Vakayiname'de bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Özlem Tut’la İstanbul ve çevresinde beklenen olası depremi, depremde can ve mal kaybının önüne geçmek için alınabilecek önlemleri ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu alanda yaptığı çalışmaları konuştuk.
(19 Ağustos 2022 tarihinde Açık Radyo’da Vakayiname programında yayınlanmıştır.)
Güven Güzeldere: 95.0 Açık Radyo'da Vakayiname'ye hoşgeldiniz. Bugün konuğumuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Özlem Tut ile deprem özel programı yapacağız. Hoşgeldiniz.
Özlem Teke: Merhabalar. Konuğumuz Özlem Tut kentsel dönüşüm ve yönetişim konusunda uzmanlaşmış, yerel yönetimde çalışan bir mimar. Alt gelir grubuna yönelik erişilebilir konut üretim serüvenine Gaziosmanpaşa'da başladı. Şişli'de sürdürdü ve şu an İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle devam ediyor. Gaziosmanpaşa Belediyesi'nde plan ve proje, emlak ve istimlak, kentsel dönüşüm müdürlüğü yaptıktan sonra Şişli Belediyesi'nde başkan yardımcısı olarak görev yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde deprem risk yönetimi ve kentsel iletişim daire başkanı olarak görevini sürdürüyor.
“Deprem esnasında ve sonrasında toplumsal dayanışma çok önemli”
G.G.: Biz senede bir deprem üzerine bir program yapıyoruz ve genellikle deprem hazırlıklılığı meselesi üzerinde duruyoruz. Çünkü, “Bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün başımıza bir deprem gelecek.” diyor deprem bilimciler. En iyi şekilde nasıl hazırlanabiliriz? Can kaybını nasıl minimize edebiliriz? İstanbul Büyükşehir Belediyesi de sizin başkanı olduğunuz dairede bu konularda çalışmalar yapıyor. Depremde binaların yıkılması riski var, fakat uzun bir sahil şeridi olan İstanbul'da tsunami riski de var. Tehlikeli bir coğrafyadayız doğrusu. Siz ne tür hazırlıklara ağırlık veriyorsunuz? Biraz buradan başlayabilir miyiz?
Özlem Tut: Öncelikle 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde kaybettiğimiz bütün canları saygıyla anıyorum. Ben ve ekibim bu depremi deneyimleyen kişiler olarak her gün bu bilinçle işimize geliyoruz. Bunu çevremdekilerle ve arkadaşlarımla konuştuğum zaman onlar bile geriliyor, üzülüyor. “Biz gece uyuyamıyoruz. Sen bu işi nasıl yapıyorsun? Her sabah işine nasıl gidiyorsun?” diye soruyorlar ama bizim işimiz bu. Biz sürekli çalışmak ve bu gerçeği hatırlatmak zorundayız. Belediyede de geniş kapsamlı çalışmalar yürütüyoruz. Ben bu çalışmalardan genel hatlarıyla üç ana başlıkta bahsedeceğim. Birinci başlığımız “bilimsel çalışmalar.” Tsunami bu başlığın altında yer alıyor. Söz konusu deprem ve diğer afetler olduğu zaman tamamen bilimsel dayanağı olan, akılcı, çözüm üreten çalışmalar yapmak gerekiyor. Biz bir akademi değiliz ama neredeyse bir akademi gibi çalışıyoruz. Türkiye'nin en yetkin üniversiteleriyle, alanında uzman bilim insanlarıyla ortak yürüttüğümüz projelerimiz var. İkinci başlığımız “yapısal çalışmalar.” Yapısal çalışmalar, çözümler ve uygulama projeleri yürütüyoruz. Üçüncü ve en önemli başlık da “toplumsal hazırlık.” Deprem öncesinde neler yapılmalı? Deprem esnasında ve sonrasında toplumsal dayanışma çok önemli. Bununla ilgili çalışmalarımız da devam ediyor.
“Türkiye'nin hiçbir şehrinde sağlıklı bir bina envanterimiz yok”
G.G.: Yaşı tutanlar 1999 depreminin nasıl bir felaket olduğunu hatırlar. Ben de gayet iyi hatırlıyorum. Bir şeyi merak ediyorum. Yarın 7.2 şiddetinde ve kırk saniye süren bir deprem olsa can kaybı yaklaşık ne olur? Kaç bina yıkılır İstanbul'da? Depremde can kaybını sıfıra indirmek imkansız gözüküyor. Bazı ülkelerde bir deprem binlerce can kaybına sebep olurken, bazı ülkelerde on binlere çıkıyor bu sayı. Bazı ülkelerde ise yüzlere iniyor. Biz de bunu minimize etmek derdindeyiz. Sizin yaptığınız hazırlıklar can kaybını ve yıkılacak bina sayısını bir şekilde azaltmayı hedefliyor değil mi? Bu tür bir ölçüm yapılıyor mu?
