Covid-19 pandemisinin Türkiye’deki bir yılı

-
Aa
+
a
a
a

Korona Günleri’nde Pro f. Selim Badur, yeni tip koronavirüs pandemisinin Türkiye’deki bir yılını anlattı.

Selim Badur'la Korona Günleri: 11 Mart 2021
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 11 Mart 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(11 Mart 2021 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur merhabalar.

Selim Badur: Günaydın efendim, günaydın Özdeş, günaydın Feryal.

Özdeş Özbay: Günaydın.

SB: Bugün bir sene-i devriye biliyorsunuz, 11 Mart 2020 Türkiye’de ilk Covid-19 bulgusunu saptandığı, ilan edildiği, açıklandığı gün. O nedenle bu programı biraz Korona Günleri’nin alışılagelen akışından farklı olarak 1 yıl boyunca Türkiye’de neler oldu? onları özetlemek üzere bir hazırlık yaptım. Öyle bir program yapalım ama bu arada son 3 günde ortalama 291 bin 800 olgu listeye eklendi. Bir de önemli bir yayın çıktı dün, British Medical Journal’da Robert Challen ve arkadaşları İngiliz varyantının %64 daha ölümcül olduğunu açıklayan bir çalışmaları yayınlandı. Büyük bir oran.

ÖM: Çok önemli.

SB: Bu önemli, tabii haberlerde bir de İtalya, Rusların Sputnik V aşısını üretecek, karar alındı, anlaşma imzalandı Ruslarla. Eğer kısa süre sonra kısaca EMA denilen Avrupa İlaç Ajansı Rus aşısı Sputnik V’ye, onay vereceği bekleniyor çünkü dosya ile başvuruda bulunacaklar, yakın eğer onay vermez ise Rusya İtalya’ya şöyle bir garanti vermiş “ben bütün üretilen aşıları satın alacağım ve Afrika’ya dağıtacağım” diye. 1 Temmuz’dan yıl sonuna kadar 10 milyon doz aşı üretimi söz konusu imiş. Bir de Almanya’da muhafazakâr grubun iki üyesi maske satıcıları ile hükümet arasındaki anlaşmalarda arabuluculuk yapıp yüzbinlerce euro komisyon almaları nedeniyle böyle bir durum ortaya çıktı. Diğer haberleri bir kenara bırakıp isterseniz şu Türkiye’de 1 yılda neler yaşadık? Ona bakalım çünkü ilginç açıklamalar oluyor, sembolik bir örnek vermek istiyorum. Dün akşam Sağlık Bakanı tarafından şöyle bir haber Twitter bilgisi “inanç, azim ve kararlılık olduğu sürece kırmızı maviye en yakın renktir” gayet açık ve net bir pandemiyle mücadele mesajı herhalde, kırmızı maviye en yakın renktir, işte tabloda kırmızı renkli iller maviye dönüşecektir ama hoş bir metafor diye düşünenler vardır herhalde. 

ÖM: Kırmızıyla mavinin birleşmesi de mor yapar değil mi? O da feminist rengi.

SB: Evet tabii ama o zaman tutukluyorlar! Peki biraz bir yıl boyunca yaşananlara bakalım: 2020 başında Çin’den ilk bilgiler geldiğinde, 10 Ocak tarihinde gerçekten de dünyada Bilim Kurulu’nu ilk oluşturan ülkelerden olduk, Türkiye kurdu ama Bilim Kurulu’nda uzmanlık dernekleri, meslek ya da hastalık örgütleri, sendikaları yoktu ve bugüne dek 1 yıl boyunca böyle devam edildi. Bilim Kurulu oluşturuldu ama bu bilim kurulunun yaptırımı, bilim kurulunun hangi statüde oluştuğu, neye göre meydana getirildiği filan bunların hiçbirisi belli değil. Bir yönetmeliği filan soruşturdum, baktım öyle bir şey yok. 

ÖM: Mevcut değil.

