Türkiye salgının başından itibaren okullarını en uzun kapatan 3 ülkeden biri

-
Aa
+
a
a
a
Türkiye'de aşı bürokrasisi
 

Türkiye'de aşı bürokrasisi

podcast servisi: iTunes / RSS

(19 Ağustos 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)
 

Ömer Madra: Merhabalar Osman bey, Kayıhan bey, hoş geldiniz!
 

Kayıhan Pala: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Osman Elbek: Günaydın!

ÖM: Nasıl durumlar?

OE: Bu hafta biraz tempolu gidip üç konuya değinmek istiyoruz. Önce geçtiğimiz haftayı DSÖ’nün gözünden görelim: Vaka sayılarında Avrupa’da Birleşik Krallık, Türkiye ve Rusya sıralamasıyla geçildi. Türkiye’nin vaka sayılarında bir önceki haftaya göre %3’lük bir azalma oldu. Vaka oranı da 100 binde 194 olguydu. Vefatlarda ne yazık ki daha kötü durumdayız; Rusya ve Kazakistan’ın ardından üçüncü sırada geçtik haftayı Avrupa’da. Günlük 131 ortalama vefatımız var, bunun anlamı 1 haftada yaklaşık 1000 kişiyi kaybediyoruz ve vefatlarımız çok yüksek bir oranda artıyor: %21 oranında. Tüm bunlar olurken bu haftaya, Pazartesi günü, nereden, hangi gerekçeyle, nasıl çıktığını bilemediğimiz bir dördüncü doz uygulamayla başladık. Gerçekten Pazartesi günü öğleye kadar devam eden kaosu anlatabilmek çok kolay değil. Hemen her birimizin telefonları, WhatsApp’ları kilitlendi, hastalar temel olarak şunu soruyordu veya arkadaşlarımız: “4. doz olalım mı, olmayalım mı?” Söyleyeceğimiz cümleler hemen hemen hiç yoktu çünkü dünyada bırakın 4. doz uygulamayı, 4. doz fikri dahi yok. Biliyorsunuz bugün itibariyle Eylül’ün 20’sinden sonra Amerika 3. doza resmen başlayacak ama 4. doz fikriyatı bile yok. Bu uygulamanın hiçbir kanıtı, hiçbir bilimsel araştırması olmadığı gibi herhangi bir veriye de dayanmıyordu. Türkiye’de 2 doz Koronavac artı 1 doz Biontech veya 2 doz Koronavac artı 1 doz Koronavac aşısı yetersiz mi kalmıştı? Bu yüzden mi dördüncü doz açılmıştı? Bu bilinmiyordu çünkü kamu yönetimi her zaman olduğu gibi herhangi bir gerekçe açıklamaya ihtiyaç hissetmeden “ben böyle yaptım oldu” demişti. Bu kaosu yönetmek çok zor oldu, bir kaç saat içerisinde yapılan temaslarla anlaşıldı ki aslında Bilim Kurulu özellikle İngiltere, Amerika, Avrupa gibi Koronavac kabul etmeyen, aşı pasaportunda bu aşıyı dikkate almayan ülkelerde okuyanların veya bu ülkelerde bilim kongrelerine giden bilim insanlarına istisnai bir hüküm olarak tanımlamıştı, onlara izin verilecekti aşı pasaportunda sorun yaşamamaları için. Ama Bakanlık bilinmeyen bir nedenle bu 4. dozu toplumun geneline açmıştı. Bildiğiniz gibi öğleye doğru bir koşturmaca içerisinde doz iptal edildi. Böylece dünyada 4. dozu açan, sonra hızla kapatan, böylece mevcut aşı tereddütünün üstüne tabir-i caizse tüy diken bir ülke olduk. Sonra tekrar fiilen açıldı, hani herhangi bir belge, vs. talep etmeden “ben 4. dozu olmak istiyorum” diyenler bugün itibariyle, en azından dün akşam itibariyle ulaşabiliyorlar. Kanaatimce Türkiye’de aşı tereddütünü en fazla arttıran; kamu bürokrasisinin, kamu yönetiminin bu ikircikli, bu aç-kapa, herhangi bir gerekçeye dayanmayan, herhangi bir veriye dayanmayan uygulamalarıdır. Kritik nokta dün akşam itibariyle bir değişiklik daha oldu; biliyorsunuz 1 hafta önce Sağlık Bakanı Koca “en iyi üçüncü doz Koronavac’tır” dedi. Bu dünyada bilinmeyen bir uygulama, hani 2 doz Koronavac’ın arkasından 1 doz daha Koronavac mı, 2 doz Koronavac’ın arkasından 1 doz Biontech mi, mRNA aşısı mı? Geçen hafta itibariyle yine hiçbir gerekçe, hiçbir veri, hiçbir kanıta dayanmadan “en iyi üçüncü doz Koronavac’tır” dedi. “Biz bunu dünyaya sunacağız, göreceksiniz” dedi. Dün akşam itibariyle herhangi bir düzeltme olmadan kendi cümlelerini tekrar tekzip etti Bakan. “Aslında geçen hafta öyle demiştim ama gördük ki araştırma verilerinde 3. doz Koronavac da olsa çok iyi, mRNA olarak Biontech de olsa çok iyi, eşitler” dedi. Bu tür açıklamalar hani ciddiyet, liyakatın ötesinde, buraları zaten bu kamu yönetiminde çoktandır geçtik ama, en azından Türkiye’nin aşı tereddütünü arttırması açısından çok büyük bir problem. Kayıhan ne dersin tüm bu olup bitene?

