Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, bir Anadolu Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak görev yapan, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi'nin felsefe bölümünde doktorasına devam eden tekerlekli sandalye kullanıcısı Can Koç ile bu sene ziyaret ettiği en gözde tatil beldesinde karşı karşıya kaldığı ayrımcı ve nefret suçu da barındıran hadiseyi ele alıyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 17 Eylül 2025 Çarşamba.
Eylül’ün ikinci haftasını geçtik, Ekim'e yaklaştık. Tabii Eylül bir yandan da tatilin sona erdiği ay gibi görülüyor, bildiğiniz gibi okullar açıldı.
Peki, sakat insanlar tatilde ne yapıyorlar, nelerle karşılaşıyorlar? Her sakatlığın kendi ayrı zorlukları var ama biz bu hafta bunun bir örneğini bir arkadaşımızın da yaşadıklarının üzerinden konuşacağız sizinle.
Bu hafta konuğumuz Can Koç. Can, hoşgeldin. Nasılsın, iyi misin?
Can Koç: Hoşbulduk Alper Abi, teşekkür ediyorum. Sen nasılsın, iyi misin?
A.T.A.: Bizler de Allah’a şükür iyiyiz. Biz de gezdik mezdik tatil zamanında, evimize geldik. Sen de gittin geldin gezdin ki zaten detaylı konuşacağız.
C.K.: Bayağı bir kilometre yaptım hatta.
A.T.A.: Onu detaylı konuşacağız seninle. Benim bir ilk sorum var programda, onu sorarak başlayayım; Can Koç kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın bulunuyorsa bunu da bizlerle paylaşır mısın lütfen?
C.K.: Tabii. Ben Can Koç, bir Anadolu lisesinde felsefe öğretmeni olarak çalışıyorum. Aynı zamanda da İstanbul Üniversitesi'nin felsefe bölümünde doktora öğrencisiyim. Bunların haricinde yüzüyorum, bir dönem okçuluk yaptım yani sporla aram iyidir. Dışarıdan oturan biri gibi gözüksem de aslında bayağı bir hareketliyimdir.
A.T.A.: Sakatlığın var mı peki?
C.K.: Evet, ben tekerlekli sandalye kullanıyorum. Omurilik felçlisiyim.
A.T.A.: Peki bu sonradan mı oldu, doğuştan mı oldu, onun detayı var mıdır?
C.K.: Sonradan oldu. Bir kaza sonrası oluşan bir yeti yitimi olarak adlandırabiliriz.
A.T.A.: Kaç yaşındaydın olduğu zaman?
C.K.: Yaklaşık 22.
A.T.A.: Şimdi kaç yaşındasın?
C.K.: Şu an 34-35'e doğru gidiyoruz.
A.T.A.: Yani 12 yıldır sakatlık deneyimi yaşayan bir insansın.
C.K.: Evet.
A.T.A.: Peki trafikle ilgili bir kaza mıydı, bir araba kazası mıydı?
C.K.: Evet, araç kazası.
Doğuştan mı, Sonradan mı İkilemi
A.T.A.: Peki nasıl bir şey? Yani hep şu deniyor; ben doğuştan sakat bir insanım ve , bana ‘Sen çok şanslısın’ diyorlardı ben çocukken, ‘Sen doğuştan oldun, sonradan olsan daha kötüydü’ derledi.. Öyle bir şey var mı gerçekten?
C.K.: O tarz kıyaslamaları ben de zaman zaman duymuşumdur ama pek anlamlı bulmuyorum. Neticede hayatın içinde olan bir olgu bence yani bunu tartıya koymanın çok doğru ve mantıklı olduğunu düşünmüyorum.
A.T.A.: Peki ilk zamanlarında sen de bir yıkım yaşadın mı? Şu anda çok pozitif konuşuyorsun, sesin öyle geliyor bana. Şimdi şöyle diyeyim ki sağlamcıların zihniyle sana soruyorum bu soruyu; 22 yaşında, hayatının baharında genç bir delikanlıya böyle bir şey olmuş ve onun artık yıkılması lazım tırnak içinde ama sesi de canlı geliyor bize. Peki bu nasıl oldu?
C.K.: Evet, tabii ki bu adaptasyon çok kolay oluyor diyemem ama bu da mümkün. Bugün konuşmada da sık sık buna değineceğiz ki aslında koşulları zorlaştıran başka şeyler var.
