Adanın Hafızası: İskeleden Yetimhaneye

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay, Açık Kapı Mimarlık Festivali 2025 kapsamında düzenlenen 'Adanın Hafızası: İskeleden Yetimhaneye' başlıklı yürüyüşü, yoğun ilgi gören duraklarını, Ada'nın mimari mirasını ve kültürel hafızasını Dr. Nilay Özlü, Zafer Akay ve Seda Naniç Zeybek ile konuşuyor.

""
Adanın Hafızası: İskeleden Yetimhaneye
 

Adanın Hafızası: İskeleden Yetimhaneye

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Herkese merhaba. Bir Dünya Mirası Adalar programında daha birlikteyiz, ben Derya Tolgay. Bugün rahatsız olduğu için maalesef Nevin yok, ona geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. 

Geçtiğimiz hafta Açık Kapı Mimarlık Festivali 2025 kapsamında, Dünya Mirası Adalar olarak her yıl Arkitera Mimarlık ve Unigen İşbirliği ile yaptığımız Adalar Etkinliği rotası vardı. Geçtiğimiz programlarda da bunun duyurusunu yapmıştık. Harika geçti, büyük bir katılım ve yoğun ilgi oldu. Katılamayanlar için de Dünya Mirası Adalar sosyal medyasında bir video paylaşacağız. Sonraki etkinliklerde de birlikte olmayı çok çok isteriz.  

Bugün çok kıymetli üç arkadaşımızla birlikteyiz ve hemen kendilerini tanıtalım; Nilay Özlü, Zafer Akay ve Seda Naniç Zeybek. Hoşgeldiniz. 

Nilay Özlü: Hoşbulduk.

Zafer Akay: Hoşbulduk.

Seda Naniç Zeybek: Hoşbulduk.

D.T.: Modern hayatın cilveleri yüzünden üçümüzün buluşması bayağı zor oldu değil mi? Ne güzel ki sonunda başarabildik.

Ada’nın Hafızası: İskeleden Yetimhaneye Yürüyüş’, 14 Ekim Salı günü Büyükada İskelesi’nde başladı. Splendid, Anadolu Kulübü ve Taş Mektep'den geçildi. Adanın belleğine kazanmış bu yapılarda duraklar yaptık. Sonrasında ise Kadıyoran Yokuşu yani eski adıyla Hristos Yolu üzerinden Büyükada Rum Yetimhanesi’ne ulaşıldı. Bu konuyu görüşmeye başlamadan önce isterseniz konuklarımızı kısaca sizlere tanıtayım ki Nilay ve Zafer ile birçok programda beraber olduk.

Nilay Özlü, mimarlık ve kültürel miras alanlarında uzman doçent doktor. İstanbul Teknik Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nde mimarlık ve kültür tarihi üzerine çalışıyor.

Zafer Akay ise mimarlık tarihçisi ve mimar. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi. Ayrıca Türkiye'nin önde gelen mimarlık dergisi Arkitekt’in bir dönem editörlüğünü yürüttü- bunu da parantez için hemen söyleyelim.

Seda Naniç Zeybek de serbest araştırmacı. Aynı zamanda İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde yine yarı zamanlı öğretim görevlisi. Doktora çalışmasını UNESCO Dünya Mirası Alanları Yönetimde Yerel Katılımın Yeniden Çerçevelenmesi üzerine sürdürüyor. Ayrıca sosyal yetki sözlü tarih ve kolektif hafıza alanlarında projeler yürütüyor. Kendisi ayrıca Büyükada Rum Yetimhanesi’nin sözlü tarih çalışmasını da devam ettiriyor. Hepinizin emeklerine sağlık.

Nilaycığım, gezide yaptığın konuşmada Büyükada'nın geçmişi, mimari dönüşümü Rum mimarisinin tarihçesi ve kültürel miras konularına değindin. Bize biraz daha açar mısın bu konuyu?

N.Ö.: Elbette. Herkese tekrar merhabalar. Öncelikle Arkitera ekibine bu etkinliği düzenledikleri için teşekkür ediyorum. Ben mimarlığa ilgisi olan herkesin girebildiği, erişebildiği, bazen erişemediği mekanlara dair uzmanlarla düzenlenen gezileri Açık Kapı etkinliklerini çok önemsiyorum. Bu kez bizden de böyle bir ricada bulundular ve ben de seve seve kabul ettim. Çok da büyük bir ilgi vardı, çok keyifliydi. İlgilenen, katılan herkese teşekkür ediyorum.