ÖM: Ben de bu noktada bir tek şey söyleyeyim.

OE: Tabii buyrun.

ÖM: Yalnız siz uzman doktorlar, hekimler arasında değil tabii ortalama bütün biz de yayında nasıl ele alacağımızı şaşırdık. Çünkü çok az bilgi ve birbiriyle çelişen bilgiler vardı elimizde. Bayağı bir medyada da yani en azından bizim gibi çalışan haber mecralarında da ciddi bir kaos yarattı diyebilirim ek olarak aynı bu açıklamalara.

KP: Ömer bey ve Osman, şimdi bu kaos aslında ilk kez karşımıza çıkmıyor, maalesef Sağlık Bakanlığı bu pandemi yönetiminde pek başarılı bir seyir izleyemiyor. Önce toplumun en başta vermiş olduğu güveni büyük ölçüde kaybetti, sonrasında da az önce Osman senin söylediğin 4. doz örneğinde olduğu gibi bir tereddüt oluşturdu. Hatta ilk aşıyla ilgili tereddütü anımsayacak olursak, hatırlarsan 2020 yılının sonlarına doğru aşılarla ilgili konuşma olduğunda sayın bakan mRNA aşılarıyla ilgili olumsuz cümleler sarf etmişti. O olumsuz cümlelerin yansımasını biz halen bugün sahada görüyoruz. İnsanların kafasındaki soru işaretlerinin yaşadıkları tedirginliğin arkasından bakanlığın doğru düzgün bir iletişim kuramaması, en başlarda aşı politikasıyla ilgili eksik ve hatalı bir yola girmiş olması ve insanların kafasını karıştırmış olması da var. Maalesef bu 4. doz yaklaşımı da bunlardan birisi oldu. Bir kere şunun altını çok net bir şekilde çizmek lazım, Bakanlık herhangi bir karar açıklarken bunu yalnızca Bilim Kurulu’nun tavsiyesi olmakla sınırlamayıp bunun arkasındaki bilimsel bilgiyi, bilimsel veriyi de toplumla paylaşmalı ki insanların kafasında soru işareti oluşmasın. Oysa senin de söylediğin gibi Osman, herhangi bilimsel bilgi yok, herhangi bir veri yok, yalnızca ülkelere girişteki kabul gerekçesiyle ki bunu sayın bakan Twitter’da da yazdığı için söylüyorum, böyle bir karar alındığı söyleniyor. Gerçekten bir halk sağlıkçısı ve sağlık yönetimiyle ilgilenen birisi olarak üzüntü duydum. Yani bir ülke aşı politikasını bir başka ülkenin kabul koşullarına göre belirleyemez. Bir ülke aşı politikasını bilimsel bilgiler ve bilimsel veriler ışığında belirlemek zorundadır. Bu da ülkemizdeki pandemi yönetimi, sağlık politikası, aşı politikası konusundaki çok önemli bir zaafı bir kez daha gün yüzüne çıkarmış durumda.

