ekolün temellerini oluşturacaktır.
İşin ilginç yanı, bugün Anglo-Amerikan dünyasında yaygın olan Analitik Felsefe'nin de, Kıta Avrupası'nda yaygın olan Fenomenoloji'nin de temellerini, ikisi de aslında matematikçi olan iki Alman akademisyenin atmış olmasıdır: Gottlob Frege (solda) ve Edmund Husserl (sağda).
— / —
Günümüzde Analitik felsefeciler, Kıta felsefecilerini tumturaklı laflar eden ama kafaları karışık insanlar olarak niteler. Kıta felsefecilerine göreyse Analitik felsefeciler önemsiz konular ve teknik detaylarda boğulmuş insanlardır.
Bu başlıbaşına bir başka program konusu olsun!
Biz, Heidegger'e dönelim.
Fenomenoloji okulunun kurucusu olan Husserl, Freiburg Üniversitesi'ndeki en önemli felsefe profesörüdür. 1928'de emekliye ayrılır.
Kürsüye, doktora çalışmasında Husserl'dan etkilenmiş olan Heidegger atanır.
Böylece bu iki ismin yoları kesişmiş olur.
Heidegger, kariyerinin en önemli eseri olan 'Sein und Zeit' (Varlık ve Zaman) kitabını 1927'de yayımlamıştır.
Temellerini Husserl atmış olsa da, Fenomenoloji'nin Almanya dışındakı Kıta Avrupası'nda, özellikle Fransa'da etkili olmasında en büyük rol, Heidegger'indir.
Jean-Paul Sartre, Michel Foucault, Jacques Derrida gibi Fransız felsefeciler hep kendi düşünce sistemlerinde Heidegger'in etkisi olduğunu söylerler.
Heidegger'in 20. yüzyılın en önemli felsefecilerinden biri sayılmasında, Fenomenoloji dünyasındaki etkisinin rolü büyüktür.
— / —
Heidegger, 1928'de geldiği Freiburg Ü..'de kendisini yalnızca felsefe çalışmalarına adasa, 'Varlık ve Zaman' gibi ikinci bir büyük eser yaratabilir miydi, bilmiyoruz.
Bildiğimiz, yeni okulunda ideolojik ve siyasi ilişkilerini ilerlettiği ve 1933'de rektörlük görevine getirildiği.
Heidegger'le ilgili etik sorunlar, rektör olduğu 1933'de başlamasa da, o yıldan itibaren yoğunlaşıyor.
Yvonne Sherratt'ın 'Hitler'in Felsefecileri' başlıklı kitabına göre, Heidegger rektör olmadan üç hafta önce Nazi partisine üye olmuştur ve buradaki bağlantı tesadüfi değildir.
Sherrat, öteden beri askeri tarzda kıyafetleri seven Heidegger'in rektörlük konuşmasını yine böyle bir giysiyle ve gamalı haçlı bayraklar altında yaptığını anlatıyor.
Bunlar yalnızca Heidegger'in yanlış bir ideolojiye gönül vermiş yanlış bir davanın insanı olduğunu gösteriyor denebilir.
Fakat Heidegger biyografları, bu büyük felsefecinin akademik etik açıdan affedilemeyecek başka faaliyetleri de olduğunu yazıyor.
Örneğin, Freiburg Üniversitesi'nden aryan ırkına mensup olmayan öğretim üyelerinin uzaklaştırılmasına neden olan Baden Kararnamesi'nin altında Heidegger'in imzası vardır.
Uzaklaştırılanlardan birisi de, Heidegger'i en parlak öğrencisi olarak görmüş olan Husserl'dır.
Heidegger'in ayrıca Gestapo'ya mektuplar yazarak Hitler'in 'ulusal projesi'ne uzak duran pasifist öğretim üyelerini ihbar ettiği, örneğin (sonradan Nobel ödüllü alacak) kimyacı Hermann Staudinger'in emekli olamadan okuldan atılmasını sağladığı söyleniyor.
Husserl 1938'de, yıllardır hizmet verdiği üniversitesinin kütüphanesine bile girmesine izin verilmeyen kırgın bir akademisyen olarak, ölür.
Heidegger ise 1934'de rektörlükten istifa etmiştir fakat ağzından Nazi rejimine muhalif tek bir sözcük bile çıkmaz.
— / —
Benim Heidegger konusunda en çarpıcı bulduğum belgelerin başında, öğrencisi Herbert Marcuse ile savaş sonrasındaki mektuplaşmaları (1947-48) geliyor.