A.T.A.: Neler gibi örnekler, kendin ne yaşadın? Oldu kaza ve bu durum sana söylendi, sonrasında bugüne kadar ki kısmı biraz anlatsana bize.
C.K.: Aslında en temel fark ettiğim nokta şuydu; eskiden hatta kolaylıkla yapabildiğim birçok şey ya da katılabildiğim birçok etkinliğe katılamadığımı fark ettim, en bariz ayrım buydu. O yüzden çok kolay yaptığım bir şeyi artık ya çok zor yapabiliyordum ya da hiç yapamıyordum. Bu hayatın her alanında böyle. Eğitim, sosyal hayat, özellikle sosyal hayatta çok belirleyici çünkü biz yani az çok biliyorsun, katılacağımız etkinliklere ya da gideceğimiz mekanlara bile önceden fiziksel koşullar araştırması yapmak durumundayız.
Bunun sebebi niye böyle? Örnek veriyorum; ben ABD’ye iki kere gittim ve orada böyle bir çabam olmadı çünkü zaten her yer tamamen fiziksel erişime uygundu. Oranın herhangi bir işletme ruhsatı alabilmesi için zaten o şartları yerine getiriyor olması gerekiyor. Başka uçuk bir örnek de vereyim istersen.
A.T.A.: Tabii.
C.K.: Yani gece kulübünde bile şartlar gayet uygundu.
A.T.A.: Niye uç örnek olsun ki bu? Ama Türkiye'de uç gibi algılanıyor, oyüzden uç diyorsun aslında değil mi?
C.K.: Tabii ki. Yani eğitim değil, günlük hayatın bir parçası değil. Gece hayatı eğlencesinde bile o şartlar sunuluyor tüm vatandaşlara. Bu hizmet kapsayıcı, herkes gelip eğlenebilir.
A.T.A.: ABD'de iyi diyorsun, peki nasıl iyi? Onunla ilgili bir mücadele de oldu 30-40 sene önce yani durduk yere ‘haydi gelin’ demedi kimse. Mücadele ile oluyor bu işler bir anlamda.
C.K.: Kesinlikle demedi ki onlar da belki günümüz Türkiye'sinden çok daha gerideydi çünkü mesela ben bu alanda da araştırmalar yaptığım için ‘Ugly Laws’ diye bir yasa var mesela; ‘Topallar, körler dışarı çıkmasın’. Bu kanunlaşma sürecinden söz ediliyor yani adamlar oradan bu noktaya evrilebilmiş. Nasıl yaptılar bilmiyorum.
A.T.A.: Böyle bir kitap da var, belki o kitabı sen de okumuşsundur; Ugly Laws. Yani ‘sakatlar, körler, ampüte insanlar dilencilik yapıyorlar, bu da bizi kötü gösteriyor, bunları soyutlayalım’ diyorlar. 1800’lü yıllar, eski de değil yani 500 sene önce değil, 150 sene önce olan şeyler bunlar.
Sen yaptığın sporları da söylemiştin. Peki, onları sakat değilken mi yoksa sakatken mi yapmıştın?
C.K.: Yok, paralimpik gibi düşünün. Her ikisi de paralimpik yüzme ve okçuluk.
A.T.A.: Lisanslı Sporcu musun? Ciddi ciddi spor yaptın mı yoksa eğlenme maçı mı?
C.K.: Aslında profesyonelleşmeyi düşündüm ama çok da peşine düşmedim. Bir şekilde akademi daha çok beni cezbediyordu. Profesyonelleşecek noktaya kadar geldim diyebilirim.
A.T.A.: ‘Şimdi ise felsefe öğretmeniyim’ dedin.
C.K.: Evet, felsefe öğretmeniyim aynı zamanda.
A.T.A.: Okulunda seni görüyor öğrenciler, sandalye ile gidiyorsun.
C.K.: Tabii.
A.T.A.: ‘Böyle öğretmen olur mu?’ gibi velilerden belki bir şey olabilir, böyle şeyler yaşadın mı bugüne kadar ki eğitim, öğretim hayatında?
C.K.: Garipsediklerini görüyorum tabii, ilk başta bir şaşırıyorlar. Nasıl bir eşkal bu?
A.T.A.: Öğrenciler için mi diyorsun?