OE: Tabii burada Biontech dozlarının ne kadar olduğunu da bilmiyoruz. 4. doz açılırken gelecekte bir mRNA aşı stokunda problem yaşayıp yaşamadığımızı projekte edebilecek veriye sahip değiliz. İkinci en büyük problem dünyada uygulanmayan 4.doz uygulaması hayata geçirilirken bugün itibariyle 12-15, 12-18 yaş grubunun aşıya ulaşmalarının önünde ciddi problem oluşmaya başladı. Alınan randevulara gelen bir takım adolesan genç arkadaşlarımızın ne yazık ki randevularının iptal edildiğini gördüler ki okulların açılmasına ramak kaldığı bir ortamda çok büyük bir problem. Üçüncü nokta da Kayıhan bir görüşünü öğrenmek isterim, her gün bir müjde olarak sayın bakan “şu ilimiz de düşük riskli iller kategorisine girdi” diyor ve mavi renge dönüyor Türkiye’nin haritası. Bu sahte bir güvenlik yaratıyor kaygısındayım, çünkü bu mavi renk tez doz aşıya bağlı ve 18 yaş üstü nüfusa oranlanmış şekli. Hani bugün itibariyle resmi olarak 12 yaş ve üstüne aşı hakkını tanımış bir ülke olmasına rağmen hâlâ 18 yaş üstü nüfusa göre planlamayı yapması, illeri düşük riskli gibi göstermesi acaba Delta’nın, hele hele artan salgın içerisinde insanları gereksiz yere bir rehavete sokuyor olabilir mi? Ne dersin bu konuda?

KP: Osman Sağlık Bakanı’nın yayımlamış olduğu haritada iki önemli sorun var, birincisi oranı belirlerken, aşılama oranını gerçekten de 18 yaşın üstüne göre belirlemesi, oysa bu kabul edilecek bir şey değil. Sanki bu hastalık 18 yaşın üstünde yalnızca etkiliymiş gibi bir kabulü gerektirir ki bu doğru değil. Özellikle son zamanlarda ABD’den, İngiltere’den, AB’den, İsrail’den gelen veriler giderek bu hastalığın çocuklarda ve küçük yaş gruplarında daha etkili olma potansiyelini ortaya çıkartıyor. Birinci hata bu, ikincisi ise tek doz aşı üzerinden bu oranların hesaplanması yine bilimsel bilgiler, biliyorsun dün de çok güzel bir makale yayınlandı Britisih Medical Journal’da; tek doz aşının aslında hiç de etkisinin olmadığı, dolayısıyla biz tam aşılı diye 2 doz aşısını yaptırmış yurttaşlar üzerinden bakacak olursak bugün sabah itibariyle 2 doz aşısını yaptırmış yurttaşların oranı Türkiye’de %41. Ancak senin ilk konuşmanda vurguladığın gibi eğer örneğin iki doz Sinovac aşısı yaptırmış olanların saymayacak olursak o zaman bu %41, %35’e düşüyor. Bir başka deyişle Osman, biz henüz ülkemizde 3 kişiden yalnızca 1’ini aşıyla koruma kalkanı altına alabilmişiz. Haritayla ilgili bu mavilendirme işte sarı, kırmızı, kavuniçi renkleriyle ilgili yalnızca bir ilden örnek vereyim ben sana. Şu anda bakıyorum haritaya, Antalya %79.4’te mavi rengiyle karşımıza çıkıyor. Oysa sen de biliyorsun son günlerde Antalya’daki meslektaşlarımızdan gerek yoğun bakımlarda yer bulunması ile ilgili sıkıntılar, gerekse de yaşamını yitirenlerle ilgili hiç de iç açıcı olmayan haberler geliyor. Eğer bunun arkasında ciddi bir filyasyon yürütülebilmiş olsa ben Rusya’dan ve diğer ülkelerden herhangi bir karantina tedbiri alınmaksızın ülkemize gelip orada turistik faaliyetler içerisinde bulunan kişilerle ülkemize gelip orada turistik faaliyetler içerisinde bulunan kişilerle bu hastalığın yaygınlaşması arasında ciddi bir ilişki olabileceğini öngörüyorum doğrusu.

