Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Kentler Raporu

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı (GETEM) Direktörü Engin Yılmaz ile 'Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Kentler için Erişilebilirlik Beklentileri’ raporu üzerinden eşit, erişilebilir ve engelsiz kentlere ulaşmak için ne yapabiliriz sorusunu cevaplamaya çalışıyor.

""
Eşit, erişilebilir ve engelsiz kentler
 

Eşit, erişilebilir ve engelsiz kentler

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Bugün 15 Mayıs 2024 Çarşamba, ben Alper Tolga Akkuş. Bu haftaki bölümü destekleyen Deniz Aslan ve Sevim Aslan ile; bir önceki haftaki destekçimiz Alpay Dinçkoç'a teşekkür ederek başlamak istiyorum programa. 31 Mart seçimleri bir buçuk ay önce sona erdi; pek çok il ve ilçenin yönetiminde değişiklikler oldu ve bugünlerde de belediyelerin yeni döneme ait plan projelerinin son aşamalarının olduğu dönemler. Bu beş yıllık süreçte ne olacağına dair karar süreçlerinin en kritik günlerini yaşıyoruz bugünlerde. Peki, kent, ilçe, kasaba, köy ve mecralarda yaşayan, yaşamaya çalışan sakatların durumu nedir, onlar için ne yapılıyor, ne gibi planlar yapılması gerekiyor? Bu konuları bu haftaki konuğumuz, hem Açık Radyo’nun, hem Sakat Muhabbet’in yakından tanıdığı bir isim, sevgili Engin Yılmaz ile ele alıyoruz. Engin Bey'i 4 Temmuz 2023 tarihli 17. bölümümüzde konuk almıştık ve şimdi kendisini bir kez daha konuk ediyoruz. Engin Bey, Sakat Muhabbet’e hoş geldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?

Engin Yılmaz: Hoş bulduk, merhabalar. Siz nasılsınız?

A.T.A.: Ben de çok iyiyim, sağolun. Engin Bey; Engin Yılmaz kimdir, ne yapmıştır ve bir sakatlığınız bulunuyorsa bunu da belirterek isterseniz başlayalım programa.

E.Y.: Engin Yılmaz, Boğaziçi Üniversitesi Yetişkin Eğitimi’nden doktorasını almış, şu an Boğaziçi Üniversitesi'nde hem Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı’nın (GETEM) direktörlüğünü yapan, hem de aynı zamanda çeşitli derneklerde, sivil toplum kuruluşlarında aktivist çalışmalarda bulunan ve aynı zamanda da yarı zamanlı öğretim üyeliği yapan bir kişi. Kendim de doğuştan körüm. 1979 doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi'nde lisans yüksek lisansımı Psikoloji bölümlerinde tamamladım, ardından yetişkin eğitiminde bir dönem rehber öğretmenlik yaptım. 2007'den beri de GETEM’de çalışıyorum ve çeşitli derneklerde de zaman zaman ya da çeşitli platformlarda sakatlığa ilişkin belli çalışmalar yürütüyorum.

10 - 16 Mayıs Engelliler Haftası

A.T.A.: Zaten GETEM’i detaylı konuşmuştuk geçen bölümümüzde, ona ayırmıştık bölümü sadece. 15 Mayıs'ta bu bölüm yayınlanacak ve 10 - 16 Mayıs, Sakatlar Haftası biliyorsunuz. Kendi adıma böyle belirli gün ve haftalar bana, özde değil de sözde geliyor gibi düşünüyorum.

E.Y.: Aynen katılıyorum. 

A.T.A.: Ama bugün olunca da Sakat Muhabbet’i dinleyenler, ‘Ya ona dair de bir şey konuşmadınız mı?’ derler diye sormuş olmak için sorayım ben size; 16 Mayıs Sakatlar Haftası ne ifade ediyor, yaşanan ne, olması gereken ne?

