Açık Gazete’nin köşelerinden Korona Günleri’nde Selim Badur, son gelişmeleri ve çalışmaları aktarmayı sürdürüyor.
(29 Mayıs 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar.
Selim Badur: Günaydın, merhabalar.
Özdeş Özbay: Günaydın.
SB: Günaydın Özdeş. Bugün cuma, haftanın son programı, hemen bir duyuruda bulunayım. Bugün saat 13:00’de Açık Radyo’da gerçekleştirilecek Önce Sağlık programında iki konuğumuz var, birincisi Dr. Karabekir Akkoyunlu, kendisi Brezilya’da yaşayan bir Türk araştırıcı, sohbetimizde Brezilya’da neler olup bittiğini konuşacağız.
ÖM: Eyvah kesilme oldu galiba konukları anlatırken? Biz bağlantı kurulana kadar devam edelim, küresel bakımdan koronavirüsünden ölenlerin sayısı 350 bine yaklaşmış durumda. Şimdi Latin Amerika’da sonra bir de Filipinler’de en büyük yükselme olduğu da birkaç dakika önce gelen bir haberde karşımıza çıktı. Bayağı ciddi bir sorunlu durum var, Filipinler’deki en büyük oranda bir artış var. Brezilya’da da öyle. Yani takibini yapmanın bile güç olacağı bir durumdan bahsediyoruz.
SB: Evet bağlandım, yine kopukluk oldu, özür dilerim.
ÖM: İkinci konuğu söylüyordunuz.
SB: İkinci konuğumuz da Açık Radyo’yu, özellikle Önce Sağlık programını izleyenlerin yakından tanıdığı Prof. Dr. Şahika Yüksel, kendisiyle bu sürecin ilk günlerinde bir program yapmıştık ama bugün için karantina süreci ne getirdi ne götürdü, 65 yaş üzeri insanlar neler yaşıyor, kimler damgalanıyor? Bu konuda Psikiyatri Derneği’nin çalışmalarını dinleyeceğiz, bunun da duyurusunu yapmış olayım. Bu son programda önce iki haber, bunlardan bir tanesi Alfost Veterinerlik Okulu varmış ve bu okulda özellikle Fransa’nın bazı bölgelerinde ve Korsika’da köpekleri eğitiyorlarmış. Yeni koronavirüs hastalarını kokularını ayırt edip onları saptanmasında köpeklerin bu duyarlılık özelliğinden yararlanmayı düşünüyorlarmış. Böyle bir çalışma var, garip ama gerçek!
ÖÖ: Nasıl yapacaklar?
SB: Bilemiyorum. İkincisi Afrika’dan tabii birazcık ve komik bir haber, Lancet Infection Diseases’de yayınlandı Ester Nakkazi ve arkadaşları tarafından. Batı Afrika’nın işinin zor olduğunu söylüyorlar, bu zorluk ile ilintili olarak bir örnek vermişler, Tanzanya Başkanı John Magufuli “bu covid-19 şeytanın işidir, kiliseler ve camiler açık kalacak, herkesi ibadete davet ediyorum” demiş. Tanzanya’da bir de ilginç bir sorun var, bilmiyorum başka ülkelerde yaşandı mı böyle bir sorun? Çok kısıtlı sayıda test yapılıyor ama test için gönderilen örneklerin bir kısmı keçi ve koyunlardan alınan örneklermiş. Niye böyle bir şey yaptıklarını anlamadım ama bu işleri karıştırıyor.
Bir dizi bilimsel çalışma var, bunları bir arada değerlendirmek gerekiyor, bir tanesi Nature Medicine’de yayınlandı Waradon Sungnak’ın, bir de Yixuan Hou isimli Uzakdoğulu iki araştırıcı grubu. Bunlar burundan başlayarak bütün solunum yolları hücrelerinin hangisi daha çok etkileniyor diye bakmışlar. İki önemli bulgu var, birincisi burun içindeki epitel hücrelerinin en fazla virüsü içine çeken hücreler olduğunu saptamışlar, en yoğun bir şekilde bu burundaki hücreler enfekte oluyorlar. Bunun maske kullanımı açısından önemli olması söz konusu. İkincisi de bu bence daha da ilginç, bu “ACE reseptörlerine bağlanıyor ve bunlarla virüs hücre içine giriyor” deniyordu şimdiye dek. Bu reseptörlere bol miktarda sahip olan bazı hücreler hiç enfekte olmuyorlar. Demek ki bu reseptörün varlığı sadece her şey demek değil, başka birtakım parametreler de devreye giriyor. Bu da bilimsel açıdan önemli bir çalışma diye düşünüyorum.
