Kaybolan Mekânlar ve Hafıza

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, araştırmacı–tarihçi Hanriet Basoğlu ile Büyükada’nın kaybolan mekânlarını ve Adaların kaybolan hafızasını mercek altına alıyor.

""
Heybeliada Fayton Sefası/ Yağlı Boya: Mustafa Eldeniz
Kaybolan Mekânlar ve Hafıza
 

Kaybolan Mekânlar ve Hafıza

podcast servisi: iTunes / RSS

N.S.: Herkese merhaba, ben Nevin Sungur.

D.T.: Ben de Derya Tolgay.

N.S.: Bildiğiniz gibi, aslında Adalar kentsel sit alanı ve bu yüzden de bir bütün olarak ele aldığımızda çok özel bir değere sahip. Her ne kadar 70'ler, 80'lerde rant odaklı imar politikaları ciddi yıkımlara yol açmış olsa bile yine de 19 ve 20. yüzyıl sivil mimarisini Adalar’da bütün olarak izleme şansına sahibiz. Ada'da Ralli Evi’nden Savoy Hotel’e, Seferoğlu'ndan Plaj Oteli'ne çok özel binalar vardı ancak yavaş yavaş bu mekanları kaybetmeye başladık. Neler vardı, neler yaşanmıştı ve bütün bunlar zaman içinde hafızamızdan silinmeye başladılar. Şu anda sıra Rum Yetimhanesi’ne geldi, Yetimhane de yok olmak üzere. Bu nedenle bugün yine hep dert ettiğimiz, hep gönül yaramız olan Adalar'ın kaybolan mekanları ve bunun getirdiği hafızasızlaşma üzerine bir program yapmak istedik. Kaybolan mekanlar eşittir kaybolan hafızamız maalesef. Konuğumuz araştırmacı, tarihçi Harniet Basoğlu ile bu kaybettiğimiz değerler, mekanlar ve kaybettiğimiz hafızamız üzerine konuşacağız. Hoşgeldiniz.

D.T.: Hoşgeldiniz.

Hanriet Basoğlu: Hoşbulduk. Hem Apaçık Radyo, hem de Dünya Mirası Adalar olarak iyi ki doğdunuz diyorum ilk önce.

Ralli Köşkü

D.T.: Biz programlarımızda David Harvey'i çok anıyoruz. Ben onunla başlayarak size şu soruyu yöneltmek isterim; “Mekan toplum tarafından sürekli olarak üretilen ve yeniden inşa edilen bir süreçtir. Bu nedenle şehirler yalnızca fizikler yapılar değil, kolektif hafızanın ve kimliğinin taşıyıcılarıdır” diyor Harvey. Bu yorumla yola çıkarsak, burada bireysel hafızamız var, toplumsal hafızamız var, kentin hafızası var diyebiliriz değil mi? Eğer öyleyse Büyükada'da bugün hangi mekanlarda bu kollektif hafızanın kırıldığını ya da yeniden kurulduğunu görüyorsunuz? İsterseniz önce hafıza ve mekanı da tanımlamanızı isteyerek sorumuzu böyle yöneltelim.

H.B.: İnsan düşünen ve hafızası olan bir varlık; mekanlar ise hafızayı aktive eden fiziksel bir uyarı sistemi gibi. Şöyle açıklayacak olursak, çocukluğumuzu, gençliğimizi, kısaca geçmişimizi mekanlarla birleştirdiğimiz zaman daha net hatırlıyoruz ve bu hatıralar da bu mekanlarla ancak değerli olabiliyor. Örneğin, Ada’da büyümüş bir kişi çocukluğuna gitmek istediği zaman yaşadığı evin bahçesine, adanın sokaklarına, buluşma mekanlarına doğru yol alır. İşte bu küçük hatıralar aslında küçük küçük semt hafızasını, kent hafızasını ve birleştikçe de toplum hafızasının oluşmasına neden oluyor. Tabii bir tek bu mekanlar değil; mekanların içinde yaşayanlar ve onların hikayeleriyle de daha da bir değer ve anlam kazanmaya başlıyor.

