Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, dramaturg, tiyatro yönetmeni Hülya Karcı ile ağır engelli, hafif engelli ve engelsiz bireylerden oluşan Mina Tiyatro Topluluğu üzerine konuşuyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 12 Haziran 2024 Çarşamba. Bu haftaki programımızı destekleyen Aylin Tinel’e teşekkür ederek başlamak istiyorum programa. Sakat Muhabbet’te seyrek de olsa Türkiye dışından konulara da değinme şansımız olmuştu ve bu hafta da Almanya'ya, Berlin'e uzanıyoruz. Ağır engelli, hafif engelli ve engelsiz bireylerle tiyatro çalışması yapan Mina Tiyatro Topluluğu’ndan bir konuğumuz var; sayın Hülya Karcı ile konuşacağız bugün. Hülya Hanım, Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e hoş geldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?
Hülya Karcı: Çok teşekkür ederim. Benim için çok çok kıymetli bir an şu an. Uzun yıllardan beri Açık Radyo’yu dinliyorum ve ilk defa konuk oldum sizin sayenizde. Çok çok mutluyum o anlamda.
A.T.A.: Ben de sevindim. Açık Radyo'da da sakatlıkla ilgili bir program vardı daha önceden ama böyle konuların her hafta, her hafta işlenmesi de bizim alanımız için çok değerli. Siz de biliyorsunuz zaten, konuşacağız şimdi detaylı, o açıdan da çok önemli. Hülya Hanım, biz Sakat Muhabbet’e her hafta konuğumuzu tanıyarak başlıyoruz. Önce Hülya Karcı kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve artık gelenekselleşen bir sorumuz da var; bir sakatlığınız bulunuyorsa da bunu paylaşırsanız seviniriz?
H.K.: Evet, son sorudan başlayayım isterseniz. Görünürde gözlük kullanıyorum, böyle bir engelim var, gözlüğüm olmazsa okuyamıyorum. Dolaysıyla bence hepimizin bir engeli, bir sakatlığı var diye düşünüyorum. Çok kıymetli olan, sizinle bağlantıya geçtiğimiz programdaki bu Antik Yunan'dan anlattığınız Prometheus ve kardeşi E... - galiba onun hikayesi.
A.T.A..: Epimetheus.
H.K.: Evet, Epimetheus. Onun hikayesini biraz şiar edinmiş durumdayız aslında. İnsan eksikli gerçekten ve bu eksikliğini gidermek için de bütün doğayı katlediyor; bütün iktidarını kullanmak için her şeyi yapıyoruz. Bu çok korkunç bir şey. Bu anlamda kendimi sorumlu hissediyorum insan olarak.
Ben, İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Tiyatro Bölümü'nü bitirdim. Dramaturgum, esas mesleğim dramaturgluk. Aşağı yukarı 24 yıldır Berlin'de yaşıyorum. Berlin'e geldikten sonra da tiyatro pedagojisi eğitimi aldım ve o zamandan beri de sosyal alanda tiyatro yapıyorum. Yaşlılarla başladım sosyal alanda çalışmaya. Yaşlılarla çalışmak, bana engelli ve engelsiz bireylerle çalışmanın kapısını açtı, demanslı gruplarla çalışmanın kapısını açtı ve böylece kapıları aça aça ilerliyoruz. Yani anlaşılacağı üzere daha çok toplumda, tırnak içinde söylüyorum, ‘dezavantajlı gruplarla’ çalışıyorum. Bunların yanında kadınlarla çalışıyorum dezavantajlı grup olarak. Konuşma zorluğu çekenlerle de, dil problemi olanlarla da çalışıyorum.