Ö.T.: Tabii ki ölçüm yapılıyor. Hasar tahmin çalışmaları diyoruz buna. Bunlar sürekli güncelleniyor. Ama maalesef İstanbul dahil Türkiye'nin hemen hiçbir şehrinde sağlıklı, dinamik bir bina envanterimiz yok. Şu an bu envanteri en sağlıklı şekilde güncellemeye çalışıyoruz. Bunun en önemli ayağı da hızlı tarama yöntemimiz. Bu yöntem sayesinde özellikle 2000 yılından önce yapılmış yapıları hızlı taramaya tabi tutuyoruz ve deprem performansını ölçüyoruz. Bu rakamlar da değişiyor.
“Bizim önceliğimiz buralarda yaşayan insanların can ve mal güvenliklerini sağlamak“
G.G.: Zamanımız sınırsız olsa yani depremin bir yüz sene daha olmayacağını bilsek herhalde yapmayı hedeflediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Ama depremin ne zaman geleceği belli değil. Dolayısıyla bu hazırlık süreci bir yerde yarıda kesilecek muhtemelen. Yarın da olabilir, on sene sonra da olabilir. Şansımız varsa yirmi sene sonra hâlen olmamıştır. Siz hedeflediğiniz deprem hazırlık çalışmalarının yaklaşık ne kadarını tamamlayabildiniz? Veya tamamına erdirmek için kaç yıl gerekli? Kaç yılınız olsa sonuna kadar götürebilirsiniz?
Ö.T.: 1999 depreminden sonra yaşadığımız 2011 yılındaki Van depremiye birlikte köklü çözüm diyebileceğimiz bir kanun var elimizde. 2012 yılında çıkan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun. Bütün çalışmalarımızın dayanağı bu. Bu kanuna dönüp baktığımızda tartışılması gereken, gerçekten amacına hizmet edip etmediği. Ne kadar yapı dönüştü? Bu kanun kapsamında üretilen projeler gerçekten risk içeren bölgelerde mi? Riskli konutlarda yaşayan kişiler mi geçti bu konutlara? Yaptığımız çalışmalarda gördük ki aslında çok sınırlı sayıda yapı dönüşmüş. İstanbul'da 2021 yılı sonu itibarıyla toplam 327.427 adet konut ve 46.393 adet iş yeri yıkılmış yenilenmek üzere. Yapı stoğumuza ve nüfusumuza göre İstanbul ölçeğinde bu oran oldukça kadar küçük. Hızlı tarama sonuçlarında karşılaştığımız tablo da maalesef ağır. Hızlı taramada 202 bin binayı ziyaret ettik. Bu şu demek: Toplamda 650 bin hanenin kapısını çaldık. Ve 2.166 bin kişiye “binanızı taramaya tabi tutalım” diye ulaştık. Ama bu binaların hepsini tarayamadık. Sadece 28.900 binaya girebildik. Bu da toplamda 180 bin konut demek. Bu konutlarda 599 bin kişi yaşıyor. Tarama sonuçlarımızdan taranan binaların yarıya yakının yüksek ve orta risk içerdiği ortaya çıktı. Yani 2000 yılından önce yapılmış yapıların neredeyse yarısı riskli. Göz açıp kapayıncaya kadar geçti 23 yıl. Çok büyük değişimlere sahne olabilecek, çok yol alabilecekken biz maalesef bir arpa boyu yol alabildik bu süreçte. Süreci nasıl hızlandırabiliriz diye düşündük ve taramaya tabi tuttuğumuz en kritik yapı grubunu önceliklendirme kararı aldık. Tarama yaptığımız 28 bin binanın 1525 tanesi yüzde sıfır deprem güvenliği oranına sahip. Deprem olmadan da bu yapıların risk altında olduğunu gösterir bu oran. Bu yapıların 318 tanesinin rüzgar esse, kamyon geçse, ya da durduk yere çökebileceğini tespit ettik. Çalışmalarımızı bu öncelikli 318 yapı üzerine yoğunlaştırdık. Çünkü bu yapılarda on binin üzerinde insan yaşıyor. Bizim birinci önceliğimiz buralarda yaşayan insanların önce can sonra da mal güvenliklerini sağlamak. Bu kapsamda birkaç strateji geliştirdik. Bu hızlı taramalar devam edecek. Hemen hemen İstanbul'un bütün ilçelerine yayıldık ama bazı ilçelerde çok sınırlı faaliyet yapabildik.
