"Rum Yetimhanesi’nin restore edilemeyeceği yanıltıcı bir iddia"

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, restoratör, korumacı mimar Barış Altan ile Büyükada Rum Yetimhanesi'nin restore edilemeyeceği yönündeki iddiaları bilimsel açıdan masaya yatırıyorlar.

""
"Rum Yetimhanesi’nin restore edilemeyeceği yanıltıcı bir iddia"
 

"Rum Yetimhanesi’nin restore edilemeyeceği yanıltıcı bir iddia"

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Merhabalar herkese. Dünya Miras Adalar programı başladı, ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.

D.T.: Maalesef bugün yine sabah ülkenin dört bir yanından gelen yangın haberleriyle uyandık ve Büyükada’da çıkan yangın haberi de yüreğimizi bir anda hop ettirdi, neyse ki kısa sürede, saat 10:00 gibi söndürüldü. Nevin orada gözlemciydi, bize herhalde biraz bilgi vereceksin değil mi?

N.S.: Tabii ki. Yaz başından beri bu sıcaklarla beraber ülkenin dört bir yanında yaşanan tedirginlik burada da, bizde de devam ediyor. Bu sabah köpekleri yürüyüşe çıkarmıştık ve normalde bizim rotamız da Aşıklar Yolu’ndan Yetimhane’ye doğrudur. O saatte arka arkaya geçen itfaiye araçlarının sesini duyduk. Önce “Allah!” dedim, ya ormanda ya da Yetimhane tarafından geliyor sesler. Bu sesleri duyunca içime hakikaten bir ateş düştü, hemen koşa koşa gittim o tarafa. Adalılar bilir, orada Hristos Tepesi ile Büyükada Yetimhanesi’nin ortasında metruk bir bina var.

D.T.: Evet, metruk müştemilat bir binaydı.

N.S.: 1909’da yapılmış eski bir yapı, orada çıkmış yangın. Ben oraya gittiğimde söndürme neredeyse tamamlanmıştı. Ne olup bittiğine dair bir şeyler öğrenmeye çalıştım ve oradan kaçan iki kişi görmüşler yani metruk binada kalanlar varmış ve oradan kaçan iki kişiyi görmüşler. Bana söylediklerine göre o insanlar ateşe vermiş ama bilemiyorsunuz tabii. Yine de yüreğim hopladı; hem Yetimhane’ye yakın, hem ormanın dibinde. Bence çok hızlı müdahale ettiler. İtfaiye mensupları da tehlike kalmamış gibi söylediler ama ‘tehlike kalmamış’ demek de çok rahatlatıcı değil çünkü yaz ve sıcaklar devam edecek.

D.T.: İklim konusu malum.

N.S.: İklim krizi, evet. Adada ormanlara giriş yasaklandı ama buna ne kadar uyuluyor çok da emin değilim. Her tarafa bantlar çekilmişti ama o bantlar kopartılmış, yerlere atılmış. Bir de buradaki süpermarketlerde mangallar, kömürler satılıyor yani isteyen mangalını alıp çıkabiliyor gibi, sanki davet eder gibi, ‘Çıkın mangal yapın’ gibi. Hatta bugün de yine gruplarda yazışmalar vardı; geçen akşam havai fişek atılmış. Bu şekilde Allah’a emanet bir durum söz konusu ve bugün de yüreğimizi ok gibi delen bir olay gerçekleşti.

D.T.: Dediğin yer Yetimhane’ye hakikaten çok yakın. 1947 yılında Aliye Berger ve Karl Berger’in yaşadıkları, bir süre kiraladıkları ev burası; Hıntıryan Köşkü müştemilatı. Dediğin gibi, Adaların en büyük korkusu yangın, hepimiz için öyle çünkü burası şehirden farklı olarak orman alanı fazla ama şehirdeki gibi kaçış yollarına sahip değiliz. En fazla denize atabiliriz kendimizi ve buna rağmen bir de köşkler ahşap ağırlıklı. Orman İşletmesi tarafından kiraya verilmiş birçok alan var. İşletmeler tarafında çam ağaçlarının gövdelerine çivilerle tutturulmuş, ardı ardına geçirilmiş elektrik kablolarını görüyoruz ve yetkilileri haberdar etmemize rağmen ne yazık ki hiçbir önlem alınmıyor. Heybeliada’daki Asafbey Plajı’nı hatırlıyorsun? Özel işletme, en çarpıcı örnek o. Çam ağaçları panayır yeri gibi, 7/24 ışıklarla donatılmış, yanıyor. Uzaktan baktığınızda da sanki karşınızda devasa bir gemi, Titanic varmış gibi, ışıl ışıl. Ama bunlar kutlama değil, bir felaketin habercisi. Bunu tekrar tekrar söyleyelim ve buradan Orman İdaresi’ni göreve çağıralım, belki bir faydası olur.