A.T.A.: Şimdi siz demin, ‘Epimetheus’ dediniz. Bizim aslında ilk konuklu programımıza da oradan atıf yaptınız. 22 Kasım 2022'de Ezgi Bakçay’ı konuk almıştık; ‘İnsan Sakattır’ başlığıyla başlamıştık programa aslında ve bilmeyenler dinleyebilirler. Aslında bizim de tanışıklığımız o dönemlere rastlıyor, ilk bölümlerden birinde. Hemen ben tarihini de buradan dinleyicilerimizle paylaşayım; Mayıs 2023’te İdil Seda Ak’ı konuk almıştım iki bölüm boyunca ve ‘Sakat Tarih’ adıyla iki bölümde sakatlığın tarihini konuşmuştuk ve afişteki bir resim de sizin dikkatini çekmiş, bana mail atmıştınız Mayıs 2023'te. Demiştiniz ki, ‘Alper Bey, ben Almanya’da tiyatro yapıyorum sakatlarla. Bu afişteki resmin içeriği nedir, merak ettim?’ Ben de size yazmıştım ve demiştim ki, ‘Hülya Hanım, sizi konuk etmek isteriz, ne zaman isterseniz olur’. Aradan bir sene geçti ve Hülya Hanım, birkaç gün önce bana mesaj attı, ‘Alper Bey, yeni oyunumuzun prömiyeri Haziran 9’da. Konuk olmak isterim artık’ diye.
Buradan şuna geçeceğim; Sakat Muhabbet, tiyatro yapan, sakatlar ile bunu yapan bir dramaturg için nasıl geliyor kulağa? Sizce doğru mu gidiyorum ben? Çünkü kendi sakatlığım üzerinden, kendi perspektifimden bu programa başladım ama yaptıkça görüyorum ki aslında benzer düşünen çok çok insan var. Bu da benim motivasyonumu arttırıyor. Ama Almanya'dan bakan, tiyatrodan bakan bir insan, Sakat Muhabbet’i bu kadar ilgiyle izliyorsunuz, görüyorum, hoşuma da gidiyor. Sakat Muhabbet’i önce keşfinizi; nasıl keşfettiğinizi, nasıl duyduğunuzu, nasıl başladığınızı ve bugüne kadar bizim eksiğimiz, gediğimiz varsa da bir tiyatrocu açısından sizden duymak isteriz. Dost acı söylesin, böylelikle biz kendimizi güzelleştirelim istiyorum aslında.
H.K.: Rica ederim, bence konseptimiz çok güzel, çok ilginç. Biraz kışkırtıcı bir konsept, zaten programın adı da öyle. Çünkü burada biz nasıl adlandıracağız? Yani hep isimler üzerinden, tanımlar üzerinden gittiğimiz için her zaman bu bir problem oluyor ama siz böyle bir isim koyarak da aslında biraz da kışkırtmak istediğinizi düşünüyorum insanları. Yani bunun üzerine düşündürmek istediğinizi düşünüyorum. Bu, toplum içerisinde negatif olarak adlandırılan başka gruplar için de geçerli. Yani aslında bu bir sıfat iken normal nötr bir sıfat iken, bu, bir hakaret olarak kullanıldı bu zamana kadar. Başka gruplar da var toplumsal yaşam içerisinde ve onlar da hakaret olarak kullanılan bu ismi alıp; ‘Evet, biz böyleyiz’ diyerek bir karşı çıkışla yola çıktılar ve negatif adlandırmadan dolayı benim biraz içimi titretse de çok da etkili olduğunu düşünüyorum bu yöntemin. Ama neden olmasın diye de düşünüyorum ve içerik olarak da çok çok beğeniyorum, çok akademik de oluyorsunuz, akademik programlarınız da var zaman zaman. Daha güncele de bakıyorsunuz zaman zaman, benim ilgimi çeken, entelektüel yapısı da, derinliği de olan bir program. Umarım devam edersiniz.
Dediğim gibi, biz ailece Açık Radyo'nun çok uzun yıllardan beri dinleyicisiyiz ve program akışı sırasında duydum. Aslında yeni programlardan bir tanesi sizin programınızdı geçen yıl ve hemen tabi çok çok ilgimi çekti. Bu alan benim için çok kıymetli, değerli - kendimi hep geliştirmeye çalıştığım bir alan. Böylece o günden beri de sizi dinlemeye çalışıyorum. Sizinle temas etmemizin nedenlerinden biri de şuydu; ben amatörler ile çalışıyorum sosyal alanda ve ayrıca da bu alanda çalışacak eğitimci de yetiştiren bir takım kurumlar var, onlarla beraber de çalışıyorum. Yani dezavantajlı gruplarla nasıl çalışabileceğinin derslerini veriyoruz, bildiğim tecrübelerimi paylaşıyorum. Sizin bu ilk programınızda kullandığınız resimler çok ilginçti ve derste bunu da kullandım, çok etkili oldu gerçekten. Tekrar size çok teşekkür ediyorum.
