Korona Günleri’nde Selim Badur, son gelişmelerin yanı sıra güncel çalışmaları da paylaşmayı sürdürüyor.
(26 Kasım 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Selim Badur merhabalar!
Selim Badur: Günaydın, günaydın, merhabalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
SB: Günaydın Özdeş. Günaydın Feryal. 60 milyonu geçti yeni olgu sayısı dünyada. Pazartesi gününden itibaren yeni çıkan olguları 3’e bölüp de günlük sayıya baktığımda ortalama 572 bin kadar olgu çıkıyor günde, listeye ekleniyor. Ben önce Türkiye’den birkaç haber vermek istiyorum, sizin de değindiğiniz gibi dün akşam Bilim Kurulu toplantısı sonrası Sağlık Bakanı’nın basın bildirisi, soruları yanıtlaması önemliydi ve orada ilginç gelişmeler oldu. Ona değineceğim ama çok süratli Türkiye’de neden oraya gelindi? Belki onu açıklayacaktır. İzmir Valiliği ilginç bir açıklama yaptı “vatandaşların sahil bantları, park, mesire ve ören yerlerinde ve piknik alanlarında sandalye veya oturarak piknik yapmak faaliyetleri yasaklandı” dedi. Dolayısıyla Kordon’da açık ortamda sohbet etmek riskli ama camilerde ibadet devam edecek.
ÖÖ: AVM’ler de açık.
ÖM: Evet alışveriş merkezlerinde de öyle.
SB: Ama siz ekonominin ne denli önemli olduğunu…
ÖM: Alışveriş ibadeti!
SB: Bunu idrak edemiyor Açık Radyo ekibi, alışverişin önemini. Çorum’da bir hastane eylemi oldu, aslında İyi Parti başlatmış, daha sonra CHP, Saadet ve Deva partileri de katılmışlar. Bir süre önce kapatılan hastanenin açılması için bir eylem. İlginç bir bir araya geliş! Bu arada Sağlık Bakanı 2 gün önce “açıklanmayan vaka sayısı en az 1,2 milyon” dedi. İlginçti, yani yavaş yavaş bu dünkü basın toplantısına hazırlık gibi göründü bana. Sağlık çalışanlarına soruşturmalar açılıyor, ilginçtir. Herhangi bir şekilde Covid-19 bulguları olan ya da PCR testi pozitif çıkan sağlık çalışanlarına “siz bu hastalığı nereden kaptınız?” soruşturması açılıyor bazı sağlık kurumlarında. “Özellikle bunu hastaneden kapmadınız değil mi?” “Ne tür bir riskli ortamda sorumsuzca dolaştınız, yolda mı, evde mi kaptınız?” gibi garip bir yaklaşım.
ÖM: Hata vatandaşta yani?
SB: Evet, muhakkak, tabii! Cumhurbaşkanı “yerli aşıyı nisan ayında uygulanabilir hale getireceğiz” dedi. Bu ilginç bir açıklama, bu tarihi unutmamak lazım! Nisan ayı geldiği zaman tekrar ele almak gerekir. Koca’dan da aşı açıklaması geldi, “Pfizer’den 1 milyon, Çin’den 10 milyon doz aşı alabiliriz.” Siz dün ya da önceki gün Açık Gazete’de bahsettiniz, bu aşılar konusunda ne oluyor, ne bitiyor, hangi aşı alınacak? Kimlere uygulanacak? Onlara değineceğim bu programda ama Türkiye ile ilgili, TTB’nin Sağlık Bakanlığı’na vaka sayılarını açıklaması için bir çağrıda bulundu 2 gün önce. Sonuçta dün akşam bildiğiniz gibi aylar sonra vaka sayılarını açıklayıp yine “sokağa çıkma yasağı da genişleyebilir” dedi. Şimdi yine siz değindiniz, Türkiye birdenbire bir başarıya daha imza attı. Alt sıralardan yukarıya doğru hızla ilerleyip günlük vaka sayısı olarak ABD’de 478 bin 658, Hindistan’da 35 bin 947, Türkiye 3. oldu 28 bin 351 olguyla İtalya, Brezilya ve Rusya’yı geçti. Neler var sayısal paradigma değişikliğinin yanında, her şeyden önce genel anlamda TTB ve tabip