Zafer Hoca ile birlikte şöyle bir rota planlayıp gerçekleştirdik; iskelede buluştuktan sonra, aşağı Macar, yukarı Macar yolu dediğimiz, bugün 23 Nisan Caddesi olarak bilinen yoldan ilerleyip, Splendid Palace Otel'e uğradık. Sağolsunlar girmemize izin verdiler. Otelin, o güzel iç havlusunu ziyaret ettik. Oradan Anadolu Kulübü'ne uğrayarak aslında bir mimarlık tarihi müzesi gibi olan bu yerleşkeyi de ziyaret ettik. Daha sonra 19. yüzyıldan 20. yüzyıl başına ve daha sonra da 1950'lerde yapılmış Turgut Cansever, Abdurrahman Hancı'nın yapısını görme ve inceleme fırsatımız oldu.

Oradan Çankaya Caddesi, eski adıyla Giacomo Caddesi'nden biraz bahsedip, Adanın modernleşmesi döneminde nasıl tarihsel rotaların değiştiği, manastırlara çıkan patika ve yokuşların yeni nesil yatırımcılar tarafından bir Küçük Tur ve Büyük Tur Yolu adı altında yeni yerleşkelere, yeni rotalara açılmasından bahsettik. Tarihi rota olan ve manastıra çıkan Hristos Yokuşu, günümüzdeki adıyla Kadıyoran Yokuşu'ndan ilerledik. Taş Mektep adıyla bilinen ve İBB tarafından tekrar restore edilerek adaya kazandırılan Sofronios Köşkü'nü ziyaret ettik. Daha sonra Korhan Gümüş'ün oturduğu Samuel Cox evini ziyaret etme fırsatımız oldu. Hristos Manastırı'nın önünde, buranın 19. yüzyıl öncesinde bir Rum Ortodoks yerleşkesi, köyü olduğuna dair izlenimleri paylaşarak yetimhaneye kadar uzandık. Burada Zafer Hoca, bizlere özellikle mimari aktörlerden bahsetti; onların özgeçmişleri, yaptıkları işler ve Ada’yla olan bağlantılarından, farklı mimar üsluplardan bahsetti. Belki sözü burada Zafer Akay’a verebilirim.

Z.A.: Ben de bütün katılımcılara çok teşekkür ediyorum, çok ilgili bir topluluktu. Kadıyoran Yokuşu’nu bana mısın demeden tırmandılar. Sorularla, yanıtlarla çok güzel bir gezi oldu gerçekten.

Ada’daki özel mimarinin yaratıcılarını tanımak gerçekten çok önemli. İnsanlar bunu çok merak ediyor. Bazılarını hiç bilmiyoruz. Bu vesileyle hem mimar Mihran Azaryan hakkınd
a, hem Kaludi Kalfa hakkında, hem de Tülbentçiyan Ailesi hakkında bol bol konuştuk. Mimarlardan, stillerinden, eklektik ve neoklasik tarzları ve onların çerçevesindeki ideolojik arka planından söz ettik. Bunlar bizi çok mutlu ediyor çünkü böylelikle Ada'daki mimarlığın ne kadar kendine özgü, ne kadar özel olduğu paylaşılıyor ve yayılıyor. Ada bize bu mimari kültürü paylaşmak için çok güzel bir olanak veriyor. Bu gezinin bu açıdan çok verimli olduğunu düşünüyorum. Mekanlara girebilmek de çok değerli tabii ki her zaman kolaylıkla girilemiyor. Özellikle Splendid Oteli’ne hem orayı bize açtıkları için, hem de bu kadar güzel bir şekilde koruyup yaşattıkları için de teşekkür etmek isterim.

D.T.: Seda, yetimhanede yaşamış kişilerin anılarını paylaşarak, bu yapının sadece bir bina değil aynı zamanda yaşayan bir hafıza mekanı olduğunu hatırlattın hepimize. Biraz bahseder misin?

S.D.Z.: Estağfurullah. Ben değil, zaten mekan kendisini hatırlatıyor diye başlayayım. Aslında sözlü tarihi araştırma grubu olarak bir araya gelmemizin nedeni, Adalar Müzesi'nde açılacak olan Yetimhane sergisiydi. Hala açılmadı ama açılış tarihinin duyurusu buradan mutlaka yapılır.

Biz kendi içimizde bir sözlü tarih grubu olarak; İlay Örs, Özgür Kaymak, Elif Kevser Özer ve ben, Yetimhane’den yolu geçmiş olan kişilerle aslında görüşmeye çalışıyoruz. Yetimhaneden yolu geçmiş olanlara, oradan mezun olanlara ulaşmaya çalıştığımız için bunu da bir şekilde duyuru aracı olarak kullanmak isterim. Zira araştırmamız henüz sonlanmadı. Bu yüzden de bilgileri kullanmaktan aslında imtina ediyorum. Fakat tabii yaptığımız görüşmelerde şöyle ilginç bir takım saptamalar vardı. İlk belki onlarla başlayabiliriz.

