Muğla'nın Milas ilçesi sınırlarında yer alan İkizköy'deki Akbelen Ormanı’nda üç yıldır süren direnişin ardından usulsüz ağaç kesimlerinin başlaması üzerine, direnişin bir parçası olan ve geçtiğimiz gün gözaltına alınan avukat İsmail Hakkı Atal'la süreci konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Utku Zırığ: Gündemde sıcak bir konu var. Tam iki yıl önce bu günlerde konuşmuşuz yine. Çok uzun zamandan beri devam eden bir direniş var. O direniş bu hafta başından beri ülkenin de gündeminde.Orman yangınları vesilesiyle ormanları konuşuyoruz. Ne yazık ki o yangınların söndürülenleri olduğu gibi devam edenleri de var. Ormanlar için üzülüyoruz. Ama bir orman var ki oradaki ağaçları da biz kesmek gayretindeyiz. Ülkenin refahı ya da enerji üretebilmesi gibi gerekçelerle hatta “kamu yararı” diyerek yapılıyor.
Muğla'da Milas ilçesindeki İkizköy'deki Akbelen Ormanı’nda bu sabah da kesimler devam etti ve büyük de bir mücadele sürüyor. Çok uzun zamandan beri İkizköylüler orada bu mücadeleyi veriyorlardı. İkizköylülerin ve bir avukatın gözaltına alındığını da gördük. Geçtiğimiz günlerde bu meseleyle ilgili. Bugün konuğumuz İsmail Hakkı Atal. Hoş geldiniz. Öncelikle geçmiş olsun diyeyim. Bir kamu görevi icra ediyor avukatlar. O yüzden gözaltı gibi şeyler yaşamamaları gerekiyor ama siz yaşadınız. Geçmiş olsun.
Akbelen Ormanı'nda kesimler devam ediyor, değil mi? Nedir durum biraz anlatabilir misiniz bize?
İsmail Hakkı Atal: O anda ben İkizköy'den Mehmet Amca ve Berrin Teyze’nin ormanının tam karşısında, yamaçtaki evindeyim ve şu anda sizinle konuşurken tam karşımda hem kömür sahasını hem de Akbelen Ormanı'nda Necla'nın evinin arkasında kesilmiş olan yamacı tam olarak görebiliyorum. Hatta siz aramadan hemen önce basın emekçisi arkadaşlarla paylaşmak üzere videosunu çektim. Necla'nın evinin arkasındaki yamacı neredeyse bitirmişler. Ama mücadelemiz bitmiş değil. Bu tepeyi vermezsek burada iki sene sonra, aynı yangınlardan sonra olduğu gibi yine her yer yeşillenecek. Önemli olan bu tepeyi vermemek. Yani çok ilginç bir akıl tutulması var. Artık gözleri kör, kulakları sağır olmuş. Kalpleri mühürlenmiş… Yamacı tamamen temizlemişler. Biraz sonra fotoğraflarını da göndereceğim. Sadece kömür sahasına bakan kısmını bırakmışlar. Herhalde kamuoyundaki bu güçlü karşı duruşun ardından “kömür sahasına bakan yamacın arka tarafını temizleyelim bir an önce” diye düşünmüşler. Arada bir bölüm bırakmışlar ve o aradaki bölümde de ağaçların gölgesine sığınmışlar. Orada 8-10 tane ağaç var. Geri kalan taraf temizlenmiş. Ama kendileri ağaçların gölgesinde oturuyorlar.
U.Z.: Akbelen Ormanı'ndan, İkizköy'den Necla Hanım da bizim konuğumuzdu. Hepsi evi için, yaşamı ve köyü için direnen insanlardı bunlar. Birileri oraya desteğe gelmeye çalışıyor. Ama köye alınmıyor. Yani bir ablukada söz konusu.
İ.H.A.: Üstü örtülü bir abluka diyebiliriz. Anayasal seyahat özgürlüğü kısıtlanıyor. “Buraya gidemezsiniz. Yasak!” diyemiyorlar ama süreci zorlaştırıyorlar. Pazartesi günü sabah haber aldım, Datça'daydım. Yola çıktım. Benim buraya gelmemi iki saat geciktirdiler. Dün Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras geldi, kendisi süreçle çok ilgili. Çünkü Akbelen Ormanı ortadan kalkacak olursa Bodrum'un su yatakları yer değiştirecek ve Bodrum susuz kalacak. O nedenle Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras bir dava açtı. Bütün kamuoyuna çağrı yaptı. Bodrum'da otobüs tahsis etti. Bu otobüslere kaymakamlık kararıyla yasak kondu. Yani burası tam anlamıyla bir muz cumhuriyeti gibi şu anda. Muğla sınırları içerisinde Beşli Çete’ye yasalar uygulanmıyor. Yani anayasa, yasa hiçbir şey tanımıyorlar.
