“Dünyadaki en vahim insani kriz”

Ufuk Turu
-
Aa
+
a
a
a

Ufuk Turu’nda Ahmet İnsel, Bulgaristan’da yolsuzluk ve kemer sıkma politikalarına karşı büyüyen protestoların ardından gelen hükümet istifasını, Honduras’ta tartışmalı seçim süreci ve dış müdahale iddialarını, Şili’de aşırı sağın iktidara gelişini ve Sudan’da milyonlarca insanı yerinden eden derinleşen insani krizi değerlendiriyor.

""
Ufuk Turu: 16 Aralık 2025
 

Ufuk Turu: 16 Aralık 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!

Ahmet İnsel: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.:Ufuk Turu’na bu sefer Bulgaristan’la başlayalım.

A.İ.: Bulgaristan’la başlayalım sonra da Honduras’a gidelim çünkü orası hakikaten bir komediye dönmüş durumda.

Ö.M.: Trajikomedi değilse eğer!

A.İ.: Aynen. Bulgaristan’da geçen hafta çok büyük bir protesto yürüyüşü gerçekleşti. Daha önceki hafta da gene büyük bir protesto yürüyüşü gerçekleşmişti ama Salı günkü protesto Bulgaristan’ın nüfusuyla kıyasladığımız zaman hakikaten çok büyüktü. Bulgaristan’ın yakın tarihindeki en büyük protesto gösterilerinden bir tanesi, bundan evvel 4-5 sene evvel benzerleri olmuştu. Bu üst üste gerçekleşen iki protesto yürüyüşünün ardından Başbakan Rosen Zhelyazkov istifa etti. Zaten yedi partiden oluşan ve yürütülmesi zor bir koalisyonun başındaydı. Önümüzdeki günlerde bu koalisyon yeniden yeni bir hükümet kurmak için teşebbüste bulunacak mı yoksa seçimlere mi gidilecek şimdilik belirsiz ama seçimlere gidilecek derseniz hemen şunu belirteyim; son dört yılda yedi genel seçim yaşandı Bulgaristan’ta ama bu seçimlerde de hiçbir zaman sağlam, sürekliliği olan bir koalisyon hükümeti kurulamadı çünkü çok partili, çok partilere bölünmüş bir yapı arz ediyor Bulgaristan meclisi. Bunun da arkasında yatan neden, katılımın giderek düşüyor olması.

Son seçimde katılım %38’e düşmüştü. Katılım düşünce tabii o zaman %4 barajı için gerekli olan oy sayısı da azalıyor. Yedi, sekiz, dokuz parti seçimlere girebiliyor ve dolayısıyla %4 barajının en azından mecliste üç-dört partiyle sınırlı kalması ve koalisyonların daha kolay yapılabilmesi için katılımın en aşağı %50’ye çıkması gerekiyormuş oradaki siyaset bilimcilerin veya seçim uzmanlarının söylediklerine göre. Aynı zamanda Bulgaristan halkı da artık seçimlerden bir umut bekler durumda olmadığı için de katılımın bu şekilde artması pek beklenmiyor.

Peki niçin protesto gösterileri yapıldı? İki nedeni var; birincisi, yıllardır devam eden - hatta hatırlarsanız bundan üç-dört sene önce detaylı biçimde Bulgaristan’daki hafif popülist bir siyasi parti girişiminin ortaya çıkışında da önemli etmenlerden bir tanesiydi, yolsuzlukla olan halkın yolsuzluğa karşı büyük tepkisiydi. Yolsuzluk özellikle iktidardaki partilerin arasında 10 yıl başbakanlık yapmış olan Boyko Borissov’un partisi etrafında yoğunlaşan bir tepki var. Tabii sadece o değil, bir de bundan dört-beş sene önce Ahmet Doğan’ın başında olduğu Hak ve Özgürlükler Partisi’nin başkanlığına gelen bir oligark Delyan Peevski de var. Bu ikisi yani Borissov ve Peevski, iktidarda olmamalarına rağmen partileri - Borissov’un partisi koalisyondaydı ama kendisine yönelik çok büyük bir tepki olduğu için başbakan olamadı - el altından hemen hemen bütün kamu kurumlarını, kuruluşlarını, önde gelen kamu kişiliklerini yönettikleri ve aynı zamanda çok büyük bir yolsuzluk ağını idare ettiklerine dair kanaat var. Hak ve Özgürlükler Partisi başkanı oligark Peevski’nin ABD ve Birleşik Krallık tarafından yolsuzluk suçlamasıyla yaptırım kararı var. Savcılık, başbakan gibi davranan; savcılığı, polisi ve istihbaratı yönlendiren ve meclis çoğunluğunu elinde tutan bir ikiliden bahsediyoruz. Diğer neden ise bu yolsuzluklara karşı ‘yeter artık!’ hareketi. Bu sadece Z kuşağı hareketi olarak tanımlanıyor ama onun çok daha ötesinde, ondan çok daha kapsamlı bir protesto hareketi.