Burası bir yetimhane olarak geçse de, kayıt defterlerindeki öğrencilerin aile yapılarına baktığımızda, yetim çocukların ötesinde aslında Varlık Vergisi sonrası yaşam tarzları değişmek zorunda kalan ailelerin çocukların gibi bir saptama yaptık çünkü çalışmak zorunda kalan aileler çocuklarının okumaya devam etmeleri için getirip Yetimhane’ye bırakmışlar. Anne hayatta, baba hayatta ama Varlık Vergisi sonrası herkesin çalışmak durumunda kaldığı bir dönem. Dolayısıyla çocuklara da bakacak kimse yok ve çocuklar buraya getiriliyor. 75 yaş ve üzeri kişilerle yaptığımız görüşmelerde bu kişiler bu nedenle yetimhanede yaşamaya ve okumaya başladıklarını belirttiler. O dönemki Yetimhane hayatı ile ilgili verilere baktığımızda son derece eğitim ve öğretimin hakikaten çok disiplinli ve son derece iyi olduğu; haftanın üç günü doktorun geldiği bir yer.

Büyükada Rum Yetimhanesi üzerine etüdler; Murat Germen, Ali Kazma ve Hera Büyüktaşçıyan’ın yaptığı ‘206 Odalı Sessizlik’ sergisinde ve sonrasındaki kitap ve çalıştaylarda da gördüğümüz üzere burası evet kesinlikle sadece bir bina, bir yapı değil; çok katmanlı bir hafıza mekanı. Bugün belki Yetimhane'nin son günlerine tanıklık eden kişilere son kez ulaşabilme zamanındayız. O yüzden de ulaşabildiğimiz kadar çok kişiye ulaşıp, bu çalışmayı daha da zenginleştirmeyi amaçlıyoruz.

D.T.: Sizlere ayrı ayrı sormak isterim; hepiniz kültürel mirasın korunması konusuna değildiniz. Bu geziye katılan kişilerle bu konuda bir diyalog gelişti mi? Onların böyle bir hassasiyetleri var mıydı? Nilay sen bir şey söylemek ister misin?

N.Ö.: Elbette. Derya, sen zaten bu işin en önemli savunucularından birisin ve bunun hep altını çiziyorsun. Bizim için Adalar çok değerli ve biricik. Ekolojik olarak da çok değerli ve bence katılımcılar için de öyleydi. Herkes bir takım serzenişlerinden de bahsetti, bir takım Adalar güzellemeleri de yapıldı.

Konuşmalarda biraz şunun altını çizdik; Prens Adaları hem kentsel, hem de doğal koruma alanı olduğu için şu anda İstanbul'un çok özel bir ilçesi ama aynı zamanda müthiş bir tehdit altında. Hem turizm tehdidi altında, hem kirlenme tehdidi altında, hem de ekolojik tehditler altında. Mimari olarak da, korunma, korunamama anlamında da pek çok tehditler altında. Gezimiz esnasında bunu çok net gördük. Çok iyi korunmuş binalar, yıkılmış, dekonstrüksiyon yapılmış yapılar, hiç korunamamış yapılar… Ama bir yandan da Ada’da mimari dokusunu büyük ölçüde devam ettirebilen binalar da gördük. Yer yer ana yoldan çıkıp ara sokaklara girdik. Bütün bu doğal yapı içerisinde, neredeyse %60’ı orman olan bu çerçeve içerisinde bence çok keyifli bir rota oldu. Adalar’ın hem mimari anlamda, hem de doğal anlamda korunması açısından herkeste müthiş bir duyarlılık olduğunu söyleyebilirim. Bu anlamda da bence gezimizin önemli temalarından bir tanesiydi.

D.T.: Sizler; Zafer ve Seda?

Z.A.: Evet, gerçekten insanlar çok meraklılar ve bu kadar değerli yapıların neden bu kadar ihmal edilmiş olduğunu soruyorlar. Hafıza mekanlarından söz ediyoruz. Mimarlarının binaların kayıtlarının bilinmeyişi de bunun bir parçası. Bütün bu unutulmuşluğu tartışmak durumunda kalıyoruz. Bunun tabii birçok boyutu var; bu binaların neden bu kadar ihmale uğradıkları, nasıl korunacağı vb. gibi işin teknik tarafını,konuşmak zorundayız, bütün bu unutuluşu zorunlu kılan süreci konuşmak durumundayız. Bunlar da tabii çok değerli. Toplumsal bilinçle ilgili bir konu. Bilgilerimizi, anılarımızı, yapılarla ilgili hafızayı yaygınlaştırdıkça bir yere varabiliriz diye düşünüyorum.

