Brezilya bandıralı Sao Paulo uçak gemisinin söküm için İzmir Aliağa'ya getirilmesiyle gündeme gelen asbest konusunu bütün boyutlarıyla İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi gönüllüsü ve programcımız Aslı Odman ile konuştuk.
(23 Temmuz 2022 tarihinde Açık Radyo’da Yeşil Havadis programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Savaş Çömlek: Sevgili Açık Radyo dinleyicileri, Yeşil Havadis programının röportaj köşesindeyiz. Bugün son günlerde çok popüler olan bir konuyla ilgili uzun yıllardır çalışan bir akademisyenle görüşeceğiz. Kendisi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi gönüllüsü. Aslı hanım merhaba, hoş geldiniz.
Aslı Odman: Merhaba.
SÇ: Merhabalar. Biz söyleşilerimizi mümkün olduğu kadar ciddiyetten uzak yapmaya çalışıyoruz. Zaten hayat yeterince ciddi ve sıkıcı. Fakat konuştuğumuz konu da çok ciddi.
AO: Ama asbesti nasıl ciddiyetten uzak konuşacağız...
ŞÇ: Çok zor olacak bizim için. Bizim de bildiğimiz kadarıyla asbest konusu aslında çok uzun yıllardır gündemimizde olması gereken bir konu. Buna rağmen ne yazık ki Brezilya savaş gemisi İzmir'e sökülmek için gelince çok popüler oldu. Halbuki aynı yerde daha önce onlarca asbestli gemi söküldü. Asbest bilebildiğimiz kadarıyla sadece gemi sökümüyle ilgili bir mevzu değil. Çok daha yaygın, toksik, zehirli bir kimyasal madde. Hayatımızın birçok alanında asbest kullanılıyor ve asbeste bağlı hastalıklar da, sağlık sorunları da bir halk sağlığı sorunu olarak hem bu konuyla ilgilenen kişilerin hem sağlık profesyonellerinin gündeminde. Siz bu konuyla ilgili çok uzun zamandır çalışan birisi olarak asbest konusuna bir giriş yapar mısınız bizim için? Bu konu aslında nedir? Bizim aslında ne yapmamız lazım? Neyin mücadelesini vermemiz lazım? Bu geminin durdurulması bize yeter mi?
AO: Programdan önce de konuşmuştuk, esasında halk sağlığından önce psikolojiyle başlamak lazım sanırım. Yani ben asbestle mücadele alanının tabandan, hem emek hem ekoloji üzerinden mücadele hattının kurulması için esasında 2007-2008’den beri uğraşıyorum hem İşçi Sağlığı Meclis’inde hem de işte kentsel dönüşüm mağduru mahallelerdeki hızlı soylulaştırma sürecindeki asbest, hem gemi sökümdeki asbest hem bu asbestli su borularında asbest…
Esasında asbestin nispetenTürkiye'de kullanılma sayısıyla karşılaştığında bu çok kısa bir çaba . Ama asbestle ilgili birdenbire böyle bir ilgiyi beklemiyordum. Yani hani 2007’den bu yana kadar sanırım asbestini en fazla manşete çıktığı, insanların kelimeyi yanlış yazmadan kullandığı en yoğun dönemi yaşıyoruz. Bu da psikolojiyle neden ilgili; gerçekten bütün o kötücüllükler sanki dışarıdan bir gemiye, şanlı bir gemiye bindirilip de getirilince birden görülebilir oluyor. Halbuki Türkiye'de 2010 senesinde yasaklanan, Avrupa Birliği ülkelerinde tedricen 1993’ten 2000’e kadar yasaklanmış olan bu asbest dediğimiz kanserojen lif bugün sokaklarımızda. Yani eğer yeteri kadar uzaktan gelen bir yabancı gemi Sao Paulo'yla, uçak gemisiyle görünür oluyorsa bizim -bu tırnak içinde- milli ve yerli asbestimiz, yerli Sao Paulo olarak bütün sokaklarda dolaşıyor. Dolaştığı sokaklar da yalnızca işçi sınıfı mahallelerinin sokakları değil, yalnızca Aliağa değil; şu anda soylulaştırma çabasıyla Beyoğlu Belediyesi tarafından apar topar yıkılan Fetih Paşa Mahallesi, Okmeydanı'nda değil, Fikirtepe Mahallesi, Kadıköy’de değil. Fikirtepe yıkıldığı zaman bütün kuzey rüzgarlığıyla indiği yerler Moda, Caferağa ve Yeldeğirmeni’nde de bu böyle. İzmir'de, şanlı İzmir'de ve yani İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı da bu geminin gelmemesi için her şeyi yapacağını söyledi. Ama aynı zamanda İzmir'de bu ister dokuz ister dokuz yüz ton asbest içersin, bu asbestten çok daha büyük miktarda asbest şehrin merkezinde ve deprem sonrası yıkılan binalarda vardı. Yani o yabancı, kötücül gemiye bindirilmeden önce - zaten onlarca küçük gemi salınıyordu - esasında Bayraklı'da, Karşıyaka'da, sokaklarımızda.
