Birinci ölüm yıl dönümünde ‘sakat hakları aktivizminin anası’ Judith Heumann’ın hayatı ve mirası

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş ve Elif Gamze Bozo, sakat haklarının, sakat aktivizminin annesi’ olarak da bilinen Amerikalı Judith Heumann ve kitabı "Being Heumann" üzerine konuşuyorlar.

""
Birinci ölüm yıl dönümünde ‘sakat hakları aktivizminin anası’ Judith Heumann’ın hayatı ve mirası
 

Birinci ölüm yıl dönümünde ‘sakat hakları aktivizminin anası’ Judith Heumann’ın hayatı ve mirası

podcast servisi: iTunes / RSS

Elif Gamze Bozo: Merhaba. Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e, sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Ben Elif Gamze Bozo.

Alper Tolga Akkuş: Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 21 Şubat 2024 Çarşamba. Destekçimiz Esra Sarıgedik Öktem’e teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bu bölümde birinci ölüm yıl dönümüne birkaç gün kalmışken sakat hareketi için, sakatlık camiası için çok özel bir insanı konuşacağız. Bahsettiğimiz kişi, ‘Sakat haklarının, sakat aktivizminin annesi’ olarak da bilinen Amerikalı Judith Heumann.

Judith Heumann, 75 yaşındayken bir sene önce 4 Mart tarihinde vefat etti ve onun ölmeden birkaç yıl önce çıkarttığı Being Heumann kitabı vardı. Biz Elif ile kitabını da okuduk zaten. Hem bir sakat, hem bir kadın olduğu için Elif'in tabi daha özel görüşleri vardır. Kitabın Türkçesi yok. Kitabı İngilizce’den DeepL yapay zeka çevirmeni ile okuduk aslında. En azından ben öyle okudum ve okurken duygulandık, ben kendi açımdan bazı yerlerde tutamadım gözyaşlarımı. Ama bunlar mutluluk gözyaşları idi. Çünkü ABD'de bugün kıskandığımız o sakatların durumunun nerelerden geldiğini gördük aslında kitabı okurken. Ben hemen sözü Elif'e bırakayım. Elif, Judith Heumann deyince neler uyanıyor senin aklında, zihninde?

E.G.B.: Bu süreçte aslında kitabı okurken kitabı yaşadım çünkü benzer hayatı, benzer mücadeleyi verdiğimizi fark ettim ve verdiği mücadelede aynı ailenin bakış açısıyla ilham verici, yol gösterici ve engelli devriminin nasıl yapılacağını, dik duruşu, siyasetteki etkisi beni gerçekten çok etkiledi. Biliyorsun ki benim de ufakta olsa siyasetle ilgili çalışmalarım var ve bu kitap benim için çok büyük bir yol gösterici, rehber oldu. Benim anlatacaklarım aslında çok uzun ama aslında çok duygulandığım noktalar da vardı; annesinin ona yol göstermesi, kararlılığı, babasının mücadelesi... Yani aktivizmi sanki ailece üstlenmiş gibiydiler ve bu beni çok etkiledi, bir an kendi yaşamımı gördüm kitapta, kendi ailemi anlatıyormuş gibi hissettim. Beni bugün susturamayacaksın Alper çünkü ben kitabı bir daha yaşadım şu an.



Being Heumann Kitabındaki Kelime Oyunu


A.T.A.: Ben susturmasam bile zaman ve bizim yerimiz susturacak seni, öyle söyleyeyim. 20 - 25 dakikalık vaktimiz var Açık Radyo’da iki haftada bir. Doğumundan başlayalım Judith Heuman’ın, buradan sesimiz de bir şekilde gider; Açık Radyo: Kâinatın tüm seslerine Açık Radyo. Belki kâinatın bir tarafında, eğer bu dünyadan gidenler bir yerlerde iseler sesimiz de gidiyordur diye düşünüyorum Judith Heumann’a.

Judith Heumann, 18 Aralık 1947 tarihinde doğuyor ve çocuk felci nedeniyle de sandalye kullanan bir sakat kendisi. Aslında 1947 ilginç bir yıl - II. Dünya Savaşı’nın bitiminden iki yıl sonra ve savaş sonrası tüm dünyada bir mutluluk patlaması oluyor. ‘Baby boom’ diyorlar buna ekonomistler ve nüfus patlaması oluyor. O dönem kullanılan bir ilaç var ve o ilaç yüzünden binlerce çocuk, çocuk felcine yakalanıyor - Judith Heumann da onlardan birisi.

