Dil-Düşünce İlişkisi

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta Açık Bilinç'te Özyeğin Üniversitesi’nden Dr. Ercenur Ünal ile dil-düşünce ilişkisini ele aldık.  Düşüncemizi dil yoluyla ifade ediyoruz. Ama hangi dili kullandığımız, kavramlarımızı, algımızı, düşünce yapımızı belirliyor mu? Örneğin, ana dilimiz Türkçe değil Almanca olsaydı, farklı bir zihin yapımız olur muydu?

Açık Bilinç: 17 Temmuz 2018
 

Açık Bilinç: 17 Temmuz 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

Ana araştırma alanı dil-düşünce ilişkisi olan Dr. Ünal’ın da akaracağı gibi, bu soruların tek ve yalın kat bir cevabı yok. Düşünce de, dil de, çok katmanlı konular ve literatür hayli tartışmalı. Bu duyuruda, dil-düşünce meselesini ilginç kılan bu zengin tartışmaya bir arkaplan çizmeye çalışacağım.

Konumuza, 1800lerin ortasından 1900lerin ortasına kadar yaşamış ve İnuit Eskimoları üzerine yaptığı araştırmalarla çağdaş antropolojiyi derinden etkilemiş Alman antropolog Franz Boas'la giriş yapalım.

Boas, 1883'de Eskimo'ların hayatlarını gözlemlemek ve araştırmak üzere, uzun yıllarını geçireceği, Grönland yakınlarındaki Baffin adasına gider. 

Amacı, -50 dereceye varan soğuklarda, İnuit halkı gibi iklimle uyumlu yaşamayı öğrenmek ve yerel kültürü araştırmaktır.

Boas'ın Baffin adasında tuttuğu günlükler, mektupları ve araştırma notları, daha ileride büyük bir aldatmaca tartışması yaratacak olsa da, çağdaş antropoloji için çok önemli bir temel kaynaktır.

Adadan nişanlısına yazdığı bir mektupta "artık tam bir Eskimo oldum" diyecektir.

Boas'ın ilgisini çeken bir nokta, Eskimo'ların sözcük dağarcığıyla ilgilidir; özellikle "kar" kavramını pek çok farklı şekilde ifade ettiklerini not eder. 

İnuit dili, "yerde tutmuş kar", "gökten süzülerek yağan kar", "kızak için elverişli kar" için farklı sözcüklere sahiptir.

Boas'ın İnuit dilindeki farklı "kar" sözcükleri üzerine gözlemleri, hem kendisini yaklaşık yüz yıl sonra büyük bir tartışmanın içinde bırakacak, hem de "Sapir-Whorf Hipotezi" olarak da bilinen "dilde görecelilik" tezinin temelini oluşturacaktır.

Bu tartışmanın nereye bağlandığına ayrıca geleceğim. Fakat önce, görecelilik tezine bakalım.

Diyelim gerçekten de Eskimo'lar "kar"ın farklı yönlerini ifade etmek için, diğer dillerde rastlanmadık biçimde, 50 kadar farklı sözcük kullanıyor olsunlar. 

 

Bu gözlemden ne sonuç çıkar?

Diyebiliriz ki, kar hayatlarında çok önemli bir işleve sahip olduğu için, Eskimo'lar pek çok kavramsal ayrım üretmiş ve bunları farklı sözcüklerle ifade eder olmuşlar. 

Bu, dillerin gelişiminin ekolojik ve kültürel unsurlarla şekilendiğini gösterir. 

Bu teze kimsenin itirazı yok.

Fakat İnuit'lerin "kar"la ilgili sözcüklerinin çokluğundan yola çıkarak, daha kuvvetli bir iddiada bulunmak da mümkün:

Dillerinin zenginliği dolayısıyla, Eskimo'lar başka insanlara oranla kar hakkında yalnız sözcük değil, daha zengin bir "düşünce dağarcığı"na da sahipler.

Yani bu görüşe göre Eskimo'lar, dillerinin zenginliği sayesinde, kar hakkında bizim yalnızca düşünmediğimiz değil, istesek de düşünemeyeceğimiz derinlikte bir bilişe sahipler.

Hatta belki "kar"ı algılama, yani görme,dokunma biçimleri bile bizim algımızdan daha farklı ve zengin.


Daha genel şekilde ifade edeyim: 

Görecelilik tezine göre, dil yalnızca düşüncelerimizi ifade eden bir araç değil. 

Aynı zamanda düşüncelerimizi, hatta dünyayı nasıl algıladığımızı etkileyen, belki belirleyen bir unsur.