Son protesto gösterilerinin gerçekleşmesine yol açan ikinci neden de parlamentoya sunulan bütçe. Buna karşı çok büyük bir hoşnutsuzluk söz konusu: Kemer sıkma bütçesi, vergilerin arttırılması, emekliler üzerindeki vergilerin arttırılması ve bir dizi kamu harcamasının kısıtlanmasıyla ilgili bu kemer sıkma politikası aynı zamanda halkın ‘bu oligarklar, yolsuzluk şebekeleri, çetelerin başkanları bizim sırtımızdan kamu ihalelerini, kamu kaynaklarını kendi aralarında paylaşıyorlar, bizim sırtımızdan yaşıyorlar’ demesiydi. Burada ‘Yeter artık!’ temasının çok önde olduğunu görüyoruz.

İlginç bir şey, Bulgaristan aynı zamanda 1 Ocak’ta Leva’yı bırakıp Euro’ya geçecek biliyorsunuz. Bu önemli bir değişiklik ama bu değişikliği yürütecek olan hükümet şu anda istifa etmiş bir hükümet olacak. Gerçi teknik bir değişiklik artık gelinen aşamada ama önümüzdeki dönemde göreceğiz, Bulgaristan’da gene aynı altı-yedi koalisyonlu bir hükümet kurulacak mı kurulmayacak mı? Bazı gözlemciler bu istifanın biraz göz boyayıcı bir istifa olduğunu yani aslında aynı koalisyonun yeniden bir hükümet kurabileceğini söylüyorlar. Diğer taraftan hükümetin bu ikiliyi yani Boyko Borissov ve Delyan Peevski’ye karşı herhangi bir yaptırım kapasitesi olmadığı için de belki Euro’ya geçişin şokunun da ilave edilmesiyle halkın memnuniyetsizliğinin daha da artma ihtimali var.

Ö.M.: Ben de şunu sorayım; gösterilerin büyüklüğü ilgi çekici olabilir ki özellikle üniversite öğrencilerinin katılmasıyla hesaba göre 100 bin kişi sadece başkent Sofya’da toplanmış ki toplam nüfus yaklaşık 7 milyon bile değil galiba?

A.İ.: Bulgaristan 7 milyonun altına düştü, nüfus azalması yaşayan bir ülke. Son 20 yılda iki-üç milyon nüfusu hem doğum oranının çok düşmesiyle, hem de Avrupa Birliği ülkelerine yaşanan göç nedeniyle Romanya ile beraber nüfusu hızla azalan ülkelerin başında geliyor. Aynı zamanda Bulgaristan Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesi.

Ö.M.: Evet.

A.İ.: Kişi başına gelir dolar hesabıyla yapılırsa aşağı yukarı 17 bin dolar. Son 2025’te günlük kur üzerinden yapılan hesapla Türkiye’nin kişi başına 15 bin dolar geliri vardı.

Ö.M.: Türkiye ondan da düşük.

A.İ.: Daha düşük ama tabii Türkiye 85 milyon üzerinden olduğu için çok geniş bir GSMH’ya sahip. Türkiye’deki GSMH’nın %50’sini elinde tutan %10’luk bir nüfus var. Bulgaristan’da öyle büyük bir nüfus yok zenginlik açısından bakıldığında.

Ö.M.: Evet, bakalım ne olacak diye merakla takip edeceğiz herhalde.

A.İ.: Evet. Bu dört yılda yedi genel seçim zaten işin nasıl tıkandığını gösteriyor ve biraz evvel belirttiğim gibi bu %4 barajının bir istikrar getirmesi beklenir ancak katılım düştükçe baraj da fiilen düşmüş oluyor çünkü katılım üzerinden baraj hesaplanıyor. Toplam seçmen sayısından değil, oy verenler üzerinden hesaplanıyor. Katılım %30-40’a düşünce tabii ki sayı da azalıyor, %4 de ona göre azalıyor.