Maalesef demin de dediğiniz gibi, biz Ada’da bir hafızasızlaşma yoluna girdik. Mesela Ada bana göre bir slow city yani yavaş işleyen bir mekandı. Hepimiz şu pandemiye kadar evimizden yürüyerek çıkar, gerektiği zaman faytonlara binerdik. Evimizden çıktığımız zaman da etrafımızdaki yapılara, binalara bakar içinde kimler yaşıyor, hikayeleri nedir diye merak ederdik. Ama şimdi maalesef bu teknoloji çağı ve hız bizi bambaşka yerlere getirmeye başladı. Artık şimdi evimizden çıkıyor, otobüslere, taksilere biniyoruz.

Bırakın dışarıya bakmayı, elimizdeki telefondan başka hiçbir yere bakmadığımız için artık yanımızdaki, çevremizdeki binanın, yapının ne olduğunun, ne kadar gelişim veya değişim geçirdiğinin farkına bile varmıyoruz. Bu da bizim bazı şeyleri kaybetmemize kolaylık sağlıyor çünkü bu kaybolmaları artık yavaş yavaş kabulleniyoruz yani içselleştiriyoruz, “Tamam, yok olmuş bitmiş” deyip geçiyoruz. Mesela Ralli Evi benim için özel mekanlardan biri. Onu ne siz gördünüz, ne de ben gördüm.

D.T.: Resimlerden.

H.B.:Dış yapısında sedeflerin, altın kaplamalarıyla, kafesli kulesiyle hiç alışık olmadığımız Hint-Pers karışımı mimarisiyle Ralli Köşkü, kent hafızasıyla uğraşan biri olarak gerçekten hayran kaldığım bir yapı. O da 1956 yılında şaibeli bir şekilde yanmasından sonra yerine hiç alakası olmayan vasıfsız betonarme bir apartman dikildi ve maalesef hafızalarımızdan silindi. Toplumun hafızasının geneline baktığınız zaman ne Ralli Köşkü’nü hatırlıyoruz, ne varlığından haberdarız. Farklı bir yönden bakacak olursak toplum hafızasının yapılan binayı kabullenip, içselleştirip “Yerine neden benzerini yapmadınız?” dahi denmemesini sorgulamamız bizi bu günlere getirdi diye düşünüyorum. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Birkaç bina sonrasında yine çoğumuzun hatırlamadığı Savoy Otel. Bir dönem Troçki yaşamış, Yahya Kemal Beyatlı kalmış, Hayk Vartanyan'ın işlettiği çok özel bir yapı. Demin Nevin Hanım bahsetti. Maalesef 80'ler rüzgarında Ada’nın pek çok binasını biz değişikliğe uğrattık. Savoy Oteli de onlardan bir tanesi. Yerine ona hiç benzemeyen, sözüm ona uygun diye yapılmış bir bina görüyorsunuz. Ya da Ralli Evi’nde olduğu gibi, 1980 yılında Ada’nın simge yapılarından biri olan yüzyıllık Plaj Oteli’nin şaibeli bir şekilde yanması yok olması. Bu örnekler o kadar çok ki arttırabiliyoruz.

D.T.: Seferoğlu Otel de yandı değil mi?

H.B.: Evet, o da yandı .

D.T.: Hem de çok yakın bir tarihte.

H.B.: Ben onun yanında oturduğum için o yangını mesela çok iyi hatırlıyorum. Gözümün önünde iki-üç saat içinde yandı bitti. Kulesinin pıt diye düşmesini gözlerimle izlemiştim.Yine bir dönem Troçki’nin yaşadığı İlliasko Köşkü...

Yangın öncesinde Seferoğlu Otel'in önü

D.T.: İlliasko Köşkü'ne geçmeden önce Seferoğlu'na biraz değinelim. Yangının hemen sonrasında Seferoğlu, Adalar’ın imar bütünlüğü hiçe sayılarak, koruma alanında olmaması gereken bir biçimde birinin arkadaşlarına verildi. O bölge, aynı Yassıada’da yapıldığı gibi turizm bölgesi oluberdi. Son gelinen noktada Seferoğlu denilen o büyük şahane bahçe, içine silme beton binalarla dolduruldu.