Bu arada Being Heumann kitabındaki kelime oyunu da çok hoşuma gidiyor. Heumann yani soyadı Heumann’ın. Heceleyerek söylersek de ‘human’ - İngilizce bilenler biliyordur - insan demek. Being Heumann aslında ‘Heumann olmak’ ama ‘insan olmak’ gibi bir kelime oyunu yapmış kitabın isminde Judith Heumann. Çünkü ‘sakat insanlar insandan sayılıyor mu’ veya ‘eşit vatandaşlar olarak dünyada var mıyız?’ gibi sorulara bir gönderme yapmış kitabın ismiyle. Heumann, ‘Kendi yaşadığım mahallede sakat olduğumu okula gelme yaşı gelene kadar anlamadım ben’ diyor kitapta. Okula arkadaşlarıyla gidiyor ve herkes onun arkadaşı. Onun sandalyesini itiyorlar, bütün oyunlara katılıyor ve sakatlık diye bir şey olduğunun, kendisinin farklı olduğunun farkında olmuyor. Bu yıllara 1955 - 1956 diyelim. Senin var mı bu konuda söylemek istediklerin?

Ben sakat öğrenci istemem’ diyen okul müdürü

E.G.B.: Aslında dediğim gibi çok şey var söyleyecek, ben de tam aynı şeyleri yaşadım okula gidene kadar. Yani okul hayatım başlayana kadar her çocuk gibi sokakta oyun da oynadım, mendil kapmacadır, saklambaçtır gibi birçok oyuna dahil oldum Judith Heumann’ın da bahsettiği gibi. Okula alınma sırasında yaşadığı ayrımcılığı anlatıyor ya, benim okul müdürüm de aynı şekilde, ‘Ben sakat öğrenci istemem’ dediği anda ben de aslında farklı olduğumu o zaman fark ettim. O kelimenin sonradan hayatıma dahil oldu ve aynı hikayeyi beraber yaşamışız gibi hissettim bir anda, sanki o kitap benim için yazılmış gibiydi.

A.T.A.: Kitabı da umarım Türkiye'den bir yayınevi Türkçe’ye de çevirmeye girişir. Bu büyük bir macera, biliyorum ekonomik durumları ama okula gitme hikayesi cidden zor. Okula alınmıyor ama annesini hep anlatıyor kitapta Judiht Heumann. Annesi ‘olmaz’, ‘yapılamaz’ı anlamayan bir insan, öyle tarif ediyor annesini Heumann ve annesinin çabalarıyla bazı şeyler oluyor. Çünkü o dönem ABD’de sakatlarla ilgili bir yasa yok. Yani sakatların Türkiye'de, Hindistan'da, ne bileyim Afganistan'da nasıl bir yaşamı var ise ABD'de de öyle bir yaşam var. Yani 1955’li, 1960’lı yılları söylüyoruz burada. Bir şekilde bazı sakatları alıyorlar okula ama onun bir derecesi var. Sonra annesi uğraşa uğraşa okula aldırıyor kızını.

Ama şöyle bir şey de var; PS 219 ismi bu arada o sınıfın, özel bir sınıf ve PS’nin Parental gibi bir şeyi vardır İngilizce olarak ve normal bir okulun zemin katında ayrı bir şekilde eğitim görüyorlar. Sakatlar da şöyle; beş yaşındakiler bir sınıf, altı yaşındakiler bir sınıf değil, herkes aynı sınıfta. Yani 20 yaşında sakat da var, altı yaşında sakat da var, görme engelli de var, bilişsel durumu farklı olan da var, çocuk felci olan da var - hepsi aynı yerde ve haftanın belli günlerinde birkaç saat eğitim görüyorlar. Amaç, onları hayata hazırlamak değil eğitim vermiş gibi görünmek aslında bir yanda Amerikalıların uygulaması.