Ö.M.: İlginç bir durum.

A.İ.: Evet, seçimlerle devam edersek ilginç bir durum da Honduras’ta devam ediyor. Honduras’ta tartışmalı başkanlık seçimlerinde oy sayımına yeniden başlandı iki hafta sonunda. Oyların %15’inin durumu belirsizdi ve makine ile değil elle yapılmasına karar vermişti seçim ulusal konseyi. Pazartesi akşamı geç saatlerde bu sayının %99’unun bittiği bilgisi geldi ama sonuçlar daha açıklanmadı.

Ö.M.: Bu neden oluyor? %99 artık tamamı demek neredeyse ama açıklanamıyor.

A.İ.: Birkaç nedeni var; birincisi, seçimden önce yapılan denemede de getirilen sistemin çok sorunlu olduğu görülmüş. Ulusal Seçim Konseyi’nin bir üyesine göre, o denemede mesela oyların %36’sının ancak güvenli biçimde incelenebildiği ortaya çıkmış. Bu teknik bir makine, teçhizat ve program sorunu anladığım kadarıyla.

Bu ulusal seçim komitesi belli yani başka üç partinin temsilcisinin başkalık yaptığı bir komite. Hem Nasry Asfura’nın partisi, hem liberal parti, hem de solun Libre’nin adayı başkanlık yapıyorlar fakat Libre’nin adayı bir ay boyunca bu başkanlığa gelmemiş, boykot etmiş. Dolayısıyla da bu hazırlıkların biraz gecikmesine yol açmış. Arkasından da bu seçim komitesi seçimin hazırlanmasını Kolombiyalı bir şirkete vermiş ama söylendiğine göre bu şirketin bu işi yürütebilecek kapasitesi zayıf yani Honduras’ı ve özelliklerini bilmiyorlar, hazırlıklı değiller. Dolayısıyla Honduras seçimlerinde çok ciddi bir oy sayımı sorunu ortaya çıkmış. Bu söylentinin yanında bir başka neden de Asfura ile diğer rakibi yani liberal rakibi arasındaki fark çok az. %99 oyların sayıldığı yerde aradaki farkın 40 bin oydan daha az olduğu yani %1,2-1,3 arasında olduğu söyleniyor. Taraflar tabii bu nedenle de seçim sonuçlarını kabul etmekte ve üç partiden temsilcisinden oluşan Ulusal Seçim Konseyi başkanlığı seçim sonuçlarını ilan etmekte zorlanıyor.

Bütün bunlara ilaveten tabii ki bir de seçimlere yurt dışından yapılan müdahale var. Donald Trump’ın seçimlerden birkaç gün önce Nasry Asfura’nın seçilmesinin kendisi açısından son derece önemli olduğunu, aksi takdirde Honduras ile ilgili yaptırımlar getireceğini yani gümrük vergileri koyacağını ilan etti, Honduras’ı ablukaya alacağını ilan etti. Bu olabilecek bir şey değil ama artık Trump olunca her şey olabiliyor biliyorsunuz. Buna karşı da çok büyük bir tepki oluştu ve özellikle Libre’nin adayı bu seçim sonuçlarının kabul edilemez olduğunu söylüyor. Gerçi kendisi üçüncü sırada geliyor –tek turlu seçim bu - ama Libre’nin adayı bu seçim sonuçlarının kabul edilemez olduğunu ve seçimlerin tekrar edilmesi gerektiğini söylüyor. Ulusal Seçim Konseyi ise içindeki bu siyasal gerginlik nedeniyle bir türlü tam karar alamıyor ve bir aylık süresi var bu kararı almak için.

Bu arada bir rivayet ortalıkta dolaşmaya başlamıştı; Honduras ordusu duruma el koyacak deniyor. Honduras genelkurmay başkanı böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, seçim sonuçlarının ne olursa olsun ordu tarafından kabul edileceğini duyurdu. Zaten Ulusal Seçim Konseyi de orduyu yardıma çağırdı. Peki niçin yardıma çağırdı? Seçim sandıklarını pusulaların toplandığı binaları koruma altında alması için orduyu yardıma çağırdı. Dolayısıyla böyle bir belirsizlik ortamındayız. Nasry Asfura’nın birinci ilan edilme ihtimali var önümüzdeki günler içinde ama seçim sonuçlarını büyük ihtimalle diğer adaylar kabul etmeyecekler gibi de görünüyor.

