Troçki’nin Evinden Büyükada Yetimhanesi’ne: Yok Olan Hafızamız

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, gençliğinde Troçki’nin yıllarını geçirdiği İliasko Köşkü yıkımına tanıklık edip yıkanlara “Ne olur yapmayın!” diye yalvaran ve bugün aynı acıyı yıkılmak istenen Büyükada Rum Yetimhanesi için hisseden İlhan Nebioğlu ile bir araya geliyorlar.

""
Fotoğraf: Derya Tolgay
Troçki’nin Evinden Büyükada Yetimhanesi’ne: Yok Olan Hafızamız
 

Troçki’nin Evinden Büyükada Yetimhanesi’ne: Yok Olan Hafızamız

podcast servisi: iTunes / RSS

Nevin Sungur: Herkese merhaba, Apaçık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programını dinliyorsunuz; ben Nevin Sungur.

Derya Tolgay: Herkese merhaba, ben de Derya.

N.S.: Teknik masada bugün bizimle Dila Yılmaz bulunuyor. Destekçimiz İzel Levi Coşkun’a da şimdiye kadarki ve bugünkü desteği için çok çok teşekkür ediyoruz.

Evet, bugün yok olan hafızamız, kültürel mirasımız konusunda konuşmaya devam ediyoruz. Daha önceki programlarımızı takip eden dinleyicilerimizin hatırlayacağı üzere haftalardır Büyükada Yetimhanesi’ni konuşuyoruz. Yakınlarda çıkan yıkım kararını duyduktan sonra da yıkılmaması için elimizden gelen her şeyi konuşuyoruz ve bu çabayı göstermeye devam ediyoruz. Bugün yine hem onu konuşmaya devam edeceğiz, hem de zaman içerisinde yıkılan, kültürel hafızamızdan yok olan bir başka bir binayı konuşacağız.

21 Ağustos bilindiği gibi ya da bilenler için Sovyet siyasetçi, Rus devrimci ve siyasi teorisyen Leon Troçki’nin 85. ölüm yıldönümü. Kendisi 1940 yılında Meksika’da uğradığı bir suikast sonucu öldürülmüştü. Moskova’dan Meksika’ya uzanan sürgün hayatının yaklaşık 4,5 yılını İstanbul’da, Büyükada’da geçirdi ve istedik ki onun ölüm yıldönümüne denk gelen bugünlerde yok olan bir başka binayı da konuşalım.

Pars Tuğlacı'nın Tarih Boyunca İstanbul Adaları kitabından İlyasko Köşkü

Troçki, Büyükada’da iki evde yaşadı. Birincisi İzzet Paşa ya da İlyasko Köşkü; diğeri de Yanaros Köşkü idi. Arap İzzet Paşa Köşkü, 1970’li yıllarda yıkıldı, yerine yeni bir yapı inşa edildi. Diğeri ise hâlâ metruk bir harabe olarak duruyor. Maalesef Büyükada’dan geçen bu önemli tarihî kişiliğe ait izler de, sahip olduğumuz diğer değerler gibi, bir kısmı yok oldu, geri kalan da yok oluyor işte. Kültürel hafızamız derken tam da bunlardan bahsediyoruz aslında. Bu kaybolan örnekleri görünce de tabii ki Yetimhane yıkılmasın istiyoruz.
Bugünkü konuğumuz İlhan Nebioğlu. İlhan Bey hoşgeldiniz.

İlhan Nebioğlu: Hoşbulduk.

N.S.: Siz bugüne kadar birçok önemli projeye imza atmış bir isimsiniz, çok fazla şapkanız var. Hayatınızda hem İlyasko Köşkü, hem de Büyükada Yetimhanesi bir şekilde kesişiyor. Bunun nasıl olduğunu Derya sen istersen anlat bize, sonra da hemen sohbetimize başlayalım.