Fakat o mektuplara değinmeden önce, Heidegger konusunda birkaç Türkçe kaynağı işaret etmek isterim.
Heidegger'in 1933'deki seçimler öncesinde Hitler adına yaptığı ve 'Heil Hitler' ünlemiyle biten seçim çağrısını, Levent Kavas çevirisiyle Birikim Dergisi'nin 29 Mayıs 2018 sayısında okuyabilirsiniz. Heidegger'in siyasi ilişkileri konusunda bir başka Türkçe kaynak, yukarıda atıfta bulunduğum 'Hitler'in Felsefecileri' kitabından da alıntılar içeren Cengiz Çevik'in yazısı: "Heidegger’in Nazi partisiyle apaçık ilişkisi üzerine".
Benim Heidegger üzerine en çok yararlandığım kaynakların başında, felsefeci Kaan Ökten'in kitapları geliyor. 'Varlık ve Zaman'ın bütünlüklü Türkçe çevirisi ve bir kılavuz kitabı da dahil olmak üzere.
— / —
Heidegger'in, hocası sayılabilecek Husserl ile olduğu gibi, bazı öğrencileriyle kişisel ilişkilerinde de biyografik açıdan zengin ama bir o kadar da karanlık yönleri olan noktalar var.
Bu öğrencilerden ikisinden söz etmek isterim: Hannah Arendt ve Herbert Marcuse.
Gerek Husserl, gerekse Arendt ve Marcuse, Musevi. Heidegger ise, Hitler iktidarıyla yakın ilişkileri olan ve kendini Aryan ırkından sayan bir Alman. Her ne kadar bu durum Nazi dönemi öncesi bir sorun yaratmasa da, Almanya'nın giderek değişen koşullarında bu ilişkiler dramatik dönemeçlere sahne oluyorlar.
Heidegger, Freiburg'a gelmeden önce, henüz 19 yaşında bir öğrencisi olan Hannah Arendt'le büyük bir aşk yaşıyor.
Arendt'in daha sonraları Almanya'dan kaçmak zorunda kaldığını, sonunda ABD'de siyaset bilimci bir akademisyen olarak hayatını sürdürdüğünü biliyoruz.
Arendt'in, Heidegger'le ilişkisinin travması nedeniyle Felsefe'den uzaklaşıp Siyaset Kuramı’na yöneldiğini öne süren biyograflar var. Ama siyaset kuramı üzerine yazarken bile Arendt'in hep en temelde güçlü bir felsefeci tarafı olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.
Önceki bir programda, sosyolog Zeynep Gambetti ile Arendt'in diktatörlük ve totalitarizm kavramlarından söz etmiştik.
Heidegger'in felsefeci yönü güçlü, sosyolog/siyaset kuramcısı bir başka eski öğrencisi, Frankfurt Okulu düşünürlerinden Herbert Marcuse.
Eserleri Türkçe'de de yaygın olarak bilinen Marcuse'nin eski hocasıyla mektuplaşması, Heidegger'in dünya görüşü hakkında ipuçları içeriyor.
Marcuse-Heidegger mektuplaşması,1947-48 yıllarında yazılmış yalnızca üç mektuptan oluşuyor:
Ağustos 1947'de ABD'de yaşayan Marcuse'nin Heidegger'e gönderdiği ilk mektup. Ocak 1948'de Heidegger'in cevabı. Ve zincirin son halkasını oluşturan Marcuse'nin Mayıs 1948 tarihli mektubu.
— / —
Mektuplar, yüzlerce binlerce sayfalık metinlerin yazarları olan bu kişiler için, son derece kısa. Fakat Heidegger'in Marcuse'ya verdiği cevap, gerek siyasi görüşü, gerekse içinde bulunduğu durumun psikolojisi açısından çok aydınlatıcı.
Melaen özetleyeyim.
Marcuse, Almanya'dan kaçarak hayatını sürdürmek durumunda kaldığı ABD'den eski hocası Heidegger'e yazdığı mektubunda bir çağrı yapıyor:
"Nazi ideolojisi ile Felsefe, uzlaşamaz.. Eğer siz bir Nazi destekçisiyseniz, felsefeci değilsiniz demektir.
Ama benim 1928-32 arasında felsefe öğrendigim hocam, 1933-34 yıllarındaki kişiyle aynı. O halde hangisi doğru? 1933'de Nazi'lerin yanında yer aldınız ve daha sonra geri adım atmadınız. Nazi ideolojisine karşı olduğunuzu açıkça kamu önünde beyan etmeniz gerekmez mi?