Ö.M.: Epey problemli bir seçim gibi görünüyor.

A.İ.: Evet, Honduras’ta Xiomara Castro başkan ve soldan gelen kadın bir başkan biliyorsunuz ve Trump, başkanın komünist olduğunu ilan etti. Diğer yandan Libre’nin adayını da komünist olduğunu ilan etti. Şunu da belirteyim hemen; Avrupa Birliği ve ABD’nin seçimleri izlemek için yolladığı 100 civarındaki temsilci, seçimler sırasında herhangi bir hile, seçim sonuçlarını etkileyecek yolsuzluk, düzensizlik, sahtekârlık olmadığını da ayrıca belirtiyorlar. Seçimlerle ilgili bir sorun yok aslında. Tabii ki dışarıdan yapılan müdahaleler, Donald Trump’ın özellikle bu müdahaleleri seçim sonuçlarını etkileyebilecek müdahaleler fakat seçim sırasında yaşanmış bir sorun yok aslında. Bu iki gözlemci grubunun ortak ve hemen hemen istisnasız karşı görüşüne pek rastlamadım raporlarda. Bu anlamda seçimlerle ilgili sorun yok ama sayımla ilgili bir sorun var ve bu da tabii şüphe yaratıyor. Castro ise bir seçim darbesinden bahsediyor ama bu darbenin kim tarafından nasıl yapıldığını kendisi dahil kimse daha açıkça söylemiş değil.



Diğer bir seçime geçersek o da Latin Amerika’daydı, Şili’deydi biliyorsunuz. Şili’de seçim sonuçları ilan edildi ve aşırı sağ partinin adayı José Antonio Kast, üçüncü kez girdiği cumhurbaşkanlığı seçimini büyük arayla yani oyların %58’ini ikinci turda alarak sol ittifakın, komünist partinin sosyal demokrat kanadından aday olan Jeannette Jara karşısında kazandı. Jara, Gabriel Boric’in çalışma bakanıydı ama birinci turda birinci gelmekle beraber aldığı 3 küsur milyon oyu ancak 5 milyon oya çıkartabildi. Buna karşılık Kast, aldığı 3 milyon oyu 7 milyona oya çıkartabilmiş. Buradan diğer iki sağ parti seçmenlerinin hemen hemen kitlesel olarak fire vermeden Kast’a oy verdiği anlaşılıyor.

Katılım derseniz yüksek, aşağı yukarı %85. Aynı Türkiye’deki gibi çünkü Şili’de 2012’de yürürlükten kaldırılan zorunlu oy sistemi 2022’den yeniden tesis edildi. Yeniden tesis ederken de bunu özellikle sol hükümet yaptı çünkü şu ortaya çıkmıştı; seçime katılım zorunlu olmayınca nüfusun zengin kesimindeki katılım oranı yüksek kalmaya devam etmiş, nüfusun yoksul kesimindeki katılım oranı ise hızla düşmeye başlamış. Dolayısıyla da sol bu seçime katılımın serbest bırakılması kararını önceden desteklemişken, bunun seçimlerde üst sınıflar lehine bir sistem olduğuna kani olmuş ve bu sefer zorunlu seçimde oy verme zorunluluğunu yeniden getirmişler. Oy verme zorunluluğu aynı zamanda bu seçimlerden yaka silken, ‘artık bunlardan hiçbir şey olmaz’ diyen, bir tür ‘bütün bu siyasilerin hepsi çürüktür, bunlardan bir şey beklemek nafiledir’ diyen ve popülist sağ adayların söylediklerine dolayısıyla kulağı hassas olan kesimin de sandığa gitmesine yol açıyor elbette.

Ö.Ö.: Bu tarz cezalandırmanın gerçekten bir rolü var mı? Zaten en yüksek %85 falan oluyor seçimlere katılım zorunlu bile olsa ve %15 dediğiniz de birkaç milyon insan eder. Mesela hiç böyle cezalandırma olduğuna da şahit olmadım yani bu insanlara yüksek para cezaları da verilmiyor. Sandığa gitme oranı zorunlu olup olmamasını bir şekilde etkiliyor mu sizce?

A.İ.: Etkiliyor çünkü hızla düşüyor.

Ö.Ö.: Bunun sebebi gerçekten yasa mıdır?

A.İ.: Evet çünkü birden bire arttı.