D.T.: İlhan, sözü sana vermeden önce çok kısa bir şey eklemek istiyorum; evet, gerçekten İlhan çok teşekkürler, bugüne kısmetmiş birlikte program yapmak. Biz seninle senelerdir konuşuyoruz. Yıkım kararı sizin için çok travmatik bir süreçti, buna şahitlik ettiniz. Üstelik genç yaşta Troçki’nin yaşadığı köşkün yıkımına şahitlik ettin. Babanla ilgili birçok anın, onun çabaları var. Şimdi senden dinleyeceğiz bunları ama başlamadan önce şunu da eklemek istiyorum: Bizim kıymetli kaynaklarımız var ve bunlardan bir tanesinde Pars Tuğlacı şöyle bahsediyor: Konstantin İlyasko’nun sahibi olduğu İlyasko Köşkü'nü Arap İzzet Paşa şaibeli bir şekilde alıyor. Bunu da açıklığa kavuşturmak istedik. Ayrıca 21 Ağustos Troçki’nin ölüm yıldönümü. Meksika City’de bir Troçki Evi Müzesi var. Oraya akın akın insanlar gidiyor. Biz ise şu anda böyle bir evi yok etmişiz ve yok olurken de sen buna şahitlik etmişsin. Ayrıca Meksika’daki bu müze ev, siyasi sığınmacılığı teşvik etmek için çalışan bir kuruluş tarafından işletiliyor. 

Sana soruyu şöyle soralım istiyorum: Bir basın bülteni1 hazırlıyoruz. Senin de desteğin var ama sevgili Gündüz Vassaf ateşledi bizi. “Biz bu yıkıma hep beraber dur demeliyiz. Sadece Adalılar ve İstanbullular değil; evrensel değer taşıdığı için dünyanın her yerinden bu yıkımı durdurmalıyız.” Biz debeş gündür bunu hazırlamaya çalışıyoruz ve bugün bitirdik. Bunu sadece uzun uzun anlatmak yerine, metnin bir bölümünü kısaca okuyarak başlayalım ve herkesin desteğini isteyelim. Büyükada Rum Yetimhanesi yıkılmasın! Sen başlamak ister misin, bir bölümünü okumak ister misin?

Fotoğraf: Derya Tolgay

İ.N.: Evet. Uluslararası ve toplumsal sahiplenme üzerine durduk. Burada Yetimhane'nin tapusu Patrikhane'ye ait olabilir ancak tıpkı Patrikhane gibi, onu yıllardır gönüllü emekle yaşatmaya çalışan İstanbullulara ve uluslararası kültürel miras camiasına da ait olduğunu belirttik. 2012’de Dünya Anıtlar Fonu’nun izleme listesine alındı. 2018’de ise benim de üye olduğum, Lüksemburg merkezli Europa Nostra’nın 'Tehlike Altındaki 7 Kültürel Miras' listesine alındı. Bu çok mühim bir liste çünkü Europa Nostra, Avrupa Konseyi tarafından kurulmuş bir kuruluş. 40 ülke üye ve bu ülkelerin temsilcileri kendi ülkelerinden tehlike altındaki değerleri buraya takdim etmeye çalışıyor. Ben de çok çaba sarf ettim, ciddi bir lobi faaliyeti yürüttüm ve 2018’de gerçekten de Yetimhane’yi 'Tehlike Altındaki 7 Kültürel Miras' listesine aldırdık. Yapının hem yerel, hem de uluslararası düzeyde önemini göstermek için çok büyük bir kabul oldu ama maalesef bugün geldiğimiz noktada konuştuğumuz şey, birden bire bu yıl alınan yıkım kararı. Sana bırakayım sözü.

D.T.: Evet, bu metnin devamında da 'Çağrımız ve Taleplerimiz' diye bir kısım var. Burada Fener Rum Patrikhanesi’ni ve ilgili tüm kurumları, Yetimhane’nin daha fazla çökmesine seyirci kalmadan acil koruma önlemleri almaya; Patrikhane ile sivil toplum arasındaki iletişim kanallarını yeniden açmaya; yapının geleceği için katılımcı, şeffaf ve bilimsel temelli bir ortak çalışma zemini oluşturmaya davet etmek istiyoruz.

Büyükada Yetimhanesi, taşıdığı evrensel değerle bir 'dünya mirası', dünya kamuoyunun gündeminde yer alıyor. Türkiye’deki yetkili kurumlar da yıkımı kabullenmemeli. Uluslararası kuruluşlarla birlikte bu anıtsal yapının koruma altına alınması için her türlü çözüme açık olmalı ve Patrikhaneye, Patriğe de yardımcı olmalıyız. Bu karar yalnızca bir bina meselesi değil; ortak vicdanımız, hafızamız ve geleceğimize ait bir sınav. 'Önce koruma talebimizi dile getiriyor ve takipteyiz' diyen bir metin bu. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.