C.K.: Evet yani velilerden bilmiyorum, benim gözlemlediğim olmadı tabii. Belki garipsemişlerdir falan diye ama ben pek görmedim ama öğrencilerin şaşırdığını görüyorum ilk izlenimden çünkü ben genelde de böyle heyecanlı, enerjik biriyim ve herhalde o da kafalarına pek oturmuyor yani nasıl bir profil bu diyorlar.
A.T.A.: Bu hafta seninle tatil konuşacağız. Biz ana konumuzu müzikten sonra konuşuyoruz genelde ve bir müzik seçmesini konuktan istiyorum. Sen bir şarkı seçtin mi, ne dinleyelim bu hafta?
C.K.: Hemen düşüneyim. Ben Bon Jovi'den bir şey isteyeceğim, “Living on a Prayer” olabilir.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğumuz Can Koç. Can, sandalye kullanıcısı bir engelli olduğunu söylemişti. 22 yaşında bir kaza sonucu bu duruma gelmiş ve 10 küsur yıldır da bu durumda yaşıyor. Ayrıca kendisinin bir öğretmen olduğunu da söylemişti.
Programın başında da ben tatilden bahsetmiştim. Can bu seneki tatilinde sorunlar yaşamış; pek çok sıkıntı yaşadığı gibi ve yaşayacağı gibiydi aslında yani tatilinde özetle çok spesifik bir durum da var, onu detaylı konuşacağız ama bu arada Can da benim Erişiyorsam Varım Topluluğu’ndan da arkadaşım.
Bu sene tatilinde ne yaptın, ne ettin ve neler yaşadın sakat bir birey olarak?
Sakatlar ve Tatil
C.K.: Zaten yaz tatillerinde erişilebilir plaj bulmak bence oldukça büyük bir sorun. Bu konuda genelde CİMER ya da diğer kamu kurumlarıyla da çok fazla yazışan biriyim. Çok fazla bir dönüt aldım mı ya da olumlu anlamda veya bir iş bitirme anlamında bir şey görüyor muyum? Görmüyorum ama ben yine de gördükçe bunu yazıyorum
A.T.A.: Ne yazıyorsun peki, CİMER'e ne yazdın? Bir örnek versene.
C.K.: Mesela, ‘Şu an bu beldedeyim. Burası bir halk plajı ama böyle böyle bu halk plajın fiziksel engelli vatandaşlar için uygun değil. Burada da gerekli düzenlemeleri yapmanızı, kanunen de sizin sorumluluğunuz olduğunu hatırlatır, gerekini bilginize sunarım’ gibi dilekçe formatında bir şeyler yazıyorum genelde.
A.T.A.: Yanıt nasıl dönüyor?
C.K.: Mesaja tabii ki cevap alıyorum ama en son mesela bir bölgede sit alanı olduğundan dolayı o tarz düzenlemeler yapılamayacağı söylendi. Bu tabii ki çok komik bir cümle. Hatta Serim'e attım. Serim'de diyor ki ‘Kardeşim sanki ne yapacak? Orada ahşaptan bir yol yapacak sahil için’.
A.T.A.: Bilmeyenler için Serim de Serim Berke Yarar. Konuk da olmuştu kendisi Sakat Muhabbet'e.
C.K.: Yani o ahşap yapı muhtemelen mevzuata aykırı olarak değerlendirildi.
A.T.A.: Sit alanlarını gasp edip otel yapıyorlar, o bozmuyor ama rampa bozuyor, doğru mu anlıyorum acaba? Öyle mi diyorlar bir yandan?
C.K.: Yani öyle de yorumlanabilir.
A.T.A.: Peki bu seneki tatilini bir başından özetlesene. Nerelere gittin, neler yaşadın?
C.K.: Vallahi epey gezdiğimi söyleyebilirim. Bozcaada’da çok kaldım ki Bozcaada apayrı bir başlık altında bence konuşulmalı çünkü orada ciddi anlamda eriştebilirlik sorunları var. Lavabodan tut da arnavut kaldırımlarına kadar bir sürü noktada sorun yaşanıyor. Ben bazı şeylere karşı da bağışıklık geliştirdiğim için bir şekilde destekle onları atlatabiliyorum artık yani ben eş dost arkadaşların desteğiyle bir şekilde günü kurtarıyorum. Fiziksel olarak da formda ve biraz daha güçlü olarak adlandırabilirim kendimi yani sandalyeyi de birçok koşulda iyi kullanabiliyorum.