OE: Aslında benzer uyarılar Mardin, Diyarbakır hattından da geliyor, yoğun bakımların dolduğunu, Urfa’da daha önceki pandemi döneminde açılmayan hastane servislerinin açıldığını, yoğun bakımların özellikle görece genç yaş ve aşısızlarla dolduğunun farkındayız. Bu anlamıyla Güneydoğu Anadolu bölgesi sağlık hizmet kapasitesi sınırlarına geldiğini, bir kere daha alarm noktasına ulaştığını ifade ediyor ki daha sonbahara gelmedik, daha kapalı ortamlara girmedik.

KP: Osman burada bir şey söyleyeyim.

OE: Tabii.

KP: İstanbul’la ilgili de bu sabah gazetelerde var, sen de görmüşsündür, İstanbul’un en büyük hastanelerinden birinin baş hekimi aynı zamanda Bilim Kurulu üyesi yoğun bakımlarda 2 Sinovac aşısı olmuş olanların sayısının giderek arttığına ilişkin bir gözlemini paylaşıyor. Buradan da duyurmuş olalım. Yani 2 Sinovac aşısı olmuş olan yurttaşlarımızın ivedi olarak 3. Aşıyı, benim kişisel görüşüme göre bir mRNA aşısı yaptırmasında ama mRNA yerine sayın Bakan’ın iddiaları doğru ise eğer inaktive olan aşıyla tercih edebilir ama 3. aşıyı ivedi olarak yaptırmalarında büyük yarar var.

ÖÖ: Türkiye’de bu Delta’nın etkinliğine dair bir araştırma var mı 2 Sinovac aşısı olanlara veya Biontech olanlar arasında koruyuculuk gibi?

OE: Veri yok ancak sayın Bakan’a göre açıklamasına göre 3. dozun Koronavac olması daha koruyucuydu. Bu hafta “3. doz ne olursa olsun eşit” dedi. Bir kere daha Türkiye gerçek yaşam verisini açıklayabilse dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkeye ait hem verileri hem koruyuculuk oranlarını daha iyi görüyoruz ama saha verilerimiz 2 doz Koronavac’ın ardından 1 doz Koronavac veya mRNA olarak Biontech yapılan, yani 3. dozu tamamlayan insanların hastaneye yatışlarının ciddi oranda düşük olduğunu gösteriyor. Aslında bu sorunuz değinmek istediğimiz ikinci konuyu, delta varyantı dışında bir varyant Türkiye’de var mı acaba sorusunu gündemimize getirdi. Saha, bizim en azından ulaşabildiğimiz veriler değişen oranlarda ne Delta ne Alfa olan bir varyantın tespit edildiğini işaret ediyor. Burada çok teknik detaya girmek istemiyorum ama Delta varyantında N501Y mutasyonu ve E484K mutasyonu yok. Özellikle E484K mutasyonu daha çok Beta ve Gama gibi ilk kez Güney Afrika’da ve Brezilya’da saptanmış. Hele hele Beta’dan çok kaygılıyız aşılardan iyice kaçıyor, ona ait bir mutasyon E484K. Ancak görüyoruz ki Türkiye’deki çok sınırlı genomik analizlerde bu mutasyonun olduğuna dair bir takım küçük ipuçları var. Tabii Türkiye yaygın genomik analiz yapamadığı için, yapmadığı için bunlara görme şansımız, gerçek fotoğrafı ortaya koyma şansımız çok zor ama en azından PCR’larda ne Delta ne Alfa olmayan varyantın olduğuna dair bir takım bilgilere sahibiz. İlginç olarak da Türkiye’nin vaka sayılarının görece azaldığı bir dönemde CDC, Amerika ve Almanya ha keza Türkiye’yi kırmızı listeye aldı. Bu da garip değil mi Kayıhan epidemiyoloji bilimi açısından ne dersin?