İ.N.: Çok doğru. Özellikle Türkiye’den çok iyi duyuldu, başka hiçbir yerden bu kadar ses çıkmadı. Çok iyi yaptınız bunu.

D.T.: Teşekkür ederiz, hep birlikte. Biz sizi tanıtmadık İlhan, kısaca tanıtalım. Bu hikâyeye nasıl başladınız, bugün buraya nasıl gelindi?  

İstanbul’un köklü bir yayınevi ailesinde doğan İlhan Nebioğlu, uluslararası eserlerin Türkçe çevirilerinin yayınlanmasına öncülük etmiş; eğitimini ise Alman Lisesi, Robert Koleji ve Almanya Freiburg Üniversitesi’nde, Nobel ödüllü Friedrich Hayek’in öğrencisi olarak tamamlamıştır. Londra Üniversitesi’nde Mark Blaug danışmanlığında “Türkiye’de Eğitim Planlaması ve Politikaları” üzerine çalışmıştır. 40 yılı aşkın süredir Londra’da yaşayan Nebioğlu, yatırım bankacılığı alanında üst düzey görevlerde bulunmuş, Garanti Bankası’nın Londra ve Moskova şubelerinin kuruluşunu yönetmiştir. Kültürel miras ve uluslararası ilişkiler alanındaki çalışmalarıyla tanınan Nebioğlu, The International Who’s Who of the Arab World adlı kapsamlı eseri yayımlamış, bu kapsamda 18 Arap ülkesinde saha çalışmaları yürütmüştür.

Gönüllü çalışmaları arasında; 

  • Kurucu, Divan Club (2005): İngiltere’deki “Türk dostu” yazar, sanatçı ve akademisyenlerin yılda iki kez bir araya gelerek ortak tarih ve kültürü tartıştıkları kültürel platform.
  • 1980’lerden bu yana Europa Nostra üyesidir. Türkiye’nin üyeliğinin sağlanmasında ve miras koruma projelerinin ödüllendirilmesinde etkin rol almıştır. 
  • Yürütme Kurulu Üyesi, TATLIDIL – Türk-İngiliz İş Forumu (2009–2018): İngiltere Başbakanı David Cameron ve Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından kurulan, Jack Straw ile birlikte yürütülen forum.
  • Yönetim Danışmanı, London School of Economics Türk Kürsüsü.
  • Halen Oxford Üniversitesi St Antony’s College’da Türk diasporası üzerine kapsamlı bir araştırma yürütmektedir.

İ.N.: Müthiş bir tarama yapmışsınız, tebrik ederim. Konuşmalarınızı dinliyorum, okuyorum, çok iyi hazırlıyorsunuz.

D.T.: Şu travmatik süreci bize kısaca anlatır mısınız?

İ.N.: Aslında çok güzel bir başlık buldunuz, ikisini bağladınız: Kültürel miras nasıl mahvoluyor, nasıl ortadan kalkıyor ve buradaki tüm sahneleri gözyaşlarıyla hep görüyorum. Bu köşk biliyorsun; Arap İzzet Paşa, Abdülhamid’in sağ kolu, konfidantı, veziri, genel sekreteri gibi ama muazzam bir sırdaşı ve hakkında kitaplarda fazla bilgi yok. Hep bilmeye çalışıyorlar; bu adam neler yapmış, hatıralarını yazmış. Ayrıca meşhur Ömer Ferit Elabed vardır, Karaköy’de bu Yeraltı Camii'nin yanında, orası da bunların ailesine aittir. Raşit Elabed vardı. Benim orada büyüdüğüm yıllar onunla geçti. Ferit’le de arkadaşlık ettim, Paris’te Ferit ve hâlâ orada yaşıyor. 1950’lerden 1978’e kadar orada büyüdüm.