N.S.: Uzunca zaman oradaki yapılan o korkunç binalar da kullanılmadı ama son dönemde Ada’ya yapıştırılmış gibi bir lüks mekanlar zinciri halinde tekrar kullanıma girdi. O da enteresan bir nokta tabi.

H.B.: Bunu da çok rahat kabullendik. Oranın geçmişini bilmeyenler “Çok güzel bir otel olmuş.” diye takdir bile edebilir. Aslında burası Ada’nın en büyük arazilerinden birisi. Azaryan ailesinden, Zeki Paşa'ya, oradan Seferoğlu'na geçen, içinde anıt ağaçlarının olduğu özel bir bahçe. Maalesef Seferoğlu'ndan sonra 1970’lerin başında bir plaj, bir turizm işletmesine dönüşmesi bugün gelinen noktaya yol verdi diye düşünüyorum. Biz kanunları çok iyi kullanmıyoruz herhalde. ‘Bu yapı eğer orijinalinde böyleyse böyle kalmalıdır’ diye keskin bir yasamız yok mu bilmiyorum, siz bu işin içindesiniz daha iyi biliyorsunuz.

 

D.T.: Esasında gayet iyi yasalar var fakat niyet ettiğinizde arka planda bu yasaları çok güzel yok sayıp, her şeyi yıkıp yakıp inşaat sektörü üzerinden devam edebiliyorsunuz.

Demin bir yerin ruhu olduğundan bahsettiniz. Peki Seferoğlu gibi dönüşen başka birçok yerin şimdi ruhu var mı? Mesela Çinli coğrafyacı Yi-Fu Tuan, "Mekan ona değer yüklediğimiz zaman yere dönüşür” diyor çünkü mekan ve yer farklı anlamlar taşıyor. Sizin de başta dediğiniz gibi, insanın çocukluğunu geçirdiği ev, oyun oynadığı sokaklar, mis kokulu ekmeğin alındığı fırın gibi ve böylece hafızada kök salıyor. Mekanın nesnel bir halden özneye dönüştüğünü nasıl söyleyebiliriz burada?

Hacopulo Köşkü

H.B.: Aslında değişim kabul edilebilir bir şey. Zaman içinde kentler de, semtler de mutlaka bir değişim geçiriyor. Biz tarihçiler buna dönemselleşme diyoruz ve bunu kabul ediyoruz. Her dönemin kendi mimari tarzı, yaşam biçimi, kullanım şartları değişiklik gösterebiliyor.

Düşünün ki bir dönem kaymakamlık binası olarak kullanılan Hacopulo Köşkü ya da Çankaya Meydanı'ndaki Agopyan Köşkü babanızdan miras kaldı. Doğrusu bugünün şartlarında “Orayı nasıl ısıtacağım, nasıl soğutacağım, kaç tane personel lazım, nasıl yapacağım” diye düşünürüz. Bugün bir çok bina, maddi imkansızlıklardan dolayı onarım geçiremiyorlar ve zamanla köhneleşmeye başlıyor. Mal sahipleri için bu binalar artık bir külfet haline gelmeye başlıyor. Bazıları yanıyor ve yerine bir apartman yapılıyor ama maalesef çoğu zaman ruhu olmayan bir bina oluyor. Bir zamanlar Agopyan Köşkü, Çankaya Köşkü dışarıdan baktığımız zaman yine nispeten orijinaline yakın olsa bile tabii ki o ruhtan uzaklaşıyor. Bunu da maalesef içinde yaşadığımız dönemin acı sonuçlarından biri diye kabulleniyoruz.

N.S.: Şimdi dediğiniz gibi kabullenme maalesef çok üzücü. Rum Yetimhanesi de çok tartışıldı son dönemlerde. Sizin yetimhane konusunda endişeleriniz var mı? Burada da benzer bir süreç mi yaşanıyor?