ÖM: Bir de şeyi de sorayım mı, genomik analiz ne demek?

KP: Önce genomik analiz ne demek ona bakalım. Genomik analiz şu Ömer bey; kişinin hastalandığı virüs o kişiden alıp izole edilerek laboratuvarlarda gen yapısının ayrıntılı olarak açıklanması demek. Böylece hangi varyantın ya da endişe verici varyantın etkisinin olup olmadığı ortaya çıkartılıyor. Bu genomik analiz İngiltere’de dünyada en yüksek oranda yapılıyor, şöyle ki her doğrulanmış 10 olgudan yaklaşık 1 tanesinde ayrıntılı genomik analiz yapılıyor. Bizde ise bu oranlar %1 bile değil, size gerçek rakamları vereyim, şu anda önümde bakıyorum, 8 binin altında bugüne kadar Türkiye’den uluslararası veri tabanlarına genomik analiz sonuçları girilmiş 9 Ağustos tarihi itibariyle. Eğer İngiltere’deki oranı yakalayacak olsak bu 8 binin 600 bin civarında olması gerekirdi. Türkiye çok az genomik analiz yaptığı için hangi varyantların gerçek anlamda etkili olduğuna ilişkin çok net bir tabloyu önümüze koyamıyor ama elimde yine 9 Ağustos itibariyle ilginç bir veri var, Osman’ın söylediklerinin ne kadar önemli olduğunu göstermek için, şu anda Türkiye’deki bu 8 bin varyant incelemesi aşamasında %11’inin klasik varyantlardan herhangi biri olmadığına ilişkin uluslararası veri tabanında bir oran var. Oysa Avrupa ülkelerine bakıyoruz bizim kadar böylesine saptanmamış oranı yüksek olan başka bir ülke yok. Mesela İngiltere’de bu oran %100 Delta gibi görünüyor, Danimarka’da yine öyle, Portekiz ve Belçika’da %98’ler civarında. Dolayısıyla bu belirsizlik taşıyan diğer olarak adlandırılan varyantın Türkiye’ye özgü ya da bu bölgeye özgü bir varyant olma ihtimali ve bunun da yine endişe verici bir varyant olma ihtimali tartışılıyor. Neden? Çünkü epidemiyolojik olarak baktığımızda, sanırım Osman’ın asıl sormak istediği oydu, bir yandan ölümlerde ciddi bir artış olurken öte yandan olgu sayılarında o beklenen artışın ortaya çıkmamış olması. Bu da acaba yapılan testler içerisinde bazı varyantların saptanamaması ile ilgili bir durum mu diye bir tartışma var. Bunu anlayabilmek için bizim uzun zamandır dile getirdiğimiz ayrıntılı genomik analizi yapabilecek bir konsorsiyumun kurulup Türkiye’deki insan gücü, ekipman varlığını değerlendirerek ortaya konması önerisidir ama bugüne kadar hayata geçirilemedi, sayı çok az, onun üzerinden de bir değerlendirme çok mümkün olmuyor. Ancak epidemiyoloji bilimi ile ilgilenen birisi olarak söyleyeyim, yani dünyadaki ve Avrupa’daki eğilimlerle Türkiye’deki olgu sayısı ve ölüm sayıları eğilimleri birbiriyle pek örtüşmüyor. Bu kadar ölüm sayılarının arttığı bir dönemde olgu sayılarının biraz daha artmasını beklerdik. Sayın Bakan ve bazı yetkililer bunu Türkiye’deki aşılama oranının artışıyla ilişkilendiriyorlar. Doğru olabilir ama ben burada biraz belki de iç karartıcı bir şeyden söz edeyim size. Yine dünyadaki örneklere baktığımızda özellikle Delta ve Delta Plus varyantlarının egemen olduğu ülkelerde bunun çok doğru olmadığını görüyoruz. Örneğin Malta’dan örnek vereyim size; Malta’da tam aşılıların oranı %91, Rusya’da %22 ama bugün itibariyle Malta’da hastalık olgu sayısı milyonda bakıldığında Rusya’dan daha yüksek. O yüzden mevcut aşılarla tam aşılı olma oranının şu anda Delta varyantı ve yeni endişe verici diğer varyantlar açısından ne kadar koruyabileceği de tartışılıyor. Bu bağlam üzerinden baktığımızda İngiltere’nin Türkiye’ye kırmızı listeden çıkarmamasının temel gerekçesi Türkiye’deki bu epidemiyolojik örüntünün bilimsel bilgiye dayalı olarak ortaya konmamış olması. Umuyorum ki artık sayın Bakan ve yetkililer bu sorunu gidermek için ivedi olarak bir çaba içerisine girebilirler.