ÖM: Ben bir şey sorabilir miyim?
SB: Tabii lütfen.
ÖM: İlginç bir şey vardı, gördünüz mü biliyorum o haberi, bir enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanı Prof. Dr. Ayşe Wilke Topçu diye bir hanım kolonyada kullanılan alkol oranlarıyla ilgili çok önemli yani şaşırtıcı diyebileceğim bazı şeyler “70 derecenin üzerindeki kolonya kullanılırsa virüsü ele yapıştırıyor” diye bir açıklama yapmış. Biraz böyle şaşırtıcı yani “kullanmamak gerekiyor” diyor. Bunu biliyor muydunuz?
SB: Mikrobiyolojik olarak baktığınızda alkolün bakteri ve virüsler üzerinde etkisi ölçüldüğünde %70’lik alkol her zaman etkilidir, ancak %90 ve üzerinde daha yüksek alkol konsantrasyonu (absolut alkol) etkisizdir. Bu gerçek bir durumdur ve bilinen klasik bir bilgidir. Yani belirli bir oranda sulandırılmış olan alkolün kullanımı gereklidir, daha etkili olacaktır, olmaktadır. Onun için çok şaşırtıcı gelmedi.
ÖM: Önemli bir bilgi, çok teşekkür ederiz.
SB: Bir haber de Yunanistan’dan, Vana Sypsa isimli bir araştırıcının çalışması. Yunanistan’da ki fazla haber gelmiyordu covid-19’la ilgili; bu ülkede alınan önlemler günlük kişisel temas oranını %86,9 aralığında düşürmüş. Demek ki Yunanlılar alınan önlemlere riayet etmişler. Yani bir Akdeniz ülkesi için çarpıcı bir bilgi gibi görünüyor.
Gelelim geğineceğimi belirttiğim iki makaleye. Bir şehir plancısı olarak Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin covid-19’a bakışına değinmek istiyorum sürem elverdiğince. 26 sayfalık bir yazı, aslında bir kitap bölümüymüş ama daha sonra bunu makale şeklinde de değerlendirmenin de mümkün olacağını düşünmüşler. Yazısının başlığı ‘Dünyanın salgınlar ve kentler sarmalında geldiği nokta: covid-19’. Bir şehir plancısı, bir kent çalışanının yaklaşımının nasıl olduğunu sergiliyor bu yazı. Aslında 4 aşaması var yazının, birinci bölümde salgın hastalık kavramlarına, yerleşim biçimleri ve salgınların ilintisine değinilmiş. Daha sonra bu yerleşim biçimlerinin evrimi içinde insanların karşılaştığı salgınlar ve mücadele yolları. Akabinde insanlarda salgın hastalık bilgisinin gelişimi ve nihayet yeni salgın olgusu ve mücadele stratejilerini irdelemiş. Bunların içinde önemli olan nokta “etkili uygulamalar genellikle mühendislik projelerinden geldiğini belirtiyor ve kentlerin kuruluşunda çözülmesi gereken en önemli konunun yeterli ve temiz suyun sağlanması olduğunun altını çizip sanayi devriminin yarattığı sağlıksız yaşam koşulları ve kolera pandemileri modern şehirciliğin sağlık odaklı kurulmasını sağlamıştır” diyor. Önemli bir saptama, şehircilik ve salgınların şehircilik kavramını nasıl geliştirdiğini ve nasıl değiştirdiğini söylemiş. En sonunda da mücadele stratejilerine de değiniyor. Yazıda çok fazla mikrobiyoloji bilgisi var. “İki aşamalı mücadele stratejisi, birinci önce yasaklarla örneğin teması azaltacak faaliyetlerle önlemler alınır, daha sonra bu yasaklar kalkar ve kurallar ile çözüm arayışına geçilir” diyor. Biraz önce siz de değindiniz, post pandemik dönemde yeni yaşam ve iş yapma kurallarının oluşturulacağını, yeni normalin kalıcı olacak mı olmayacak mı sorusunun sorulması gerektiğini. Salgın sonrası dünyayı bekleyenleri soruyor. “Dünya eskisi gibi olmayacaksa eğer neler değişebilir?” Bir şehir plancısı açısından yerleşimlerin düşük yoğunluklu olması ve ulaşımın nitelik değiştirmesi, çalışma alışkanlıklarının online çalışmaya dönmesi, alışverişin internet üzerinden yapılması. Bütün bunlar yüz yüze ilişkinin yerini tutabilecek mi özellikle eğitim alanında? Bunları sorgulamakta ki vakit kalırsa birazdan değineceğim Cemal Kafadar’ın röportajında aynı konu vurgulanmış.