H.B.: Maalesef evet. Zaten buradaki problem de binanın çok büyük olması ama bir yandan da bu beni bir yerde rahatlatıyor çünkü bu kadar büyük bir yapıyı üstlenecek, orijinali şeklinde baştan yapabilecek bütçeye sahip birisini yada bir şirketi bulabilmek kolay değil diye düşünüyorum. Kolay kolay birilerinin bu taşın altına elini sokacağını düşünmüyorum. Ama o zaman ne olacak? Bina belki duracak ama gittikçe de çürüyor, dökülüyor. Maalesef böyle çelişkiler arasında kalıyoruz. Binanın geleceğini tahmin edemeyeceğimiz bir sürece girmiş durumdayız. Otel yapılmasını istiyorlar ama zaten ilk başta da otel olacaktı ama olmadı, yapılmadı.

Bana göre otel olması Ada’nın ruhuna tamamen ters, yapılmamalı. Orasının bir kültür merkezine dönüşmesi gerekir ama bu nasıl olacak? Sonuçta burasının Patrikhane’ye de gelir sağlaması gereken bir yer olarak düşünülüyor. Kısacası o kadar çok soru ve o kadar zor cevabı olan bir yapı ki umarım daha da zarar görmeden en kısa zamanda ve en iyi şekilde sonuç bulur ama kolay bir süreç değil çünkü yapı Avrupa'nın ilk beş en büyük ahşap binalarından biri olarak biliniyor. Bunu hangi firma üstlenecek ve bunun cevabı o kadar kolay değil.

Splendid Oteli

D.T.: Splendid Oteli'ne gelirsek; Nevin’in de belirttiği gibi, hafızamızda çok önemli bir yeri var. Ada’ya vapurla gelirken direkt onu görüyoruz. Hatırlarsınız, Adalar Koruma İmar Planları iptal edildi ve biz de planları gördüğümüzde gerçekten şok olmuştuk. Splendid Oteli'nin önü biliyorsunuz falez ve oraya konut izni verilmişti. Bu eğer ki kabul olsaydı Splendid'in ön görünümü kapatacak bir bina yapılacaktı. yapılacak yer de denizin doldurulmuş alanıydı yani eski Splendid'in iskelesiydi. Niyetler çok önemli burada.

H.B.: Maalesef. Önce kapılarını kapatıyor diye bir haber çıktı. Otel yönetimi bu haberin yangın merdivenlerinde yaşanan bir eksiklik yüzünden olduğunu açıkladı. Bu eksiklik tamamladı ve otel hizmete devam ediyor.

D.T.: Yaşaması ve varlığını devam ettirmesi için her kurumun, hepimizin destek olması lazım. Burası hepimize ait bir kültürel miras. Sorumluluğun yalnızca sahibine ait diyebilir miyiz?

H.B.: Hayır tabii ki. Splendid, Ada’nın en önemli simge yapılarından birisi. Kartpostallara bakın, Ada diye Google'a yazdığınız zaman sizin karşınıza ilk çıkan fotoğraflardan bir tanesi Splendid. Mesela balık sırtı çatısı çok özel. Bugün etrafımızda çok az gördüğümüz ender kalan kültürel miraslardan bir tanesi. O kadar özel bir bina ki bırakın kapanmasını önünün kapatılması bile düşünülmemesi gereken bir şey.

Zaten Splendid Hotel yapımından 1980'lere kadar önünden denize girilen, plajı olan bir yerdi. 1980'lerde deniz dolduruldu. Daha sonra orası bir meydan haline geldi ama bu değişim devam ediyor diye Splendid Otel’in önüne kocaman bir bina yapmamız büyük bir cinayet, başka bir şey değil. Önüne bir binanın gelmesini hayal bile edemiyorum.

N.S.: Daha önce Derya ile de konuşmuştuk. Esas tescillsiz binalarla ilgili sıkıntımız var yani tescilli olmadığı için de çok daha kolay vazgeçilebilen binalar meselemiz var.

H.B.: Maalesef var. Özellikle modern mimari nedense bizim kanunlarımızda tescil edilmemiş ve hala da edilmiyor diyebiliyorum. 