odalarının nisan ayından beri ısrarla söyledikleri, altını çizdikleri, talep ettikleri diyalog kurup doğru yolu göstermeye çalışmaları konusunda hep aykırılık, neredeyse vatan hainliğiyle suçlanmışlardı. Aslında dönüyor dolaşıyor iş yine bilime geliyor. “Bilimin güzel tarafı inansanız da inanmasanız da gerçek olmasıdır” bu da buraya geliyor. İşte tabipler odası, TTB’nin söylediği politikaları dönmek zorunda kalıyorlar. Bu sayısal değerlerin dışında önemli bir nokta, şimdiye dek hep “endişe etmeyin, panik yapmaya, abartmaya gerek yok. Hastanelerimizdeki doluluk oranları yüksek değil, gayet iyi” deniyordu, dün ilk kez bazı hastanelerde yoğun bakım sorunu yaşanmaya başlandığı ifade edildi bakan tarafından. Bazı hastanelerdeki sorunlara değinip soru ve cevaplara geçti. Bu arada aşıyla ilgili “Aralık ayında asgari 10 milyon olmak üzere 20 milyonu hedefliyoruz, Çin aşısı alınacak. Ocak ayında 20 milyonda sorun yok 50 milyon doz için de sözleşme imzalandı” denmiş. Kimler aşılanacak sorusuna da sağlık çalışanları risk grupları ve enfeksiyonu yayma potansiyeli yüksek olan meslek gruplarına öncelik tanıyacak, sonra ücret asla alınmayacağını belirtmiş bu gruplardan. Daha sonra “ücret asla alınmayacak” cümlesinin devamında “bizim sipariş ettiğimiz aşı dünya ortalamasının üstünde olan rakam” bunun ne demek olduğunu fiyat açısından mı yoksa sayı açısından mı olduğunu anlayamadım ama ayrıca ruhsat almış aşılar olduğunu da yine erken dönemde ruhsatını hızlandırmayı -diğer aşılarla ilgili söylüyorum- fiyat noktasında üst limit koymayı, eczanelerde satışını kolaylaştırmış olacağız dendi. Yani hem ücret alınmayacak hem de eczanelerde satılacak. Nasıl olacağını tam anlamadım. Semptom göstermeyen pozitif vakaları da günlük tabloda verecekler. Soru-cevap da “İBB’nin açıkladığı bulaşıcı hastalıklardan ölüm oranlarının tamamı Covid’den değildir, bunu bir türlü anlatamadım” dedi sayın bakan. Bu konuya açıklık getirilmesi lazım. Israrla “aşıyı yaparken vatandaşımızdan asla herhangi bir ücret almayacağız” deyip sonunda eczanelerdeki satışlarında tavan fiyattan bahsedilmesi garip ve çelişkili. Herhalde ücretsiz olan sadece risk gruplarının aşılanması. Bir de yine Türkiye’den bir haber, içişleri bakanlığı 4 gün boyunca yoğunlaştırılmış koronavirüs denetimi yapacak. 81 il valiliğine bu konuda bir genelge gönderildi ve pazar yerlerinde, toplu taşımalarda, toplu taşıma araçları durdurulup HES üzerinden tüm vatandaşlarda koronavirüs denetimine hazır olacağız. Demek ki böyle denetimler olacak imiş bundan sonra. İş epey ciddileşiyor Ankara’da herhalde.
ÖÖ: Bir de 12 bin sağlık çalışanı alınacağını bir önceki gün açıklamıştı.
SB: Bu belirsiz ya da net olmama durumu alınan önlemlerde ve yapılacak işlerde, bunları Avrupa’daki ülkelerde de görüyorum, mesela Fransa’ya baktım, 2 gün önce salı günü Fransa Başkanı Emmanuel Macron halka sesleniş yaptı, balkon konuşması değil de onun bir adı vardı, halka duyuru mu, halka sesleniş mi? Öyle bir toplantı yaptı. Bir kere Macron’un kendisinin sağlık konusundaki danışmanlarının bu remdesivir adlı ilacı üreten firma tarafından maaş aldıkları ortaya kondu. Tabii bu bir skandal.
ÖÖ: Hayda! Bu gerçekten bir skandal!