N.S.: İdaresi, zabıta, güvenlik güçleri, belediye yani herkesin aslında görev alması gerek. Geçtiğimiz yıllarda orman kenarında bekleyen itfaiye araçları olurdu ancak bu sene onları da görmedim - ben görmedim, bu sene yok mu onu da bilemedim.

D.T.: Bilmiyorum, olmadan önlem almak önemli. Teknik masada Dila Yılmaz’a desteği için teşekkür ediyoruz ve Adalı sevgili dostumuz İzel Coşkun’a da bu programdaki desteği için teşekkür ediyoruz.

Bir yapı hâlen ayaktaysa, onun restore edilmeyeceğini iddia etmek ne kadar doğru olur ya da yanıltıcı, ya da yönlendirici? Evet, konumuz bir süredir devam ettiğimiz Büyükada Rum Yetimhanesi ve mimar-restoratör Barış Altan konuğumuz. Barış Bey, hoşgeldiniz.

Barış Altan: Hoşbulduk, teşekkür ederim davetiniz için.

D.T.: Biraz uzun bir giriş oldu ama bu beklenmedik bir şeydi ve Yetimhane ile de ilişkisi var. Bahsettiğimiz yapı aynı zamanda içinde yaşanacak bir yapı filan değil, hiçbir şekilde kalınamaz; ne damı var, ne başka bir şeyi. Bütün ahşapları, döşemeleri çökmüş durumda ve burada insan şüphe etmeden de duramıyor.

Kısacık sizi tanıtalım ve hemen programımıza geçelim; İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde mimarlık ve aynı üniversitede restorasyon alanında yüksek lisans yaptınız. Üniversite yıllarında başladığınız sivil toplum çalışmaları kariyerinizin ana eksenini oluşturuyor. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nda kültürel miras alanında çeşitli projelerde yer aldınız. Osmanlı Bankası tarafından düzenlenen ‘Bankalar Caddesi’ sergisinin hazırlığında ve Osmanlı Bankası Müzesi’nin kuruluşunda asistan küratör olarak çalıştınız. 2008–2010 yılları arasında Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nda genel müdürlük görevini yürüttünüz. Haziran 2010’da İstanbul’da, Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu Europa Nostra’nın düzenlediği yıllık kongrede etkinlik koordinatörü olarak görev aldınız. Kongre sonrasında Europa Nostra Türkiye’nin kuruluş sürecinde genel sekreterlik yaptınız. 2013–2020 yılları arasında Koç Üniversitesi’nde önce proje yöneticisi, sonra ise Suna & İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (AKMED) ve daha sonra da ANAMED’de Genç Antik Çağ ve Bizans Araştırmaları Merkezi’nde idari koordinatör olarak çalıştınız. 2021’den bu yana da Almanya’da bulunan Brandenburg Teknik Üniversitesi’nde, ‘İstanbul’un Bizans Mirasına Yaklaşımı ve Restorasyon Uygulamaları’ üzerine doktora araştırmanızı yürütmektesiniz. Ayrıca Mimari Koruma Kürsüsü’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyorsunuz. Size kısaca ‘korumacı mimar’ diyebilir miyiz?

B.A.: Evet, diyebilirsiniz.

Fotoğraf: Barış Altan

N.S.: Barış Bey, geçen ayki Arkitera dergisinde güzel bir yazı yazdınız ve bu yazı, Yetimhane ve Yetimhane hakkında alınan yıkım kararı üzerineydi. Siz o yazıda, 1994 yazında mimarlık öğrencisiyken staj yaptığınız ofiste Yetimhane’yi otele dönüştürme projesi üzerine çalıştığınızdan da bahsediyorsunuz. Şimdi bütün bu Yetimhane ile ilgili sizin - hukukunuz diyeyim - çalışmalarınız sonrasında alınan kararı yazınızda anlatıyorsunuz ama bir de sizden dinleyelim; siz nasıl karşıladınız ve bu ‘restore edilemez’ iddiası üzerinden neler söylemek istersiniz?