Bu mektubu arkadaşlarının muhalefetine rağmen yazıyorum. Yıllar yılı sizden gelecek, kendinizi Nazi yaftasından kurtaracak bir açıklama bekledik. Çünkü biz felsefeci-Heidegger'le insan-Heidegger'i ayıramıyoruz. Ama siz hep sessiz kaldınız.
Siz düşünce tarihinde gerçekten böyle mi [bir Nazi destekçisi olarak] hatırlanmak istiyorsunuz?"
Bu, Marcuse'nin bir yakarış gibi yazılmış mektubundaki en çarpıcı cümle.
Sorunun cevabı, yaklaşık 5 ay sonra Heidegger'in mektubunda geliyor.
— / —
Heidegger, eski öğrencisi Marcuse'ya yazdığı cevaba, 1933'den beri Almanya'da olmayan birisinin oradaki durumu kolayca anlayamayacağını öne sürerek başlıyor.
Ümit verici bir başlangıç sayılmaz, fakat devamı çok daha kötü.
Heidegger'in Marcuse'ya mektubu (mealen) şöyle devam ediyor:
"Ben Nasyonel Sosyalizm'in ruhani bir uyanışa sebep olacağına ve Batı medeniyetini komünizm felaketinden koruyacağına inanmıştım. Bugün, o günkü konuşmalarımdan yalnızca birkaç satırın yanlış olduğu kanaatindeyim.
1934'de rektörlükten istifa ettim ama, doğru, Nazi rejimini eleştiren hiçbir şey söylemedim. Söylesem, bu benim ve ailemin sonu olurdu.
1945'den sonra da sessiz kaldım çünkü eski Nazi destekçileri saf değiştirmişlerdi ve onların yanında yer almak istemedim.
Nazilerin Musevilere karşı işlediğini söylediğiniz insanlık suçlarının benzerlerini müttefik askerler savaş sonunda Almanlara karşı işledi. Aradaki fark, Alman halkının Nazi'lerin yaptıklarından habersiz tutulmaları ama sizin müttefiklerin suçlarını biliyor olmanız.
Yalan propagandaya ve gerçeği çarpıtan söylentilere inanmamanızı dilerim. Bir gün benim eserlerimde öğrenciliğini yapmış olduğunuz felsefeciyi yeniden keşfedeceğinizi umuyorum."
— / —
Bu mektuplaşma, Marcuse'nin 4 ay kadar sonra, Mayıs 1948'de yazdığı üçüncü mektupla son buluyor.
Bu son mektubu tek cümleyle özetleyeyim: "İnsaf, bu kadar da olmaz!" mealinde, Marcuse'nin düş kırıklığını yansıtan bir mektup.
Bu iki ismin, Heidegger 1976'da (Marcuse'dan üç yıl önce) ölene dek bir daha haberleştiklerine dair bir veri yok.
— / —
Marcuse, düş kırıklığında haksız sayılmaz. Bence Heidegger'in mektubunun en çarpıcı yanı, Nazi ideolojisini eleştirmeye yanaşmaması değil.
Bunu yaparken öne sürdüğü mazeretlerin ve kullandığı akıl yürütmenin bariz zayıflığı, sığlığı, hatta zavallılığı.
Örneğin, "Sen 1933'den beri buralarda olmadığın için Almanya'nın durumunu anlamazsın", çok bayat bir mazeret hamlesi.
Aynı metnin içinde Heidegger'in hem "Alman halkı olan bitenden habersizdi", hem de "Muhalif bir şey söylesem, benim ve ailemin sonu olurdu" demesiyse, vahim.
"Naziler, Alman halkından habersiz bazı suçlar işlemiş olabilirler ama aynısını müttefikler de Almanlara yaptı, üstelik herkesin haberi varken" demekse, insanlık suçlarını görecelileştiren ve Marcuse'yı suç ortaklığıyla itham eden, pasif-agresif berbat bir muhakeme içeriyor.
Böyle bir mektup herhangi bir kişinin kaleminden çıksa belki bir nebze olağan karşılanabilirdi.
Ama bu muhakemenin öznesi, yüzyılın en önemli felsefecilerinden addedilen ve doğru muhakemenin ne olup olmadığını herkesten iyi bilen Heidegger olunca, durum acıklı bir hal alıyor.
Marcuse-Heidegger mektuplaşmasının tamamını, Almanca özgün metinler üzerinden veya İngilizce çevirisiyle, şu kaynaktan okuyabilirsiniz.