Ama mesela bu yaz benim için çok sıra dışı olan bir deneyim oldu, tutum olarak böyle engelleyici bir durumla karşılaştığım neredeyse hiç olmamıştı şu ana kadar. Bu 10 küsur yıllık periyot içinde hizmet almak için gittiğim bir yerden kovuldum diyebilirim. Bu tabii biraz ağır bir ifade ama bir anlamıyla da öyle gerçekten, kovuldum diyebilirim.
A.T.A.: Spesifik konuşacağımız konu bu. Peki Bozcaada'ya gittin, başka nerelere gittin?
C.K.: Bozcaada'nın tamamını, her bir noktasını gezdim. Ayıptır söylemesi altımızda arazi aracı da vardı ve bütün koyları, bütün dağları tepeleri, her yeri, sahilleri gezdik. Zaten ada çok da büyük bir yer değil.
A.T.A.: Peki Bozcaada'dan başka nerelere gittin?
C.K.: Bozcaada'dan başka Bodrum'a gittim. Ben zaten gittiğim yerde de çok fazla öyle yerinde duran biri değilim. Bodrum'da da birkaç gün kaldım ama birçok noktaya gittim. İlginç örnekler de gördüm.
A.T.A.: Ne yaşadın Bodrum'da? Şuraya gittim, şu oldu, buraya gittim, bu oldu gibi söylesene bize.
C.K.: Şunu söyleyeyim; kaldığım otel aslında erişilebilirlik anlamında oldukça iyiydi. Havuzdaki çözümler, odanın düzenlemeleri, her şey gayet iyiydi. Artık danışmanlık mı aldılar ama bayağı konuya hakimler. Ben çok konforlu bir tatil geçirdim otel bağlamında.
A.T.A.: Otelin içi böyleydi. Peki otelin dışı?
C.K.: Otel harici birçok plajın da erişilebilir olduğunu duydum. Hemen dedim, ‘Bir tanesine gidip bakalım’. Turgut Reis Halk Plajı’na gittim mesela ve orada hakikaten ücretsiz ve erişilebilir plaj hizmetinden yararlandım. Oldukça da iyi cihazları vardı, can kurtaran tarzı görevli arkadaş vardı. Onlarla diyalog da oldu, ‘Böylesini kullanmamışsınızdır çünkü yeni geldi’ dediler yani çok güncel bir teknoloji olduğundan bahsettiler. Gerçekten de konforlu bir raylı bir sistem var; denize kadar bırakıyor, denizden alıyor. Oldukça rahat.
A.T.A.: Bunu koyan oraya belediye mi, devlet mi ?
C.K.: Evet, belediye.
Erişilebilir plaj ne demek?
A.T.A.: İlçe belediyesi mi, il belediyesi mi?
C.K.: Onu bilemiyorum. Aslında çok da şaşırmadım çünkü bence zaten Muğla turizm konusunda çok öncü illerden.
Şimdi oradaki personelin tabi ancak yalancısı olabilirim çünkü bu bilginin kaynağı bende yok ama o uygulamayı Yunanistan'dan gelip yaptıklarını söylediler.
A.T.A.: Erişilebilir diyorsun, erişilemez diyorsun plajlar için ama hiç bilmeyenler vardır. Erişilebilir plaj ne demek, erişilemez plaj ne demek?
C.K.: Tabii ki şunu herkes çok kolayca anlayabilir; tekerlekli sandalyeyi kullanan birinin kum üzerinden denize ulaşması mümkün değil, ya taşınması gerekiyor ve başka bir alternatif de zaten gözükmüyor. Erişilebilir plaj dediğimiz olay da aslında bir tür lift gibi bir cihazına - bu bazen kumda giden tekerlekli sandalye çözümü de olabiliyor, o tarz aletler de var - binip kumda gidip denizin içine kadar girebiliyor.
Ama benim bu Bodrum'da gördüğüm raylı bir sistemdi; sandalyeden ona geçiyorsun ve denize kadar giden bir ray vardı. O seni denizin içine alıp bırakıyor. Kumun üstünde zaten güzel bir yol yapılmış ve o da büyük bir artı. Oraya gidiyorsun, cihaza ulaşıyorsun. Kendini cihaza alıp onunla birlikte denize giriyorsun.
A.T.A.: Peki sen gitmeden önce internette bir yerde bakıp erişilebilir mi, değil mi diye görebiliyor musun yoksa gidince mi fark ediyorsun?