E.G.B.: Toplama kampına benzetmişler aslında bir noktada, tecrit edilmiş gibi sadece belli bir yerde, alanda okutulması. Ama bu engellilerin bir yerde, sadece tek bir yerde toplanarak okutulmasını ben çok doğru bulmuyorum. Sakatların aslında hem sakat olmayanlarla, hem de sakatlarla aynı ortamda, eşit haklarda olması gerektiğine inanıyorum ve inanılmaz fark ediyor. Mesela sakatlar okuluna gitmeyen biriyle sakatlar okuluna giden biri arasındaki o farkındalık çok farklı.

Sakat öğrencilerin seslerini duyup göremedikleri diğerlerine taktığı isim: Üst kattakiler

A.T.A.:
Ya pardon, sakatlar okulu diye bir okul da yok bu arada, normal bir okulda, bir sınıfta bunlar, onu söyleyeyim. Mesela bunlar alt kattalar ve diğerlerini görmüyorlar yani teneffüste bile beraber olamıyorlar. Bunlar tecrit edilmiş ayrı sınıftalar ve diğer çocukları görmüyorlar ve onlara da bir isim vermişler; ‘Üst kattakiler’. Kitapta öyle geçiyor, ‘Üst kattakileri merak ederdik biz onlar ne yapıyor ne ediyorlar diye’ diyor Heumann. Tabii okul hayatı geçiyor ve en büyük hayali öğretmen olmak. Bununla ilgili genç yaşında bir sınava giriyor ve en büyük korkusu da ‘Ya alınmazsam sakat olduğum için’ oluyor. Orada bir görüşme yapıyor. Görüşmede Heumann’a ‘Tuvaletini yapabilir misin?’ diye soruyorlar. Şaşırıp kalıyor, ‘Nasıl yani?’ diyor ve ‘Yani evet yapıyorum’ diyor. Bunun üzerine ‘Hadi git de yap!’ diyorlar. Mülakatta sorulan soru bu size. O da, ‘Ne diyorsunuz siz?’ diye itiraz ediyor. Sonra orada mülakatı yapan kadın diyor ki Heumann hakkında, ‘Ara sıra altına kaçırıyor bu.’ Judith Heumann kadın inanamıyor bu tutuma ve bununla ilgili bir dava açıyor sonunda çünkü onu okula almıyorlar. Oralara girelim istersen çünkü büyük bir eylem var, onu çok detaylı konuşacağız.


E.G.B.: Aslında dünyada da ilk adım diyebiliriz sakatlar açısından. Orada yaptıkları eylem aslında bence dünyada bir yankı uyandıran bir eylemdir ve sakatların yasal haklarına ulaşmaktaki en önemli adımlardan biridir.

504 Sit-In İşgal Eylemi

A.T.A.: İnternette aramak isterlerse dinleyiciler eylemin adını da söyleyeyim; 504 Sit-In. ‘Sit-in’, oturma eylemi demek İngilizce’de ve 504 de bir madde. Judith Heumann işe alınmıyor, dava açıyor. Bir arkadaşı var, gazeteci ve The New York Times'ta bir yazı çıkıyor; ‘Tekerlekli Sandalyeli Öğretmen Adayı İşe Alınmadı’ diye küçük bir haber bu. O haber kartopu gibi büyüyor ve sonra ileride bir işe giriyor. Orada da şunu keşfediyor - aslında 60'lı yıllarda bir kanun çıkmış ve o kanunda engellilere ayrımcılık da yasaklanmış ama kimsenin haberi bile yok bundan. Bunu fark edip ABD çapında bir eyleme girişiyorlar. ‘HEW’ diye geçiyor yani ‘Health Education Welfare.’ Bunu da 'Sağlık, Eğitim, Refah Bakanlığı’ gibi çevirebiliriz Türkçe'ye. Bunlar San Francisco'da yaşıyorlar o sırada. San Fransisco, New York, Washington, Los Angeles gibi pek çok şehirde biz gidelim bu binaları işgal edelim diyorlar.

E.G.B.: Günlerce grev yapıyorlar aslında. Bir eyleme çeviriyorlar ve açlık grevi de var bu arada yaptıkları eylemlerin bir bölümünde. Günlerce oturma eylemi yapıyorlar, günlerce banyo yapamıyorlar. Banyo yapamadıkları için bazıları çok zorlanıyor hatta Heumann, ‘Burada saçım çok kötüydü, çok perişan haldeydim’ diyor. Oraları hatırlıyorsundur belki.