Tek sorun asbest değil
Bir de zaten sosyal mücadeleler, ekoloji mücadelesi, emek mücadelesi açısından çok güçsüzleştirildiğimiz bir dönemdeyiz; hani şimdiye kadar baş edemediğimiz sorunları göz ardı ettik. O yüzden de Sao Paulo'dan bu belanın yoğun bir şekilde geliyor olması “hayırlı”. Bizim esasında, Türkiye'nin de ne yazık ki literatüre kazandıracağını düşündüğümüz, özellikle çok yoğun yıkım sonrasında “yağmacı kentsel dönüşüm” sonrası asbest ve bir yandan da gemi söküm bölgesinde… Dediğiniz gibi her sene gemi yapılıyor, ciddi şekilde yükselen bir sektör. Covid döneminde gemicilik sektörü geriledi biliyorsunuz. Dünya ticareti ve dünya turizmi geriledi, o yüzden daha fazla gemi söküme gitti. Birinin derdi öbürünün kârı oldu. Yükselen bu sektörde yüzlerce… Tabii ki hepsi yaşlı gemi olduğu için, hepsi sadece asbest barındırmıyor; asbest kadar da sökümü kolay olmayan ve sökülmeyen, atılmayan, kazınmayan kurşunlu boya barındıran ve adlarını bir kimyagerin çok daha iyi sayabileceği, organik birleşimler, TSD'ler vesaire içeriyor. Bütün bu gemiler bunları içiriyor. Senelik tonaja bakarsak çok büyük tonajlı bir gemi, tamam; çok yaşlı bir gemi, tamam; nükleer bir gemi, tamam; çok şanlı bir gemi olduğu için kötü bir cürmü de var, pek çok konuda nükleer testlerde kullanılmış. Üreten işçiler kansere yakalanmış, içindeki askerlerden kanser olan var, ama bu geminin bu kadar arz ettiği tehlikelerin ne yazık ki mislini her sene rutin, gündelik felaket olarak da yaşıyoruz. Yani gelin, çocuklarımızın yirmi-otuz sene sonra, daha doğmayan çocukların asbeste maruziyetten kanser olmaması için her yerde mücadele kurmamız gereken asbest üzerinden, asbeste maruz kaldığımız bütün yerleri konuşalım. Çünkü bizim nesil, özellikle 2012 sonrası, şehirlerde biraz geç kaldı. Veya gelin, Sao Paulo üzerinden gemi sökümün vahşice yapıldığını, gemi sökümün atık yönetimi zinciri içerisinde nasıl gıda zincirine zehirlenme olarak yansıdığını konuşalım diyoruz. O yüzden burada sanırım psikolojiyi halk sağlığına bağlayan bir hat var.
ŞÇ: Ben arada soru sormak istiyorum. Brezilya'da niçin sökülmüyor da bu gemi burada sökülüyor?
