Gripten iki, HIV’den dört kat daha az: Yeni tip koronavirüs günde 1-2 kez mutasyona uğruyor

-
Aa
+
a
a
a

Prof. Selim Badur, Korona Günleri’nde kasım aylarında bilimsel bir dergide yayınlanan mutasyonla ilgili makaleye değindi; şu ana kadar endişe edici bir varyantın olmadığını belirtti.

Selim Badur'la Korona Günleri: 24 Aralık 2020
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 24 Aralık 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(24 Aralık 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar.

Selim Badur: Günaydın, günaydın herkese.

Özdeş Özbay: Merhaba.

SB: Merhaba, günaydın Özdeş! Günaydın Feryal! Dies Natalis Domini bu İsa’nın doğum günü, Latince böyle söyleniyormuş kiliselerde, 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece. Hristiyan dinleyicilerimizin Noel ya da Christmas’ını kutlayalım.

Yine 3 günden beri çıkan yeni olguları üçe böldüğümüz zaman ortalama günlük pazartesiden bu yana günde 626 bin 700 kadar yeni olgu var. Bir süreden beri 600-650 bin marjında değişiyor saptanan yeni olgu sayısı, yani hızla devam etmekte. Bu arada tabii 3-4 gündür bu yeni varyant, İngiltere’de saptanan, üzerinde çok spekülasyon yapılan konu gündemde. Oraya gelmeden önce basından 1-2 haber vereyim, özellikle Batı ülkelerinde ne oluyor. ABD’de yaşlılarda Covid-19’a ait yeni bir klinik bulgu ortaya çıkmış ‘brain fog’ adı veriliyor. Yaklaşık 800’den fazla 65 yaş üstü Covid hastasında bakılmış, %28’inde zihin bulanıklığı saptanıyor. Yani bu tarz bir etkisi olabileceği söylenmekte. Belki bu konuyu Güven beyle irdelemekte yarar var. Avrupa Topluluğu ...

ÖM: Belki de Açık Gazete’nin bu kadar karmaşık bir şekilde devam etmesi bende Covid geçmesinden dolayı olabilir! Beyin sisi!

SB: Ama sadece sizli ilgili değil Özdeş ve bana da bulaştı, belki de Feryal’e de hep beraber.

ÖÖ: Haberimiz olmayabilir tabii.

SB: Asemptomatik brain fox! İngiltere’den 19 gün, Amerika’dan da 1 hafta sonra Avrupa İlaç Birliği ya da Komitesi EMA aşıya onay verdi, 17 Avrupa ülkesinde Covid-19 aşılaması hemen bir arada başlayacak. Örneğin Fransa 27 Aralık’ta yaşlılardan başlıyor, yaşlı evlerindeki, bakımevlerindeki aşılamayla başlayacak. Dün bir rekor kırıldı Almanya’da. Almanya ilk kez 962 ölümle ölüm rekoru kırdı Covid-19’dan. Bu arada Tayvan işler yolunda gidiyordu: 253 gün olgu saptanmadan geçmişti ki, dün ilk olgu bildirildi. Bir de Brezilya’daki Manavus Amazon bölgesi Science’da bir yazı çıktı, o bölgedeki insanlar %76’sı pozitifmiş yani dörtte üçü virüsle temas etmişler, 8 Aralık’ta çıkan Levis Boss ve arkadaşlarının bir yazısı. 

ÖM: Çok çarpıcı bir rakam değil mi? 

SB: Evet, Amazon’da toplumsal bağışıklığa erişmişler sayılabilir; toplumun dörtte üçü büyük çoğunluğunun virüsle temas ettiğini ve hiçbir önlem alınmadığını ya da engellenemediğini gösteriyor. Bütün bunlar olurken Donald Trump kongrenin kabul ettiği 9 milyar dolarlık ek bütçeyi reddetti. Bunu da utanç verici bir talep olarak tanımladı “ben farklı bir biçimde yardım edeceğim Covid sorunu yaşayanlara” dedi. 

ÖM: “İsraf!” demiş.

