“Şarkılara Mektuplar” sözün, mektuplaşmanın ve müziğin iyileştirici, birleştirici ve dönüştürücü gücüne inanan bir paylaşım ve açık üretim alanı. Pandemi boyunca yaşadığımız ortak duygu ve deneyimleri mektuplara ve mektupları şarkılara dönüştürmeyi amaçlıyor.
Merhaba sevgili dinleyiciler, size Temmuz’un 29’undan ve “Sahibine Şarkılar” programının da yedinci bölümünden sesleniyorum.
Bugüne kadar şarkılar, hikayeleri, yazarları ve içinde bulundukları zamanlar ve mümkünse günümüzle yaptığımız bağlantılarla dolu geçti dakikalarımız. Ve programların çoğunda, size şu duyuruyu yapmıştım. Araştırmanın, dinletmenin ve anlatmanın yanı sıra, yeni şarkılara da ev sahipliği yapabilen bir açık alan olsun bu programımız. Ortak pandemi süresince yazarak paylaşmak istedikleriniz, belki bir şarkıya söz olmasını isteyeceğiniz bir yaşantınız, bize ulaşsın, zamanımızın ve programımızın güncesi olsunlar. “Şarkılara Mektuplar” diyelim bunlara. Kim bilir belki de içlerinden bazıları yeni şarkıların sözlerine ilham olurlar. Mektuplarınızla bağ kuran şarkı yazarları onları müzikleri ile buluşturur. Birimizin olan bir yaşantı mektuptan şarkıya, şarkıdan yeniden hepimizin olmak üzere yola çıkar… Şarkı olmasa bile, yazmak her halükarda iyileştirir.
Daha çok dilek ve davet tonunda tekrarladığım bu cümleleri bu akşam sizlere çok daha somut, daha anlaşılır ve derli toplu bir halde sunuyor olacağım. Çünkü bu konuda aslında ihtiyacım olan bir desteği sevgili dostum Eylem Ejder’den alıyor olacağım. Bu akşam ve bundan sonra, Sahibine Şarkıların bir projesi olan Şarkılara Mektuplar’ın arkasında iki kişi olacağız. Sizleri tanıştırmak istiyorum Eylem’le. Kısa bir ön bilgiyle ben bir giriş yapayım;
Eylem, yazar, eleştirmen, tiyatrocu ve yine bu alanda doktora yapıyor. İstanbul’da ve zaman zaman yurt dışında yazar, editör, araştırmacı ve eleştirmen olarak faaliyet gösteriyor. Şu sıralar mektup, günlük, şiir gibi farklı edebi ve sanatsal ifade alanlarıyla eleştirel ve performatif yazını birleştirmeye çalışan deneysel, kolektif, yaratıcı çalışmalar üzerine yoğunlaşmakta. İçinde bulunduğumuz bu pandemi günlerinde, ben şarkılara mektuplar gelmesini bekleyen bir posta kutusu, o da mektuplar yazan ve dağıtan bir posta güvercini olarak bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Uzaktan ve sınırlı teknoloji koşullarında yaptığımız sohbetimiz olacak Eylem’le. Diyalogda hissedebileceğiniz kopukluk için şimdiden hoşgörünüzü rica ediyoruz.
Banu Kanıbelli: Sevgili Eylem, merhaba, hoş geldin aramıza. Çok mutluyum seninle yeniden bağ kurduğum için. Hemen fikrin uygulama tarafını güçlendirdin, elle tutulur kılmaya büyük desteğin oldu. Projeden önce, bize biraz mektupla son zamanlarda kurduğun ilişkiyi anlatır mısın? Nasıl bir motivasyon taşıyordun? Ondan sonra da konuya girelim yavaş yavaş…
Eylem Ejder: Merhaba Banu. Öncelikle davetin için çok teşekkür ederim. Ben aslında sadece pandemi döneminde değil, öncesinde de insanlarla hep mektuplaşırdım. Bu biraz çocukluktan beri bir alışkanlık bende. Pandemi sürecinde mektuplaşmaların sayısını arttırdığımı söyleyebilirim. Bizim, senin de takip ettiğin bir mektuplaşma projemiz var tiyatro profesörü Zehra İpşiroğlu’yla. Mimesis Tiyatro dergisinde yayınladığımız… Onu biraz tiyatro aracılığıyla bir dostluk kurmak, iki farklı kuşağın ve iki farklı görme biçiminin bir tür buluşma noktası olarak harekete geçirdiğimiz bir poroejdi mektuplaşma. Pandemi döneminde ise ben bu mektuplaşmalardan da esinlenerek ve ondan aldığım güçle çok daha fazla insanla mektuplaşmaya karar verdim. Bunun aslında motivasyonu belliydi senin de tahmin edebileceğin gibi. Çünkü hepimizin çok fazla kapandığı ve daraldığı bir dönemdi. Ben de kapanmak ve daralmak yerine bizim açılmaya ve genişlemeye, yan yana durmaya birlikte direnmeye, sızlanıp söylenmek yerine belki konuşmaya ve söyleşmeye ihtiyacımız olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden de tanıdığım ve henüz tanıştığım pek çok arkadaşımla, bu süreçte karantina yüzünden göremediğim yeğenimle 5 yaşındaki, farklı coğrafyalardan ve farklı dillerden insanlarla mektuplaşmaya başladım. Bunlardan sadece bir tanesini biliyorsun yayınlanıyor. O da Zehra Hoca’yla olan tiyatro mektuplaşmamız Öyle diyebilirim….