AO: Güzel sorular. Şimdi ona bakarsanız bu gemi Fransız donanmasının. 1960’ta inşaatı bitmiş, en şanlı amiral gemilerinden biri. Aslında bunu ilk üreten, nükleer testlerinde kullanan Fransız donanması. Zaten ikiz gemisi bir sene önce üretilmiş. Tam da bu kampanya yapıldığı zaman, yani bunu üreten, bundan faydalanan Fransa'nın, bunu Hindistan'a, bir de üzerine hurda çelik parası kazanarak, ihraç etmemesi lazım deyip Pasifik'ten geri döndürüldü. Yani Fransa'da sökülmesi veya Fransız donanmasının tüm söküm masraflarını üstlenmesi için bu mücadele 2007’de kazanıldı. İlk sorumluluk Fransız donanmasının; 2000’de bunu elden çıkarıyor, Brezilya donanmasına satılıyor. İkinci sorumluluk da şu anda Türkiye’de, bunu ittirmekte olan -kusura bakmayın daha kibar bir kavram kullanamayacağım- Brezilya donamasında.Yani gerçekten bu sorumluluklar, bu mesuliyetler var. Bir de işin teknik yanı var. Hani bunu övünerek söylüyor Çevre Bakanlığı, diyor ki “bu işi Türkiye ve Hindistan yapıyor” diyor. Övünülecek bir şey değil. Çin'de çekildikten sonra dünyada endüstriyel ölçekte gemi söken dört ülke kaldı. Çin “artık kendi gemimi sökerim başkasınınkini de almam” dedi. Türkiye, Hindistan, Bangladeş ve Pakistan. Şimdi bu övünülecek bir şey mi bu? Aynı şekilde plastik ithalatımızla övünmeli miyiz? E bırakın gemi sökümünü, geçen sene Türkiye Avrupa'dan en fazla katı atık ihraç etmiş ülke. Bunların en büyük tonajı metal, hurda metal. Biraz önce anlattığım üzerinde kurşunlu boya, kadyumlu boya, zehirli boyalar olan, o çelik fabrikalarında ergetildiği zaman havaya karışan, tarım havzalarına inen ve bizim o gıda zincirimizi zehirleyen metaller bunlar. Yani bunun övünülecek bir yanı yok. Dünyanın atık merkezi olmak ve bundan da çok dar bir elit kesimin kâr etmesi ve bütün bedellerin canlılara, ekosisteme ve topluma yüklenmesi, bedelini… Bedel toplumun ve ekosistemin, kârlar da bir avuç insanın olmasın. Bizim için övünülecek hiçbir yanı yok. İşte bu yüzden sökmüyor; Fransa da sökmüyor, Hindistan da sökmüyor, Türkiye'ye veriliyor. Orada bir ince nokta da var, onunla bitireyim bu soruyu: Türkiye bu işte uzmanlaşmasını öyle bir noktaya götürdü ki Avrupa Birliği'nin yeni çıkan gemi sökülme mevzuatlarına göre yirmi iki tersane Avrupa Birliği sertifikası aldı. Biz de hep bunu diyoruz, meşruiyeti bu gibi gözüküyor, “ama işte Avrupa Birliği sertifikalı tersaneye gidiyor, daha ne yapılsın” diye. Biz bu sertifikaların, İSO'ların vesaire nasıl işlemediğini, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden de biliyoruz. Bizim baktığımız pratiktir; insan bedeni, ekosistemin bedelidir. Bizim bunların izlerini çalışmaya ihtiyacımız var. Daha yakın zamanda, 30 Haziran'da Avrupa Birliği'nin gemi söküm mevzuatını revize etmek için yaptığı açık çağrıya, kanıt çağrısına cevap verdik ve o sertifikalar haber verilmiş. Spot olarak yapılan ve tersane yöneticileriyle konuşularak sahada yapılan denetimlerde iş cinayetlerinin çok yüksek insidansı, meslek hastalığının bir tane bile tanısı olmaması, dediğimiz gibi, bu çelik ergitme fabrikalarına kadar giden atık yönetim sistemlerinin belgelenmiş, haritalanmış olmaması, işte deniz içerisinde belgelenme yapılmış olmaması, bazen Avrupa Birliği sertifikalı gemilerde de iş cinayetlerinin yoğunlaşıyor olması, asbest rakamlarının usulüne göre bertaraf edilen rakamların komik olması vesaire bu sertifika sisteminin tersane bazında spot olarak ve haber verilmiş şekilde işlemediğini gösteriyor. O yüzden, bunun sonuçlarını, bedendeki sonuçlarını, kurşun zehirlenmesi yaşayan Türkiye'de 6,3 milyon. Yani geçen seneki bu çalışmayı bugün Bülent Şık yazmış, gıda mühendisi. Türkiye'de kabul edilen değerin üstüne beş miligramın üzerinde. Kanında kurşun taşıyan çocuk sayısı, 0-14 yaş çocukları içerisinde 19 milyon. Şimdi bu nereden geliyor? Bunu sormamız lazım. Bizim sonucuna bakarak, yalnızca sertifikaya bakacak bir lüksümüz yok, çünkü bu enkaz bizim. Bununla biz yaşayacağız. O kârların nereye aktığı bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren çocuklarımız, canlılarımız ve geri dönüşsüz olarak ekosistem. Uzun bir cevap oldu değil mi Savaş hocam?