E.Y.: Yaşanan, ‘mış’ gibi yapmak yani şov yapmak. Bütün firmalar beni arıyor, sizi de arıyorlardır eminim Alper Bey, ‘Ya bize bir seminer verir misiniz?’ diye. Hatta bugün bir okuldan aradılar, ‘Ya, bizim bu hafta dolaysıyla bir şey yapmamız gerekiyormuş, gelir misiniz?’ dediler. ‘Gerekiyormuş’ - yani o kadar kağıt üzerindeki iş, anlatabiliyor muyum? Öyle yürüyen bir dönem. Aslında bunu Birleşmiş Milletler 1981 yılındailan ediyor. Yani o dönem; 1981 -  1991 yılları arası ‘Sakatlar 10 Yılı’ ilan ediliyor ve 10 - 16 Mayıs haftasında da buna dair etkinlikler yapılması söyleniyor. Sonra, 1991’den sonra bu kalkıyor aslında ve 3 Aralık’ı kabul ediyor Birleşmiş Milletler. Ancak ondan sonra bu dönem de kalkıyor. Ama halen Türkiye'de de, dünyada 10 - 16 Mayıs önemli bir zaman olarak kabul ediliyor. Bu dönem, dediğim gibi, bir şekilde insanların ‘mış’ yaptığı bir dönem. Ama bir yerde de kendimizi gündeme taşımak için de bir fırsat ve biz de öyle değerlendiriyoruz. Yani benim de niyetim aslında bu raporu seçim öncesi bir şekilde bitirmekti ama fırsat olmadı, vakit olmadı. Seçim öncesi yapıp, sakatlar olarak adaylardan, yeni seçileceklerden beklentilerimiz bu gibi bir düşüncem vardı. Ama dediğiniz gibi, zaten şu an daha yeni yeni herkes mazbatasını aldı. Onlar planlarını çıkarırken, onlara bir yol gösterici olmak, politikalarına yön verebilmek adına böyle bir rapor ortaya çıktı.

'Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Kentler için Erişilebilirlik Beklentileri'

A.T.A.: Rapor derken de konumuza girdiniz zaten; sizin hazırladığınız ‘Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Kentler için Erişilebilirlik Beklentileri’ raporu. Bu raporada drenginyilmaz.net ardesinden ulaşabilir dinleyenler, onu söyleyelim. Bu raporun fikir süreci ve hayata geçme aşamalarını ele alalım. Siz tek başınıza mı yazdınız yoksa bir ekip mi vardı işin içinde?

E.Y.: Uzun süredir çeşitli derneklerle de temas halindeyken, insanlarla hep ‘bunu yapalım’ diye konuşuyorduk. Politikalar üretmek için böyle bir rapora ihtiyacımız var. Hatta ben özellikle dedim ya, seçimler öncesi bunu yapmak istiyordum. Genel seçimler öncesi de benzer bir şeyi farklı bir boyutta ele alarak yapmak gibi bir niyetim de vardı. Ama o zaman denk gelmedi, insanlarla buluşamadık. Ama seçimlerden sonra biraz vakit varken yazdık. 

Raporun temel yapısını kaleme alan, temel çalışmalarını yapan benim ama elbette tek başıma değilim. Özellikle Engelsiz Erişim Derneği'ne teşekkür ederim çünkü ben belli bir taslak hazırladıktan sonra, onlarla da paylaştım bu taslağı, onların da geri bildirimlerini aldım, kendi okumalarını yaptım ve ona göre tabii ki bu raporu çeşitli maddeler halinde oluşturmaya çalıştık.

A.T.A.: İlk taslak ne zaman yazılmıştı? Süreci anlamak için soruyorum.

E.Y.: Nisan ayında aslında taslak yazılmıştı. Sonra git - gel oldu ve Nisan ayının son hafta sonuna doğru da son haline getirdik yani yayınlanacak hale geldi.

A.T.A.: Yani çok çok eski değil, bir aylık bir dönem aslında Nisan ayı olduğuna göre. Şimdi siz görme engellisiniz, ben de ortopedik engelliyim. Bu rapor aslında tüm engelleri kapsayan bir rapor değil mi? Sizin görme engeli dışındaki engelliler konusunda uzmanlığınız bulunuyor mu? Orada nasıl içeriği zenginleştirebildiniz?