OE: Tabii bizim açımızdan daha sıkıntılı bir tablo, bu ortamda Türkiye okullarını açmayı önüne koydu. Açmalı mı? Evet, çünkü salgının başından itibaren dünyada okullarını en çok kapatan 3 ülke: Meksika, Türkiye ve Polonya. Gerçekten veriler 16 Mart 2020 ile 2 Mart 2021 tarihi arasında 175 gün okul açık kalması gerekirken, en çok bu dönemde okula gönderebildiğimiz birinci sınıflar sadece 15 gün okula gidebildi. Fiilen bu dönemi tümüyle okulsuz ve eğitimden uzak geçirdik. Evet bugün herkes okulların açılması gerektiğini söylüyor ancak çok ince bir tablo var, girişte de ifade etmeye çalıştım, Türkiye bugün itibariyle 100 binde 194 vaka oranına sahip. Açık söylemek gerekirse bu oran korunur, bu oranda ciddi bir düşüşe neden olmazsak biz bu ülkede okulları açamayız ve açık tutamayız. Çünkü başta CDC olmak üzere okullar konusunda kurallar Delta varyantı ile yeniden güncellendi. Çünkü Delta varyantı orijinal Vuhan’a ve sonradan mutasyon olan Alfa’ya göre çok daha fazla çocukları etkiliyor, çok daha fazla onları hastalandırıyor ve delta varyantı çocuk ve adolesan grubu ciddi bir bulaş kaynağı haline getirdi. Hal böyle iken okulları açabilmemizin ve açık tutabilmemizin yegane yolu toplumda salgını baskılamaktan geçiyor. Evet okullara yönelik bir takım önlemler almamız lazım, sınıfları arttırmak, öğretmen sayılarını arttırmak, öğretmenleri tam aşılamak ve çocuklarımızı, çocuk ve genç grubunu aşılamak gibi. Kayıhan’a bu noktada söz vermeden dün itibariyle CDC’den ABD’nin okul yaş grubunun tam aşılı oranlarına baktım. 12-15 yaş grubunda tam aşılı oran %32,4’tü, 16-17 yaş grubunda %42,9, 18-24 yaş grubunda %45,7. Okulları, üniversiteleri açacaksak biz daha 12-18 yaş grubuna daha yeni açtık aşıları ve ne yazık ki sistem bunların aşıya ulaşmaları konusunda önemli bir handikap teşkil ediyor. Hem aşıyı, hem toplumdaki salgının baskılanmasını, hem öğretmenlerin aşılanmasını ve sınıfların havalandırılmış mekanlar haline getirilmesini sağlamamız lazım. Aksi takdirde sadece ‘okulları açalım’ cümlesi iyi niyetli bir dileğin ötesine geçmeyecek gibi duruyor. Sen ne dersin Kayıhan?