Geri dönüşüm adı altında Avrupa'nın çöpü Türkiye'ye geliyor
SÇ: Yok yok, harika oldu bence, birçok şey öğrenmiş olduk. Hemen başka bir soruyla devam etmek istiyorum: Anlaşıldığı kadarıyla işçi sağlığı ciddi tehlike altında. Biraz önce söylediğimiz gibi yapı stokunda, yapı dönüşüm sürecindeki asbest nedeniyle halk sağlığı ciddi tehlike altında. Anlaşıldığı kadarıyla bir zamanlar kullanılmış ve artık kullanılması yasak olan asbestle ne yapıldığı, nerede saklandığı, nasıl dönüştürüldüğü de ciddi bir sorun anladığım kadarıyla. Avrupa'da son yıllarda çok ciddi bir geri dönüşüm rezaleti yaşanıyor aslında. Geri dönüşüm adı altında aslında çöplerinin Türkiye gibi ülkelere gönderildiğini öğrendik. Ve bunu bütün itirazlara, bütün kamu otoritelerini yalanlamalarına rağmen açıkça kendimiz gözlerimizle gördük. Artık Avrupa'da da bu mevzu konuşulmaya başlandı. Bu rezalet artık kamuoyunun gündemine geldi. Asbestte de ikinci bir soru daha varmış gibi gözüküyor: Bu asbestler, inşaatlardaki ve şehir hayatında kullanılan asbestler ne yapılıyor? Ne yapılması gerekiyor? Bir yerde saklanıyor mu? Bir şeye dönüştürülüyor mu? Bunun bir yasal düzenlemesi var mı? Sizden bu bilgileri öğrenelim.
AO: Şimdi yasal düzenleme çok iyi. Yani asbest konusundaki mevzuat Avrupa Birliği'yle tamamen uyumlaştırıldı. 2010’da her şekliyle üretimi, tüketimi yasaklandı. Amyant adı altında Türkiye'ye hâlâ kısmen girdiğini bilsek bile artık öyle kitlesel yapılmıyor. Ama tabii bizdeki sorun artık ithalat-ihracat değil. Burada var olan, dediğimiz gibi yıkım, yıkıma maruziyetten ortaya saçılan… Hani uyuyan devi uyandırmak esasında. Türkiye'nin neredeyse bütün su boruları bir dönem -İller Bankası asbestli çimentolu su borusu ürettirdiği için- bununla yapılmış ve bunlar orada dururken zaten kötü, üretilirken kötüydü, dururken kötüydü ama daha kötü bir şey oluyor. Bugün internete girin bakın, “su borularımız değişiyor” diyor. Belediyelerin kuşe kağıda bastığı veya sosyal medyasında gururla sunduğu fotoğrafların her biri birer yıkım suçu esasında. Bu bir saç telinin ellide bir büyüklüğünde lif olduğu için, asbesti yıktığınız zaman çok daha fazla havaya salınıyorlar ve bu yuyan devi uyandırmak. Böyle bir maruziyet var. Peki ne oluyor? Mevzuat açısından her şey çok güzel. En son bir 1 Temmuz 2022’de -daha bir ay olmadı- çok güzel bir bina yıkım yönetmeliği hayata geçip yürürlüğe girdi. Burada her binanın artık asbest belgesi, yani asbest olmadığına dair belge ibraz etmesi gerekiyor. Şimdi her şey çok güzel. Yani birkaç sene bu kanun, mevzuat bizi idare eder. Mevzuat açısından bir sorun olmaz. Ama hep uygulamada sorun var. Bu asbest yakılmıyor, edilmiyor. Hava almayacak paketler içerisinde güvenli yerlere gömülüyor. Ama gemi sökümdeki miktarı en sonunda öğrenebildik Çevre Bakanlığı'ndan: “Beş senede 714 gemiden 50 ton çıkardık” dedi. Bunu uzmanlara sorduğumuzda epey komik bir rakam olduğunu söylüyor ki söküm sanayi çok izole bir bölge. Şimdi kentsel dönüşümde kimin eli kimin cebinde; kim nerede, ne bina yıkıyor? Bakın