Şu anda geçişler engelleniyor. Pazartesi’den bu yana Ören'den, Milas'tan Akbelen'e ulaşım için gelecek olanları üç defa GBT'den geçiriyorlar, durduruyorlar, bekletiyorlar, insanları sıcakta yıldırıyorlar. Diğer taraftan toplu olarak araç girişlerini engellemek için Muğla ilçe kaymakamlıkları isteği doğrultusunda araç kalkış yasağı uyguluyor şu anda.
U.Z.: Çok uzun süredir gündemde olan bir konu aslında değil mi? Ben takip ediyorum, iki yılı geçti.
İ.H.A.: Direniş aslında dört yıldır sürüyor, köprü sınırına dayandı. 2021’de Akbelen Ormanı'yla ilgili “orman kesim izinin iptali” davası açtık. Yatırdığı para karşılığında Orman Genel Müdürlüğü burayı kesme izni vermiş. Anayasa’nın 169. maddesini ihlal ederek, suç işleyerek… Çünkü bu madde “Devlet ormanları hiçbir şekilde eksiltilemez. Hiçbir şekilde zarar verilemez” diyor. Tarım Orman eski Bakanı Bekir Pakdemirli zamanında para karşılığında burayı satmışlar. Biz bunun iptali için dava açtık. Uzun süre Muğla İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulması kararı vermekte direndi. Daha sonra Temmuz 2021’de orman kesimi başlayınca buraya halk akın etti ve 17 Temmuz 2021’de burada çadırlı nöbet başladı. Ben de o çadırlı nöbetin başından itibaren içerisindeydim.
Ağustos 2021’de bize bir jandarma müdahalesi oldu ve bizi aşağıda Haydar Ağabey’in tarlasına sürdüler 45 derece sıcaklıkta. Daha sonra yine bir toplumsal hareketlilik olunca Muğla Mahkemesi yürütmenin durdurulması kararı verdi. O yürütmenin durdurulması kararı yaklaşık iki buçuk yıl devam etti. Üç defa bilirkişi heyeti geldi. İlk iki bilirkişi incelemesinde bizim lehimize de raporlar vardı. En son bir heyeti görevlendirdiler. Ve bu bilirkişi heyeti, suç işleyerek yedide yedi bizim aleyhimizde rapor verdi. Biz bunları bilirkişilik görevini kötüye kullanmaktan şikayet ettik. Gerçi aykırı bir rapor düzenlemekten şikayet ettik. Savcılık bu kişiler hakkında soruşturma açtı. Şu anda bir soruşturma yürüyor. Fakat bu soruşturmanın yürümesine rağmen Muğla Birinci İdare Mahkemesi suç niteliğindeki bu evrakla, Kasım 2022’de yürütmenin durdurulması kararını kaldırdı. Biz ondan sonra Muğla Birinci İdare Mahkemesi'ne itiraz ettik. Muğla Birinci İdare Mahkemesi başından beri sürdürdüğü tutumla talebimizi reddetti ve bunun üzerine hakim atanmasını talep ederek yeniden şikayet ettik.
Anayasa’nın 10. maddesinin açık hükmü var: “Hiçbir sınıfa imtiyaz tanınamaz. Kanun önünde herkes eşittir.” Ama maalesef şu anki Türkiye'nin durumunda, özellikle Muğla'da Beşli Çete herkesle eşit değil. Muğla sınırları içerisinde kanunlar uygulanmıyor. Ve şu anda Akbelen Ormanı'nda katliam devam ediyor. Halk gücü karşı durmaya yeterli gelmiyor çünkü bunun karşısında anlayabilecek, algılayabilecek, karar verebilecek, idrak edebilecek kabiliyette ve vicdanda bir yönetim anlayışı yok.