SB: Evet yani havada adı ‘Bilim Kurulu’. Şimdi 2020 Şubat ayında yavaş yavaş dünya alarma geçiyor, DSÖ uyarılarını sürdürürken biz turizmin 1 yıl öncesine kadar aynı dönemde %3,8 arttığını, 1,73 milyon turist geldiğini açıklayıp bunu kutlamalarını, bunun sevincini yaşıyorduk. 11 Mart’ta ilk olgu bildirildi, aradan 5 gün geçti 16 Mart’ta TTB merkez konseyi başkanı Sinan Adıyaman’dan büyük bir kentimizde “Covid patladı” açıklaması yapıldı. Bu büyük kent İstanbul’du. Nitekim 8 Nisan 2020 günü DSÖ’nün Avrupa direktörü bir açıklama yaptı. DSÖ’nün açıklamalarında ülke adı genellikle zikredilmez, söylenmez ama bütün temayüllerin aksine “virüs yayılmasında geçen hafta ciddi bir artışın yaşandığı Türkiye için endişeliyiz” açıklamasını yaptı DSÖ Avrupa direktörü. Çok enderdir böyle ülke adı vermesi. O güne dek test yapılmıyordu ve hastalar tanı almamışlardı, izole edilmemişlerdi, salgın yayılmıştı. Daha sonra tüm olguların yurt dışı kaynaklı olduğu söylendi. Elbette bir ülkede dışarıdan geliyor salgın ondan sonra yurt içi olguları olarak yayılıyor. Bu doğal bir şey ama biz sürekli olarak o dönemde ısrarla “tüm olgular yurt dışı bağlantılı” diyerek yurt içinde bulaşın olmadığının altı çizmeye çalıştık. Olacaktı tabii sonuçta. Takip edildi, Avrupa ülkelerinden gelenler afişe edildiler ama örneğin o dönemde umreden dönenler gruplar kontrol edilemediler ve hastalığın yayılmasında önemli bir grup oluşturdular. İlk olgudan ancak 1,5 ay sonra temaslı takibi denilen bir kavram gündeme geldi Türkiye’de. Bu arada 65 yaş üzeri grupların sokağa çıkma kısıtlamaları getirildi. Bu dünyada tekti, hâlâ da tek, böyle bir uygulama başka bir ülkede yok. Gerekçeleri, getirileri, götürüleri bunlar hâlâ açıkça tartışılmıyor. Bu arada birinci basamağın önemi anlaşıldı, tabip odaları bunu ısrarla dile getirdiler. Çünkü pandeminin hastanelerde tedavi ederek kontrol edilemeyeceği biliniyordu ama bizde sağlıkta dönüşüm projesi yapılmıştı ve buna bağlı olarak da özellikle hastaneler ve tedavi edici tıp yaklaşımı hep ön plana çıkartıldı. Bu çelişkiler ve değim yerindeyse tutarsızlıklar konusunda maskeler üzerinden bir örnek vermek istiyorum. Maske satışları çok ilginç bir süreci gösterdi ve ayna tuttu bize. 7 Nisan’da maske satışları yasaklandı, sonra birkaç gün arayla önce “PTT’den dağıtılacak” dendi maskeler, sonra “eczanelerden alınacak” dendi, “telefon koduyla alınacak” dendi, “işyerlerinde dağıtılacak” dendi ve tam bir ay sonra 1 Mayıs’ta da 1 TL’ye satışı başladı.