Kullandığımız dil, algı ve düşünce dünyamızın sınırlarını çiziyor olabilir.

"Dilde Görecelilik" tezine göre, evet,ana dilimiz Almanca olsaydı, farklı bir zihin yapımız olacaktı.

Bu, şu demek:Ancak Türkçe düşünülebilecek şekilde düşünüyoruz, istesek de başka türlü düşünemiyoruz!

Soruyu, şu şekilde bile sorabiliriz:

"Einstein Türkçe konuşan biri olsaydı görelilik kuramını geliştirebilir miydi?" 

Ya da, tersinden bakalım: Türkiye'de yetişmiş bir fizikçinin ana dili Almanca olsa, daha farklı çalışmalar üretebilir miydi?

Ünlü eğitimci Robert Kaplan, farklı kültürlerde yetişmiş insanların problemlere farklı şekillerde yaklaştığı iddiasını, şu şekilde resmetmiş.

Pek inandırıcı bulmasam da, bu diyagrama göre İngilizce konuşanlar çözüme doğrudan ulaşırken, Asyalılar sorunun çevresinde dolaşarak, Musevilerse zikzaklar çizerek çözüme yaklaşıyorlar, vs. 

Bunlar hep kültürün ve dilin, bilişsel yapı üzerindeki etkilerine dair iddialar.

Akademik literatürde yer alan her fikir ayrılığında olduğu gibi, "dilde görecelilik" konusunda da her iki tarafı destekleyen tez ve bulgular var.

Yani görecelilikle ilgili tezleri hemen benimsediyseniz, çok acele etmeyin derim.

Ama önce, Eskimo'larda kar sözcükleri tartışmasına döneyim.

Antropolog Franz Boas'ın İnuit dilinde kar kavramını ifade eden farklı sözcükler olmasıyla ilgili 1800'lerin sonlarında yaptığı gözlem, 1900lerin başlarından itibaren güçlenen dilde görecelilik tezi yüzünden ciddi bir tartışma yarattı, hatta bir aldatmaca suçlamasına maruz kaldı.

Kimi dilbilimcilere göre, İnuit dilinde "kar" üzerine 50 kadar sözcük olsa bile, bu  Eskimo'ların bizlerden farklı bir düşünce yapısı olduğunu göstermez. 

Kimi dilbilimcilere göreyse, Boas'ın iddiası baştan yanlış.  Çünkü İnuit dilinde 50 kar sözcüğü yok!

Dilbilimci Geoffrey Pullum, dilde görecelilik tezine zemin hazırlayan, İnuit dilinde 50 kadar "kar"ın farklı hallerini ifade eden sözcük olduğu iddiasını, "Büyük Eskimo Sözcük Dağarcığı Aldatmacası" olarak adlandırıyor.

Pullum'a göre bu iddia, temelsiz bir efsaneden ibaret.

Boas üzerine daha yeni çalışmalar ise, 2 sebeple, daha ılımlı bir orta yol öneriyorlar. 

1. Aşağıdaki yeni kitapta savunulduğu gibi, "Boas'ın, İnuit dili gözlemleri üzerinden doğrudan dilde göreceliliği savunan bir iddiası yoktu, dolayısıyla bir aldatmacayla suçlanmaması gerekir" deniyor.

2. Başka dillerde de kimi kavramlar çok sayıda farklı sözcükle daha nüanslı şekilde ifade edilebiliyor. İnuit dili bu konuda tek değil. 

Örneğin, sözcük dağarcıklarındaki bu farklılık, değişik kültürlerde iletişim konusundaki farklı ihtiyaçların bir yansıması olabilir. 

Norveçli dilbilimci Ole Henrik Magga'ya göre, Kuzey Kutbu'nda yaşayan Saami halkının, Ren geyiklerine dair başka dillerden çok daha zengin bir sözcük dağarcığı var.

Kar, buz, donma gibi kavramları ifade eden sözcük parçacıklarının sayısıysa, 1000'den fazla olabilir!

Magga'ya göre, Saami dilinde, Ren geyiklerine dair şu kavramlar birer sözcükle ifade ediliyor:

Leami: Kısa boylu, şişman geyik. 

Njirru: Ele avuca sığmaz dişi geyik.

Snarri: Boynuzları kısa ve dallanmış olan geyik.

vb.

Bu çeşitlilik, Saami'lerde bizlerden farklı bir zihinsel yapının mı işareti?

Bu soru bizi yeniden "dilde görecelilik" görüşüne, yani ana dilimizin düşünce yapımızı etkilediği, hatta belirlediğini savunan "Sapir-Whorf Hipotezi"ne getiriyor.