Yani sonuç itibariyle yürütmenin durdurulması kalktı. Fakat halen dava dosyasında bir karar verilmedi. Dün itibariyle biz bir dava daha açtık. Bugün öğlen 13:30’da Muğla İdare Mahkemesi'nin önüne gidip bir basın açıklaması yapacağız. Bir an önce bu dosyada karar verilmesini talep edeceğiz. Orman kesiminin iptaliyle ilgili yeni bir dava daha açtık. Yine bugün öğleden sonra bu Limak'ın patronları Nihat Özdemir ve İbrahim Çeçen hakkında, bir de Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey hakkında Anayasa’nın 3. maddesindeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya teşebbüs” suçundan savcılığa şikayet etmeyi planlıyoruz. Çünkü burası gidecek olursa Bodrum susuz kalacak. Ülkeye zarar verecek. Diğer taraftan Avrupa Sağlık ve Çevre Birliği'nin çalışmasına göre Limak - İçtaş Termik Santrali’nin kanser ettiği, öldürdüğü insanların Türkiye'ye yıllık sağlık maliyeti 20 milyar lira. Kendi ticari kazançları ise 200 milyon lira. Yani kendi ticari kazançlarının tam yüz katını öldürdüğü, hasta ettiği, kanser ettiği insanlar nedeniyle ödeyecek…
Diğer taraftan, Akbelen’de 200 bin dönüm kömür ruhsat sahası var ki bu 30 bin kişinin yaşam alanı demek. Bu saha içerisinde 112 bin dönüm çam ve zeytinlik, 88 bin dönüm tarım arazisi var. İklim krizi sebebiyle her gün gıda üretiminin daha da zorlaştığı bu süreçte el koyacaklar bu arazilere.
U.Z.: Tüm bu itirazları gelecekte ortaya çıkacak sorunlara karşı bir tepki olarak yorumluyorum.
İ.H.A.: Bir yönüyle öyle. Geleceğe yönelik bir ses yükseldi. Sonuç itibarıyla Sultan Süleyman'a kalmadı bu dünya. Yarın bir gün siyasi iktidar değiştiğinde, farklı bir yönetim anlayışı geldiğinde bugün ülkenin ve bu devletin geleceğine zarar verecek bu kararı veren, bunların altında imzası olan herkes sorumlu hâle gelecek. Yani biz bunu tarihe not düşüyoruz bir taraftan da. Kayıt altına aldırıyoruz. Yani yarın bir gün “ben bilmiyordum” diye bunları savunabilecek bir hâlleri yok. Gerektiğinde valiyi, kaymakamı da İçişleri Bakanlığı’na şikayet ediyoruz. Çünkü kamu görevlileri görevini yerine getirmiyorlar. Yasalar gereği uygulamakla yükümlü oldukları yasaları yerine getirmiyorlar. Yasaların uygulanmasını isteyen halka haksız müdahalede bulunuyorlar.
Dün Necla'nın evinin arkasındaki orman kesimini görünce alandaki milletvekillerini oraya götürmek istedik. Giderken birden birinin gözü döndü. Arkadaşlarımızın gözüne biber gazı sıktılar. Kanunların uygulanmasını isteyen, yasal haklarını kullanmak isteyen yurttaşları biber gazıyla, copla deviriyorlar. Sınırı aşan müdahalelerde bulunuyorlar. Orantısız güç kullanıyorlar. Orman Müdürlüğü'nden başlayarak Muğla Valiliği, Muğla Kaymakamlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı buna dahil oldu. Ben avukatım ama beni yatırdılar, sırtıma, kafamın üstüne bastılar. Nefessiz bıraktılar, kelepçelediler. Böyle bir süreç yaşıyoruz. Yani burada yasalar uygulanmıyor. Ama bunlar kayıt altına alınıyor. Ve dediğim gibi Muğla Valiliği, Muğla Kaymakamlığı, jandarma ve burada Beşli Çete suçlar zinciri işliyor ve bunların hepsi şu anda kayıt altında. Bunlar da belki yeni davalara dönüşecek.
Kaynak: Gazete Oksijen
“Kapitalizm öyle bir virüs ki zombileşmiş bir insan tipi yaratıyor”
U.Z.: Bir iklim krizi bağlantısından bahsediyorduk…
İ.H.A.: 24 Temmuz Pazartesi günü, öğlen saatlerinde jandarma bize müdahale ettiğinde aynı anda bayırda orman yangını vardı. Düşünebiliyor musunuz? Orman Müdürlüğü ekiplerini bayırdaki orman yangınını söndürmeye göndermek yerine burada geliyor ve orman kestiriyor. Ben artık hani buna söyleyecek bir kelime bulamıyorum. İklim krizi nedeniyle 2021 Temmuz'unda 20 yılda yanan orman kadar orman yandı. 178 bin hektar orman yandı… Ve şimdi 112 bin hektar ormanı daha yok etmek istiyorlar. E zaten kulaklığın şiddeti artıyor. Orman olmasa yağış olmuyor. Yani neye yiyeceksiniz, ne içeceksiniz? Parayı mı yiyeceksiniz? Yani gerçekten artık şu net. Yani geçmişte kapitalizm sadece işçi, emekçi sınıfları izliyordu. Onların geleceğini tehdit ediyordu. Şu anda kapitalizm koca bir dünyayı, koca bir gezegeni, 8.6 milyar insanın geleceğini tehlikeye atıyor.