şu anda herkes olduğu yerden, pencereden baksın, kaç tane yıkım görecek. Şimdi bu binalarda belediyeler müteahhit şirketlerle ne yazık ki her türden belli ilişkiler içerisinde. Hızlı yıkım, hızlı yapım adına işleyen bir piyasa var. Şimdi bu asbeste var mı diye baktıracaksın. Ondan sonra çıkınca bunu tamamen karantina şartlarında, full kontamine ederek, içine dışarı bir tane lif bile çıkmayacak şekilde kapatarak -böyle sulayarak falan değil yani- ondan sonra tam ona uygun, tek kullanımlık, işçilerin hiçbir şekilde solumayacağı kıyafetler giydirerek - işçilerin üç saatte bir değişmesi gerekiyor- bu şartlarda yıkım olması lazım. Türkiye'de böyle bir yıkım süreci gören herhangi biri varsa mesaj atabilir, ben de okumak isterim. Bütün bunların böyle yapılıyor olması lazım. Yani o yüzden kentsel dönüşüm; yani kentlerden, gemi sökümden değil ama gerek konutlar olsun, gerek endüstri mirası diyebileceğimiz gittikçe daha fazla yıkıma tabi olan, çok yoğun kullanılmış fabrikalar -işte Ankara Hava Gazı Fabrikası, Buca Cezaevi, Piyale Fabrikası vesaire- yıkıldığı zaman çok yüksek oranda kullanılmış. İşte ethernetinden, yüksek fırınlar fırın izolasyonlarına kadar bütün bunların çok az bir kısmı biliniyor. Belediyelerin ibraz ettiği “usule uygun, biz bunu asbest kontamine ortamdan full dekontamine ettik, bertaraf ettik” dediği rakamlar komedi. Yani hani uzmanların söylediği üçte bir ile binaların üçte bir ila üçte ikisi asbest içerikli. Bununla ilgili bir haritalama çalışması yapmıştık. Elimizde kamusal bir veri olmadığı için binaların yapım yılları ve binaların yapım yıllarında ne kadar asbest ithal edilmiş; buna göre hangileri böyle daha fazla asbest içerikli olur diye düşünmüştük. İşte bir sürü incelikler var. Kadıköy'de daha çok kazan dairelerinde var. Daha alt sınıf yerlerde, Ümraniye gibi yerlerde başka şeyler var. Bunları bilmiyoruz ve şu durumda belediyeler “usulüne göre bertaraf edilen” bütün asbest verilerini döksün, Çevre Bakanlığı bu verileri versin. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na asbestli söküm yapılan her iş yerinin bildiriminin gitmiş olması gerekiyor, bildirim sayılarını paylaşsın. Yani bilmiyorum, binde bir, on binde bir, milyonda bir bile değildir herhalde. Çünkü o atık herhangi bir yere bulaşsa tamamen asbest oluyor. Bir tek lifler değil, onun bulaştığı çatılar, betonlar, her şey asbestli atık oluyor. Ve bu kadar asbest, atık bertaraf edilmediğinden, molozlar, hafriyatlar, sarı kamyonlar… Bütün kent hayatımızda vazgeçilmez olan şeylerin içine yığıldığını tahmin edebiliyoruz. Durum bu kadar vahim. Yani Brezilya'dan kabus falan ithal etmemize gerek yok. Biz zaten uzun zamandır o kabusun içinde, o sokaklarda yaşıyoruz.
ŞÇ: Sevgili Aslı Odman'a çok teşekkür ediyoruz. Kendisi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi gönüllüsü bir akademisyen. Asbest meselesinin sandığımızdan, gördüğümüzden ve bir gemi yıkım olayından çok daha büyük bir çerçeve içinde ele alınması gerektiğin, Aslı Odman'dan bir kez daha dinlemiş olduk.