B.A.: Tabii ki ve tekrar teşekkür ederim davetiniz ve sunuş için. Ben de çoğunluk gibi, yapının mal sahibi tarafından yıkılacağı kararını Laki Vingas’ın konuk olduğu programınızdan öğrendim ve doğrusu oldukça şaşırdım çünkü yazıda da belirttiğim gibi, Yetimhane’nin başına kötü bir şey geleceğini bekliyorduk. Bu biraz önce girişte bahsettiğiniz gibi, bir yangın olabilirdi, yapının artık kendi kendini taşıyamaz hale gelmesinden ötürü çökmesi olabilirdi ya da beklenen büyük bir İstanbul depremi sonrasında çökmesi olabilirdi ama doğrusunu söylemek gerekirse ben ve muhtemelen birçok kimse, yapının sahibi tarafından yıkılacağını öngörmedik ve bu karar alınırken iddia edilen, programda da dile getirilen ‘Restorasyon imkânsız hale geldi’ açıklaması doğrusu beni oldukça kızdırdı. O yüzden d biraz yumuşatmış olmama rağmen sert bir yazı yazmaya çalıştım - tabii kimseyi incitmeden, kimseyi hedef göstermeden ancak en azından bazı doğruların tartışılmasını sağlamak amacıyla. Şu çok net; ayakta olan bir yapının restore edilemeyeceğini iddia etmek maalesef yanlış, yanıltıcı ve yönlendirici bir iddia. Bu iddiayı destekleyen bilimsel bir rapor var mı? Program konuğunuz Laki Bey dile getirmedi fakat olmadığını tahmin etmek zor değil çünkü bu durumlarla ilk defa karşılaşmıyoruz, çok güncel bir konu; Antalya Müzesi’nin yıkılması gündeme geldi ve artık depreme dayanıklı olmadığıyla ilgili bir rapor olduğu söylendi. Sonra öğrendik ki böyle bir rapor yokmuş. O yüzden, ‘Restorasyon imkânsız hale geldi’ diyen yapının sahibi kurum ya da kişi, bunu neye dayandırdığını açıklamak zorunda, bu etik sorumluluk. ‘Şöyle şöyle uzmanlar bir araya geldi, yapıyı inceledi, bu yapının artık restore edilemez olduğunu iddia ediyorlar’ denebilir ama buna inanır mıyız? Şahsen ben inanmam.

Öte yandan böyle bir iddiayı ortaya atıp bunu tartıştırmanın negatif bir tarafı da var; konuyu normalleştiriyoruz ve bu da insanlara ‘Evet, koskoca Patrikhane ve yetkilileri bir araya gelmiş, yapının artık restore edilemeyeceğini söylediler ise bize de buna inanmak kalıyor herhalde’ diye düşündürüyor. O yüzden dediğim gibi, yönlendirici ve yanlış bir açıklama bu, çok da ahlaki bir tutum gibi gelmiyor çünkü gerçekten restorasyon bilimine hâkim herkes - hatta belki restorasyon bilimine hâkim olmak bile gerekmiyor - ayakta duran bir yapının restore edilemeyeceğini söylemenin arkasındaki gerekçeleri duymak ister, ben de duymak istiyorum ama maalesef şimdiye kadar, en azından bunu duymadık. Ben de bu yazıda buna dikkat çekmeye çalıştım.

D.T.: Bizim tabii vaktimiz yetmediği için Laki Bey’e birçok sorumuz vardı, soramadık. Daha sonra da “Acaba tekrar gelir misiniz?” dedik, o da pek olumlu bakamadı - bilmiyorum, vakti mi yoktu, başka bir şey mi ama biz şimdi size soralım; bir uzman olarak, bu tür yapılarda nasıl bir yol izleniyor? Mesela önce Koruma Kurulu’ndan mı geçmesi, sonra belediyeye mi gitmesi gerekiyor? Kısacık bize bu prosedürü anlatabilir misiniz?