Banu Kanıbelli: Mektuplaşma üzerine düşündürüyor aslında bu söylediklerin. Ben de düşünüyorum niye şarkılara mektuplar çağrısı yaptım diye. Sanıyorum şöyle bir hissiyatla yaptım. Sanki mektup yazmak, birine doğru yönelmek, hatta açılmak değil mi? Sanki niyet ediyorsun, evinin merdivenlerinden iniyorsun, sokak kapısını açıyorsun ve yöneliyorsun. Birine veya bir şeye doğru yöneliyorsun, açılıyorsun. Her ne kadar sessiz de olsa bir diyalog var altta, seni sükunetle dinleyen biri var orada, kâğıdın karşı tarafında ve sen anlatıyorsun… kendini ifade ediyorsun. Sana göre neler oluyor mektup yazarken?
Eylem Ejder:Sen aslında çok güzel söylemişsin mektuplaşmak için bir tür açılma gibi tarif etmişsin onu. Ben de böyle söylemek isterdim; mektup yazmak, mektup yazarkenki süreç, mektuplaşmak tüm bunlar bende de hep bir açılmayı çağrıştırıyor. Yani denize açılmak gibi ya da dünyanın kendisine seslenmek- açılmak gibi… her ne kadar yazdığım mektupların hep bir muhatabı olsa da adresler belli olsa da, ben biraz bu süreci hani sanki o şişeye koyduğumuz notlar var ya o şişeyi denize bırakırız bir dilek tutarız ve bir gün bir karşı kıyıya ulaşacak mı acaba diye iç geçiririz, ona benzetiyorum bunu. Benim için biraz öyle bir süreç açıkçası. Fakat mektuplaştığımdan beri insanlarla kendimi daha etkin ve daha diyaloğa açık buluyorum. Belki tuhaf gelebilir ama çoğu kez kendimi insanlara mektuplar yazarken yakalıyorum. Yani insanın kendine bir dert ortağı bulması, duygu ve düşüncelerinin bir başkasında tınlaması, ses ve yankı bulması, tüm bunlar harika bir duygu açıkçası. Ve ciddi anlamda sende bir genişleme ve çoğalma duygusu yaratıyor. İşin en güzel tarafı da bu diyebilirim. Bir diğer tarafı da sen sanki barındırdığı tüm farklılıklarla dünya ile kucaklaşıyorsun ve içindekilerle birleşiyorsun. Sana böyle bir duyguyu hissettiriyor bu. Ve bu duygunun tek bir adı yok, buna istersen şefkat diyelim, dostluk diyelim ya da umut diyelim. Ben mektuplaşmanın bu tarz etkin ve dönüştürücü bir gücü olduğunu düşünüyorum.
Banu Kanıbelli:: Ben de müzik için benzer şeyleri düşünüyorum galiba… Hadi şimdi bir şarkı dinleyelim. Sonra da Şarkılara Mektuplar’ı anlatmaya başlayalım.
1935 yapımı bir Fred Ahlert bestesi “I’m Gonna Sit Down and Write Myself a Letter” dinliyoruz. Fats Waller söylüyor.
Banu Kanıbelli: Eylem Ejder ile birlikte Sahibine Şarkılar programındayız ve Şarkılara Mektupları anlatıyoruz… “Şarkılara Mektuplar” ise sözün, mektuplaşmanın ve müziğin iyileştirici, birleştirici ve dönüştürücü gücüne inanan bir paylaşım ve açık üretim alanı. Pandemi boyunca yaşadığımız ortak duygu ve deneyimleri mektuplara ve mektupları şarkılara dönüştürmeyi amaçlıyor.
Şarkılara Mektuplar, tüm çalışmalarını çok yeni açılmış bir web sitesi üzerinden yürütüyor. Sınırlar içinde kalmayalım, ortak dünya dili İngilizce aracılığıyla dünya ile de ortak insanlık deneyimlerimize köprüler kurma niyetle, Web sitesini İngilizce olarak isimlendirdik,
Eylem, web sitesinde neyin nasıl işlediğinden bahsedelim istersen biraz. Sen mektupların bize nasıl ulaşacağını ve nasıl ulaşılabilir olduklarını anlatmak ister misin?