SB: Evet “israf!” demiş değil mi? ABD deyince geçen hafta Önce Sağlık programında konuk aldığımız ABD’den halk sağlığı uzmanı Dr. Derin Allard’dan bir mail aldım. Kendi hastanelerinde bu CDC ve NIH’in önerisi doğrultusuna bütün hastanelerde o bölgedeki California civarındaki hastanelerde kullanılan Covid tedavisinin protokolünü göndermiş. Ben rica etmiştim, “ilginç olaylar oldukça basında yer almayan bizi lütfen haberdar et” diye, sağ olsun ve şunun altını çiziyor, bizden farklı olarak Batı’da ne yapıldığına bakmak için, ayakta tedavi edilen hastaya ilaç verilmiyor, hastaneye yatırılan ama oksijen gerektirmeyenler için de ilaç verilmiyormuş. Ancak hastaneye yatırılan ve oksijen gereken hastalara steroid ve/veya rendevisir veriliyormuş. Şimdi ilginç bir yaklaşım çünkü yine Dr. Derin Allard’ın belirttiğine göre “ben meslektaşlarımdan öğrendiğim kadar Türkiye’de ve Hindistan’da (iki yerden bu bilgiyi almış) Covid teşhisi konulan ve ayakta tedavi edilen hastaların da famipiravir veriliyor ve bu Amerika’da yapılmıyor” dedi. Tabii bu konuda aslında bir fikir birliği olmaması ilginç ama Covid konusu gündeme geldiğinde bir süreden beri fark ediyorum, o kadar fazla evrensel kabul görmüş doğrular hiç de homojen değil, tedavi protokollerinde böyle farklılıklar var. Vaka tanımlarında farklılıklar var ve güleceksiniz belki ama Fransız basını takip etmeye çalışıyor demiştim, bir kısmı “le Covid-19” diyorlar bir kısmı “la Covid-19” diyorlar. Yani önüne taktıkları ‘le/la’ da bile homojenizasyon yok. Garip bir şey, öyle değil mi ilginç? ‘La Covid’ mi ‘le Covid’ mi onu bilemiyorlar. Aynı durum okulların kapatılmasıyla da ilgili, o konuda da siz de ısrarla vurguluyorsunuz, gerçekten bir homojenizasyon yok, ortak bir uygulamaya geçilmedi. Mutasyon...

ÖM: Bu arada bir öneride bulunayım, ‘le Covid’ doğru Covid gibi bir hastalık dişi olamaz!

SB: Güzel, peki! Dörtte üçü ‘la Covid’i kullanıyor ama özellikle İsviçre’de ‘le Covid’ de deniyor! Bir konu vardı bu kapanmanın 4 hafta olması gerektiği vurgulanıyor, neden 4 hafta diye siz sormuştunuz. Bunun nedeni kapanma süresi aslında çok göreceli bir şey çünkü ‘bir toplum içindeki yaygınlıkla ne sıklıkla kapanma yapılacağıyla ve kapanma sonunda olası öbeklerin, grupların sizin filyasyon kapasitenize uygun olacak mı?’ konularıyla ilintili olarak değişmekte. Genellikle alınan karar kuluçka süresinin iki misli süresinde kapanma etkili oluyor. Yani eğer kuluçka süresini siz 14 gün diye düşünürseniz 14x2=28 gün yani 4 hafta kapanma en mantıklı geliyor. Özellikle ev içi bulaşma göz önünde bulundurularak bu 2 kuluçka süresinin kapanma süresini belirlemesi söz konusu. Tabii 14 gün değil de bugünlerde birçok ülkede 10 güne indirildi, o zaman 21 gün yani 3 haftadan kapanmadan bahsedilebilir. Unutmayalım ki hastalığın toplumdaki yaygınlığı göz önünde bulundurulmalı. Kapanma mutlak olmayacağı için çünkü bazı sektörler, bazı alanlarda çalışma devam edecek, yine bazı gruplar ve öbekler kalacaklar. Bunlara doğru dürüst bir filyasyonla kontrol altına alınması ancak mümkün olabilecek. Yani kısaca bu 4 hafta ya da 3 hafta konusunun arkasındaki mantık kuluçka süresiyle ilgili ama bu da çok göreceli bir şey çünkü hastalığın yaygınlığı ve “kapanma sırasında bunlar zorunlu olarak çalışacaktır” dediğiniz kesim o kentteki nüfusun yüzde kaçını oluşturuyor. Bütün bunlarla hesaplanan burada da kısacası homojenizasyon yok. 