Pars Tuğlacı'nın Tarih Boyunca İstanbul Adaları kitabından İlyasko Köşkü

Adeta kelepçelenmiş gibi oturdum oraya. Köşk müthiş bir köşktü. Bugün İtalya’ya giderseniz, özellikle Venedik ve Veneto arasında, Rönesans mimarlarının yaptığı yapılara benzer örneklerini görebilirsiniz. Hatta Vicenza taraflarında bu köşkün adeta kopyalarını görmek mümkün. Ben gördüm ve gerçekten de yıkılması çok büyük bir travmaydı. İçeriye açılan demir bir kapıdan girilirdi. Fransız parkelerle döşenmiş zeminde yürürken hiçbir gıcırtı duymazdınız. Tavanlarda İtalyan freskleri vardı; at arabalarına binmiş kadınlar, üzüm atan melekler… Yatarken tavana bakar, gözlerimi kapatıp açtıkça hep onların gölgesini görürdüm. Her odada farklı freskler vardı; adeta hangi rüyayı görmek istiyorsanız o odada uyuyabilirdiniz. Bir yerde melekler uçuşur, başka bir yerde üzümler aşağıya atılırdı. Koskoca üç metrelik kapılar, kocaman tokmaklar, dört metrelik aynalar, şömineler… Hatta Mısır’dan getirildiği söylenen mermerler… Biz onların arasında saklambaç oynardık. Bahçesi de bambaşka bir zenginlikteydi; dut ağaçları, incirler, üzüm bağları, camekân içinde Rum bahçıvanların yetiştirdiği domatesler… Çocukluğum ve gençliğim hakikaten çok güzel geçti orada.

İlyasko Köşkü'nden geriye kalan tek orijinal parça: Demir kapı / Fotoğraf: Derya Tolgay

Sen bana Pars Tuğlacı’nın yazısından da göndermiştin, orada da anlatılır; çam, selvi, kestane, incir, ahlat, erik ağaçlarının yetiştiği geniş üst bahçeden girilir. Köşkün giriş kapısının önündeki avluda, siyah-beyaz desenli mermer zeminin ortasında fiskiyeli bir havuz vardı. Oradan birkaç basamak aşağı inince, köşkün iki yanında yükselen sütunlarla çevrili büyük kapısına ulaşıyordunuz.  

İlhan Nebioğlu aile arşivinden İlyasko Köşkü'nün yıkılmış hali

Ama ne anlatayım... Yıkılışına da şahit oldum. 1978 yılıydı. Ben yurtdışından gelmiştim, köşkün yıkılmakta olduğunu babam duymuştu. Belediye başkanına da ulaşmaya çalıştık. Koşa koşa adaya gittik, "Nasıl durdurabiliriz?” diye babamla uğraştık fakat maalesef yetişemedik, çoktan yıkılmaya başlanmıştı. Ben freskoların, mermerlerin üzerinde ağlayarak oturdum, işçilere yalvardım, “Ne olur, burayı yıkmayın!” dedim. Balta darbeleriyle yıkılışını izlemek zorunda kaldım.

İlhan Nebioğlu aile arşivinden İlyasko Köşkü'nün yıkılmış hali

Şubat ayında, sanırım 1976’ydı, orayı birdenbire, Arma Yapı İnşaat adında bir şirket aldı. Biz orayı kirada tutuyorduk, 28 senedir gidip geliyorduk. Sonra bu şirketin gelişiyle, 1978’de acımasız - bu kelimeyi özellikle seçiyorum - bir müteahhit orayı aldı ve yıktı.

D.T.: Ama Elabad Ailesi satmadı mı orayı?

İ.N.: Evet, aile sattı ama aile içinde de kimse kalmamıştı. Ferit o zamanlar Paris’teydi, babası ve annesi vefat etmişti. Bir tek kızları Emel kalmıştı, hâlâ Göztepe taraflarında oturuyor. Sadece o bahçe değil, üstteki arazi, çamlara kadar uzanan bütün alan onlara aitti. Yandaki kuleli binayı da satmışlardı. Bir müteahhit aldı, acımasızca yıktı. İlber Ortaylı da bir yazısında yazmıştı zaten, "Türkiye’yi bu edepsiz müteahhitlerden kurtarmak lazım,” diye. İşte onlardan biriydi. Babam çok uğraştı, belediye ve kaymakamlık da işin içine girdi, “Aynısını yapacaksınız,” diye emir çıktı. Onlar da maketini çıkarıp, sözde aynı şekilde yaptılar ama aslı iki katlıydı, onlar içeriden ikişer kat yaparak dört katlı bir bina inşa ettiler. Üstüne de 'Troçki burada oturdu' diye sahte bir yazı astılar. Halbuki Troçki orada hiç oturmadı. Ben araştırdım; eski belgelerden, fotoğraflardan buldum. Birisinde Troçki büyük bir balık tutmuş, panjur önünde çekilmiş bir fotoğrafı var ve o panjur, benim yattığım odanın panjuruydu.