SB: Bu tuhaf bir şey, garip, diyecek bir şey bulamıyorum. Yorum yapmayayım, Fransa’da aynı İzmir valiliğinin yaptığı bir açıklama yaptı “ormanda tek başına yürümek ve koşmak yasaklandı” ama buna karşılık metrolar çalışıyor Fransa’da. Böyle garip çelişkili durumlar var, metroyla tabii insanlar işe gidiyorlar, çalışmaları lazım diye düşünüldü herhalde. Yeni bir kararla oturduğunuz evi merkez aldığınız zaman böyle bir daire çizin evin etrafına 20 km’lik bir dairesel alanda gezi, koşu ve bisiklet yapabileceksiniz. Dükkanlar da kapalı Fransa’da, Noel dönemine kadar yani 24 Aralık’a kadar sadece pazar günleri açılacakmış, insanlar buna tepki gösteriyorlar. Fransa 28 Kasım, 15 Aralık ve 20 Ocak tarihlerinde 3 kademeli olarak önlemleri gevşetecek, 3 aşamalı bir rahatlama dönemi ama restoranlar Ocak’ın sonuna kadar kapalı neredeyse. Bu önemli bir nokta çünkü Fransa gibi yeme-içme kültürü ya da o ritüelin çok önemsendiği bir kültürde alınan bir önlem; ama Almanya’da da Merkel “günlük olgu sayısı hâlâ çok yüksek, biraz daha gayret göstermeliyiz” şeklinde gayet gerçekçi, gayet tutarlı ve ayakları yere basan bir konuşma yap. Çok az konuşma yaparmış televizyonda, Merkel’in bu ender konuşmalarından bir tanesi de Almanya için 100 binde 50 vakaydı ama dün 100 binde 139, Berlin’de de bu oran 195 yani neredeyse Berlin’de 4 misli olgu var. Bir araya gelişlerde de 5 kişiyle sınırlandırılmış 23 Aralık – 1 Ocak’a kadar 10 kişi. Tatil dönemine, özellikle kayak dönemi geliyor Avrupa’daki tatillerde insanların tercih ettikleri bir dinlence yöntemi diyeyim. “Yabancı ülkelere kayak yapmaya gitmeyin!” diyen Merkel, o da dükkanların yine ocak sonuna kadar kapalı kalacağını söylemiş.
Bütün bunlar tabii önemli gelişmeler ama bütün bu ‘kim nereyi açtı, nereyi kapadı?’ kısmını bir tarafa bırakalım isterseniz. Bilim tarihi uzmanı Laurent-Henri Vignaud isimli bir araştırıcı kendisi özellikle “salgınlar sosyal bağları yıktığı için büyük bir tehlikeye dönüşüyor” şeklinde bir yazısı çıktı. Diyor ki “daha önceki salgınlarda örneğin veba hikayeleri bizlere çocuklarını terk eden anneleri, eşlerini terk eden kocaları ve kardeşleri anlatıyor. Ölüm korkusunun şefkat duygusunu geçtiği bir durumu gösteriyor. Bulaşıcı bir hastalığın siyasi ve ekonomik sonuçlarıyla birlikte sosyal ve fikri sonuçları da vardır” gibi bir yazısı var. Tabii pandeminin eşitsizliği arttırdığını biliyoruz ama daha önce bahsettiğimiz ve “bir sonraki programda da ele alırız” demiştim ama bir türlü fırsat olmadı. Bu Fransa’daki düşünürlerden Hervé Le Bras “Boğulacak mıyız?” (Serons-nous submergés?) başlıklı bir kitap çıkarttı. Kısa bir süre önce L’Aube yayınlarından. Burada söylendiği kadar sosyal, yani bu klişeleri bozan bir yazıdan bahsetmek için ya da genel kabul gören yaklaşımlara karşı düşünceleri ya da yazıları bugün okumak istedim. Hervé Le Bras salgın için: Toplumlardaki sadece yoksul kesimlerin daha ağır bu hastalığı geçirdiği şekilde izah etmek mümkün değil diye savunuyor. Kendi yaklaşımlarında da insanların ne kadar hareket ettikleri, ne kadar sağa-sola gittikleri ve “bu seyahat ve hareketlilik esas büyük sorun yarattı” deyip, örneğin “New York’ta bu yasaklar ve kısıtlamalar getirildikten sonra evinden hiç çıkmayan insanlar olguların %60’ı enfekte oldu” diyor. Buna ait ilginç bir görüş, biraz daha irdelemek lazım, böyle bir kelime ile koca kitabı geçmeyeyim ama bir yandan da pandeminin eşitsizliği arttırdığı, tedaviye, sağlık hizmetlerine erişimde sorun yarattığı yadsınmaz bir gerçek. Hem Amerika’da hem İngiltere’de çok sayıda veri var.