A.T.A.: Çok sağ olun Hülya Hanım. Yani bu kadar uzağa, Almanya'ya ulaşması çok keyifli. Açık Radyo’nun da güzelliği bu aslında - Bir tek İstanbul'da yayın yapıyor radyo frekansı ama internetten tüm dünyada dinleyicisi var, onu da biliyoruz biz Açık Radyocular olarak. Ortalara bir yere de geldik Hülya Hanım. Bir müzik paylaşıyoruz biz her hafta dinleyicilerimize ve konuğumuzdan istiyoruz, anonsu da siz yaparsanız müziği dinleyelim isterseniz.
H.K.: Seve seve. Biz 9 Haziran'da prömiyerini yapacağımız Şahmeran oyununda Ermeni kökenli Rus müzisyen Aram Khachaturian’ın “Masquerade” parçasını kullanmaya karar verdik, bütün oyun boyunca bu parçayı kullanıyoruz. O yüzden ona atıfta bulunmak umuduyla bu parçayı çalınmasını rica edeceğim sizden.
A.T.A.: Tabii ki. Açık Radyo’da her müziğe, her sese yerimiz var sizin de bildiğiniz gibi. O parçayı dinliyoruz.
A.T. A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğumuz Hülya Karcı. Programa başlarken Hülya Hanım'ın Berlin'deki Mina Tiyatro Topluluğu’nun olduğunu belirtmiştim. 10. yılını da bu sene kutlayan bir tiyatro Mina Topluluğu ve onu konuşacağız. Ama siz müziğe girerken 9 Haziran'da prömiyerini yapacağız demiştiniz. Biz 12 Haziran'da yayınlayacağız bu programı. Yani geçmiş olacak, onun da bilgisini verelim, artık biz çok önce kayıt yapıyoruz her hafta program olduğu için. Mina Tiyatro Topluluğu’nun kuruluş hikayesi ve bu 10 yıllık süreçte neler yaptığını sizden alalım mı?
Mina Tiyatro Topluluğu ve Sakatlarla Tiyatro
H.K.:Mina Tiyatro Topluluğu, Mina Farklılığı Yaşa Derneği’nin bir çalışması. Bu dernek, 12 yıl önce kuruldu. Kuruluşunda da en önemli rolü oynayan, şu anda proje yöneticisi olan ve kendisinin de engelli bir kızı olan bir arkadaşımız. Kendisi aslında çok açık bir insan, bütün dillere hakim. Ona rağmen engelli bir çocuğu olduğunda çok çaresiz kaldığını anlatmıştı bana daha önce ve kurumlara ulaşamadığını, onun dertlerine derman olacak bir kurumun var olmadığını Berlin'de fark ediyor. Bu motivasyonla da böyle bir dernek kurmak istiyor. Arkadaşlarıyla çalışıyorlar, çok uzun yıllar sürüyor bu derneği kurmak ama kuruyorlar. Derneğin amacı, hem engelli, hem engelli aile yakını, hem de yabancı olan yani Alman olmayan, Alman diline hakim olmayan kişilere danışmanlık vermek. Biz de tanışıyorduk zaten, daha önce benim yaptığım çalışmaları biliyordu o arkadaşımız. O bana bir teklifte bulundu acaba tiyatro çalışması yapabilir miyiz dernekte yani gençlere ayrıca sanatsal ne sunabiliriz diye. Biz 10 yıl önce böyle başladık.