Şimdi bu hipotezi destekleyen ve ona karşı çıkan sebeplere kısaca bakalım.

Edward Sapir, göçmen Amerikalı bir ailenin akademisyen oğlu. Franz Boas'ın etkisiyle araştırmalarında dilbilimine antropolojik bir yaklaşım geliştiriyor. 

Benjamin Lee Whorf ise bir mühendis. Fakat Sapir'in etkisiyle dilbilime yöneliyor, Maya-Aztek dilleri üzerine uzmanlaşıyor.


 

Sapir ve Whorf hiç bir zaman birlikte bir makale yayımlayıp, tezlerine "Sapir-Whorf Hipotezi"başlığı koymadıkları halde, savundukları ve birbiriyle ilintili olan görüşlerinden dolayı, isimleri bu şekilde anılır oluyor.

Kaynaklar:  Sapir, 1924 ve Lee Whorf, 1956


1960lardan itibaren Dilbilim'de yükselen "evrenselci" düşünce okulu, Sapir-Whorf hipotezine karşı çıktı ve dilsel görecelilik büyük ölçüde çekiciliğini kaybetti. 

Fakat daha yakın zamanlarda Amazon yerlileriyle yapılan kimi dil çalışmaları, bu tartışmayı yeniden alevlendirdi.

Evrenselci okul, bütün dillerin arkasında yaratan insan zihinsel yapısında ortak unsurlar olduğuna dikkat çeker. 

Bu görüşe göre, öncelikle incelenmesi gereken, dünya dilleri çeşitliliğinin ortak zeminini teşkil eden zihinsel yapının bir ve genel geçer kurallara tabi olmasıdır.

Bugün dünyada 6000'in üzerinde konuşulan dil olduğu söyleniyor. Ama,Sapir-Whorf hipotezinin en kuvvetli yorumundan yola çıkarak, 6000'in üzerinde düşünme ve algılama biçimi olduğu söylenebilir mi?

Dildeki çeşitliliğin, illa düşünsel bir çeşitlilik olarak yansıması beklenmeli mi?

Yani, İngilizce, Almanca, Çince ve Türkçe'nin birbirinden farklı olduğu biçimde, İngiliz, Alman, Çin, veya Türk algısı veya düşüncesinden söz edilebilir mi? 

İnsan zihinsel yapısında, algı ve düşünme biçiminde, sahiden dildeki kadar bir çeşitlilik var mı?

 

Farklı dillerde farklı cümleler kuruyoruz, evet. Ama sonuç olarak aynı şeyi, algıladığımız ortak dünyayı ifade ediyor değil miyiz? 

Dilsel görecelilik tezi, böyle sınırlar zorlandığında, Chomsky'nin başını çektiği evrenselci dilbilimin ciddi itirazlarıyla yüz yüze kalıyor.

Chomsky demişken, 1971'de Hollanda televizyonunda yayınlanmış (Türkçe altyazılı) şu tarihi programı öneririm: Dilbilimci Chomsky (İngilizce) ve felsefeci Foucault (Fransızca), "insan doğası" üzerine tartışıyor ve hiç anlaşamıyorlar!. İzlemek için tıklayın: Michel Foucault & Noam Chomsky: İnsan Doğası Üzerine (1971) | Türkçe Altyazılı

Dil-düşünce ilişkisi, gerçekten derin ve uzun bir konu. Daha yakın zamanlardaki bir tartışmayla bitireyim. 

Amazon'larda yaşayan Piraha yerlilerinin dilinde, sayı sözcükleri olmadığı iddia ediliyor. 

Bu neyi gösterir? Yerlilerin bir'le iki'yi ayırt edemediklerini mi? 

Kaynaklar: Frank 2008 ve Nevins 2009

Piraha yerlileri, sayısal farkları dillerinde ifade edemiyorlar. Ama bu bir nesneyi iki nesneden ayıramadıklarını, bir ağaçla iki ağacı aynıymış gibi algıladıklarını göstermiyor.

Benzer çalışmaların, dillerdeki renk terimleri ve renk algısı için geçerli olduğunu da söylemek mümkün.

Öte yandan dildeki çeşitlilik, bilginin zihinde kodlanması,saklanması ve kullanılması gibi bilişsel süreçlerde kimi farklılıklara sebep oluyor. 

Ülkemizde dil-düşünce ilişkisi konusunun önde gelen uzmanı, genç bilimcimiz Dr. Ercenur Ünal, 
alandaki son gelişmeleri bizlere aktarıyor.

Kaynaklar:

Dr. Ercenur Ünal, 2016

Dr. Ercenur Ünal, 2018