Engellilik ile Yaşamak (Living with Disabilities) Dersi

E.Y.: Orada da tabii ki daha önce bir sürü platformla görüştüm. Tamamen yeterli bir rapor olarak bunu ele almadım. Körlükle ilgili mutlaka biraz daha fazla vardır tabii ki ama sonuçta ben yıllardır Boğaziçi Üniversitesi'nde zaten ‘Engellilik ile Yaşamak’ diye bir ders veriyorum, yani ‘Living with Disabilities.’ Aynı zamanda MEF Üniversitesi’nde de ders veriyorum; ‘Özel Eğitim’ diye. O yüzden o konularla ilgili bir sürü konuğumuz oluyor benzer şeyleri olduğu için. Oralardan da beslendim tabii. Yani tamamen kendi uzmanlığım üzerinden yapmadım ama tabii ki her yetisi farklı grup, kendi alt alanında daha da fazla özelleşmeli ve temel mevzuatlardan yola çıkarak ya da onların da beklentilerinden yola çıkarak bir yapı oluşturmaya çalıştım.

A.T.A: Tabii daha önce konuk oldunuz, biliyorsunuz. Ortalarda bir yerde müzik dinliyoruz ve müziği de konuğumuza soruyoruz. Siz, Temmuz ayında, geçen sene Barbara Streisand’dan “Memories”i istemişsiniz. Peki, bu hafta ne dinleyelim? Ne istersiniz, ne çalalım?

E.Y.: Güzel, beni kötü yakaladınız, şu an aklıma bir şey gelmiyor. Bence siz bir tercih yapın, ben size uyarım.

A.T.A.: Bir kere daha oldu böyle Engin Bey. Ben derim ki konuklarıma, ‘Düşünmeden; gönlünden geçeni söyle, onu çalalım.’ Gönlünüzden ne geçiyor? İlk geleni söyleyin, çalalım onu. En güzel öyle olur.

E.Y.: O zaman Queen’den “We will Rock You”yu çalalım.

A.T.A.: Bu, rapora da gönderme mi acaba?

70’li Yıllarda Dönüşen Sakat Hareketi: Yardım odaklılıktan hak temelli olmaya

E.Y.: Biraz protest olsun madem, öyle güzel bir şey olsun. Biraz sisteme başkaldırı çünkü. Sakatların bence tarihindeki önemli dönüm noktası ki geçen onu konuşuyordum biriyle - 1970'li yıllarda ABD ve İngiltere'deki çalışmalar aslında şunu dönüştürüyor; bir hayırsever ya da yardım objesi olmaktan çok bir kitle örgütü olmaya, demokratik bir kitle örgütü olup haklarını arayan, hak temelli çalışan örgütler olmaya giden yolda önemli bir dönem. O yüzden bence bizim sokaklara çıkmamız lazım. Bu sokakları bir tek fiziksel anlamda sokağa çıkmak olarak almayın, o da olmalı ama o şekilde kamusal alanlara çıkıp kendimizi göstermemiz, gizlenmememiz gerekiyor aslında. O yüzden de siz öyle deyince aklıma o şarkı geldi.

A.T.A.: 3 Aralık, tek gün - 10 - 16 Mayıs bir hafta dışında yılın her günü aslında olmak gerekiyor.

E.Y: Zaten öyle olmadığı zaman hiçbir anlamı yok. Her zaman sokaklarda, iş yerlerinde, okullarda, kampüslerde olmalıyız ki o zaman, ‘Ya evet, bu insanlar da bir şeyler bekliyor. Bizden belli istekleri var veya bunların da bu ülkenin her yurttaşı gibi belli hakları var’ı ortaya koymuş oluruz diye düşünüyorum.

A.T.A: O zaman Queen’den dinliyoruz, “We will Rock You”.