C.K.: İnternette onların bilgileri var yani hangi plajlarda erişilebilir çözümlerinin olduğunun bilgisi var.
A.T.A.: Her yerde var mı? Buna özel bir site mi var? Sen gittiğin belediyeden mi bakıyorsun buna?
C.K.: Belediyenin sitesiydi diye biliyorum yani Muğla Belediyesi'nin sitesinde sanırım. Çok yanıltıcı olmasın ama resmi bir sitede onun bilgisi var.
A.T.A.: Ben şu nedenle soruyorum; birisi Trabzon'da sahile gidiyor ve orada da belediyeye girip mi baksın. Sakat kişiler dinliyorsa programı, onlar da merak ediyorsa nasıl bunu öğrenebilirler diye aslında soruyorum sana.
C.K.: Benim gördüğüm kadarıyla erişilebilir plaj ya da engelsiz plaj olarak adlandırılıyor. O anahtar kelimeyle aratıp bulabilirler.
A.T.A.: Bir mekana alınmadım diye bahsettin, onu konuşacağız şimdi ki bizim en son toplantımızda da bunu bayağı geniş konuştuk. Tabii mekanın ismini vermeyeceğiz. Zaten sakatlar bunu çok sık yaşıyorlar. Sen bu olayı bir anlat, ne olmuştu? Bir detaylı anlatıp üzerine konuşalım istersen.
‘Tekerlekli Sandalyeli Müşteri Giremez’
C.K.: Mekanı bana çok övdüler. Benim okur yazar olduğumu da biliyor tabii arkadaşlar ve dediler ki, ‘Seni öyle bir yere götüreceğiz ki bayılacaksın’. Çünkü ‘Bodrum'un - benim cümlelerim değil bunlar – en kültürel, kitap kafe, caz konserleri, ünlülerin uğrak yeri, bla bla...’ diye gidiyor. Dediler ki, ‘Sen de orayı çok seversin’ dediler ve ben de ‘Tamam’ dedim ki duymuşluğum var ama nerede? Hiç daha önce gitmedim oraya. ‘Tamam, gidelim’ dedim ve hatta gittiğim ilk rotalardan biriydi. Otele yerleştim ve dışarı çıkıp ilk uğradığım yerdi. O kadar övgüden sonra burayı görerek tatile start verelim dedim ama pek de iyi bir tercih olmadı benim için.
A.T.A.: Şimdi onun hakkını dinleyip, dinleyiciler versin Can, onu sen deme. Şimdi anlattılar, ‘hadi tamam’ dedin sen de. Başından başla; arkadaşlarım mı geldi otele, nasıl oraya gittiniz, bunu hikayeleştirsene bize, nasıl oldu bu olay?
C.K.: Otelde buluştuk, arabaya atladık. Ne yapalım, şunu yapacağız, bunu yapacağız ve dediler ‘Böyle bir yer var, senin muhakkak görmen lazım’. Övgüler, övgüler, övgüler... ‘Tamam’ dedim yani bir şeyimiz de yok. Zaten yakındı da kaldığım otele, oraya gittik, aracı park ettik. Mekana gireceğiz ki giriş zaten basamaklı falandı yani öyle erişim olarak da çok düzgün bir yer değildi. Bir set vardı, orayı geçtikten sonra hakikaten içeride iyi bir peyzaj göze çarpıyordu; güzel, çok bakımlı bir bahçe, güzel bir mimari, iyi bir dizayn ve bir kütüphane. Gerçekten diyecek bir şey yok. Mekanda da dediğim gibi bazı yerlerinde zemin olarak gerçekten sandalyenin girişi için pek uygun değil, bu bilgiyi de vereyim. Kullandıkları o mimari zemin, bir sandalyenin rahatça hareket edebilmesi için gerçekten uygun değil ki zaten bir yerden sonra da bahçe başlıyor yani erişim için hakikaten biraz zorlu koşullar vardı.
Henüz oturmadık. Benim öncelikle kütüphane dikkatimi çekti ve hemen dedim ki ‘Şu kütüphaneye bir bakayım neler var’. Orada da felsefe reyonu ilgimi çekti, biraz bakındık ettik.
Sonra içeride mi oturalım diye düşündük çünkü içerisi de güzel böyle yani dışarısı çok sıcak olduğu için içerisi bayağı bir ferah geldi bize. İçeride mi oturalım, dışarıda mı derken bahçeyi deneyimleyelim istedim. O kütüphaneyi gittiğimi söyledim ama kütüphaneye girişte de yüksekçe bir basamak vardı ama orada arkadaşların desteğiyle o büyük basamağı atlayıp kütüphaneye girdim.