ÖM: Ben de bu noktada iki ufak ilavede bulunayım izninizle. Bir tanesi çok çarpıcı bir haber zengin New Yorklular Covid-19 testi kuyruğunda kendileri için bekleyecek insanlar tutuyorlarmış. New York sakinleri burundan sürüntü alınması için saatlerce beklediklerini belirtirken zenginler kendileri adına bekleyecek insanlar kiralıyorlarmış. Bu çarpıcı bir gerçek, New York Post’ta çıkmış bir haber. Bir de belki de bundan daha çarpıcı bir skandal niteliğinde olan ve dün de üzerinde durmuştuk, ünlü çocuk felci aşısını bulup geliştiren Jonas Salk’ın “güneşi patentleyemezsiniz!” şeyini. 100’ün üzerinde kamu sağlığı ve adalet konusundaki aktivistlerde ABD’de Biden’e bir çağrıda bulunuyorlar ve “küresel aşı apartheidini reddetsin” ve herkesin satın alabileceği ücretsiz aşı olmasının şart olduğunu söylemişler. Aralarında çok ünlü bildiğimiz kişiler de var, Robert Reich, Noam Chomsky, Margareth Huang, Liz Teohares gibi isimler de var bu çağrıda. 100’den fazla kamu entelektüelinin çağrısı var.
SB: Bu tarz bir girişim bir tek 90’lı yılların sonunda AIDS’de tedavi kullanılan antiretroviral ilaçlarda bu tarz ilaç şirketlerinin fiyat politikasına karşı çıkan, patent yasasına karşı çıkan eylemler sonuç vermişti. Onun dışında herhangi bir örnek yoktu tıp alanında en azından benim bildiğim kadarıyla. Umarım bu çağrılar bir yankı uyandırır. Buna ait iki konuya daha değineceğim Cynthia Fleury, bu da Fransız bir felsefeci. Kendisi “geçmişte yaşanan sorunlar, geçmişte yaşadığımız krizler, savaşlar ve hastalıklar bize o dönemi yaşayan kişiler, yaşlılar tarafından iyi anlatılmadı, bunun sıkıntısını çekiyoruz” diyor. Bir diğer sosyolog Johanna Dagorn’un açıklamasında ise “bizler insan sağlığının öncelikli bir konu olduğunun unutulmasının bedelini ödüyoruz” diyor. Bunlar ilginç açıklamalar, bu tarz tartışmalar var. Bir de siz yapılmasını tuhaf bulduğunuz bir nokta vardı, bu hastaların triyaj kısmı hastaneye gelen. Aslında bu çok uygulanan bir şey özellikle savaş tıbbında. Birçok hasta geldiği zaman hangisine ilk öncelik tanınacağını seçme durumu. Hastalar arasındaki bu triyaj yapma durumunda kalan hekim “kim ölsün kim yaşasın demek için değil daha fazla canı kurtarmak için çalışmaktadır” diye. Bu konudaki itirazlara da bir ‘epikçi’ Frédérique Leichter-Flack tarafından bir açıklama geldi.
ÖM: Trajik bir seçim ama!
SB: Elbette kesinlikle öyle! Özellikle savaş tıbbında cephelerde olan askeri hastanelerde, çadırlarda bu tarz öyküler çok fazla oluyor.