G.G.: Diyelim bir mahalleye gittiniz. Binaları incelediniz. Depremde yıkılma riski yüksek olan binaları tespit ettiniz. Ama içinde insanlar yaşıyor. Bu insanlara, “Siz buradan çıkın, biz bu binayı yenileyelim, depreme karşı güvenlikli hale getirelim, sonra yeniden taşının” mı diyorsunuz? Bunu diyorsanız onlara mali yardımda bulunuyor musunuz? Bu fon nereden geliyor? Nasıl sağlanıyor? Genel olarak işleyiş nasıl?
Ö.T.: Bu bir devlet politikası olmalı. Afet gibi yapılması gereken işlerle ilgili pek çok başlık altında gelir toplanıyor, yapılması gereken bu gelirin adil ve eşit bir şekilde bütün belediyelere dağıtılması, şeffaf bütçelerin ve bir önceliklendirmenin olması. Böylece biz de kendi yetkilerimiz çerçevesinde ne yapabileceğimizi tespit edebiliriz. Belediyenin elbette bütçeleri var ama kaynaklar sınırlı. Kapısını çaldığımız kişilere binalarının risk oranını ölçmek istediğimizi söylüyoruz, isterlerse sonuçları kendilerine bildiriyoruz. Eğer tarama sonucunda bu binalar D ve E sınıfı dediğimiz en yüksek risk grubunda çıkarsa, iki çözümümüz var belediye olarak. Birincisi, burada yaşayan insanların bu konutlardan hızlıca çıkmalarını ve güvenli yerlerde yaşamalarını sağlamak. Bunun için kira desteği yapmayı hedefledik. Şu an bakanlığın kanunen İstanbul'da öngördüğü kira desteği 1.150 lira. Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda 1.150 liraya kiralanabilecek bir yapı var mı? Soruyorum size de. Bir de bu tetkikler için bizi evlerine kabul etmeyenler var. Oturdukları yapı güvensiz çıkarsa, alacakları kira desteği yetmezse, binaları yenilenirken onlardan ek bir bedel istenirse ne yapacaklarını, nasıl ödeyeceklerini düşünüyorlar. Biz bu kaygıları çok iyi anlıyoruz. Tasarladığımız kira desteği paketimiz şöyle olacak: Önceliğimiz durduğu yerde çökme riski bulunan 318 yapı. Bu binalarda oturan on bin kişi için vereceğimiz kira bedelini bakanlığın belirlediği meblağın üç katına, 3450 liraya çıkardık. Ayrıca belediyemizin elinde stok konutları var. Biz bu konutları taksitle, uygun koşullarda halka tahsis etmeyi öneriyoruz. İnsanlar eğer oturdukları yerlerde kalmak, konutlarını kendileri yaptırmak istiyorlarsa belediyenin iştiraki Kiptaş tarafından yaptırılabiliyor bu.
Bina Tespit Projesi kapsamında bina taraması tamamen ücretsiz
G.G.: Diyelim ben oturduğum evin 2000 yılından önce yapıldığını biliyor ve depreme karşı çok dayanıklı olmadığından şüpheleniyorum. Ama taranıp taranmadığını da bilmiyorum. Birilerine başvurup, “Gelin bu binaya bakın” deme imkanım var mı?
Ö.T.: Tabii ki var. Biz bunu ücretsiz yapıyoruz. Bu çok önemli. Belediyeye gelmeden, bir evrak veya dilekçe vermeden gerçekleştirebiliyorsunuz. Hizmete hızlı erişim ve ve hızlı dönüş almak için bir internet sitemiz var. İnsanlar bu internet sitesi üzerinden binalarıyla ilgili hızlı tarama talebinde bulunabilirler. On beş gün içerisinde ekiplerimiz geliyor. Binanın bir rölövesi çıkarılıyor. Daha sonra kritik katlar inceleniyor. Bir röntgen cihazıyla donatıları taranıyor ve dayanımı test ediliyor. Bunun sonrasında yine laboratuvar ortamında gerekiyorsa birtakım incelemeler yapılıyor ve bilimsel bir rapor çıkıyor. Aynı internet sitesi aracılığıyla incelemenin sonuçlarını alabiliyorlar.