A.T.A.: Tabii, tek sakat sensin, arkadaşların bir sakatlığı bulunmuyor.
C.K.: Yok, onlar sağlam. Evet, kütüphaneyi gezdik. Sonra dışarıda mı oturalım, içerisi daha mı ferah derken ‘Dışarı çıkalım’ dedim. Aynı şekilde o basamaklı yerden geri geri indik, bahçeye doğru ilerledik. Bu sırada bir garson belirdi. ‘Yalnız biz sizi alamayız’ dedi. Ben tabii orada bayağı bir şaşırdım, bir şok geçirdim.
A.T.A.: Anladın mı neden dolayı bunu söylediğini, belirtti mi?
C.K.: Hayır, hiç anlayamadım. Sakatlıkla ilgili bir şey olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.
A.T.A.: ‘Sakat olduğunuz için alamayız’ dedi değil mi? Doğru anlıyorum şu anda.
C.K.: O sonraki. İlk başta ‘Sizi alamayız’ dedi. Sonra da ‘Biz tekerlekli sandalye kullanıcılarını buraya almıyoruz’ dedi. İkinci şok. Şimdi ben de o an bayağı bir şaşırdım, tabi arkadaşlar da bir şaşırdı. Şok olduk, tepki dahi veremedik.
A.T.A.: Buraya dediği bahçeye mi yoksa bütün mekana mı demek istiyor acaba?
C.K.: Şimdi mekana, bahçeye zaten kesinlikle almıyor. Diğer cümlesi de şu oldu, ’Biz aslında size girişte almayacağımızı söyleyecektik ama siz hemencecik kütüphaneye geçtiniz’ yani ufak bir sitem de yedim. Ben zaten girip gezinmişim orada, sonra inince tekrar bahçe katına dediler ki, ‘Aa biz alamıyoruz’. Nasıl yani?
‘Bizim koşullarımız uygun değil bu tarz bireylere. Ayrıca bu konuda bize gelen talimat var’ dedi. Şimdi diyalog ilerleyince bu sefer anladık ki ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Yanımdaki arkadaşlarım önce onlar da bana baktılar ben ne tepki vereceğim diye. Ben dedim ki ‘Sakin olun, bir şey yok’. Ben diyalogla işi yürütmeye çalıştım yani nasıl böyle bir şey olabilir?
A.T.A.: Bu garsonun tavrı nasıldı? Kibarca mı söylüyor bunu yoksa biraz sert mi söylüyor?
C.K.: Hayır, çok keskin. Bir müşteriyle kullanılmayacak üslupta bir tavırdı. Diğer iki arkadaş da zaten yurt dışından yeni geldiği için onlar biraz daha bihaber bu konuda.
A.T.A.: Sonra ne oldu? Onu dedi ve siz çıktınız mı yoksa biraz tartıştınız mı? Ne yaptınız orada?
C.K.: Hiç tartışmadım. Diğer arkadaşlar belki bıraksam tartışırlardı ama ben dedim ki kendi kendime bunu ben duydum, bu olayın üstüne daha burada nasıl durayım yani o durumda orada nasıl kalabilirim. Resmen istenmeyen kişi olduğumu orada adam dile getiriyor ama bunu derken de referans veriyor. Diyor ki, ‘Bizim profilimizdeki ilgili iletişim numarasını arayarak teyit edebilirsin’. Şimdi o da bir personel olduğu için onu haşlamanın bir anlamı yok ama üslubu çok kötüydü, o ayrı bir konu. O konuda belki bir tartışmayı, polemiği hak ediyordu ama ben o kafada olan biri değilim. Bir de tatile çıkmışım ve daha ilk gün.
A.T.A.: Peki o numarayı aradınız mı?
C.K.: Valla doğrusunu istersen ben o numarayı da aramadım ondan sonra. Sadece birkaç arkadaşla konuştum, orayla bağlantısı olduğunu bildiğim birkaç arkadaşı aradım. Onlar dedi ki, ‘Onların sahipleri de çok fazla bu konuda böyle uzlaşılabilecek kişiler değil, biraz farklı bir tutumları var’.