Afrika’daki duruma baktığımız zaman yaşananlar diğer gelişmekte olan ya da gelişmiş ülkelerdekinden farklı seyrediyor? Bir kere Afrika’nın yaşadığı bütün sorunların içinde koronavirüs sanki kayboldu. O kadar fazla sorunu var ki Afrika’daki ülkelerin ve orada yaşayan Afrikalıların, birçok sorunun arasında Covid-19 da sanki önemini yitirdi ya da sıradan bir hastalık gibi görülüyor. İşin gerçeği Afrikalı insanlarda hastalık daha az görülüyor bildirimlerde ortaya çıkıyor. Şimdi bunun nedenlerini araştırıyorlar, birincisi nüfusun genç olması. Ortalama yaş bazı ülkelerde 19,7.
ÖM: 20 bile değil.
SB: Evet yani Avrupa’daki 42.5’e baktığınız zaman yarısının altında! İkincisi özellikle bu kıta sakinleri, geçtiğimiz dönemde havaların da sıcak olmasıyla daha çok dışarıda yaşadılar, hayatlarını dış ortamlarda geçirdiler. Evde kapalı ortamların tehlikesi daha iyi anlaşılıyor, bu yaşanmadı. Dünya ekonomisine katkıları ya da dünya ekonomisindeki yerleri çok aşağılarda olduğu için ticaret hareketliliği çok yok Afrika’da. Bir de farklı enfeksiyon hastalıklarına diğer ülkelerin, diğer kıtadaki insanların çok karşılaşmadıkları kadar fazla sayıda çeşitli enfeksiyon hastalığıyla etkenleriyle karşılaştıklarında bunlardan kaynaklanan non- spesifik bir bağışıklık oluştuğu söyleniyor. Bir de salgınlarla o kadar sık karşılaşıyorlar ki artık mücadele etmeyi biraz da biliyorlar. Böyle açıklamalar var, elbette bu faktörlerin hepsi devreye girecektir. Önemli bir yazı çıktı Nature Human Behaviour Dergisinde, Nils Haug ve arkadaşları yazdılar, 79 bölge toplam 226 ülkede yaklaşık 42.150 kadar “non-pharmaceutical interventions” yani tıbbi olmayan önlemlerin geçerliliğini kıyaslamışlar. Devasa bir çalışma ilaç ve aşı kullanımı dışında örneğin fiziksel mesafeden, maske kullanımından tutun da bir dizi farklı önlemi, bir dizi dediğim 42 bin önlemin kıyaslamasını, belki bu yazının ayrıntısına önümüzdeki günlerde biraz bakmakta yarar var.
“Aşıya ait bir iki şey söyleyeceğim” dedim, yine vakit tükendi, ama iki noktaya değineyim, bir tanesi bilirsiniz böyle dönem dönem hafta sonu ilavelerinde gazetenin ‘en yaşanılır ülke’, ‘en ucuz ülke’, ‘en pahalı ülke’, ‘en pahalı kent’ gibi listeler çıkar. Bloomberg’deki koronavirüs açısından en yaşanılan ülkeler sıralaması çıktı, ilk sırada elbette Yeni Zelanda var. Sonra Japonya, Tayvan, Güney Kore, Finlandiya, Norveç, Avustralya, Çin, Danimarka, Vietnam diye gidiyor. İlginç bir liste. Son bir haber de Ekvator’dan geldi, Ekvator’daki bir reenfeksiyonda olup biten tanımlandı. Bu reenfeksiyonlar az sayıda ancak bunların hiç de homojen bir grup olmadığını görüyoruz. Genelde Covid geçiren, iyileşen ve tekrar hastalığa yakalananlarda hastalık ikinci kez olduğunda çok hafif geçiyordu, Ekvator’da çok ağır geçtiğini ikinci olgunun bildiren bir yayın var. Bunun da üzerinde durmak da yarar var.
ÖÖ: Türkiye’de de yaşandığına dair gazetecilerden açıklamalar vardı, geçen gün yer vermiştik. Gazete Duvar’dan bir yazar kendi deneyimini anlatıyordu. Onun altına da bir sürü kişi yazmış böyle daha ağır geçirdiğine dair.
SB: Evet bu tarz haberleri, bilimsel bir yayın olduğu zaman tartışmakta herhalde yarar var diye düşünüyorum.