Avrupa Kentleri Ne Kadar Erişilebilir?: European Accessibility Act

A.T.A:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğumuz Boğaziçi Üniversitesi GETEM Direktörü Engin Yılmaz. Kendisiyle yeni hazırladığı ve yayınladığı, tam adıyla ‘Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Kentler İçin Erişilebilirlik Beklentileri’ raporu üzerine konuşuyoruz. Raporun girişinde özet bir paragraf var, o paragrafı okuyayım ben Engin Bey, sonra da sorumu sorayım size.

"Bu rapor yakın zamanda geride bıraktığımız yerel yönetim seçimleri sonrası tüm yerel yönetimlere, dayatılan standartların dışındaki fiziksel, bilişsel, ruhsal ve duyusal yeti farkları gözetilmeyen ve bu nedenle kapsam dışı kalan bireylerin beklentilerini belirtmek amacıyla kaleme alınmıştır. Avrupa komisyonu tarafından 2011 yılından bu yana her yıl 3 aralıkta Avrupa Birliği’ndeki çeşitli kentlere erişilebilirlik ödülleri verilmektedir. Bu ödüllerin amacı resmi web sitelerinde erişilebilirliğe öncelik veren kentleri teşvik olarak açıklanmaktadır.  Engelli birey kentteki ulaşım, alışveriş, web sayfaları ve benzeri yerlere tam erişim sağlayamazsa, kendi seçimlerini yapma ve hayatlarını kontrol etmekten de mahrum kalır açıklaması yer almaktadır."

Türkiye'deki durumu konuşacağız ama Avrupa'da yani bizim gıpta edeceğimiz şehirlerde durum ne? Onu biliyorsanız tabi, onu bir alalım, sonra Türkiye'de ne kadar gerideyize bakalım.

E.Y.: Tabi, Avrupa'da bu konuda, mevzuat anlamında biraz daha fazla şey var. Türkiye'de olmayan, Avrupa'da olan, 2016 ile birlikte başlayan ve 2019'da birlikte çıkan mevzuatlar ile örneğin, özellikle yazılım, bilişim ve teknoloji anlamındaki erişilebilirliği de denetleyen birçok madde var ve 2025'e kadar bu konuda özellikle web sayfalarına, teknolojik şeylere süre verilmiş durumda. Bir de Avrupa'da bunu teşvik edici çeşitli kampanyalar düzenleniyor. Avrupa Komisyonu'nun yani devletlerin Birleşmiş Milletler'in sözüne uyması anlamında önemli çalışmaları da var. Yine 2019’da çıkan European Accessibility Act diye bir yapı var yani bütün Avrupa Birliği'ni kapsayan Avrupa Erişilebilirlik Yasası. Yasal anlamda biraz daha güçlü bu şey ve fazla uyulması anlamında çalışmalar var. Ama orada da her şey mükemmel yürümüyor hatta raporun devamını siz muhtemelen okudunuz, Avrupa Birliği'nden belli rakamlar var ama orada da hala mesela sakatların üçte ikisi işsiz. Hala eğitime, yükseköğretime ulaşımda dezavantajlar var. Yani mükemmel değil. Ama oralarda en azından bazı sosyal haklar ya da erişilebilirlik hakları biraz daha güvence altında. Yani bir gün benim bir erişilebilirlik hakkım sağlanamadığı zaman dava açabileceğim, gidebileceğim kurumlar daha fazla var ve burada maalesef biliyorsunuz, ayrımcılık yasağı bile tam olarak uygulanmıyor. 

Alper Bey, bildiğiniz üzere, ayrımcılık üzerinden dava açamıyorsunu - iyi niyetli deyip geçiştiriliyor. O yüzden burada, Türkiye'deki bence oralardan farklı en önemli şey ülkelerde eğitim çok fazla. Biz işi birey odaklı ve yardım temelli yürütüyoruz yani o kişiye bir yardım sağladık, evine bir şey götürdük, otobüsüne indirim yaptık - tamam ,bununla çözüyoruz yani çevrenin erişilebilirliği, ulaşımın erişilebilirliğinden anladığımız kişilere refakatçi sağlayalım, onları bir yerden bir yere götürelim, iyilik yapalım yani iyilik üzerinden okuyoruz, hak verme değil de iyilik yapma. Merhamet üzerinden okuduğumuz için bence en büyük farkımız bu ve bunu hem sakat örgütlerinde, hem de kamuda ve politika üretenlerde biraz değiştirmemiz lazım. 