B.A.: Tabii. Gerek sizin programınızda gerekse Apaçık Radyo’nun Kültürel Miras ve Koruma: Kim İçin? Ne İçin? programında Yetimhane konusuna çok kısaca değinildi, bu süreçler hakkında bilgi verildi ama ben yine çok hızlı anlatayımİ Yetimhane, birinci derece tescilli kültür varlığı ve o yüzden yapılacak herhangi bir müdahalenin kapsamlı bir projesinin hazırlanıp Koruma Kurulu’ndan onaylanması gerekiyor. Yıkılıp yıkılamayacağı konusuyla ilgili çok net bir karar var: 1999 yılında çıkarılan 660 sayılı İlke Kararı. Onarım maddesi diyor ki, ‘Yapıların yıkılmadan korunmaları esastır. Yıkılma tehlikesi arz ettiği - eski tabiriyle mâil-i inhidam - mal sahipleri ya da belediyelerce ileri sürülen yapıların yıkılma kararlarının ancak Koruma Kurulu tarafından alınabilir. Yani Patrikhane nasıl oluyor da kendi başına bu yapının yıkılabileceği kararını alıyor? Bu karar, şu anda aslında boşlukta duran bir karar çünkü bu karar ancak Koruma Kurulu tarafından alınabilir. Sonuç olarak, siz bu yapıda herhangi bir müdahale yapmak istiyorsanız basit onarımdan kapsamlı müdahaleye kadar projelerin çizilmesi, röleve dediğimiz mevcut durumun çizilmesi gerekir. Sonrasında restitüsyon projesi dediğimiz, yapının özgün tasarımının nasıl olabildiğini ya da olabileceğini anlatan bir başka proje ve sonra da restorasyon projesi çizilmesi gerekir. Bu projede yapılacak müdahaleler detaylıca anlatılır ve tüm bunların Koruma Kurulu’nun onayından geçmesi gerekiyor. Sonrasında tabii ki başka bazı idari süreçler var; ruhsat alınması, belediyelerin izin vermesi vs. ama esas olarak mekanizma, herhangi bir kültür varlığında olduğu gibi, Yetimhane’de de birinci derece tescilli eser olduğu için projelerin hazırlanıp Koruma Kurulu’nun onay vermesidir ve tekrar etmek istiyorum: Yıkım kararını ancak Koruma Kurulu alabilir - bu çok önemli.

D.T.: Bir de bu var. Hiç bilmiyoruz ki yani öyle bir muğlaklık var ki... Dediğiniz gibi, şeffaf olması gereken durumlar.

B.A.: Belki de bildiğimiz tek şey röleve projelerinin yapılmış olduğu. Siz de bu programlarınızda bahsetmiş olmalısınız; BİMTAŞ tarafından röleve projeleri hazırlandı ancak onaya sunulup sunulmadığını ya da onaydan geçip geçmediğini bilmiyorum. Ancak muhtemelen henüz restitüsyon ve restorasyon projeleri yapılmadı ki yapılsa muhakkak haberimiz olurdu. Dediğiniz gibi, sistem şeffaf değil ama o kadar da habersiz olmuyoruz, bir şekilde haber almak mümkün olabiliyor. Tahmin ettiğim ve bilebildiğim kadarıyla, restorasyon projesi hazırlanmadı. Muhtemelen restorasyon projesini, Laki Bey’in programda bahsettiği o 80 milyon dolarlık yatırımı yapacak firmanın bulacağı mimarlık ofisi çizecek ve Koruma Kurulu’nun onayına sunacak.

N.S.: Bir de şunu eleştiriyorsunuz: Bu komisyondan bahsediliyor, evet ama orada kimler var? Sizin haberiniz var mı, kim var, kim yok? Size bir şey geldi mi? Siz bu işin başından beri içinde çalışmış bir insan olarak davet aldınız mı? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

B.A.: Bir şeyi çok kısaca açıklayayım; evet, 1994 yılından itibaren yapıyı gördüm ve ondan sonra da çeşitli defalar yapıya gittim. 2018’de, Europa Nostra’nın hazırlamış olduğu ve ‘7 Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne alınmasını sağlayan dosyanın hazırlanma ekibinde yer aldım ama arada kopukluklar oldu, benden çok daha fazla vakit ayıran kişiler kadar her zaman içinde olmadım. O yüzden benim davet edilmemem çok normal ama davet edilmemiş olması çok anormal olan çok insan var.