Kim hangi aşıyı seçecek? Buna ait bir aşı dosyası bugün programın sonuna doğru geldik bari başlayayım ama pazartesi günü sadece bu konuyu konuşalım isterseniz? Elimizdeki aşılar yani piyasaya çıkma önceliği olan ya da en yakın olan haberlere baktığımızda Pfizer-Biontech’in aşısı, Moderna’nın aşısı, AstraZeneca’nın Oxford üniversitesiyle hazırladığı aşı, bir de Çin ve Rus aşıları var. Bir kere aşınızı nasıl seçeceksiniz? Pfizer’in aşı etkinliği, daha sonra Moderna’nın aşısının etkinliği ve nihayet Rusya’nın Gamaleya enstitüsünün aşıları gündemde. (Sputnik 5 diyorlar aslında Sputnik V imiş, o V harfi Vaksin’den gelen, ben de 5 diyordum ama Sputnik V). Bunlar %90’ın üzerinde etkinlik bildirdiler. Buna karşın Oxford, Astra Zeneca sponsorluğundaki Oxford üniversitesinin aşısı, ilginçtir %70,4 diye bir oran verdi. Fakat bu diğerlerinden daha düşük, onlar kadar iyi değil demek değil çünkü Astra Zeneca çalışmalarının ilk bölümünde yarım doz kullanmış. Normalde piyasaya vereceği aşının içindeki etkin maddenin yarısını vermiş yan etkiyi gözlemek için. Bir gruba da tam doz vermiş. İlk grupta %70’lerde, tam doz verdiğinde aslında %90’lardaki etkinliğe bu da erişiyor. Brezilya ve Güney Afrika’daki yarım doz uygulamalarında böyle %70 gibi bir oran çıktı. Şimdi Astra Zeneca’nın aşısının bir özelliği var, birincisi “özellikle kâr amacı gütmeyeceğim bu aşıdan” diye bir durumu ilan etti. Özellikle bu mRNA aşısı yani BiontecH/ Pfizer ya da Moderna aşıları böyle 20 dolarlar civarında iken Astra Zeneca aşısını 2 ile 4 dolar arasında satacağını ilan etti. Bu önemli bir nokta, ikincisi muhafaza edilmesi, saklanması konusunda -70’ler, -20’leri gerektirmemesi önemli. Bu iki durum Oxford’un diğerlerine oranla göreceli olarak daha düşük etkinliğe sahip olmasına karşın birtakım avantajlar sağlıyor. Ülkelere baktığımız zaman Japonya, ABD, İngiltere, Almanya, Kanada, Avrupa’daki işte Avrupa Topluluğu Birliği ülkeleri bunun dışında sadece bunlar değil, Estonya’dan Avustralya’ya, Kanada’dan İsviçre’ye Meksika’dan GAVI kapsamındaki ülkeler, yani Afrika’daki birçok belirli bir gelir düzeyinin altında ülkeler. Bütün bunların hangi firmadan ne kadar sipariş verdikleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Hem bu konuyu hem de hangi ülke aşılayacağını ilan etti? Bu konudaki gelişmeleri isterseniz pazartesi günü bu konuya odaklanalım.
ÖM: Evet.
SB: Burada durayım.
ÖM: Yarınki programda ne var Önce Sağlık programında?
SB: Evet o konuda ilginç bir şey söyleyeceğim, yarınki Önce Sağlık’ta Prof. Dr. Yağız Üresin konuğumuz olacak; kendisi İstanbul Tıp Fakültesi Klinik Farmakoloji Ana Bilimdalı Başkanı ve klinik araştırmalar konusunda Türkiye’nin en yetkin kişilerinden bir tanesidir. Yağız’la ağırlıklı olarak aşılar ve ilaçlar konusunda Türkiye’de yapılan çalışmaları konuşacağız. Daha sonraki haftalara ait iki haber: bir sonraki hafta Dünya AIDS Günü olduğu için AIDS’i ele alacağız. Daha sonra büyük bir olasılıkla eğer program akışında olağanüstü bir gelişme olmazsa Bilim Kurul üyelerini çıkartmaya çalışacağız Önce Sağlık programında. Onlardan kabul eden arkadaşlarımıza konuk olmaları için çağrı yaptık, bazıları “olur” dedi, bazıları “düşüneyim” dedi. Belki bilim kurulu üyeleriyle de böyle bir ‘exclusive’ bir program yaparız.
ÖM: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.
SB: Ben teşekkür ederim, iyi günler.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
SB: İyi günler, iyi hafta sonları.