A.T.A.: Yani Avrupa Birliği'nde hak temelli bir hareket var sakatlara; Türkiye'de yardım temelli diye özetliyorum - doğru mudur bu tespit?

E.Y.: Yani biraz daha fazla ama yani şunu da demiyorum - orada her şey süper, mükemmel. Ama daha çok güvence altındasınız, daha fazla kendinizi güvende hissetme olasılığınız var.

Erişilebilir Kentler Raporu

A.T.A.: Türkiye'ye geçelim. Ben rapordan başlıkları okuyacağım, sonra detay isteyeceğim sizden.

Temel İlkeler -  Yardım Değil, Erişilebilir Çözümleri -  Ayrıştırıcı Değil Kapsayıcı Çözümler - Üstenci Değil Kitleyle Birlikte Planlama - Etiketlere değil, Bireysel Farklılıklara ve Mahremiyete Saygı - Erişebilirlik Beklentileri - Yerleşik Çevre ve Kamusal Alanlar - Ulaşım ve İlgili Altyapı - Kamu Tesisleri ve Hizmetleri - Sosyal Belediyecilik diye bölümler var raporda. Türkiye çok büyük bir ülke, İstanbul ile Ağrı iki ayrı dünya aslında. Özetlersek raporda neler var? 

E.Y.: Rapor, demin sizin de seslendirdiğiniz üzere dört temel ilkeden oluşuyor. Daha çok nelere dikkat edilmelidir diye bahsettiğimiz yardım değil, erişilebilir odaklı yani kişileri ayrıştırmayan. Mümkün olan hizmetlerin herkese aynı anda aynı ortamlarda erişebileceğimiz hizmetleri sağlayalım. Bunları mümkün olduğunca kapsayıcı hale getiren ve kişileri bağımsız hale getiren yani kişileri başkalarına daha çok bağımlı yapan değil de daha çok bağımsızlığını arttıran, aynı şekilde de sadece beni değerlendirirken sizin tekerlekli sandalye kullanmanıza, benim kör oluşuma değil, bireysel farklılıklarımıza da kulak veren bir kentler olması. 

Hepimizin farklı ihtiyaçları var. Mesela kimisi akülü tekerlekli sandalye kullanıyor, kimisi manuel kullanıyor, kimisi işitme cihazı kullanıyor, kimisi işaret dili kullanıyor gibi düşünün ve  bunların ikisi de sağır deyip aynı muameleyi yapmamalısınız noktalarını içeren bir ilkeler bütünü. Bunun ötesindeki diğer şeyler de aslında biraz Avrupa Birliği’nden de yerleşik çevre dediğimiz şey – özellikle, bizim kamusal alanlarda, meydanlarda, kaldırımlarda erişilebilirlik problemlerine ışık tutan yani o kaldırımların yeterince geniş tutulması, üzerlerinde direk, ağaç, mantar gibi yapıların bulundurulmuyor olması veya spor alanlarının belirli bir erişilebilirlik düzeyinde olabilmesi gibi şeyleri de içine alıyor. Bununla ilgili detayları yer alan bir şey yerleşik çevre ve kamusal alanları daha çok kapsıyor. Ulaşım zaten bildiğiniz gibi, özellikle şehirlerde bulunan hem raylı, hem deniz ulaşımı - şehrine göre değişir - hem otobüs veya metrobüs gibi yapıların ve bunların duraklarına giderken ki erişilebilirlik beklentilerini ortaya koyuyor. Çünkü maalesef hala bazılarında asansörler çalışmayabiliyor.