Jeff Moyer çalıyor, Debby Stanley başlıyor ve sonra hep bir ağızdan: We Shall Overcome


A.T.A.: Evet. 1977’de oluyor bu eylem. 5 Nisan'da başlıyor ve bir ay sürüyor yaklaşık. Tam da ortalara geliyoruz. Ne zaman orayı okusam ben ağlıyorum, tabi mutluluk ile ağlıyorum aslında. San Francisco'da, New York’ta, Los Angeles’da birçok yerde işgal ediyorlar o binaları. Bu bakanlık binasında körü de var, işitme engellisi de var, CP’lisi de var, cam kemik hastası da vardır. Yani bilişsel farklılığı olan da var, şizofreni olan da var. Hepsi bir arada kalıyorlar burada. 

İkinci ya da üçüncü gün, diğer şehirdekiler bırakıyorlar eylemleri. Bir tek San Fransisco'da bir eylem devam ediyor. Judith Heumann da San Fransisco’da. Diyorlar ki ‘ne yapacağız?’ kalan 20 - 25 kişi. Diyorlar ki, ‘Durum bu, sadece biz kaldık bunu yapan. Bir gün, iki gün daha dayanırsak bizce bu iş olacak. Ama isteyen gidebilir.’ ‘Herkesi dinleyeceğiz’ diye bir kararları da var zaten ve herkes diyor ki, ‘Biz buradayız, gitmiyoruz’. Onu dedikten sonra bir tane sakat bir aktivist alıyor gitarını, o dönemler “We Shall Overcome” şarkısı çok meşhur ve o parçayı tıngırdatıyor. Sonra bir kız, görme engelli bir kız şarkıyı söylemeye başlıyor ve sonra hep bir ağızdan bu şarkıyı söylüyorlar. Tabi orası çok duygusal bir yer. O yüzden de Elifciğim senin iznin olursa Joan Baez’den “We Shall Overcome”ı dinleyelim diyorum. Ne diyorsun, olur mu?

E.G.B: Muhteşem olur.

E.G.B.: Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta Judith Heumann’ın hayatını anlatan kitabını ve onu anmak için bir yayın gerçekleştiriyoruz.

A.T.A.: Evet Elifciğim. “We Shall Overcome”ı dinledik ve şimdi ben de kitaptan okuyorum ilgili bölümü; ‘Sonunda Jeff Moyer ayağa kalktı ve “We Shall Overcome” şarkısını çalmaya başladı. Uzun, düz saçlı ve güzel sesli kör bir protestocu olan Debby Stanley ona katıldı. Bir de baktık ki kalabalık bu şarkıyı hep bir ağızdan söylüyor’. Az önce dinlediğimiz şarkı “We Shall Overcome”. ‘Bir gün üstesinden geleceğiz’ diye kabaca çevirebilirim. Bu eylem 30 güne yakın sürüyor ve sonunda başarıya ulaşıyorlar. Telefonları kesiyor o bakanlık, dışarıyı aramıyorlar. Bir tane telefon var, ankesörlü telefon. Bu arada ankesörlü deyince gençlik onun ne olduğunu anlamayacaktır. Cep telefonlarının olmadığı bir çağdan bahsediyoruz.

E.G.B.: Jetonlu telefonlar.

İşaret dili ile aktivizm taktikleri / Brad Lomax ve Kara Panterler

A.T.A.: Jetonlu telefonlar vardı, ankesörlü denirdi ve dışarıdaysanız arardınız. Onunla konuşuyorlar ama sonra o da kapanıyor, onu da kapatıyorlar. İşitme engelli aktivistler, işaret diliyle camlardan dışarıdakilere söylüyorlar ‘Bize bu lazım, bize şu lazım’ diye. Sakatlığın aslında dezavantajı sayılan şey avantaja dönüştürülüyor. İnanılmaz hikayeler bunlar, çok hoşuma gidiyor benim. Sonra yemek de gelmiyor. 