Benim için de yeni bir alandı ve gerçekten ilk başlarda çok çok çok zorlandım. Çünkü her zaman sizi hemen anlayan insanlarla çalışmıştım daha önce, çok çabuk anlayan ve çok çabuk ilerleyebildiğimiz insanlarla çalışmıştım. Bu süreçte benim için sabırlı olmak çok önem kazandı tabi ki. Aslında bunun toplumun diğer kesimleriyle çalışmaktan farklı olmadığını da öğrenmiş oldum çünkü biz gelen insanların, katılımcıların potansiyelleriyle çalışıyoruz yani ne getiriyorsa onlarla çalışıyoruz. Dolaysıyla onların dilekleri, onların istekleri, neden hoşlandıklarını keşfettikten sonra, o gönül bağını kurduktan sonra yapacağımız şey daha kolaylaşıyor ve bu 10 yıl içerisinde de biz gerçekten ciddi bir gönül bağı oluşturduk aramızda. Hemen hemen her yıl bir oyun sahneliyoruz daha çok bu alan için. Özellikle hazır, kalıp masalları seçiyorum ama katılımcıların getirdikleri yetenekleri ve arzuları ile doldurmaya çalışıyoruz ne yapmak istiyoruz diye. Burada benim dramaturji eğitimimin bir faydası oluyor, kendim yazabiliyorum en azından ya da başka oyunlardan oraya parçalar koyabiliyoruz. Bu arada, biz bir de ödül aldık pandemi sürecinde çok çeşitli yöntemleri kullandığımız ve 10 yıldır sürekli bir grupla çalışabileceğimiz için.
Bu yıl da Şahmeran’ı sahneye koymak istedik çünkü bütün dünyanın Şahmeran’ın şifasına ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Bizim için Şahmeran şifa veren bir kadın ve - oyun metninde de size gönderebilirim - eksikli olmak, insanın eksikli olması, sakat olmasıyla ilgili de bazı pasajlar göreceksiniz orada. Buna kıymet veriyoruz. Bizim, Mina Tiyatro grubunun, dünyaya söyleyeceği bir sözü var diye düşündük, yola çıktık ve iki yıldır da Berlin'in hatırı sayılır bir tiyatrosu bizi programına aldı. Büyük bir tiyatro, çok büyük olanakları olan, ışık, ses, müzik olan bir tiyatro. Orada prömiyerimizi yapıyoruz. Bu yıl biz ikinci prömiyerimizi yapacağız orada. Tiyatronun adı Hebbel am Uffer. Berlin'de yaşayan dostlar bilirler zaten, Güzel ve olanaklı olan bir yer.
A.T.A.: Atıyorum, Mesken Sokak Tiyatrosu gibi anlaşılan yani onun oradaki versiyonu gibi algılasın dinleyenler. Şahmeran’a geçmeden siz bana bir YouTube linki de atmışsınız, geçen seneki oyun Ayoğlan, Monjunghe idi. Bilmiyorum, doğru mu telaffuz ettim? O oyundan sekiz dakikalık bir video var YouTube'da. Onu da izlemek isteyenler YouTube'dan. ‘Ayoğlan, Monjunghe prömiyer’ yazabilirler. Bunun dışında da biz zaten sohbetin yazılı dökümünü Açık Radyo’nun sitesine koyuyoruz. Oraya da bu linki koyacağız biz, oradan bakabilirler. Ayoğlan oyununun bütün hikayesi biraz kısaltılmış şekilde oluyor.
Şimdi 9 Haziran dedik yani üç gün önce diyeceğiz artık o tarihi geçtiğimiz için. Siz bu yılanlar şahı Şahmaran ve Camsap oyununun bilgisini vermiştiniz ve öyle konuk olmak istediğinizi iletmiştiniz bana. Ben de masal anlatıcılığı yaptım bir dönem. Almanya'da da bağı olan SEIBA vardır. Hikaye Anlatıcılığı Merkezi’nden Nazlı Çevik Azazi de benim hocamdır, kendisi bana bu eğitimi veren insandı. Masal deyince aklıma o geldi çünkü Almanya'nın masal ile diyaloğu Anadolu'ya benzeyen bir şey, çok derin bağları var. Camsap hikayesini biliyorum ben - Orada sakatlık gibi bir şey yok aslında. Nasıl çıktı ortaya bu oyun? Siz dramaturji ile nasıl sakatlığa evirdiğinizin konusunu bu noktada dinleyelim isterseniz sizden.