Kapitalizm öyle bir virüs ki zombileşmiş bir insan tipi yaratıyor. Hani o zombi filmlerinde olur… Karşısındaki kardeşi olsa da zombi tanımaz. Bunlar da böyle... “Kardeşim kendini öldürüyorsun, Bu ormanı yok ederek kendi çocuğunu öldürüyorsun.” diyoruz. İnsanlar zombileşmiş… Bunu algılayamıyorlar. Anlayamıyorlar. Kafaları bir garip çalışıyor. Dünyayı sona götürüyorlar.
U.Z.: Ekoloji ve doğa mücadelelerinin bir yükseldiği dönem oldu. Gezi, bir zirveydi belki bu anlamda. Oradan itibaren aşağıya doğru bir aks vardı. Ama mücadele çok fazla destek görüyor. Bunun nedeni nedir?
İ.H.A.: Bunun bu kadar ciddi bir mücadele hâlinde dönüşmesinin temel sebebi İkizköy’de bir çevre komitesi olması ve her türlü kararı, inisiyatifi burada köylülerin alması. Ben de o İkizköy Çevre Komitesi’nin üyesiyim. Ben sadece hukuki noktalarda bilgilendirme yapıyorum. Hangi davaları açabileceğimizi söylüyorum. Onlar yapılıp yapılmayacağına veya ne tür eylemler yapılacağına karar veriyorlar. “Kafamda böyle bir fikir var” diyorum. “Sonuçları, neticeleri şunlar olabilir” diyorum. Onlar da tamam diyorlar. Ama mesela burada yapılacak olan eylemlere, çadırların kurulmasına, o çadır nöbetinin nasıl devam edeceğine, hangi pankartın asılacağına, nerede ve ne zaman basın açıklaması yapılacağına bu sivil inisiyatif, Kardok Derneği öncülük ediyor.
2005 yılından bu yana, ben bu mücadelelerin içerisinde oldum. Geçmişte köylülerle sivil aktivistler, çevreciler bir araya gelemiyordu. Yani aralarında hep bir duvar oluyordu. Burada ilk defa köylülerle çevrecilerin bir arada olduğu, birlikte tek vücut olarak hareket ettiği bir çevre hareketi oldu. Geçmişte şirketler köylüyü aldatabiliyordu. Bunu biz birçok yerde yaşadık. “Ya bakın arkadaşlar şöyle zengin olacaksınız, böyle para sahibi olacaksınız. Çocuğunuz ekmek yiyecek” falan filan… Köylüyü bu şekilde kandırabilmelerinin, aldatabilmelerinin altında yatan sebep de bu insanların bilerek yoksullaştırılması ve bu şirketlere mecbur bırakılması.
Daha sonra buraya gelecek çevreciler, aktivistler hakkında da kara propaganda yapıyorlardı. “Bunlar şöyle ajandır, böyle vatan hainidir…” diyorlardı. İkizköy’de ise şöyle bir durum var: Şirket gelmeden önce bu bölgedeki Işıkdere Mahallesi'ni kamulaştırdı. İkizköy zaten üç bölümden oluşuyordu. Akbelen Ormanı'nın içerisindeki yerleşim alanı, Karadağ Köyü ve Işıkdere Mahallesi vardı. Bu Işıkdere Mahallesi'nin kamulaştırıldığında İkizköylüler hayatlarının geçtiği, anılarının olduğu yeri kaybettiler. Böyle bir kızgınlıkları da var. Şehirlere taşınan akrabalarının, köylülerinin ne kadar mutsuz ve perişan olduklarını gördüler. Dolayısıyla artık şirket, İkizköylüleri kandıramıyor. Köylüler buradan giderlerse başlarına ne geleceğini biliyorlar. Bu nedenle mücadeleyi bu kadar uzun süre ve soluksuz devam ettirdiler. Yani temelde benim çözümlemem bu şekilde.
U.Z.: Çok teşekkür ediyorum vakit ayırdığınız için.