D.T.: Benim bildiğim 350 adet tescil bekleyen ama tescili olmamış bina olduğunu öğrendim - yanılıyorsam da bir düzeltme gelir umarım dinleyicilerimizden. Adalar Koruma İmar Planları ilan edildiğinde yani her an hepsi çürük raporu alarak yıkılabilir. Bugün zaten 1999 mevzuatına baktığınız zaman, İstanbul'da tarihi hiçbir yapının kalmaması lazım. Ayasofya'da dahil hepsini yıkmak gerekiyor, hiçbirinin şartları uymuyor. Yasada güçlendirme deniyor ama hiçbir şekilde güçlendirme yapılmıyor. Devletin desteğinin de olması gerekiyor ama uygulanmıyor. Bunlar gerçekten çok büyük sorunlar. Bu modern mimarlık mirasımızı kaybettiğimizde esas her şeyi yani ‘Son İstanbul’ olan Adaları da kaybetmiş olacağız çünkü kesintisiz bir mimarlık üzerinden bize bir tarih sunuyor Adalar.

H.B.: Aynen öyle. Biz aslında baktığımız zaman sadece binaları, yapıları da kaybetmiyoruz; aslında hafıza duraklarını da kaybediyoruz. Eskiden çarşıya gittiğimizde çarşıda esnaflar olurdu; bakkal vardı, yufkacı vardı, baharatçı vardı, balıkçı vardı… Esnaflar bizleri, biz de esnafları tanırdık, selamlaşırdık. Biz bunları o kadar kısa bir zaman içinde, o kadar büyük bir süratle kaybettik ki… Şimdi Ada’nın çarşısına giriyorsunuz, her tarafta kişiliksiz hediyelik eşyalar, Ada'nın ruhuyla hiçbir bağlantısı olmayan kebapçılar sarmış.

Benim için hafıza duraklarından bir tanesi olarak kabul ettiğim iskelesinin karşısındaki kahve, Adalıların Büyükada Pastanesi'nden aldığı bir ürünü o kahvede ada çayıyla beraber yudumlayıp vapurları seyretttiği, gelenle gidenle sohbet ettiği bir mekandı. Orası da tamamen şekil değiştirdi. Turistlere hizmet veren nargilesiyle, fast fooduyla farklı bir kafe haline dönüştü. Çarşının sonunda sabah yediden itibaren balık tezgahları olurdu, herkes balık alırdı. Bakıyorsunuz, senelerdir bu tezgahlar yok. Bunlar aslında Ada’nın çok özel hafıza durakları. Herhalde şu an bir tek hafıza durağımız Büyükada Pastanesi, Saat Kulesi, Splendid, eczane ve Anadolu Kulübü yani böyle parmakla sayacak kadar yer kalmış. Ada’nın her yeri bir hafıza durağı iken şimdi saymakta zorlanıyoruz.

D.T.: Son bir dakikamız kalmış Hanriet Hanım.

Yıkılan Mottola Evi

N.S.: Daha önce bahsettiğimiz tescillenemeyen evlerle ilgili bir soru sorabilir miyim? Mottola Evi de sıkıntılı konulardan birisi olmuş ve yıkılmasıyla ilgili çok tartışmalar çıkmıştı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

H.B.: Bir üniversite gelip sizden bir karot alıyor. Bina gerçekten çok çürük. Gelen yetkili diyor ki, "Bu ev yıkılaca.” Demin Derya Hanım da bahsetti; bina tescilli olmadığı zaman onun aynısını yapmak zorundasınız diye bir şart yok ama yıktığınız bina bir modern mimari örneği.

Biraz önce de konuştuk; Adalar’da bir çok modern mimari eseri var. Mottola Evi’nin başına gelenler onların da başına gelebilir. Eğer “Bu binanın aynısını yapacaksınız” diyen bir kurum olmadığı sürece buna benzer yapıların kaybedilmesi söz konusu olacak maalesef. Çok üzücü bir durum.

D.T.: Uyarılar geliyor, bitirmemiz gerekiyor.

N.S.: Son sözünüzü alalım buyurun.

H.B.: Adalar gerçekten bizim çok değerli varlıklarımız, İstanbul'un incisi. Bundan sonra elimizden geldiği kadar elimizdeki kalanları korumaya çalışalım çünkü bunlar bizim çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakacağımız kültürel miraslarımız. Kıymetini bilelim çünkü İstanbul çok güzel bir şehir.

D.T.: Çok teşekkürler. !Adalar hepizin’!

N.S.: Adalar hepimizin!