Ömer Madra: Ben de bu tatmin edici teknik açıklamalar üzerine konuyu birazcık siyaset sosyolojisi üzerinden ele almak istiyorum. Yani genel demokrasi, toplumun işleyişi üzerinden… Türkiye tarihinin gördüğü en büyük felaketlerden biri olan 17 Ağustos 1999 depreminin tek bir faydası oldu. Eğer eğer böyle bir şeyden bahsetmek mümkünse elbette… O da “Kamuoyuna” başlıklı bildiri olsa gerek diye yazmıştık 2010 yılında Açık Kitap’ta. Bildiri, 68’liler Birliği Vakfı’ndan Haşmet Atahan'ın, 101 sivil toplum kuruluşunun ve Zekeriyaköy Sivil İnisiyatif Grubu’ndan Aylin Ayar’ın imzasıyla belli başlı gazetelerin hemen hepsinde tam sayfa yayımlandı. Yayımlanmasını takip eden birkaç gün içinde imzacı kuruluşların sayısı 130’u aşmıştı. Esas olarak devlet görevlilerine doğrudan hitap eden bildiri 17 Ağustos'un ülke tarihinde bir milat teşkil ettiğini ve “bireylerin devlet için değil devletin bireylere hizmet için var olduğu” yüksek sesle dile getirdi. Bu, Türkiye'de benim görebildiğim kadarıyla ilk defa yaşandı. Ülkede sivil toplumun ilk kez topluca konuşmaya başladığını gösterdi. Kimi yazarlar, gazeteciler 23 sene önce bildiriyi ülkede bir demokratik devrimin belgesi olarak nitelediler. Peki şimdi 23 yılın arkasından baktığımızda ne diyebiliriz? Bildiride öngörülen yeni yol tutuldu mu? Tutulmadı mı? Bu “demokratik devrimin” daha başlarken kendi kendine sönüp sönmediği ya da “ böyle gelmiş, böyle gider” senaryolarının ülke üzerindeki egemen konumunu sürdürüp sürdürmediği de tartışılabilir. Siz ne diyorsunuz? Ben o tarihte bir öğretim görevlisiyle bir mülakat yapmış, bu konuda ciddi bir tartışmaya girmiştim.
Ö.T.: Gerçekleşeceğini mi öngörmüştünüz?
Ö.M.: Ben gerçekleşeceğini öngördüm. Şimdi hayatta olmayan o öğretim görevlisi de beni fazla iyimser bulmuştu. Galiba o haklı çıktı. Siz ne diyorsunuz?
Ö.T.: 23 yıl kısa bir zaman değil. Tabii ki çok yol almış olabilirdik. Bu elbette kişilerin insafına bırakamayız. Kanun koyucunun mutlaka düzenlemeler yapması gerekir. Böyle ucu açık bireysel çabalara indirgendiğinde sonuç bu oluyor. Vatandaşlar olarak da bizim görevlerimiz var. Biz neden daha güvenli, sağlıklı yaşam alanlarında yaşamayı talep etmiyoruz? Bu ülkede bugüne kadar, 1948’den bu yana 22 tane imar affı kanunu çıktı. Devlet bunları çıkardı ama vatandaşlar da bunlara başvurdu. Kimse şunu sorgulamadı: Evet bu imar affı kanunu çıktı ama benim binam hala depreme güvensiz. Hala kaçak. Bu iki tarafı da ilgilendiren bir şey. Hem kamuoyu hem de vatandaşlar olarak demek ki biraz daha zamana ihtiyacımız var.
G.G.: Deprem riski altında yaşıyoruz ve ne zaman başımıza geleceği belli olmayan felaket bir kara bulut gibi tepemizde duruyor. Bunu unutuyoruz. Unutarak belki hayatımıza daha rahat devam edebiliyoruz ama kaçışı olmayan bir süreç bu. Bu yüzden hazırlıklı olmak çok önemli. Siz neler söylemek istersiniz?
Felaketlerin önüne geçecek sistemin altyapısı hazır
Ö.T.: Çok karanlık senaryolar anlatılıyor, spekülatif şeyler konuşuluyor ama bu insanların içlerinin rahat etmesi için şunu söyleyeceğim: Marmara Denizi’ni Kandilli Rasathanesi'yle birlikte güncel olarak izliyoruz. Bununla ilgili dün Doç. Dr. Ali Özgün Gonca'nın bir açıklaması, ara değerlendirmesi oldu. Fayı çok yakından takip ediyoruz. Hızlı müdahale ve erken uyarı sistemimizin altyapısını oluşturduk. İstanbul'da deprem sonrası yaşanabilecek ikinci afetlerin önüne geçebilmek için bize on, on beş saniye zaman kazandıracak bir sistem… İvmeölçerleri de erken uyarı istasyonlarına entegre ettik. İstanbullular olarak aslında bizim birinci önceliğimiz metrekareler, inşaat alanları, katlar değil. Güvenli, sağlıklı yaşam alanları talep etmek olmalı. Beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
G.G.: Biz teşekkür ederiz. Biz 2020’de, bundan iki sene önce bu programı Tayfun Kahraman'la yapmıştık. Tayfun Kahraman, Gezi davasında ne idüğü belirsiz bir gerekçeyle alıkondu. Kendisine de buradan bir selam gönderelim.