Troçki’nin arkasındaki panjurlu oda İlhan Nebioğlunun odası

N.S.: Öyle mi? Yani sizin kaldığınız odanın önünde mi?

İ.N.: Evet, evet. O fotoğraf çok güzel bir belge. Kocaman, bir metreye yakın bir balık tutmuş, evin önünde duruyor ama sonra evin üst katı yanıyor. Ardından dediğiniz gibi, galiba Nizam’da, 'Sivastapol' mü deniyor bilmiyorum, bir Ermeni mimarın yaptığı muhteşem bir binaya taşınıyorlar.

N.S.: “Yanaros” diye geçiyor.

İ.N.: Fakat dediğiniz gibi, biz orada otururken yıllarca, 50'lerde, 60'larda, 70'lerde yaz aylarında 'Burada şu oturmuş, bu oturmuş' diye bazı turistler ellerinde haritalarla gelirlerdi. Biz de artık öğrenmiştik herhalde, “Aa öyle mi?” demeyip, “Evet, evet” derdik. Eve girer, gezerlerdi. Fotoğraflar çekerlerdi, tavanları incelerlerdi. Hatta hiç unutmam, bir Alman vardı, “Burası Troçki’nin müzesi olmalı,” demişti. Babam da “Bu adam neler düşünüyor” diye şaşırmıştı. Ama hakikaten de ne kadar doğruymuş değil mi? Nereden nereye geldik. 

Fotoğraf: Derya Tolgay

D.T.: 'Nereden nereye geldik' derken, şuna gelelim mi; 80'lerden bu yana üyesi olduğun Europa Nostra sayesinde Yetimhane’nin 'Tehlike Altındaki 7 Kültürel Miras' listesine girmesini sağladın. Sivil toplum, özellikle Patrik ve Patrikhane de bu sürece dahil oldu.

İ.B.: Evet, Europa Nostra konusunda da çok koşturdum, burayı kabul etsinler diye uğraştım. Biliyorsunuz, Europa Nostra, Avrupa Konseyi ve Avrupa Yatırım Bankası’nın da desteklediği bir organizasyon. Ben evvela İngiltere’de üye olmuştum, daha sonra Europa Nostra Onur Kurulu’nda yer aldım, çok çalıştım. Türkiye’de rahmetli Çelik Gülersoy’un çok büyük katkıları oldu. Biz birçok yere; Malta Köşkü’ne, Yeşil Ev’e, Sultanahmet’teki İdil Biret’in konser verdiği Sarnıç’a, Sadberk Hanım Müzesi’ne, Koç Holding’in Nakkaştepe’deki binalarına ödüller verdik. Europa Nostra, İstanbul’a bir toplantı için geldiğinde, başkan Hollandalı siyasetçi ve diplomat Hans de Koster idi ve 1990’larda, Yunanistan’daki kurucularla da temaslarımız oldu. Onları bir gün özel bir motorla Yetimhane’ye kadar götürdüm ve o zaman “Bu bina korunmalı” diye dikkat çektiler. Sonunda 2008’de karar verildi ve Yetimhane, Patrikhane’ye bırakıldı, 'Misyona uygun' denildi yani bu temel misyon değişmedi: Yetimhane korunmalı ve yıkılmamalı. Europa Nostra da buna sahip çıktı, yerel halkı da sürece dahil etti. O yüzden Derya, sizlerin katkısı yani Dünya Mirası Adalar’ın katkısı müthiş. Türkiye’de tam bir sivil toplum hareketi ortaya koydunuz.

D.T.: Çok kişinin katkısı var bu anlamda.

İ.N.: Çok iyi. Şahane. 

D.T.: Evet. Burada şunu sormak istiyorum; sence Türkiye ve dünya için ne ifade ediyordu Yetimhane’nin kültürel mirasının ilanı ve şimdi alınan yıkım kararı ne ifade ediyor?