H.K.: Nazlı benim de arkadaşım bu arada, tanışıyoruz. Ortak dostumuz da varmış. Ben de dokunuyorum tabii masal anlatıcılığına zaman zaman, böyle şeyler de yapıyorum. Bir kere Şahmeran demin dediğim gibi, benim için çok önemli bir figür, benim hayatımda çok önemli bir figür çünkü bir kadın ve şifacı olmasından dolayı ona çok kıymet veriyorum ve hep derler ya, ‘en çok yarası olan yaraları iyileştirebilir’ diye. Bizim de, Mine Tiyatro Grubu olarak da söyleyeceğimiz şey, belki engelli olmayanlara da bir ışık tutacaktır diye düşündük. Oyunda engellilikle ilgili herhangi bir şey yok. Bizim oyunlarımızda hiç yok zaten böyle bir şey. Dediğim gibi, biz sosyal alanda çalışırken yaptığımız, bizim konseptimiz bu. Herkes ne getiriyorsa gruba onunla çalışıyoruz yani şarkı söyleyebilen şarkı söylüyor, konuşabilen konuşuyor, konuşamayan konuşmuyor. Bizim bir konseptimiz de şöyle; anneler de sahnede bizde. ‘Engeli olmayan’ tırnak içinde söylüyorum, anneler de sahnede. Onlar çok ağır engelli çocukların arkasında bir gölge olarak duruyorlar. Onları yürütüyorlar, onları konuşturuyorlar, onların kollarını oynatıyorlar. Dolaysıyla annelerle çocukların arasındaki bu ilişki de çok ilginç ve çok izlenmeye değer bir ilişki. Tiyatro çalışmasına başlamadan önce anneyle çocuk arasında bir yükümlülük, bir sorumluluk ilişkisi varken, şimdi anneler de çocukları sayesinde sahnedeler ve oyun arkadaşları. Onların anlatımlarından söylüyorum, evdeki ilişkilerinde büyük bir değişiklik olmuş, büyük bir kalite artışı olmuş. En azından artık bir oyun partneri olarak bakıyorlar birbirlerine.
H.K.: Nazlı benim de arkadaşım bu arada, tanışıyoruz. Ortak dostumuz da varmış. Ben de dokunuyorum tabii masal anlatıcılığına zaman zaman, böyle şeyler de yapıyorum. Bir kere Şahmeran demin dediğim gibi, benim için çok önemli bir figür, benim hayatımda çok önemli bir figür çünkü bir kadın ve şifacı olmasından dolayı ona çok kıymet veriyorum ve hep derler ya, ‘en çok yarası olan yaraları iyileştirebilir’ diye. Bizim de, Mine Tiyatro Grubu olarak da söyleyeceğimiz şey, belki engelli olmayanlara da bir ışık tutacaktır diye düşündük. Oyunda engellilikle ilgili herhangi bir şey yok. Bizim oyunlarımızda hiç yok zaten böyle bir şey. Dediğim gibi, biz sosyal alanda çalışırken yaptığımız, bizim konseptimiz bu. Herkes ne getiriyorsa gruba onunla çalışıyoruz yani şarkı söyleyebilen şarkı söylüyor, konuşabilen konuşuyor, konuşamayan konuşmuyor. Bizim bir konseptimiz de şöyle; anneler de sahnede bizde. ‘Engeli olmayan’ tırnak içinde söylüyorum, anneler de sahnede. Onlar çok ağır engelli çocukların arkasında bir gölge olarak duruyorlar. Onları yürütüyorlar, onları konuşturuyorlar, onların kollarını oynatıyorlar. Dolaysıyla annelerle çocukların arasındaki bu ilişki de çok ilginç ve çok izlenmeye değer bir ilişki. Tiyatro çalışmasına başlamadan önce anneyle çocuk arasında bir yükümlülük, bir sorumluluk ilişkisi varken, şimdi anneler de çocukları sayesinde sahnedeler ve oyun arkadaşları. Onların anlatımlarından söylüyorum, evdeki ilişkilerinde büyük bir değişiklik olmuş, büyük bir kalite artışı olmuş. En azından artık bir oyun partneri olarak bakıyorlar birbirlerine.