Gelelim bu varyant konusuna, bir kere ‘Anal of Surgery’ isimli bir cerrahi dergisinde kasım ayının başında mutasyonlarla ilgili bir yazı çıkmıştı. Geriye dönüp baktığımızda bu varyant konusu ele alındığında bu yazı önem kazandı çünkü bu yazıda ilginçtir cerrahi dergisi olmasına rağmen virolojiyle ilgili, virüslerle ilgili ayrıntılı birtakım bilgiler verilmiş virüsün davranışlarıyla ilgili. Deniyor ki “bu virüs her ay 1-2 adet mutasyona uğruyor”, bu hesaplamaya göre influenzadan yani grip etkenine 2 kez, HIV’den de 4 kez daha düşük aslında. Genomun boyutuna baktığımız zaman mutasyon oranı aslında düşük. Baştan beri söylüyorum ben RNA virüsü olduğu halde çok daha fazla mutasyon beklenirken büyük sayılara ulaşmadı bu mutasyon oranı. Çünkü toplam bir ayrıntı belki ama orana bakarak durum daha iyi anlaşılır diye vermek istiyorum. Virüsün toplam 29 bin 903 tane nukleotiti var, sadece 23’ünde mutasyon saptanıyor. Yani gerçekten koca genomu büyük diye düşünürsek eğer onun 23’ünde yani çok düşük bir oranında, yani binde 1’inden daha az bölgesinde mutasyon oluyor. Peki nereden çıktı bu mutant? Büyük bir olasılıkla immün sistemi baskılanmış hastalarda ortaya çıkıyor, oluşuyor bu değişimler. Çünkü bu hastalarda virüs daha uzun süre kalıyor. Örneğin PCR testleriyle 4 aya kadar pozitiflik saptanabiliyor bu immün sistemi baskılanmış, immünosüpressif kullanılan hastalarda. Bu uzun kalış süreci virüse değişim için uygun zaman ve ortam hazırlıyor ve bu da gerekli süreyi tanıması nedeniyle onlarda oluşması söz konusu. Biliyorsunuz İngiltere’de Boris Johnson’ın Sağlık Bakanı Matk Hancock “bunlar kontrol edilemez bir gelişme” dedi, buna karşılık DSÖ “hayır böyle bir şey söz konusu değil, bilimsel bir kanıt yok” diyor. Kent bölgesinde yeni varyantın çok hızlı yayıldığını savunuyorlar, gösteriyorlar İngiliz araştırıcılar, bilim insanları ama ECDC Avrupa’daki Hastalık Kontrol Merkezi onlar bu işin biraz abartıldığının altını çiziyorlar. Bilinen tek şey bu varyantın yayılması. Kasım ayında İngiltere’de saptanan bütün Sars-Cov-2’nin %28’i bu varyanttaydı, 9 Aralık’ta ise %62’si yani bu virüs ortama hakim oluyor. Bunu biliyoruz İngiltere için ama şimdiki veriler ya da olayın büyüklüğüyle ilgili söylediklerim epidemiyolojik bulgulara dayanıyor, virolojik bulgular henüz yok bu varyantın uygulanacak, kullanılacak aşılardan kaçıp kaçmayacağı yani “aşılar bu varyanta etkisiz mi olacak?” sorusu belki pratikte en önemli nokta ama bugün biliyoruz ki hayır böyle bir şey olmayacak. Bu varyantın daha tehlikeli ve daha ölümcül olduğuna dair henüz bir bulgu yok. Bütün bunlara değinirken yine bir homojenitasyon eksikliği diyeyim, haberlerde hep İngiltere’de bu sorun ilan edildikten, duyurulduktan sonra hemen AT, Türkiye dahil ülkeler İngiltere’yle kapılarını kapattılar. En az 48 saat dediler ama daha 24. saat dolmadan kapıları açmaya başladı bazı ülkeler “yok canım gelsin İngiltere’den dönecek olanlar”; yani burada da bir standardizasyon yok. Örneğin Almanya “9 gün daha kapayacağım” gibi uzun bir süre kaparken İngiltere’ye kapılarını, Fransa 24.saatte sanıyorum yani 48 saat dolmadan açma kararı aldı. Türkiye’den haberlere bakalım isterseniz. 

Dün Ankara Numune Hastanesi biliyorsunuz şehir hastanelerinin açılacağı gerekçesiyle kapatılmıştı. Tarihi oldukça eski, klasik bir sağlık hizmeti veren önemli bir hastane, sembolik özelliği de var. Bu hastanenin C bloku 737 bin TL harcanarak Covid servisi olarak tekrar açıldı. Yine Ankara’da Zekai Tahir hastanesi karantina için, özellikle yurt dışından gelenler için kullanıma açıldı. Yani toplam bu “şehir hastaneleri açıyoruz” gerekçesiyle kapatılan 6 hastane yavaş yavaş devreye sokuluyor. Tabii bunların olmaması gerekirdi, belki bu hastaneler baştan Covid hastanesi ilan edilip böylece her hastaneye hem Covidli hem Covid sorunu olmayan hastaların yığılması ve ülkemizde başka ülkelerden daha farklı, daha yüksek oranda hastane içi bulaşların olduğunu biliyoruz. Belki bunlar daha iyi idare edilebilirdi. Bu haber önemli çünkü özellikle birazdan TTB’nin 1-2 demecini, basın toplantısındaki açıklamasına değineceğim ama ona geçmeden önce yayınlanan bir rapor var.