N.S.: Evet, onu sormak istiyorum.

B.A.: Dediğim gibi, benim bu konuda davet edilmemiş olmam hiç sorun değil ama davet edilmemiş olan, edilmesi gereken çok insan var. Böyle bir komisyonun varlığından yine Laki Bey bahsediyor, “Patrikhane temsilcileri, hukukçular ve iş geliştirme uzmanlarından oluşacak bir komisyon...” diyor.

B.A.: Dediğim gibi, benim bu konuda davet edilmemiş olmam hiç sorun değil ama davet edilmemiş olan, edilmesi gereken çok insan var. Böyle bir komisyonun varlığından yine Laki Bey bahsediyor, “Patrikhane temsilcileri, hukukçular ve iş geliştirme uzmanlarından oluşacak bir komisyon...” diyor.

Bu komisyonda anlaşıldığı kadarıyla Adalılar olmayacak, yıllardır bu yapının kurtarılması için çırpınan kişiler ve kurumlar, onların temsilcileri olmayacak. Tabii, 1994 yılında, her zaman olduğu gibi büyük bir sevgiyle andığımız Emine Erdoğmuş ile başlayan, bugüne uzanan ve hâlen süren mücadelenin içinde yer alan insanlar olmayacak mı? Kültürel miras uzmanları olmayacak mı? Hafıza uzmanları olmayacak mı? Sorulması gereken sorular var ama cevabını alabilir miyiz? Bu iletişim düzeyinde pek sanmıyorum ama belki yanılırız ve böyle bir komisyona öncelikle sizler yani Adalılar, Ada’da bu işle ilgilenen kişiler ve ondan sonra şimdiye kadar uğraşmış sivil toplum temsilcileri davet edilir diye umuyorum.

D.T.: Hafıza deyince aklıma geldi; genelde koruma adına iyi bir adım olarak görüyoruz ama bazen bu tehlikeli bir eşiği işaret ediyor çünkü artık, ‘Belgeleri var, koyduk arşive, yıkarsak sorun olmaz’ anlayışı devreye girebiliyor. Sanki Büyükada Rum Yetimhanesi için de endişe açıkçası biraz böyle başlıyor yani belgeler tamam, arşivde… Peki ya bundan sonrası? Koruma mı yoksa yıkımın ön hazırlığı mı? İşte önümüzde böyle kocaman bir muğlaklık bırakıyor.

B.A.: Haklısınız ancak zaten başka türlüsü mümkün değil yani yıkılarak yapılacak olsa da, yıkılmadan restorasyon yapılacak olsa da bu belgeleme aşamasının tüm detaylarıyla yapılması gerekiyor. Bu bir zorunluluk; kanuni zorunluluk, mimari zorunluluk, bilimsel zorunluluk. O yüzden daha fazlası, doğrusu, niyet okumaya giriyor ama bu aşama zaten yapılması gereken, aşılması gereken bir adım.

N.S.: Peki, biz bunu genelde konuklarımıza soruyoruz; siz ne görmek istersiniz? Sizce Büyükada Rum Yetimhanesi’nin geleceğine ilişkin nasıl bir müdahale kendi değerini bulur ve bir kültürel miras olarak değerini korur?

B.A.: Çoğu konuğunuzun tekrar ettiği şeyi ben de tekrar edeceğim, biraz ‘temcit pilavı’na dönüştü belki ama bilinmesinde fayda var; yapı, 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla Patrikhane’ye iade edildiğinde ilk olarak Patrikhane ile bu konu müzakere edilirken ‘acil koruma önlemleri’nin alınması istendi. Peki neydi bunlar?

  • Görece küçük olan çatıdaki açıklığın kapatılması, böylece yapının oradan su almasının önlenmesi.
  • Kırılan camların kapatılması, ya değiştirilerek ya da ahşabın su almayacak şekilde onarılması.

Ancak bunlar olmadı. 2010’da çatının korunması için bir proje hazırlandı, kuruldan geçti ama sonra bir şekilde iptal edildi. 2018’de Europa Nostra ve Europa Nostra, Türkiye’nin yaptığı ‘Tehlike Altındaki 7 Miras’ programına yaptığımız başvurunun esas amacı da buydu; yapıya bir an önce acil koruma önlemleri alınsın. Tahribat durdurulamayabilirdi ama en azından yavaşlatılabilirdi. Sonrasında da uzun dönemli olarak yapının geleceği tartışılsın.