27 Nisan günü önemliydi, bu tarihte Covid-19 nedeniyle 95 ölüm, 1736 yoğun bakım hastası, 882 entübe olan hasta vardı. Yani ciddi boyutta hastalığın yükünü yaşıyorduk ama Ankara’dan bir açıklama geldi, “hastalığın üzerinden gelerek Ramazan sonu çifte bayram kutlanacağı” açıklandı. Aynı gün hem bu belirttiğim sayıda rakamlar, hastalar vardı, Avrupa’da da olgu sayısında 3.sıraya yükselmiştik ama işte “ramazan sonu çifte bayram kutlanacağız” müjdesi verildi. Herhalde birtakım sert önlemler, girişimlerle olgular sürekli aşağı çekilecek beklentisi içerisine girdik bizler ama 4 Mayıs’ta bir baktık ki Antalya, Mersin, Muğla, Erzurum, Malatya ve Aydın illerinde iller arası trafik ve dolaşım serbestliği getirildi. Burada özellikle Antalya, Mersin, Muğla ve Aydın gibi turistik beldelere ulaşım illeri önemliydi. 11 Mayıs’ta AVM’ler açıldı ve seyircili futbol maçları başladı. Bu bağlantıda futbol maçlarıyla ilgili ilginç bir demeç var “futbol hassas, geniş kitleleri ilgilendiren bir alandır” diye başlayan bir demeç. Sonunda “Türkiye Futbol Federasyonu’nun Bilim Kurulu vardır ve Sağlık Bakanlığı ya da Bilim Kurulu karar vermez Türkiye Futbol Federasyonu karar verir seyircili mi seyircisiz mi olacağına” dendi. Bu da herhalde dünyada bir ilkti. Bu arada geçen sürede TTB’nin uyarısı oluyor sürekli olarak, DSÖ’nün Covid-19 olgularını bildirimde 2 kod kullanılıyor U071 ve 072. 072 PCR testine bakılmaksızın vaka olgu bildirimiydi, klinik ve tomografi sonuçlarına göre. Türkiye bu ikinci kodu hiç kullanmadı uzun süre. Yine aynı dönemde bilimsel çalışmalar izne bağlandı hatırlayacaksınız, ancak ilginçtir 13 Mayıs günü New England Journal of Medicine yine alışılagelmişin dışında bizlere özgü bir olay meydana geldi. 174 yazarlı ilk isim Bilim Kurulu üyelerinden birisi bir yayın, sabah yayınlandı akşam geri çekildi. Ne oldu ne bitti bunu hâlâ anlamış değiliz, net değil. Bir süre sonra sağlık bakan yardımcısının yazarlardan biri olduğu bir yayın çıktı. Yayınlandı o makale ama makale insanları böyle acı acı güldürdü çünkü şubat ve mart ayındaki hastaların klinik bulguları anlatılıyordu, tedavideki başarılar anlatılıyordu. İyi de şubat ayında bizde olgu yoktu, bizde ilk olgu 11 Mart’ta açıklanmıştı. Nasıl oluyor da Türkiye’deki ilk olgu 11 Mart’ta açıklanıyor ama yayında şubat ayındaki olgulardan bahsediliyor. 

Bütün bu süreçte tabii idari yönden bir bağımsızlık olmadığını gördük. Neden? İki örnek vermek istiyorum bu konuyla ilgili, birincisi yerli aşı üretiminden çok bahsedildi, bu yerli aşı üretimine onay veren, bu çalışmaları denetleyen, daha sonra ruhsatlandırma sürecini yapan kuruluş aynı kuruluş. Yani bunlar birbirlerinden bağımsız değiller. Diğer bir nokta ocak ayı içinde Türkiye’de yapılan iki aşı çalışmasının faz3 değerlendirme ara ve erken raporları yayınlandı. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu istemişti bu çalışmanın yapılmasını, bu açılımın yapılmasını, bu açıklamanın yapılmasını ama klinik çalışmaya izin veren, daha sonra onaylayan, daha sonra ara sonuç isteyen aynı kurum. Bunlar böyle olmaması gerekiyor, birbirinden bağımsız kurumların farklı aşamalarda devreye girmesi gerekiyor. Yaz ayları plaj ve açık alanlar yasak iken AVM’lerin açık olduğu bir süreci yaşadık. Sürekli olarak insanlar ve yurttaşlar suçlandılar “biz çok endişeliyiz aman dikkatli olun, sorumsuz davranmayın, sorumsuz davranıyorsunuz” uyarıları geldi. Bazı fabrikalarda Dardanel gibi, Vestel gibi hasta çalışanların çalışmaya zorlandıkları haberlerini okuduk. ‘Ekonomik destek paketi’ adı altında düşük faizli 4 yeni kredi paketi açıklandı, konut, taşıt, sosyal hayata destek ve tatil. Israrla tatil yapmaları isteniyor yurttaşlarımızdan. Bu bir açıdan hoş bir şey tabii dinlenmesini istiyor vatandaşların yöneticiler. 