Hala metrolarda yeterince navigasyon yapabilme olanağı olmuyor, anons ciddi bir sorun. Bir tek İstanbul'da birazcık var, diğer illerde hiç yok neredeyse. Yani sesli anons, otobüs ve duraklarda yok. Hala otobüslerin hepsi alçak tabanlı değil. Örneğin, bunun gibi şeyler ortaya çıkıyor. Hala biletleme ile ilgili ciddi sıkıntılar oluyor. Otobüsün içi olsa bile duraklara erişim bir problem bir kere yani o durağa nasıl geleceksiniz? Ulaşımla ilgili boyutları kapsayan ve bununla ilgili beklentileri ortaya koyan bölümler var. 

Maalesef şöyle bir yanlış anlaşılma da var Alper Bey, erişim, erişilebilirlik deyince sadece fiziksel erişilebilirlik anlaşılıyor insanlar arasında - bir yere bir tane gibi ve onu da yanlış yapıyorlar zaten, siz daha iyi bilirsiniz. Rampa gibi şeyler yapıldığında erişilebilir olduğu varsayılır ama öyle değil yani günümüzde erişilebilirliğin en büyük boyutunda özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri bunun içine giriyor, web sayfaları da giriyor, yerel yönetimlerin ortaya koydukları yazılımlar da giriyor, çeşitli uygulamalar da giriyor. Örneğin, var olan tiyatro ve sinemalardan bilet almalara giriliyor ya da sefer tarifelerine bakmak için giriliyor ve hepsi bunun bir parçası. Dünyada ve Avrupa Birliği’nde bütün bunların daha erişilebilir olması için belli standartlar var zaten. Bunların uygulanmasına ilişkin maddeleri içine alıyor aslında bilgi ve iletişim dediğimiz başlık. 

Bunun ötesindeki dördüncü başlığımız; Kamu Tesisleri. Artık yerel yönetimlere ilişkin bir sürü tesis var - kimisi spor alanları açıyor, kimisi restoranlar kullanıyor, kimisinin o kamunun içinde bulunduğu belli sosyal alanları mevcut, parklar var, benzeri yerler var. Bütün kamu tesislerinin daha erişilebilir olması, standartlara uygun hale getirilmesi de oralarda verilen hizmetlerden.

Parklar var, benzeri yerler var. Bütün kamu tesislerinin daha erişilebilir olması, standartlara uygun hale getirilmesi gerekiyor. Oralarda verilen hizmetlere ben de herkes kadar erişebilmek, hizmetleri kullanabilmek, sorgulayabilmek, yanıtlayabilmek gibi haklara sahibim. Buralardaki personel de bunu yapmaya hak sahibi. Bununla ilgili birçok şeyi ortaya koyan yapılar var. Sosyal Belediyecilik’te böyle yani buradaki derdim aslında yardımlar değil. Yani bizim, özellikle sakatların, her grubun kendine ilişkin bazı beklentileri var. Örneğin, kişisel asistanlık önemli bir beklenti ya da çeşitli destekleyici teknolojiler. Yani benim eğitimde kullandığım, istihdamda kullandığım çeşitli yardımcı teknolojilerin bana sağlanması gerekiyor ya da eğitim. Hep şunu vurguladık raporda; mümkün olduğunca var olan tüm eğitimlerin kapsayıcı hale getirilmesi. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İSMEK) gibi yerlerde ya da halk eğitim merkezlerindeki eğitimlerden benim için ayrı bir müfredat yaratmayın ama var olan müfredatı beni de kapsayacak şekilde geliştirin. O yüzden hep şunu dedim; kapsam dışı, yeti farkı olarak kullanıyorum ben süreci ve kişileri. Aslında bizim yaşadığımız bir farklılık ve farklılık kapsamadığı için, yeterince gözetilmediği için sakatlık haline geliyor ya da engellilik haline geliyor. Buradaki temel mesele de o sosyal belediyecilikte. Aslında benim eşitlenmem için sağlanabilecek çeşitli yardımcı teknolojilerin, kişisel asistanlık hizmetlerinin, ulaşımda destek gibi şeylerin sağlanarak toplum ve kamusal alanlara tam ve eşit katılıma yardımcı olmak. O yüzden raporun başlığını da ‘Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Kentler’ diye koyduk. Zaten eşitlemek için erişilebilirliği sağlarsınız, erişilebilirliği sağladığınız zaman da o kent engelsiz hale gelir. Bu üçleme üzerinden gelen bir yapı yani raporun temel yapısı.