Ö.Ö.: Kutuplaşma da olabilir.

A.İ.: Yok, oradaki fark çok büyük.

Ö.Ö.: Yani para cezası yememek için mi gidiyorlar insanlar?

A.İ.: Cezasının tam ne olduğunu bilmiyorum, para cezası mı yoksa başka bir şey mi? Kamu hizmetlerinden yoksun bırakma gibi bir şey mi tam emin değilim.

Ö.Ö.: Çünkü bir de uygulandığına da pek şahit olmadım, gerçekten hemen her ülkede böyle zorunlu olduğunda gerçekten birkaç milyon kişi gitmiyor günün sonunda çeşitli nedenlerden dolayı.

A.İ.: Şöyle bir şey var; %85 dediğimiz zaman kayıtlı olanların %85’i ve onların bir kısmı yurt dışında oluyor, bir kısmı hasta oluyor vs.

Ö.Ö.: Tabii ama hastalık mazereti dışında da mı uygulanıyor? Bu nasıl kanıtlanıyor?

A.İ.: Tabii, gerekçeler dışında.

Ö.Ö.: Daha önce hiç hatırlıyor musunuz Türkiye’de cezalandırıldı mı böyle gitmeyenler?

A.İ.: İlk defa geldiğinde para cezası koymuşlardı ve birkaç kişiye de uygulandı bu. 1982’de getirildi biliyorsunuz oy verme zorunluluğu yani 12 Eylül’den sonra getirildi, para cezası vardı. Hafif bir uygulama koydular ama para cezasını kaldırmadılar benim bildiğim kadarıyla ama enflasyon nedeniyle para cezası bir paket sigara bedeline düşmüştü en sonunda.

Ö.Ö.: Evet ama ben uygulanmadığından eminim.

A.İ.: Şili’de bunun etkili olduğunu bütün taraflar söylüyorlar. En son olarak Sudan ile bitirelim isterseniz?

Şili’de maalesef Augusto Pinochet’in hayranı olan ve onun anılarını canlandırma konusunda çok ciddi angajmanı olan José Antonio Kast geldi ve bu gerçekten sorunlu bir şey. Şunu hemen belirteyim; dün akşam Şilili bir siyaset bilimcinin dikkat çekici bir kısa makalesini okudum: Son altı seçimde yapılan bir şey var; her seçimde bir seçimi sağ aday kazanıyor, bir sonraki seçimi ise sol aday kazanıyor. Bu neredeyse 20 seneden beri böyle yani metronom gibi düzenli devam eden bir durum. Bunu da dikkate almak lazım yani Şili halkı birdenbire pat diye sağcı mı oldu, Pinochetci mi oldu? Öyle değildir ama böyle bir durum da var, her seferinde iktidar sağdan sola ve bir sonrakinde de soldan sağa geçiyor, bunu da belirtmek lazım.



Sudan’la bitirmek istiyorum çünkü Sudan’da 15 Nisan 2023’ten beri darbeyi yapan iki askeri güç var. Sudan’da 2021’de darbe yapılmıştı biliyorsunuz ve diktatörlük devrilmişti ama özgürlük geldiği iddiasıyla yapılan bu darbenin arkasından 15 Nisan 2023’te darbeyi yapan iki askeri güç çatışmaya başladı. Nisan 2023’ten beri 13 milyon insan Sudan’da zorla yerinden edilmiş, bunun 8,5 milyonu ülke içinde, 4 milyonu ise çevre ülkelerde. Şu anda Hemedti’nin başında olduğu hızlı destek güçleri ve onun da arkasında da Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteği var. Hemen hemen kesinleşmiş bir bilgi şu anda. Darfur’un kuzeyinde bir etnik temizlik sürdürüyorlar aynı zamanda ve bu etnik temizlik operasyonunun yanında güney Sudan sınırlarında da Sudan’ın en zengin petrol yataklarının olduğu Kordofan bölgesinde de çok ciddi bir etnik temizlik, çatışma devam ediyor.

Birleşmiş Milletler şu anda Sudan’da yaşananların dünyadaki en vahim insani kriz durumu olduğunu ilan etti. Bütün dünya buna bakarken belli güçler de bu çatışanların arkasını silah ve parayla desteklemeye devam ediyorlar.

Ö.M.: Evet, çok korkunç bir durum. Peki, çok teşekkürler Ahmet, görüşmek üzere.

A.İ.: İyi günler!

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.