İ.N.: Vallahi, yıkım kararı çok şaşırtıcı bir şey çünkü alınan kararda Europa Nostra, Patrikhane’ye burada önlemler almasını, tahribatı durdurmasını, bilimsel standartlarda restore etmesini öngörüyordu. Hatta Türk ve Yunan mimarlarıyla gelip görüşmüşlerdi. Fakat bazı raporlarda - hâlâ anlayamıyorum - kasıtlı mı, kasıtsız mı eksiklikler oldu çünkü bu mirasın korunması, dünya çapında tanıtılması ve en önemlisi gelecek nesillere aktarılması gerekiyordu. Yaptığımız raporlamalarda da hep bu vurgulandı: Yıkıp bir otel yapmak asla mümkün olamaz, burası otel olamaz, burada etik bir sorumluluk var. Ama süreç şeffaf değil ve onun için Gündüz Vassaf’ın çok güzel bir sözü geliyor aklıma. Patrikhane’nin 'Artık kurtarılamaz, yıkılmalı, otel yapılacak' açıklamasını duyunca Gündüz, 'Açıklamalarında maalesef bile demeyerek çok üzülmüşler' dedi. İşte bunlar hep benim dediğim gibi, timsahın gözyaşları. Evvela benim Troçki’m gitti, şimdi burası gidecek. Onun için acı içindeyim, bir şey yapabilir miyiz diye çaba sarf etmeye çalışıyorum.

D.T.: Burada Gündüz’ün önemle vurguladığı bir şey daha var. Kendisi çok hassas çünkü yaşadığı yerden her şeyi görüyor ve gelişmeleri yakından takip ediyor. Büyükada'yı kasıp kavurabilecek olası bir yangına karşı hepimizi uyarıyor, diyor ki 'Bu karar, yangına açık bir davettir. O yüzden bu sürecin yeniden gözden geçirilmesi gerçekten gerekiyor".

İ.N.: Tabii, aynen öyle. Ben hatırlıyorum çocukluğumda oraya çok gittik, çok top oynadık, Lefter’in bile yetimlerle futbol oynamak için geldiğini hatırlıyorum. Mithat Sucu Manika vardı, oradan gazoz alıp, çocuklarla gazozuna maç yapardık. Daha sonra Aya Yorgi yoluna çıkarken sadece bir patika yol vardı, orada bir yangın kulesi bulunuyordu, hâlâ çalışıyor mu orasını size sorayım, mükemmel bir yerdi. Yangının kontrol altına alınması için birinci duraktı adeta, sürekli bakmak lazımdı. Tekrar önlem alınırken de oraların korunması için o patikadaki yangın kulesi çok önemliydi.

Fotoğraf: Derya Tolgay

N.S.: Şunu sormak istiyorum; Europa Nostra’da buna benzer, tehlike altındaki kültürel miras listesine alınmış yapılarda bizim burada yaşadığımıza benzer örnekler oldu mu?

İ.N.: Hayır, olmadı yani benim bildiğim kadarıyla olmadı. Yunanistan Europa Nostra yönetiminde Lydia Carras var. Kendisi maalesef vefat eden Costa Carras’ın eşi ve çok yakın arkadaşımdır, 40-50 yıllık dostluğumuz var. Şimdi yurt dışındayım, yanıma geldi, dün akşam yemek yedik ve birlikte bu konuyu konuştuk, birbirimize yakındık. O da çok şaşkın ve Europa Nostra nezdinde her türlü baskıyı yapacağına söz verdi bana.

D.T.: Baskı yerine belki destek de olabilir. 

İ.N.: Gerek yok, aynen. Artık ikinci adım da o zaten. Biz belki bir hafta boyunca bütün önlemleri alır ve arkasında destek olarak neler yapılması gerektiğini belirleriz, karar vermek lazım. Mesela kalkmış biri demiş ki, "Efendim, 80 milyon dolarlık finansman bulduk, orayı otel yapacağız.” Dünyada bir 'green' yaklaşımı var, çevreye zarar veren eski bir binaya bankalar 80 milyon dolar vermez. Bu, çevreye zarar veren bir kültürel miras alanı için de geçerli. Bu yüzden, bu tür projelere kredi verilmiyor. Artık dünyada kim olursa olsun, böyle bir yerde finansman bulmak kolay değil; bankalar bunu onaylamaz. Avrupa’da böyle bir yere 'Finansman bulundu' diye hemen izin verilmesi mantıklı değil yani bu konu üzerine durmamız lazım ve bankalara da baskı yapılmalı. Bu kolay bir iş değil yani 'Hemen yıkarım, 80 milyon dolara finansman aldım' demek basit değil; burada başka konular da var.