A.T.A.: Bu raporda kim hedeflendi? Yani belediyelere siz mi gideceksiniz, onlar mı size ulaşacak? Şu ana kadar herhangi bir belediye, ‘Tamam, kabul ediyorum’ dedi mi? Bu konuda bilgi verebilir misiniz?

E.Y.: Yok daha yeni zaten duyurduk, iki üç gün oluyor. Aslında rapor iki grubu hedefliyor Alper Bey, çok güzel bir soru, çok teşekkür ediyorum. Birincisi, tabii ki tüm yerel yönetimleri yani küçüğünden büyüğüne kadar hedefliyor - onlara yol göstermek, neler yapabiliriz diye düşündükleri zaman politika geliştirmelerine destek olmak. İkincisi de, aslında alandaki tüm temsiliyet gücündeki STK'ları hedefliyorum yani onlar da yarın bir gün gittikleri zaman belki bu raporu baz alarak kendileri yepyeni eklemeler de yapabilirler, biraz dokümantasyon eksiğimiz olduğuna inanıyorum ben bu konuda. Bizler beklentilerimizi yeterince sistematik dile getiriyor muyuz? Bu bir soru işareti. O sistematik dile getirme yolunda ben kuyuya bir taş atmak istedim, olaya biraz daha sistematik, bilimsel tabanlı ve politika geliştirmelerine hem STK'ların, hem de yerel yönetimlerin faydalanması için ortaya koyulmuş bir rapor bu.

A.T.A.:Sakat Muhabbet’te bu hafta Engin Yılmaz idi konuğumuz. Engin Bey, yerel yönetimlere dair erişilebilirlik raporu hazırlamıştı, onu konuştuk. Engin Bey, çok sağolun konuk olduğunuz için. Son olarak neler söylemek istersiniz?

E.Y.: Şunu söylemek isterim; eşit, erişilebilir, engelsiz yaşam diyoruz ama bu bir lütuf değil ya da biz insanların 10 - 16 Mayıs'ı gördüğü bir sosyal sorumlulukta değiliz. Ben bir yurttaş olarak, herkes kadar bu kentin bir paydaşıyım, bir parçasıyım, bu ülkenin de bir parçasıyım. O yüzden, herkes kadar bu ülkedeki her türlü imkan ve fırsattan yararlanma hakkına sahibim. O yüzden bu imkan ve fırsatların benim için de kapsayıcı hale getirilmesi bana yapılan bir iyilik değil - zaten yapılması gereken hakkımın teslimi. Buna böyle bakarsak ve taleplerimizi o noktada ilerletirsek bence çok daha fazla güçleniriz, işin sonunda daha güçlenerek çıkarız diye varsayıyorum.

A.T.A.: Eşit, erişilebilir, engelsiz deyince sakatlar anlaşılmasın sadece - çocuklar, kadınlar, yaşlılar, bir çok kesim var. Erişilebilirlik bütün insanları kapsıyor, onu söylemek lazım. Sadece biz sakatlar istiyoruz diye değil, öyle anlamasın dinleyenler de. 

E.Y.: Aslında ben, insanlar, hepimiz belli zamanlarda engelleniyoruz toplum içinde çünkü toplum belli bir standart diye kabul ettiği ve o standardı normal olarak etiketlediği bir kurgu üzerinden yürüyor. Normal diye kurgulanan yapı üzerine her şeyi inşa ediyoruz ve onun dışında kalan herkes belli noktalarda engelleniyor. O yüzden, bu kentler veya bu ortam hepimiz için aslında zaman zaman ötekileştirici, zaman zaman yaşanması çok güç hale gelebiliyor ve bunu dile getirmek ayıp değil. Biz, o var olan standartların hepimizi de içine alacak şekilde genişlemesini sağlamak için birlikte çalışmalı ve zaman zaman birlikte dayanışma içinde olmalıyız.