Hem Ayrımcılık Hem Nefret Suçu
A.T.A.: Türkiye’de ayrımcılık diye bir kanun da var ve bu bir ayrımcılık ama ispatlanması gerekiyor tabii. Detayları var ama ununla ilgili neler yapmayı düşündün ya da yaptın mı bir şeyler?
C.K.: Yani sadece ayrımcılık değil, bunun yanında bir de nefret suçu içeriyor bence. Açık bir nefret, direkt dışarıda bırakıyor.
A.T.A.: Ben şimdi bu bölümün başlığını şöyle düşündüm, senden teyit alayım da Can; ‘Müessesemize tekerlekli sandalyeli müşteri alamıyoruz’. Tamam, olay bu değil mi?
Peki, sen daha önce buna benzer bir şey yaşadın mı başka bir yerde hayatın boyunca?
C.K.: Yani inanın size şunu söyleyeyim; Türkiye'de de, dünyada da tekerlekli sandalye kullanıp benim kadar yol yapan insan sayısı azdır. ABD’ye birkaç kere gittim, Kazakistan'a gittim. Türkiye'de sürekli tekerlekli sandalye ile ilgili, fiziksel erişimle ilgili gerçekten ciddi sorunlar var ama böyle bir tutumu ben hiçbir yerde gördüğümü hatırlamıyorum. Böyle ayrımcı, dışlayıcı, nefret içeren bir tutumu hiçbir çevrede, hiçbir kültürde görmedim ve Türkiye'de de görmedim.
A.T.A.: Size niye böyle fevri davranıyor? Bana laf diyecekler gibisinden böyle konuşuyor zaten.
C.K.: Muhtemelen yani nasıl görmedin de içeri aldın gibi belki.
A.T.A.: Garsona belki de girişte söylemen lazımdı, oraya kadar gelmiş diyecekler diye düşünmüş olabilir. Tabii onun zihnini okumayız ama bizim konseptimize uymayan birisinin orada ne işi var gibi şeyler olabiliyordur.
C.K.: Evet ve dediğim gibi yani burası salaş ya da öyle basit bir yer de değil. Jet sosyetenin ya da kültür dünyasının üst yerlerinden biri.
A.T.A.: Peki Can, bayağı sıkıntılı bir şey ama sakatların çoğu da buna benzer şeyler yaşamışlardır. Son sözlerini alacağım ama bununla ilgili bir şey yapmak istiyor musun? Son sözlerinle beraber bunu da cevabını alayım senden, öyle bitirelim istersen.
C.K.: Benim derdim aslında bir tür zihniyet dönüşümüne vesile olmak yani tutup da adam ceza alsın diye bir şeyim yok ama bir şekilde yaptığının yanlış bir şey olduğunu, insan hakları suçu olduğunu bildirmek isterdim.
A.T.A.: Son sözlerin var mıdır bitirirken programı?
C.K.: Benim asıl değinmek istediğim nokta şu; bu zorlukların hepsi aşılabilir zorluklar yani bunlar öyle yaşanmak zorunda olan şeyler değil; hepsinin çözümü var ve çözümü olup da bunlar yaşandığı için biraz sitemliyim diyebilirim sadece. Böyle olmak zorunda değil bu, çözümleri var. Çözen ve başaran başka ülkeler var ve bizim için de bu mümkün.
A.T.A.: Bodrum dedik, iyi bilinen bir yer dedik. Genelde şöyle oluyor böyle durumlarda; isim söylendi, ifşa oldu diyelim, ona herkes bağırıyor, çağırıyor, lanet okuyor ama sorun olduğu yerde kalıyor ve bir şey de çözülmüyor aslında.
C.K.: Evet.
A.T.A.: Onu da çözmek gerekiyor bir yandan da. Bu hafta Can Koç idi konuğum. Kendisi felsefe öğretmeni, felsefe doktorası yapan bir arkadaşım. Bayağı zaman geçmiş üstünden ama geçmiş olsun diyorum Can’a.
C.K.: Teşekkür ediyorum.
A.T.A.: Sıkıntı hala sürüyordur sende. Ben de yaşadığım için benzer şeyleri biliyorum, uzun süre atamıyorsun üstünden öyle durumların yükünü.
Ben programı da bir son sözle bitiriyorum ve şimdi tam da çok ironik olacak. Sen bunu yaşamışsın ama bizim son söz de, ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’. Bıraksalar eğleşeceğiz oldu biraz senin yaşadığın ile bu. Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.
C.K.: Hoşçakalın.