N.Ö.: Ben burada belki bir ek yaparak Yetimhane konusunu da tekrar gündeme getirmek istiyorum. Tabi ki Ada’nın çok önemli hafıza merkezlerinden, hafıza mekanlarından biri de Büyükada Rum Yetimhanesi ya da eski adıyla Pirinkipo Palas olarak yapılmaya çalışılan otel. Bugün gelinen durumun hem İstanbullular için, hem de Adalılar için son derece kritik bir dönüm noktasında olduğunu söyleyebiliriz. Yıkılacak mı? Sökülecek mi? Yeniden mi yapılacak? Korunabilecek mi? Korunursa nasıl bir işlevi olacak? Bu bu ölçekte bir yapı için bu ikinci işlevin çok çok kritik olduğunu düşünüyorum ve bu anlamda da kamuoyu duyarlılığı benim için çok önemli açıkçası. Epeyce de bu konularda tartışıldı, bunu da eklemek istedim.

D.T.: Evet, bu duyarlılık konusu da dediğin gibi çok önemli. Biz de bu konuda çok fazla program yaptık. Sivil toplumun, uzmanların çabaları sonucu yıkım planlarından vazgeçilmiş olduğunu düşünüyoruz. Hep birlikte hem İstanbul Kent Konseyi, hem de sivil toplum üyeleri olarak Patrikhane ziyaret ederek onlarla iletişim kurma şansımız oldu. Bazen küçük değişimler küçücük bir inisiyatifin cesaretiyle de başlayabiliyor. Birkaç kişinin inancı bir toplumun vicdanını harekete geçirebiliyor. Yetimhane için verilen mücadele, sivil inisiyatiflerin ne kadar hayati olduğunu da bir kez daha gösterdi bize. Hep birlikte bir basın bülteni hazırlayarak bir kamuoyu yaratmaya çalıştık. Radyo programlarıyla hep bunu bir şehir belleği olarak gündeme taşıdık. Evet, çok kıymetli ve bu nedenle sivil toplumun güçlenmesi şart. Seda, senin de var mı söyleyeceklerin?

S.N.Z.: İnsanı insan yapan şey geçmişi ve anıları. Bu bağlamda hakikaten bu bir kişisellik meselesi öte yandan. Kişisel hayatlarımızın üzerine kurulu geçmişlerimiz üzerinden aidiyeti hissediyoruz ve tabii bu o kolektif belliği de aynı şekilde oluşturuyor, kolektif aidiyeti destekliyor. Dolayısıyla bir binaya sadece yapı olarak bakmak doğru değil; onun mimarisel, yapısal olarak hangi çerçevede kurgulandığını, içeride nasıl bir hayat yaşandığını toplamaya çalışıyoruz. Bunlar sadece birer anı ya da nostalji güzellemeleri değil, orada nelerin yaşandığı nasıl bir yaşamın olduğunu, oradaki hayatı bir arşiv materyali olarak geleceğe taşımak ve anlatabilmek. Bugün sözlü tarih araştırması yaparken de amacımız, bu söz tarih çalışmasında.

D.T.: Bugünü anlamlandırabilmek ve gelecek için geçmişi bilmek, bugünü anlamlandırabilmek ve gelecek için planlar yapabilmemizi sağlamak için sanırım bu bellekler bize mutlaka gerekli.

Programımızın sonuna geldik. Son söylemek istedikleriniz var mı acaba, yoksa birlikte kapatalım mı?

Z.A.: Ben son olarak Raimondo D’aronco ve Alexander Vallaury’nin adlarını anmak istiyorum. Yetimhane'nin aktörleri olarak ikisi de üzerinde çok şey konuşulabilecek isimler. Gerçekten de bu konular çok ilgi gördü. Dönüş yolunda da, katılımcıların büyük bir çoğunluğu birlikte çok farklı yönlerden konuşup tartışarak tekrar Çankaya Caddesi'ne indik. Ben düzenleyicilere ve bütün katılımcılara tekrar çok teşekkür ediyorum.

D.T.: Biz de programımıza katıldığınız ve kıymetli bilgiler için size çok teşekkür ediyoruz. Bugün Nilay Özlü, Zafer Akay ve Seda Naniç Zeybek konuklarımızdı. ‘Adalar Hepimizin’ diyerek birlikte kapatalım isterseniz.

Konuklar: ‘Adalar Hepimizin’.

D.T.: Hoşçakalın.