Brad Lomax, kendisi Afrikalı Amerikalı bir sakat aktivisti ve Kara Panterler üyesi. Kara Panterler’i arıyor. Kara Panterler, o dönem siyahi hareketin önde gelen bir grubu. Kara Panterler binayı basıp 120 kişilik yemek dağıtıyorlar bunlara. 30 gün süren bu eylemden sonra Joseph Califano ilgili maddeyi imzalıyor.

E.G.B.: Evet, imzalıyor ve bu büyük bir başarı olarak tarihe not düşüyor.

A.T.A.: Ama şunu söylüyor Judith Heumann orada - eylemler tamam ama hiçbir şeyi değiştirmiyor yani onaylanıyor ama bir şey değişmiyor. O zamanlar Rosa Parks var, kendisi otobüste oturan siyahi kadın ve büyük bir figürdür ABD’de. O zamanlar otobüsün ön tarafında beyazlar, arka tarafında siyahlar oturuyor ve Rosa Parks öne oturuyor, siyahi bir kadın. Onun o eyleminden sonra da o durum da değişiyor. Diyor ki Judith Heumann, ‘Biz sakatız. ‘Orada oturabilir’ dendiği anda bitti gitti. Çünkü onun bir engeli yok, bedensel engeli yok. Bizim için her şeyin değişmesi lazımdı.’ Ama değişmiyor her şey çünkü otobüs şirketleri diyorlar ki ‘Biz buna para harcayamayız’. Şu an Türkiye’de yaşadığımız şeyler aslında bunlar ama 1977’de orada oluyor. Beyaz Saray'a gidiyorlar eylemciler daha sonrasında. Beyaz Saray’da 83 tane mermer merdiven varmış ve sandalyeden atlayıp sürünerek çıkıyorlar yukarıya.

E.G.B.: Tam o noktada sakatlar kendilerini tekerlekli sandalyeden yere bırakıp tırmanarak merdivenleri çıkıyorlar ve o ayrımcılıkla mücadelelerini Beyaz Saray'ın önünde gerçekleştiriyorlar. Bundan sonrasını Alper'e bırakıyorum.

Beyaz Saray merdivenlerini tırmanan sekiz yaşında bir sakat aktivist: Jennifer Keelan-Chaffins

A.T.A.: O eylem, o 83 tane basamağa çıkılması eyleminde sekiz yaşında bir kız çocuğu var. Serebral Palsyli bir çocuk bu.

E.G.B.: Evet, onu unuttuk bak anlatmayı.

A.T.A.: O eylemcinin adını da hemen size söyleyeyim; Jennifer Keelan-Chaffins. Sekiz, dokuz yaşında bir çocuk kendisi ve kendini atıyor sandalyeden. Kitaptan istersen o kısmı okuyayım ben yine Judith Heumann’ın sözleriyle; ‘Bir tanesi Jennifer adında Keelan adında küçük bir kızdı. Serebral palsyli Jennifer, bir restoranda kendisine hizmet verilmemesi üzerine Arizona'dan Washington'a kadar gelmişti. Bir garson ona ‘Kimse seni yemek yerken izlemek istemiyor’ demişti. Bu yüzden aktivist olmuştu. Tırmanmak için dirseklerini ve dizlerini kullandı. İkinci basamakta yüzüstü yatarken başını kaldırıp merdivenlere baktı. Eli kaydı, mermere düştü ve dudağı kanadı. Başına bağladığı kırmızı, beyaz ve mavi bandanasıyla - ki bu ABD'nin bayrağının renkleri aslında - çoktan terlemeye başlamıştı. Duraksayarak su istedi. Birkaç gönüllü ona hemen su verdi.’ Tabii bu süreç devam ediyor. Bunu da kazanıyorlar aslında. Tabii sonlara da geliyoruz Elif. Çok inanılmaz bir hayat hikayesi. Kitapta Nixon dönemi de var, Watergate skandalı da var. Demin de bahsettim, Kara Panterler de var, Elvis Presley’in ölümü de var. O dönemleri de anlatıyor çünkü hepsini yaşamış bir kadın. Amerikan tarihi var aslında kitapta.