3 Haziran’da “ikinci dalga beklemiyoruz” açıklaması gelmişti Ankara’dan, ama TTB önce “kontrol altına alamıyoruz”, daha sonra “fırtına kapıda” dendi. Elbette yaz ayları bu açık alanların yasağı ama AVM’lerin ve tatil yerlerinin açık olmasıyla geçti ve sonbahar geldi. Havalar soğumaya başladı, okullar açıldı, kontrolsüz artış olacağı belliydi, beklenen oldu, Ankara ve Diyarbakır’da yoğun bakım yatakları doldu ve ilginçtir “bizde çok fazla televizyonlarda batıdaki gibi hastanelerde bir kaos, bir doluluk görüntüleri çıkmıyor” dendi. Tabii çıkmaz, çünkü o dönemde orta ağırlıkta hastalardan başlamak üzere birçok hasta evlerine gönderilmekteydi, hastanede tutulmamaktaydı. 

Eylül ayının son günü Sağlık Bakanı’ndan dünya literatürüne geçen bir açıklama geldi “her vaka hasta değildir” diye. Önde gelen Batı ajansları bu sözü flaş haber olarak geçtiler! Bu arada aşılar gündeme geldi biraz hızlanayım, evrim kuramının kitaplardan çıkartıldığı bir ülkedeyiz, tıp öğrencileri bile müfredatlarında artık görmüyorlar evrim kuramını, ama herkes mutasyonlardan konuşur oldu. Mutasyonlar konusunda herkes uzman oldu, ilgili ilgisiz herkes mutasyon, mutant, varyant konusunu konuştu “şöyleymiş böyleymiş” diye. Aşılar konusunda da benzer bir kaos yaşadık, aşı konusunu yakından takip ediyoruz. “Kendi aşımız yakında!” dedi Ankara’daki yetkililer 22 Eylül tarihinde. “Aşılamaya 11 Aralık’ta başlıyoruz, 20 milyon doz geliyor” dendi ama aşılama 13 Ocak’ta başladı. TTB gerekli aşı miktarının tüm risk grupları dikkate alındığında 120 milyon doz olarak açıkladı. Tabii tek bir firma ile anlaşma yapılmış olması bir sorundu, çünkü herhangi bir firma üretimde bir sorun yaşar ise eğer tamamen aşısız kalacaktır. Bu bir gerçekten dikkate alınması gereken bir nokta çünkü görüyoruz ki irili ufaklı gelişmiş ya da gelişmekte olan birçok ülke çok sayıda firmayla anlaşma yapıyor, farklı oranlarda. Tek bir firma ve beklenen oldu, herhalde üretimde öncelikli birtakım sıkıntılar olduğu için ‘30 Aralık’ta 20 milyon doz geliyor’ yerine 3 milyon doz geldi. Biontech Pfizer aşısının “Mart ayı içinde 4,5 milyon doz” dendi, sonra “500 bin” dendi, henüz bir şey yok. “Günde 2 milyon kişiyi aşılarız 3 ayda toplumsal bağışıklığı sağlarız” dedi Bilim Kurulu üyelerinden birisi ama bu böyle olmadı. Ancak çok daha az gidiyor aşılama oranları. Tabii “Güneydoğu Anadolu’da aşılama oranları düşük” dendi çünkü öncelikle 65 yaş üzeri aşılandığı için orada da fazla 65 yaş üzeri yok yüzde olarak, daha genç bir nüfus var. Bakıyoruz daha önceki programlarımızda da değinmiştim, eski günlerde farklı aşı kampanyaları yapılırken, özellikle çocukluk çağı aşılarında tiyatro sanatçılarının televizyonlarda “haydi çocuklar aşıya!” kampanyası yaptıklarını, billboardların, duyuruların çok sık yapıldığı ve etkili bir kampanya yapıldığını görüyoruz. Neden Covid-19’la ilgili bir kampanya yapılmıyor televizyonlarda, billboardlarda? Bunu nedeni açık bir parça da, çünkü elde aşı yok! Büyük bir kampanya yapıp da milyonlar aşılama talebinde bulunursa onları karşılayacak aşı miktarına sahip değiliz. 