ÖM: Şu da ilginçti, bu tarihçi yeni bir kitabı çıkan Frank Snowdon da çok benzeri bir gözlemi, tespit yapıyordu tarihsel olarak. Yani “büyük pandemilerin insanlığa getirdiği olumlu bir şeyden söz etmek mümkün ve bu da işte bütün bu şehircilik tesislerinin filan kurulabilmesi, modern kanalizasyon sistemlerinin filan da bu sayede oldu” diyor büyük şeylerden dolayı, ilginç yani.
SB: Evet ilginç. Tabii bütün bu değişim olursa İlhan Tekeli’nin yazısındaki son nokta değineceğim, kent merkezi yoğunluğunun azalabileceği online çalışmalar olursa insanların şehrin daha periferilerinde de oturabileceğini. Ancak bugün için pandeminin yoksulları vurmakta olduğunu ve yaşananlar dünyaya ilişkin risk algımızı yükselttiği belirtiyor. Bu önemli bir noktaydı.
Risk algısı deyince uluslararası göçmenlik kavramı açısından olumsuz bir haber var Martha Foresti ve arkadaşlarının yazısında: “dolaşım kısıtlanıyor bu açıdan covid milliyetçiliği de körüklemekte, özellikle sınırlar daha sıkı denetlenmek, virüsü ya da bu hastalığı hep şöyle tanımlıyoruz, kendimizden uzak tutma arayışındayız; her ülkede “önce biz, önce bizim aşımız, önce bizim sağlık çalışanlarımız, bizim sağlığımız, önce bizim toplumumuz” söylevlerin duyuyoruz. Bu kavramlar gelişiyor ama bir yandan da baktığınız zaman iş dünyasında örneğin Amerika’daki çiftlik çalışanlarının %27’si yabancı, tüm çalışanların %30’u yabancı, Avustralya’da doktorların %54’ü, hemşehrilerin de %30’u yabancı imiş. Yani bir yandan dışlama var bir yandan da birtakım gerçekler su üzerine çıkıyor. Bilmiyorum Ruşen Çakır’ın Medyoscope’ta Cemal Kafadar ile yaptığı röportaja değinmeme vakit kaldı mı?
ÖM: Evet kaldı.
SB: Bu röportajda önce küreselleşme konusu ele alınmış ve ilginç bir şekilde tarihle birçok salgın ve pandemi olduğunu, veba, kolera sorunların yaşandığı belirtilip, “21. yüzyıldaki salgınlarda küreselleşmenin altı çiziliyor, vurgulanıyor ama eskiden de kıtalararası seyahatler vardı” yorumu yapılmış. Yani o döneme özgü ‘küreselleşme’ vardı deniyor ki buna ben çok katılmıyorum, gerçek payı olsa da eski pandemilerle 21.yüzyılda yaşanan pandemileri kıyaslamak ölüm oranlarını, yaygınlığını, vs. çok doğru değil ya da en azından bu kıyaslama yapılırken bazı parametrelerin göz ardı edilmemesi lazım. Örneğin 1918 İspanyol gribi sürecinde ne şimdiki bir aşı, ne bir tedavi olanağı vardı, penisilin bile bulunmamıştı daha! 1918 yılında unutmayalım ki savaştan çıkılmıştı, altyapı, hijyen, beslenme, vb. çok farklıydı.