Dolaysıyla sahnede bazen seyircilerden duyuyorum, unuttuklarını söylüyorlar. Yani kim engelli, kim engelsiz? Bunu unuttuklarını ve hikayenin gücüyle hikayenin içine katıldıklarını söylüyorlar. Bu anlamda bütün diğer gruplarda yaptığımız gibi yapıyoruz aslında ve amacımız, toplum tarafından görünmez kılınan ya da görmezden gelinen grupları, Mina Grubu’nda olduğu gibi görünür kılmak. Onların kendileri açısından da çok önemli. Demin dediğim gibi, aile ilişkileri çok değişiyor, kendilerine güvenleri artıyor ve izleyenlere de cesaret veriyor bu. Yani böyle birkaç yanı olan bir çalışma yaptığımız çalışma ve güzel anılar, eğlenceli anılar biriktiriyorlar. Bu da çok çok kıymetli bizim açımızdan.
Şahmeran özelliği de insan olarak yani sakat doğmuş insan olarak biz, insan varlığı olarak doğaya ne kadar zarar veriyoruz, nasıl her şeyi insan için istiyoruz? Şahmaran hikayesinde biliyorsunuz, yılanların soyunu kurutacak kadar hırslı insanlardan söz ediyoruz. Bunu biraz ortaya koymak ve Mina Tiyatro Grubu’ndan duyurmak istedik. Yani bu hırs bütün dünyaya zarar veriyor, sırf insanlar kurtulsun diye, insanlar iyi olsun diye, insanlar sağlıklı olsun diye bütün doğayı, bir ayak hareketimizle doğada ne kadar çok canlıyı yok ettiğimizin farkına varamıyoruz. Biraz böyle farkındalık da yaratan bir hikaye oldu. İçinde danslar da var, hatta Khachaturian’ım müziği bir piyanist tarafından canlı çalınacak. Çocuklarımızın orada çok güzel koreografileri var, dans ediyorlar. Küçük bir film de çıkartacağız, onu da size gönderirim ayrıca. Böyle bir konsept, bilmem anlatabildim mi, sorunuza cevap oldu mu?
A.T.A.: Evet, tabii şeyi sorayım ben; peki, bu çalışmalara katılan sakat insanlardan geri dönüşleri nasıl alıyorsunuz? Anneleri söylediniz, Annelerin iletişimini geliştirmiş ama sakat bireyler, oyunlarda oynayan ve oradaki heyecanı yaşayan kişiler size direkt diyorlardır ya da demeseler bile siz kendiniz görüyorsunuzdur onlardaki değişimi. Zaten bu dediğim kısa videoda da var o. En başında siz ‘şöyle yapın, böyle yapın, biraz dinlemeye çalışın’ diyorsunuz, uğraşıyorsunuz, söylüyorsunuz. Onların dönüşümüne dair neler söylemek istersiniz Hülya Hanım?
H.K.: Yine ben tabii annelerin söylediklerini söyleyeceğim. Mesela, çok ağır engelli çocuklarımız - çocuk diyorum ama aslında onlar gençler – var. Tekerlekli sandalyede oturuyor, konuşamıyor, göremiyor. Dolaysıyla benim onun ne hissettiğini bilmem başlangıçta çok zordu. Yani severek mi geliyor, anlıyor mu bizi? Bu süreç içerisinde annelerin de tabii bana verdikleri geri dönüşlerle çok severek geldiklerini görüyorum ve hatta biz Cumartesileri de prova yapıyoruz, o gün geldiğinde provaya gelmeyecek ise ya da evde herhangi başka bir sorun var ise olay çıkardıklarını, kendi dillerinde bağırıp çağırdıklarını, kendi başlarına hareket edebildikleri kadar ettiklerini ve en sonunda annenin o çocuğu getirdiğinde böyle bir rahatladığını ve ‘buraya gelmezse kendisini çok kötü hissediyor’ dediğini ya da bazıları çok ağır engelli olduğu için - bazen çok zor gerçekten - hakkıyla herkese rol verebilmek hakkıyla, eşit bir şekilde sahnede canlandırmasını sağlamak, bazılarına daha küçük bir rol verdiysem çocuğun üzüldüğünü yani o yüz mimiklerinden görüyorum onu katılamadığını bir şekilde artık yıllar içerisinde onu öğreniyorsunuz. Hangi mimikler, hangi sesler memnuniyetsizliğini belirtiyor, hangisi memnun olduğunu belirtiyor biliyoruz. Yani Cumartesileri bizim için vazgeçilmez bir buluşma günü - bütün çocukların, bütün gençlerimizin o gün oraya gelmezse kendilerini kötü hissettiklerini aileleri söylüyor. Tabii ben de çok memnun oluyorum. Bu arada bizim grubumuz aşağı yukarı 40 kişilik bir grup. Anneler bu yüzden çok önemli ya da kardeşlerin orada olmaları. Bu tür çalışmalar Berlin'de dediğim gibi gönüllüler olmazsa olmayan çalışmalar, mutlaka gönüllülere ihtiyacımız var burada. Onların desteğiyle aslında yapabiliyoruz bu tür çalışmaları.