N.S.: Önceki yayınlarda da söylemiştik; biraz şeffaflık talep etmek gerekiyor. Muhtemelen orada tartışılan ortamlarda herkesin bu konuyla hemfikir olduğuna çok inanmak istemiyorum ben kendi adıma. Muhtemelen orada bir şekilde tartışılıyordur ve bu tartışmalardan en azından bir kısmından haberimiz olsa, biz de Adalılar olarak ya da sivil toplum örgütleri olarak daha bilinçli olabiliriz. O çağrıda olduğu gibi biraz daha bilgilendirilsek ve şeffaf bir süreç üretilse, belki her şey daha doğru ve hayırlı bir şekilde ilerleyebilir. Bir süreç işlenebilir, bir süreç geçilebilir.

Fotoğraf: Derya Tolgay

İ.N.: Tabii, ben ilk fırsatta zaten konuşacağım. Dünya Mirası Adalar, dernek olarak kurulu değil mi? Evet, birlikte çalışmamız için bunu ilk fırsatta yapalım çünkü o zaman bilgi akışı daha iyi olacak ve mimarlar koruma yani 'protection' konularında daha kolay hareket edebilecek. Anlaşmada yani uygulamada, oranın kurtarılıp bir bina olarak kullanılması gerekiyor yani öylece sadece köşede bırakıp korumak yetmiyor. Dünya adaları için bu çok önemli.

D.T.: Bizim de radyo programlarında yapmak istediğimiz, kamuoyu gücünü yaratabilmek. Her hafta Salı günü envanter birikiyor; bir tarafta çok sesli, bini aşkın konuğumuzla, onların kıymetli sözleriyle, bugün anlattıklarınız da bir platform oluşuyor ve bunların hepsi yapının birer tuğlası. Bunun için çok teşekkür ederiz. Buradan tüm konuklarımıza ve dostlarımıza teşekkürler.

İ.N.: Benim rüyam şuydu; mesela böyle bir yer yıkılacağı zaman, İspanya’dan İtalya’ya, Yunanistan’a, hatta İslam dünyasına kadar binlerce insan yürüsün. Adada da bunu bekledim yani hemen ertesi gün oraya çıkıp insanlar 'Burası bizim, yıkamazsınız' diye bir protesto yapmak isterdim ama niye bilmiyorum olmuyor ve bu toplumsal bir konu.

D.T.: Çok haklısınız, bu da bizim yüzleşmemiz gereken bir durum.

İ.N.: Evet, başımıza gelenle hakikaten yüzleşmemiz lazım, çok yazık.

N.S.: İlhan Bey, katıldığınız için çok teşekkürler.

İ.N: Ben size müteşekkirim. Böyle bir şeyi korumaya yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.

N.S.: Bundan sonra hepimize iş düşüyor gerçekten.

İ.N.: Birlikte çalışalım, muhakkak.

N.S.: Evet, hep beraber kapatalım. Adalar hepimizin! Büyükada Rum Yetimhanesi hepimizin ve yıkılmasın! Çok teşekkürler. Dünya Mirası Adalar programını dinlediğiniz için teşekkür ederiz, herkese iyi günler. 


Fotoğraf: Murat Germen

Kıymetli Basın Mensupları,

Büyükada Rum Yetimhanesi, yalnızca İstanbul’un değil, tüm dünyanın ortak kültürel mirasıdır. Ancak bugün, “turizm geliştirme” gerekçesiyle yıkım tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu benzersiz yapının korunması için hazırladığımız basın duyurumuzu ekte paylaşıyoruz.

Duyurumuzda, Yetimhane’nin tarihî ve kültürel değerine, mevcut tehditlere ve çözüm önerilerimize yer verdik. Amacımız, bu eşsiz yapının geleceğini koruma konusunda toplumsal ve uluslararası duyarlılığı artırmak, Patrikhane ve ilgili kurumların acil önlemler almasını sağlamaktır.