ÖÖ: Kamusal sağlık hizmetleri de yoktu.
SB: Tabii öyle kavramlar bile gelişmemişti daha. Bu nedenle çok sağlıklı değil o zaman 30 kişi öldü bugün 50 kişi öldü hangi hangisinden daha şiddetli? Koşullar çok farklı ama sayın Kafadar’ın verdiği röportajda yani küreselleşme için söylenenlere katılmasam da özellikle tarihsel gelişimi anlatması açısından kendine özgü donanımı ve üslubuyla çok hoş bir röportaj. 16. yüzyılda İdris-i Bitlisi’den bahsediyor ve bu kişinin “tâcun ya da veba mevkilerinden uzak durma risaliyesini yani sosyal mesafenin altını çiziyor” diyor. Hoş bir yaklaşım ve bilgi. Bunun dışında birtakım suçlamalar olmuştur, örneğin Diderot ve ekibinin oluşturduğu meşhur Ansiklopedide “2000 yıldır Avrupa’daki tüm salgın hastalıklarının kökeni doğudur” yazılmış. 1300’lü yıllarda eşcinseller, cüzzamlılar, Yahudiler, bunlar hep dışlanan kesimler olarak ön plana çıkıyor. Ancak biraz önce Ömer beyin de vurguladığı gibi bu salgınlarda nüfus azalınca emek ön plana çıkıyor ve işçi ücretleri artıyormuş. Miras paylaşan insanların sayısı azaldığı için mirası paylaşanların sayısı da çok azalıyormuş, paylaşım da azalıyor, insanlarına payına daha fazla para düşüyor. Kafadar’ın röportajında Harvard’daki eğitimin yeniden yapılanması, online eğitim, üniversitenin bütçesinin yenilenmesi, örneğin öğrenci yurtlarındaki odaların tek kişilik odalara dönüştürülmesi gibi konulara değinmiş. Türkiye’deki bilime de değiniliyor. Eğer vakit kaldıysa devam edeyim, yoksa hafta başına bırakayım çünkü burada önemli bir nokta var.
ÖM: İsterseniz onu bırakalım ama ben bir tek şey eklemek istiyorum sizin söylediklerinize, ABD’de biraz önce sözünü ettiğim Democracy Now’da yapılmış çok hoş bir söyleşi vardı Frank Snowdon’la bu konuda en son kitabı yazan kendisi de hatta koronavirüsüne yakalanan, enfekte olan yazar. O da şunu söylüyordu “bütün dünyada, yani faşizmin ve otoriter yönetimlerin de bu salgınlar sırasında çok büyük artış gösterdiğini yani genelleme yapmamak şart ama tarih öyle gösteriyor, bütün dünyada da” diyordu. Maalesef şimdi ABD’de de hem ırkçılık hem cinsiyetçilik hem yoksulluk hem de bütün politikanın iflası ile ilgili çok ciddi bir sorun var, isyan halinde ortalık birbirine girmiş vaziyette. Nereye gideceğini de kesinlikle bilmiyoruz tabii. Onu da belki daha sonra konuşmak durumunda kalacağız tabii.
SB: Peki bitirelim isterseniz? Size iyi yayınlar.
ÖM: Çok teşekkür ederiz.
SB: Saat 13:00’de Önce Sağlık programında görüşürüz.
ÖM: Brezilya değil mi?
SB: Evet Brezilya.
ÖM: Brezilya çok önemli, orası da tam bir gayya kuyusu halini almış durumda.
SB: Evet, aynen.
ÖM: Yayınlanan videolarla ve korona durumuyla. Çok merakla izleyeceğiz onu da. Peki çok teşekkürler.
SB: Görüşmek üzere, iyi hafta sonları.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
SB: Teşekkürler, sağ olun.