Mekanda Adalet Derneği'nden Konut Adaleti Atölyesi

A.T.A.: Bu kaydı 10 Mayıs Cuma günü yapıyoruz ve program 15 Mayıs'ta. Ben Mersin'de yaşıyorum ve Mersin'de şu anda Kültürhane’de Mekanda Adalet Derneği'nin ‘Konut Adaleti başlıklı bir konferansı var, panelleri var ve dört gün sürecek. Siz bu raporu yazan bir kişi olarak onlara bir soru sorma hakkınız olsa ne sorardınız Engin Bey? Ben onlara soracağım. Engin Bey ile kaydı yaptık ve ‘Konut Adaleti’ başlığında sakatlar için en temel soru buymuş diyor desem, ne sormak isterdiniz?

E.Y.: Konut adaleti tabii nereyi kapsıyor, neyi kapsamıyor? Mesela bir ev sahibi ya da yeni taşınmış biri olarak neden benim evimdeki asansör erişilebilir olmuyor? Neden benim evimdeki bina girişlerinin önünde hala istediğim rampalar yok? Bunları istediğim zaman neden hala ben ekstra bir masraf ediyormuşum gibi görünüyor? Bu konudaki adalet nasıl sağlanabilir? Kime göre mekanlar daha ferah ve aydınlık? Hep merak etmişimdir bu konuda ne yapacağımı, oraya gitmişken en çok bunu merak ederim bireysel olarak. Bir konut içinde hala bir sürü engelli arkadaşımın sırf evlerindeki banyo ve tuvaleti yeterince erişilebilir olmadığı için taşınmak zorunda kaldığını biliyorum ben. Bana anlatılanlardan çok siz daha iyi bunları gözlemliyorsunuz herhalde Alper Bey.

A.T.A.: Bir hafta önce Almanya’da yaşayan bir arkadaşımı konuk ettim. Kendisi de sakat, tam da bunları söyledi. Orada da aynıymış yani Almanya da Türkiye'den çok farklı, çok iyi değil.  

E.Y.: Yok, kesinlikle değil, gözünüzde büyütmeyin. Yani bazı noktalarda burası bile daha iyi olabilir, orada hiçbir şeyimiz yok. Sadece oralarda devletin daha fazla sosyal yardımı var. Mesela ben bunu da eleştiriyorum yani işsizlik maaşı vs. gibi şeyler çok daha fazla veriyor ama erişilebilirliğe gelince oralarda da işler süper ve mükemmel değil maalesef.

A.T.A.: Türkiye olarak biz kötüyüz, çok kötüyüz diye düşünmesin sakat arkadaşlar. Onlara benim sözüm bu. Biz uğraşırsak, politikalara etki edersek, oralara gidersek, dönüştürürsek değişir, her şey bizim elimizde. 

E.Y.: Bir de şöyle şunu kaybetmemek lazım; bizim gibi ülkeler bir tık daha gelişmekte, özellikle sakat grubu. Her ne kadar son yıllarda biraz bir gevşeme var ama daha aktivist ve daha canlılar haklarını aramak için. Onu kaybetmezsek aslında daha fazla şey elde etme ihtimalimiz var, bunu kullanmak lazım bence.

A.T.A.: Çok, çok sağolun. Bu hafta Engin Yılmaz idi konuğumuz. Destekçilerimiz de bu hafta için Deniz Aslan ve Sevim Aslan idi. Bir hafta önceki destekçimiz de Alpay Dinçkoç idi ve onlara bir kez daha teşekkür ediyorum. Bir sonraki Sakat Muhabbet’te buluşmak üzere hoşça kalın diyorum.