— / —
Heidegger'in Nazi ideolojisi ve rejimiyle ilişkisi (bence varılması gereken sonuç hayli bariz olduğu halde) uzun yıllar boyu çok tartışmalı bir konu olarak kaldı.
Bu tartışmayı bir ölçüde bitiren şey, Heidegger'in 1930-40'larda tuttuğu günlüklerin 2014'de yayımlanması oldu.
Birincisinin kayıp olduğu günlüklerin yaklaşık 1300 sayfa tutan kalan kısmının 'Kara Kaplı Defterler' başlığıyla yayımlanmaya başlaması, Heidegger'in kişisel siyasi görüşlerine ışık tutan bir kaynak oluşturdu.
'Kara Kaplı Defterler'in yayımlanmaya başlamasının hemen ardından, New York Şehir Üniversitesi'nde bir sempozyum düzenlenmişti (2014).
Kaydı uzun, ama ilgilenen ve İngilizce bilenler için izlemeye değer: Heidegger’s Black Notebooks: A Conference – Film Screening & Discussion.
— / —
Ben Heidegger uzmanı değilim ama anlaşılması gereken bir felsefeci olduğunu düşünüyorum. Heidegger'in günlüklerinden ve biyografilerinden çıkardığım sonuç, ortada iki Heidegger olduğu ve bu 'iki Heidegger'in arasındaki ilişkinin henüz doğru dürüst kuramlaştırılamadığı.
Bir yanda felsefeci olarak bildiğimiz, son derece soyut ve nüfuz etmesi zor olan eserler veren metafizikçi Heidegger var.
Diğer yandaysa, son derece somut ve banal denilebilecek kadar basmakalıp, önyargılarla şekillenmiş siyasi/ideolojik fikirleri olan Nazi destekçisi Heidegger..
Ucu açık kalmış olan soru, şu: Nazi destekçisi Heidegger'in görüşleri, felsefeci Heidegger'in kurduğu metafizik sistemi şekillendirdi mi, veya nasıl etkiledi?
Tersinden de sorabiliriz: Heidegger, ideolojik önyargıları olmayan bir kişi olsaydı, felsefi sistemi farklı olur muydu?
— / —
Yani, Marcuse'nın eski hocasına söylediği "Biz felsefeci-Heidegger'le insan-Heidegger'i ayıramıyoruz" cümlesini nasıl değerlendirmemiz gerektiği sorusuna geldik.
Ayırmalı mıyız?
Hatta, daha genelleştirerek soralım: Kötü bir insan, iyi bir felsefeci veya bilimci olabilir mi?
Nazi destekçisi Heidegger'in yaptıkları ve yapmamayı seçtikleri, felsefeci Heidegger'in eserlerinin üzerinde bir gölge olarak kalacak diye düşünüyorum.
Bu gölgenin kapsamı ve derinliğini anlamak içinse, Heidegger uzmanlarının yeni çalışmalarına ihtiyacımız var.
— / —
Bu akışın sonunda, bilim ve akademi etiği açısından zor sorularla karşı karşıyayız.
Etik açısından doğru olan, insanlık suçu işlemiş bir felsefecinin tezlerini veya bir bilimcinin buluşlarını reddetmeyi gerektirir mi?
Yoksa, yararlı sonuç, faili ve yöntemi meşru kılar mı?
Bu etik tartışma, bir veya birkaç başka programın konusu olacak.
Fakat, genel olarak, "Sonuç, yöntemi meşru kılar" tezinin insanı ilkesizliğe iten kaygan bir zemine oturttuğunu ve karşı çıkılması gerektiğini düşündüğümü not edeyim.
Baskıcı rejimlerin akademik dünyaya müdahil olduğu, bilimsel çalışmayla siyasi güç ve paranın iç içe geçtiği dönemlerde,bu dünyanın mensuplarının kendilerini etik sorularla sınanırken bulması doğal.
'Bilimin karanlık yüzü'nün örneklerinden ilerideki programlarda da söz edeceğiz.
— / —
Haftaya, beyin bilimlerinde yeni bir araştırma:
İnsanin zihninden sessizce geçirdiği düşünceler bir bilgisayar sistemi yardımıyla kodlanarak sese dönüştürülebilir, ve böylece içsel ve öznel dünya dışsal ve nesnel bir ifadeye tercüme edilebilir mi?
— / —
Açık Bilinç'i Salı sabahları 9:30'da dinleyebilir, podcast arşivine ulaşabilirsiniz.