Doç. Dr. Fatih Artvinli kendisi Türkiye’de de salgın yönetimi, kurumsallaşma ve kurumsal hafıza sorunu diye İstanbul politik araştırmalar enstitüsünde çıkan 32 sayfalık bir rapor, burada çeşitli kurumlardan bahsediyor, işte Fransa’da Pasteur Enstitüsü, Almanya’da Robert Cohen Enstitüsü, Türkiye’deki Hıfzıssıhha geçmişi. Neden bu tip pandemilerde, böyle salgın dönemlerinde geleneği izleyen birtakım kurumların, kurumsallaşmanın önemini vurgulayan bir rapor. Raporun sonunda “bir hükümetin pandemiyle mücadelesindeki başarısı sadece sağlık çalışanlarının kapasitesine ve kabiliyetine bağlı değildir. Aynı zamanda ülkedeki bilim insanlarına yeni bir tedavi, aşı bulma konusundaki etkinliğine ve yetkinliğine, toplumun niteliğine, kültürüne, salgın yönetimine güven duyup duymaması gibi pek çok etkene bağlıdır” diyor. Önemli bir rapor

ÖM: Ben şunu da ekleyeyim, Dr. Fatih Artvinli’nin sizin Şadi Yenen’le birlikte editörlüğünü yaptığınız yeni yayınlanan pandemi ve Covid-19 kitabında da ‘Salgınların tarihi toplumsal ve siyasal açıdan kısa bir bakış’ başlıklı önemli bir yazısı da yer alıyor.

SB: Türkiye’deki haberlere baktığımız zaman tabii daha önce değinmiştik, İpsos’un yaptığı çalışma 9 Aralık itibariyle Türkiye’deki ankete katılanların %26’sı aşıya kuşkulu yaklaşıp “ben aşı yaptırmam” diyordu. Her hafta artmakta ve dün özellikle arkadaşlarımı uyardılar sosyal medyada bu aşı karşıtlarının seslerini yavaş yavaş yeniden yükselttikleri, duyurmaya başladıkları görülüyor. Tabii bir kararlılık olmaması bu zemini de hazırlamakta. Örneğin bakanlığın yaptığı açıklamalar, alternatif aşı teminine ilişkin görüşmeler devam ediyor. Bilim Kurulu Üyesi Oxford aşısı için ön sözleşme imzalamış. Acaba Türkiye’de aşı üretilecek mi nisandan sonra onu kullanacağız. Milyonlarca doz yerli aşı nerede üretilecek? Tabii bunların cevabı yok ve netleşmiyor, bu netleşmeme tabii beraberinde bu belirsizliği ve kargaşayı da getiriyor. Aşılamanın başlayacağı tarih de gittikçe ötelenmekte. Yılın ilk haftası başlayabilir, hatırlayacaksınız 11 Aralık’ta… Aralık sonuydu filan ocağa kaldı. Bu arada Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi sitesinde her gün hastalanan kişileri il sağlık biriminde ve yaşamını yitirenleri bildiriyordu. İnternet sitesinden ilan etmiş “artık bundan sonra merhum hastalarımızdan Covid tanısı aldığını açıklayacağız” diye. İlginç bir açıklama, niye böyle yaptılar?

ÖM: Daha önce açıklamıyorlarmış yani öyle mi?

SB: Daha önce açıklıyorlardı ama artık açıklamayacaklarmış. 

ÖM: Çok güzel!

SB: Bilgi vermeyi kesecekler, kesmişler. Covid-19 aşılarıyla ilgili Türkiye’den son bir haber, TTB’nin açıklaması aşı konusunda tereddüde yol açan nedenlerin başında biraz önce örneklerini vermeye çalıştığım gibi risk/yarar ikilemi bildirilmekte. “Bağışıklamanın başarısı bu uygulanan aşı programına duyulan güvene bağlı” diyorlar. Bunun için bir yol haritası çizmişler, bir aşının salgınlarda uygulanabilmesi için ne tür özelliklere sahip olması gerektiğini tanımlıyorlar bu raporlarında, bu TTB’nin tutum belgesinde. Özellikle aşı çalışmalarına ilişkin veriler nitelikli bilimsel dergilerde yer almalı ve/veya bilimsel raporlar kamunun erişebileceği biçimde yayınlanmalı. Aşıyla ilgili üretim sürecinin kalite güvencesi tamamlanmış olmalı ve süreç kamuoyuyla şeffaf bir şekilde paylaşılmalı. Bu şeffaf paylaşma bizde birçok konuda olduğu gibi bir sorun olmaya devam ediyor. Nihayet Bilim ve Teknoloji dergisinde çıkan bir yazıda Orhan Bursalı da “yerli aşıda çıkabilecek beklenmedik sonuçların üstesinden gelmek pek mümkün olmaz. Aman dikkat edin” yazısı yazmış. İlginç bir nokta, uzman psikolog Sabri Yurdakulun’un açıklaması enfekte olmayan ama belirti gösteren “yalancı koronavirüs” hastalığı ülkemizde yayılıyormuş. Yani enfekte olmadığı halde kendisini koronavirüsüyle enfekte olduğunu sanan, düşünen insanlar ortaya çıkıyor. 