Görüyoruz ki işletmeler kapalıydı, 1 Mart’ta açıldı ama ‘lebalep’ parti toplantıları, kongreler düzenlenmeye devam edildi. Bütün bu süreçte 2 değerlendirme raporunu söylemek istiyorum, bunlardan bir tanesi bu alınan önlemlerin, ülkeler bazında alınan önlemlerin düzeyini ve etkinliğini değerlendirme konusunda bu süreçte, pandemi döneminde geliştirilen bazı değerlendirme yöntemleri var. Bunlardan bir tanesi Oxford üniversitesinin ‘uygulamaların varlığına göre puanlama yapılıyor. Sonuca bakmadan neler uygulanıyor?’ diye işte kısıtlamalar, kapanma politikaları, gelir desteği, yardımlar, sağlık sistemi politikaları gibi Türkiye mart sonu, nisan başında indeks değerinde 100 üzerinden 75 almıştı, Ağustos’ta bu oran 43’e düştü ve düşmeye devam ediyor. Bu arada başka bir değerlendirme de TA (Total Analysis) isimli bir grup, bunlar TA Covid Data Tranparency İndeksi oluşturdular. CDTI diye web sitelerinden ve Aralık 2020 günü dünyadaki ülkelere bu süreci yönetmede şeffaflık kriterlerine göre sıralamasını yaptılar. Daha önce de değinmiştim bu konuya bir programda, Türkiye 100 ülke arasında 97.sırada şeffaflık konusunda. Biz Sırbistan, Kuzey Kore ve Türkmenistan’ı geçmişiz ama önümüzde 80’li sıralarda Belarus var, Kamerun var, Etiyopya var, Özbekistan var. 

Peki geldiğimiz noktada ne var? Dün itibariyle Ankara’da, ki “Ankara’da işler iyi gidiyor” deniyordu, Ankara’da 100 binde olgu 39,9’dan 54,8’e çıkmış. Korkutucu günlerin gelebileceğini hissediyoruz, unutmayalım 1 Mart’taki açılım ya da önlemlerin hafifletilmesinin sonuçları değil bunlar, onları bir süre sonra göreceğiz, bunlar daha önceki dönemdeki gelişmelere ait sonuçlar. Günde yapılan test sayısı ve olgu sayısını yüzdeye vurduğumuzda bu ilginç benim için, her gün tutmaya çalışıyorum, 20 Ocak’ta %3,8 imiş pozitiflik oranı. Daha önce de belirttim şubat ayının ortalarında %6,8’lere çıkıyor 3,8’den, mart başı %8,7, 8 Mart’ta %9,5, dün itibariyle %10’a vardı. Yani bir ay içinde evet 20 Ocak’tan işte 10 Mart’a kadar demek ki 1 ay 10 gün filan içinde, 1,5 ay içinde %3,8’lik pozitiflik %10’a çıkmış vaziyette. Bu neredeyse 3 misli bir artış göstergesi. 