KP: Osman söylediklerine tamamen katılıyorum. Okullar açılmalı ve açık tutulmalı ancak okulların açılması ve açık tutulması için hangi koşulların gerektiği uzun zamandır biliniyor. Hatırlarsan TTB adına birlikte hazırladığımız raporda bunu daha salgının ilk aylarında ortaya koymuştuk. ‘Hangi ölçütler karşılanmalı ve bu süreç nasıl yönetilmeli?’ diye. O ölçütlerin karşılanması ilgili ciddi sorunlar var. Aşılamayla ilgili şunun çok net anlaşılması lazım, henüz ABD’den verdiğin örnekler 18 yaş altı için Türkiye’de geçerli değil. Yani 18 yaşın altındaki çocuklar da aşılama %1 bile değil. Buradaki temel mesele aşıyla ilgili olarak, eğitim emekçilerinin tamamının ve çocukların anne babasının aşılı olmasıyla ilgili. Eğer biz eğitim emekçilerini aşılar, çocukların anne babalarını aşılar isek aşıyla ilgili bir adım öne çıkmış olabiliriz ama yetmez senin de söylediğin gibi sınıflardaki öğrenci sayısının azaltılacak biçimde sınıf sayılarının arttırılması, atamayı bekleyen çok sayıda öğretmenin bir an önce istihdam edilerek öğretmen sayısının arttırılması, sınıfların havalandırılması, bu sürecin izlenmesi gibi bugüne kadar sıralanmış bütün yapılması gereken işler bir an önce yapılarak okullar açılmalı ve bu süreç iyi izlenerek okulların açık tutulması da sağlanmalı. Biliyorsun Eğitim-Sen hergün bu konuda işte “okulların açılmasına şu kadar gün kaldı, bu konularda ne gibi gelişmeler var?” diye Mili Eğitim Bakanlığı’na soruyor ama şu ana kadar bir yanıt alınabilmiş değil. Örneğin ben öğretmenlerin ve eğitim emekçilerinin, öğretmenler dışında da biliyorsunuz eğitim sürecinde çalışan emekçiler var, ne kadarının aşılı olduğu konusunda hiçbir bilgiye sahip değiliz, kamuoyuna açıklanmış bir bilgi yok. Çocukların birlikte yaşadığı insanların evlerindeki aşılama oranlarına ilişkin bilgilerimiz yok. Bunları bir an önce toparlayıp ve okulları hem açacak hem de açık tutacak bir eylem planını kamuoyuna açıklamak gerekir diye düşünüyorum. Senin de söylediğin gibi bu kadar yüksek olgu görülme sıklığı olduğu bir dönemde önlem alınmaksızın “okulları açacağız” demek kısa süre sonra kapatmakla eş değer olabilir. Bunu bugünden söylemekte yarar var.

ÖM: Bitiriyoruz galiba değil mi?

OE: Evet. Son bir cümleyle Kayıhan’a bırakmak isterim. Saha verileri özellikle 12-15 yaş grubu için Biontech’e dair şüpheler ifade ediyor. ABD’de CDC’nin 12-15 yaş, 12-18 yaş grubu için önerdiği temel aşının Pfizer-Biontech olduğunu, bu yüzden burada hiçbir tereddütün yaşanmaması gerektiğini vurgulayarak sözü Kayıhan’a bırakmak istiyorum.

KP: Evet bugün bu programı R.E.M.’den bir parça ile bitiriyoruz, hepimizin incindiğini anımsadığımız bir parçayla ‘Everybody hurts’ diyor REM. Hoşça kalın!

ÖM: Çok teşekkür ederiz, hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.

ÖM: Görüşmek üzere.