A.T.A.:Sakat Muhabbet’te bu hafta Almanya, Berlin'e uzandık. Bir dramaturg, tiyatro yönetmeni Hülya Karcı idi konuğumuz. Hülya Hanım ile ağır engelli, hafif engelli ve engelsiz bireylerden oluşan Mina Tiyatro Topluluğu'nun oyunlarını konuştuk. Sizinle yazışırken siz şunu da demiştiniz bana; engelli Alman olmayan bireylerin sorunları. Bir de 2007'de Birleşmiş Milletler'in Engelli Hakları Sözleşmesi ile değişen yaşam biçimleri, buna da değineyim demiştiniz. Son sözlerinizi isterken de onu hatırlatayım ben size.
H.K.: Şimdi dediğiniz gibi, bu programı Türkiye'den ve Avrupa'nın birçok yerinden insan izliyor ve Türkiye'ye de örnek olsun istiyorum açıkçası. Biz bu arada Türkiye ile çok sık çalışıyoruz. İzmir'de bir takım gruplarla turne de yapıyoruz. 40 kişilik uçağa bindiriyoruz tekerlekli sandalyeyle insanları. Büyük bir deneyim tabii onlar için de ve evet, 2007'de Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi hazırlandı. 2009'da da Almanya imzaladı bunu. Bunu şu açıdan çok önemsiyorum; burada engellilere kültürel yaşama katılım hakları ve aynı zamanda kültürel çalışmaları yapma hakları tanındı. Bunun ne anlamı var? Bütün kurumlar, Almanya'da özellikle, bu olanakları sağlamak için hem finansman çıkartmaya çalışıyorlar, hem de alan açıyorlar. Tiyatro kurabilirsiniz, gruplar kurabilirsiniz ve insanlar, böyle bir hakları oldukları için kendilerini daha güvende hissediyorlar. Bu açıdan çok önemsiyorum bunu ve o zamandan beri de gerçekten Avrupa'da bu alanda çok gelişmeler oldu, çok fazla alanlar açıldı ve insanlar kendilerine daha çok güvenmeye başladılar çünkü böyle bir hakları var. Biz de hak temelli çalışıyoruz ve o insanlara yardımcı olmak istiyoruz ama mağdur gibi de yaklaşmıyoruz onlara ya da onlar mağdur insanlar değiller bizim için. Onların da hakları var ve bu haklardan herkes gibi yararlanabilecekler. Buna bağlı olarak da daha sonra Avrupa Birliği de girişimlerde bulundu. Hatta en son, siz de çok yakından takip ediyorsunuzdur zaten, son 10 yılda bütün belediyeler engelli bireyler için kurumlar açtı, arabalar aldı. Tabii o insanlara ne kadar ulaşıldığını bilemiyorum, başka bir konu ama Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin böyle yansıyan yani giderek bütün kurumlara ve yerele yansıyan bir çalışması oldu. Bunun da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.
A.T.A.: Çok çok sağolun. Sakat Muhabbet’te bu hafta Hülya Karcı idi konuğumuz. Almanya Berlin’den. Mina Tiyatro Topluluğu’ndandı kendisi, çok sağolsun. Bu hafta destekçimiz Aylin Tinel idi. Bir dahaki programda görüşmek üzere hoşça kalın diyorum.
H.K.: Hoşça kalın, çok teşekkür ederim.