E.G.B.: Tam bu noktada bir şeyler eklemek isterim Alper; 2007'de Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi gündemde ve o dönemde ABD, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi'ne dahil olmuyor ve imzalamıyor. Ama Heumann, çok güzel bir başarı daha elde ediyor. Bu süreçte Obama'nın özel kalemi olarak siyasete giriyor ve güzel başarılar da elde ediyor, engelli haklarını daha çok gündemde tutuyor Obama döneminde. Sonrasında ise Obama'dan sonra gelen Trump engelli haklarını kaldırıyor ve hatta şöyle bir şey daha ifade ediyor Heumann. Diyor ki, ‘Trump dönemine geldiğimizde engelli haklarının birçoğunu kaybetmeye başladık. Ama mücadelemiz çok uzun, mücadeleye devam edeceğiz.’ Hatta Trump'ın sakat bir muhabiri aşağıladığını da ifade ediyor ve bu kişilerin engellilerle ilgili bilgisinin olmadığını, mücadelenin devam edeceğini ve asla pes etmememiz gerektiğini de vurguluyor.



Rolling Warrior Judith Heumann’ın tüm sakatlara vasiyeti: Aktivist olun!

A.T.A.: O bahsettiğin muhabir CP’li bir muhabir ve konuşmada sıkıntı yaşıyor sakatlığıyla alakalı. Videosu da var ve o muhabirin kendine sorduğu soruyu CP'li gibi cevaplıyor, aslında. dalga geçiyor o muhabirle Trump. O da ikonik bir görüntüdür. Tabii çok şey var kitap hakkında konuşacak. Mesela bu kitabın daha basit versiyonunu da çıkarmışlar yani yeni bir yayın çıkmış ABD’de; Rolling Warrior. Bunu da ‘Yuvarlanan Savaşçı’ diye çevirebiliriz. Sandalyenin tekeri dönüyor ya, ona da ‘Rolling’ diyorlar. Rolling Warrior başlığıyla gençler asıl kitabı ağır bulabilir diye daha basitleştirilmiş, gençlere yönelik bir versiyonu çıkarılmış ABD’de. O kitabı da gördüm ben.



Yani aslında bunlar, bu hikayeler insanı umutlandırıyor bir yandan da Elif. Ben yine kitaptan, kitabın sonlarından Heumann’ın vasiyeti gibi olan sözleri var tüm sakatlara. Sen dedin ya, Trump geldi, her şeyi tırpanladı - tam orayla ilgili bir şey gibi geldi bana kitaptaki şu kısım; ‘Değişim asla bizim düşündüğümüz hızda gerçekleşmez’. Kitaptan aynen bunu alıntılıyorum şu anda bu bölümü; ‘Yıllar boyunca insanların bir araya gelmesi, strateji oluşturması, paylaşması ve ellerinden gelen her şeyi yapmasıyla gerçekleşir. Yavaş yavaş ve dayanılmaz bir yavaşlıkla olur. Bir şeyler olmaya başlar ve sonra bir gün aniden oluverir. Siz sanırsınız ki bu hemen oldu. Hayır, hemen olmaz’. Ben siyaseti ne bileyim, kötülerim, siyasiler şöyle, politika böyle diye ama sonunda diyor ki Heumann, ‘Aktivist olun! Politikaya girin, orada bir şeyleri değiştirin’. Aslında bu vasiyet gibi tüm dünyadaki sakatlara.

ABD'de yaşamış ama dünya için de sakatlara rehber olmuş Judith Heumann’ın hayatını anlattık, onun ruhuna bir gönderme yaptık ve umarım gider. Şimdi Elif, Judith’den eli aldın diyelim, seninle bitirelim istersen programın sonunu da.

E.G.B.: Bizi bir yerlerde görüyor diye düşünüyorum. O bayrağı ben taşımaya kararlıyım. Lütfen beni duysun buradan. Şu an çok duygulandım, çok duygulandım.



TIME dergisi kapağında Judith Heumann

A.T.A.: Şunu da ekleyeyim ben, kendi tespitim. Judith Heumann’ın resmine bakın, andırıyor Elif'i, onu söyleyeyim ben. TIME dergisine kapak oluyor 1977'de, onun da resmini koyarız. Esra Sarıgedik Öktem idi destekçimiz bugün. Sakat Muhabbet’in bir sonraki bölümünde görüşmek üzere, hoşça kalın.

E.G.B.: Hoşça kalın.