Biz bunlarla uğraşıyoruz, Batı ülkeleri ise bugün Noel yemeği, ailelerin bir araya geldiği bu geleneksel yemek nasıl yapılacak? Çünkü Fransa ve birçok Avrupa ülkesi “yapmayın bunu” dedi, “yaşlılar ayrı, mutfakta yesinler” filan “vay nasıl dersin bunu” tartışmaları. Onların derdi başka, “ne yapalım?” gibi “Christmas yemeğini bu dönemde nasıl yapılmalı?” formülleri ya da önerileri yazıları çıkıyor “bu akşam ne yapacağız” diye. “Geleceğe odaklanın, bugünkü olumsuzluklardan bahsedip birbirinize karamsar bir hava yaratacağınıza Noel yemeği sırasında gelecekteki iyi günlerdeki planlarınızdan bahsedin. Sakin olun!” Neler konuşulacağına dair öneriler var bu Christmas yemeklerinde. 

Bir ilginç nokta Kalifornia’dan; orada çok yayılıyor bu hastalık, başlangıçta daha idare ediyorlardı ama özellikle ABD’nin bu bölgesinde yoğun bakım yataklarının dolması üzerine aşılar da gündeme geldi madem Amerika’da. Beverly Hills’ten bir doktor, Los Angeles’tan bildirmiş “bana 25 bin dolar rüşvet teklif ettiler öncelikli olarak benim ailemi aşıla” diye bir takım varsıl insanlar aileler ABD’de doktorlara para verip henüz daha aşılama grubundan olmasalar bile “aman bizi aşılayın” diye bir takım böyle rüşvetler veriyorlar. Fransa’da ise aşı yaptırmayanlara karşı yasa tasarısına ‘sağlık diktatörlüğü etkisi’ geldi. Buna da birazcık bakarız, üstelik de “totaliter bir yaklaşımdır bu” deyip şikâyet edenlerin başında kim geliyor? Demokrasinin koruyucusu Marine Le Pen geliyor, bu da ilginç! Totaliterliğe karşı çıkıyor Marine Le Pen! 

Son bir haber verip bitireyim, bir önceki programda bahsetmiştim, özellikle insan genonumun içine entegre olan, içine giren ve oralara yerleşen virüsün genetik materyali bu belki de kronik hastalıklara yol açabilir gibi bir laboratuvar bulgusu vardı. Bu hakem denetiminden geçmemiş bir yazı idi. Bu biraz laboratuvar çalışması olarak gösterilmişti, buna ait pratikteki bir uygulama yayınlandı New England Journal of Medicine’de. Özellikle immün sistemi baskılanmış hastalarda, az sayıda hastada bunu gösterdiler. Yani immün sistemi baskılanmış ve bir grup hasta diyelim immün sistemi yeterince iyi, sağlıklı çalışmayan hastada demek ki Covid-19’un kronikleşmesi söz konusu olabilir. Hem deneysel çalışmalarda hem de pratikte hastalar arasında bu durum gösterilmiş oldu. Bu ilginç bir gelişme, yani işin daha da karışık bir hale gelmesine yol açabilecek. Sanıyorum ben burada durmam lazım, sürem doldu ama yarın Önce Sağlık programında Bilim Kurulu üyesi Ateş Kara’yı ağırlayacağız. Eğer son anda bir sorun çıkmazsa konuğumuz Hacettepe Üniversitesi Pediatri Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Ateş Kara olacak. Evet ben burada durayım.

ÖM: Çok teşekkür ederiz.

SB: Hem Noel’i kutlayayım hem de iyi hafta sonları dileyeyim. Yarın Önce Sağlık programında görüşmek üzere, teşekkürler, sağ olun!

ÖÖ: Teşekkür ederiz.