Ben ‘ne görmek isterim’ sorusunu şöyle cevaplayayım; bir işlev söylemek istemiyorum çünkü bu işlevi tek başıma ne kararlaştırabilirim, ne de benim söyleyeceğimin anlamı olur ama benim görmek istediğim şey; katılımcı bir şekilde yürütülen, restorasyon sürecinin büyük bir eğitim ve deneyim fırsatına dönüştüğü bir süreçtir. Yapının yıkılmadan, mevcut haliyle - elbette bazı bölümlerinin tamamen yeniden yapılması gerekebileceğini bilerek - bilimsel standartlara göre restore edilmesini bekliyorum yani bundan önce de, bundan sonra da birçok insan ile ortak görüşümüz şu: Bu iş ancak diyalog mekanizmalarının yeniden kurulmasıyla olur.

Maalesef süreç çok inişli çıkışlı oldu. Patrikhane bir süre sivil toplum kuruluşlarıyla iç içe çalıştı. Özellikle Europa Nostra’nın başvurusunda Laki Bey’in, Patrik Hazretleri’nin büyük katkıları oldu. Tabii başka uzmanların ve programlarınıza katılmış olan Adalı uzmanların katkıları da çok kıymetliydi ama o dönemde kurulmuş olan ve fena gitmeyen iletişim kanalları zaman içinde yok oldu, azaldı. Bazı insanlar bu çalışmanın dışında tutuldu. Bunları söylüyorum çünkü içinde yer aldım yoksa bir yerden duyduğum şeyler değil. Ben de toplantılara katıldım, daha fazla katılan arkadaşlarımız da oldu ve sanırım onlar da benzer bir hissiyat paylaşacaklardır. O yüzden benim beklentim, iletişim kanallarının yeniden açılması çünkü bu yapı Patrikhane’nin olmakla birlikte, kamuya mal olmuş bir yapı. Sanıyorum Türkiye’de yakın zamanda, 1990’lardan bu yana tek yapı ölçeğinde, üzerine bu kadar çok uzmanın, sivil toplum kuruluşunun kurtarılması için çırpındığı başka bir yapı yok.

D.T.: Bu arada dün bir arkadaşım aradı, kendisi Moda’da oturuyor ve dedi ki, “Derya, her yerde Büyükada Rum Yetimhanesi stencilleri var.” Böyle bir duruma dönmüş.

N.S.: Aslında bizim de yapmak istediğimiz bir taraftan böyle bir şey yani sizin de dediğiniz gibi, bundan sonra ne yapılacağı, nasıl bir karar alınacağı bizim insiyatifimizde değil ama bunları duymak iyi geliyor çünkü biz bir sürü arkadaşımızla, insanla beraber bir şekilde bu yapıyı hayatta tutmaya çalışıyoruz, Apaçık Radyo’nun yayınlarıyla da destekliyoruz. Dolayısıyla sizin katkınızİ hem yazdıklarınız, hem de bugün söyledikleriniz bu süreç için çok önemli.

D.T.: Pardon, bir hatırlatma daha var. Program bitiyor dediler ama bir şeyi daha ekleyelim, siz iletmiştiniz; Mayıs 2024’te Adalar İmar Planları’na yapılan itiraz sonrasında, yapının bulunduğu alan ‘eğitim alanı’ olarak düzenlenmişti, doğru mu?

B.A.: Evet, bu da mimarî değişiklik gerektiriyor demek yani şu andaki haliyle turizm işlevi verilemez.

N.S.: Bunları unutmamak lazım. Programımızın sonuna geldik maalesef, çok teşekkür ederiz Barış Bey.

B.A.: Ben teşekkür ederim davetiniz için.

D.T.: Restoratör, korumacı mimar Barış Altan bizimleydi, Almanya’dan bağlandı, tekrar çok teşekkür ediyoruz. Dinleyicilerimize de bizi dinledikleri için teşekkür ederiz. Hep beraber kapatalım; Adalar hepimizin!

N.S.: Evet, çok teşekkürler Barış Bey.

B.A.: Ben teşekkür ederim.