Tabii dünyada da ne olup ne bitiyor, nasıl değerlendiriliyor? Ne tür önlemler alınıyor? Bu gerçekten çok çelişkili, tutarsız, birbirleriyle uyum göstermeyen çok çelişen önlemler var. IMF’nin Haziran 2020’de yaptığı projeksiyona göre küresel ekonominin kümülatif kaybı 2020-21 için 12 trilyon dolar olarak açıklandı. Buna karşılık tüm dünyaya yetecek Covid-19 aşı araştırmaları, üretimi, dağıtımı, maliyeti 70,6 milyar dolar. Yani dünyaya herkesin aşılanması için gereken para Covid’in küresel yıkım maliyeti %0.59’u Oxfam International’ın değerlendirmesi. Bu önemli, biz hâlâ “aşı gelecek mi, geldi mi, ikinci dozu yaptık mı, yapalım mı, yapabilecek miyiz?” tartışmalarını yaşıyoruz. Bilim Kurulu “Ocak ayı içinde şubat başında Türkiye’ye toplam 30 ve 50 milyon doz aşı gelecek” dendi. Böyle bir şey olmadı, şubat başı itibariyle 10 milyon doza yakın bir aşı temin edilmişti, bunu unutmayalım. Sonuç olarak bu pandemi yönetiminde açıklık, dürüstlük, şeffaflık, hesap verebilirliğin varlığı ve sürekliliği, bunlar eksik, bunlar olmuyor. Baktığımız zaman bu toplumda da karşılık buluyor bu söylediğim, eleştirdiğim noktalar. Çünkü Metropol araştırmasıyla bitireyim programı, bu şirketin yayınladığı ağustos ayı raporunda şeffaf davrandığını düşünenlerin oranı %36,2 idi, “hükümetin koronavirüs vaka sayılarıyla ilgili açıklamalarında şeffaf davrandığını ve gerçekleri açıkladığını düşünüyor musunuz?” sorusuna %58,9’u ankete katılanların “hayır böyle bir şey düşünmüyorum, şeffaf değil” yanıtını vermişti. Nitekim bu hem yurt içi anketlerde hem de bu transparency listesinde, indeksinde ortaya çıkıyor. Sonuçta pandemininbu şekilde iyi idare edilemeyeceğini biliyoruz artık, açıyoruz, kapıyoruz, büyük bir olasılıkla olgu sayıları önümüzdeki günlerde daha da artacaktır ve şu anda göreceli olarak, kademeli kademeli açılmaya başlayan işletmelerin tekrar kapandığını, tekrar önlemlerin sertleştiğini göreceğiz herhalde. Bu böyle olmasa keşke, daha iyi olur idi özellikle Tabip Odaları, TTB ve diğer meslek örgütleri, sendikaları görüşlerinin biraz daha dikkate alınması herhalde daha iyi olurdu diyeyim durayım burada. 

ÖM: Çok teşekkür ederek şunu ekleyeyim sadece, dün açıklanan son rakamlara bakıldığı zaman şu anda 1 saatin sonunda bizim yayına başladığımızdan 3 kişiye yakın insanı kaybetmiş olduğumuz açıkça görülebiliyor 2,8 insan kaybolmuş ve bu arada da çok sayıda önemli hekimi, doktoru da kaybettiğimizi bir kez daha analım.

SB: Evet. Elbette, aynı kurumda görev yaptığım sevgili arkadaşım Cemil Taşçıoğlu hocanın da aralarında olduğu çok sayıda hekimi kaybettik. Yarın Önce Sağlık programında Aile Hekimleri Derneği’nden Dr. Emrah Kırımlı’yı ağırlayacağız. Kendisi TTB’nin Aile Hekimleri Kolu Başkanı ve onun bir demeci, biraz önce sizin belirttiğiniz yaşamını yitiren insanlarla beraber her 7 aile hekiminden biri Covid’e yakalanmış durumda Türkiye’de, bu da ilginç bir rakam. Çok karamsar bir tablo oldu galiba ama yapacak bir şey yok.

ÖM: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.

SB: Görüşmek üzere, iyi yayınlar!