Eylem Ejder:Şarkılar mektuplar herkese açık bir paylaşım alanı, bir blog ve bir web sitesi aynı zamanda. Biz yazı biçiminde mektup formunu destekliyoruz. Yani mektup türünde yazılmış farklı yazı türü ve denemelerini hoş karşılıyoruz diyebilirim. Belli dönemlerde yazı çağrısına çıkıyoruz. Konularımız neler… Doğa, döngü, başlangıç, zaman, değişim, belirsizlik, yalınlaşma, tüketim, umut, yaşlılık, çocukluk, rüyalar, ev, özlem, aşk… bunlar çoğaltılabilir. Bunlar bizim belirlediğimiz temalar ama bunlarda da sınırlı değiliz. Bize yazmak isteyen herkesin önereceği konulara da açığız tabii ki. Mektup formunda esasında türlü biçimsel denemelere açık olduğumuzu tekrar belirteyim. Bunlar içinde şiir, fotoğraf, resim, öykü ya da türlü görsel ve işitsel ifade araçları da kullanılarak mektuplar zenginleştirilebilir. Mektuplar illa birine hitaben yazılmış adresi belli olan mektuplar olmak zorunda değil. İsimsiz mektuplar da olabilir bunlar. Ya da canlı, cansız, her şeye ya da her türlü duyguya hitaben de yazılmış olabilirler. Peki bize nasıl ulaşabilirsiniz? [email protected] e-posta adresimizden ulaşabilirsiniz. Detaylı bilgilerimiz yine www.letterstosongs.com web sitemizden de alınabilir.
Teşekkürler, sizi çok genç ve yetenekli sanatçı Alemşah Fırat’ın çizimleriyle görselleştirdiği ve güzelleştirdiği Şarkılara Mektuplar sitesine bekliyoruz.
Ben de biraz müzik tarafından bahsedeyim. Projeye gönül veren şarkı yazarlarımız aramıza katılmaya başladı. Yine web sitesinde büyümeye devam eden bir ekip olarak yer alıyoruz. Şarkı yazarları tarafından da durum şöyle... Blogda yer alan mektupları herkes gibi görüyoruz. Okuduğumuzda bağ kurduğumuz bir tanesi için şarkı yazarı olarak biz de kendi kalemimizi elimize alıyoruz. Bu da mektubun duygusunun ve fikrinin kendi müziğini çağırması demek bir anlamda... ve bir şarkının eskizleri böylece çizilmeye başlıyor.
Bugünün web sitesi haberi yanında vereceğimiz ikinci haber de tam da böyle bir şey! Sözlerini Eylem’in Mimesis Dergi’de yazdığı bir mektubundan derlediğimiz bir ilk şarkımız var. “Hayat Eve Sığar mı?” Bu şarkıyı hem yeni mektuplara davet olabilmesi hem de şarkı yazarlarımıza ilham olabilmesi için, bugün çalmak istiyoruz. Pandemi süresince ‘ev’deki yaşantımıza dair çok yalın ve ortaklıklar taşıyan sözler içeren bir mektubu vardı Eylem’in. Bu mektubu dinlemeden önce kendisinden, bir şarkı arası daha verelim. Açık Radyo dinleyicilerinin “Bi’ Şarkım Var’ ve“Dünyanın Cazı” programlarından çok yakından tanıdığı şarkı programcısı ve şarkı yazarı Başak Yavuz’un “Evim neresi?” diye soran bir şarkısı olacak bu. “Things” albümünden “Where is Home” dinliyoruz.
Sahibine Şarkılar’da Şarkılara Mektuplar’ı anlatıyoruz Eylem Ejder ile bilrikte. Ve şimdi programın mektuptan ilham almış ve yazılmış ilk şarkısının önce mektubunu, sonra kendisini dileyeceğiz. Eylem önce bize mektubunun hepsi olmasa bile içinden bölümler okur musun lütfen?
Eylem Ejder:Banu bunu soracağını tahmin ettiğim için ben o çok uzun mektubu kısalttım. Şimdi onu okuyacağım.
“Bugün Pazar. Mayısın son günü ve sokağa çıkma yasaklı hafta sonlarının da sonuncusu. Şimdilik. Yarın yeni bir dönemin başlayacağı müjdeleniyor bize. Salıncakların ağaçlara, balıkların oltalara geleceği, atlı karıncaların yeniden döneceği söyleniyor. Vaat edildiği gibi “hayat eve sığdı” mı, dar mı geldi, yoksa taştı mı? Sokaktan el etek çekip eve sığınmak nasıl bir deneyim(di)?
Bu dönem benim odamın pencereleri de çoğumuz gibi oraya, geçmişe açıldı. Bütün arkadaşlık ve dostlukların yaşadığın mahalleden, hatta oturduğun sokaktan ibaret olduğu günlere.
Odama sığan hayat manzarası. Tek perde. Ne sardunyasız ne kedisiz ne de deftersiz. Ev bir yuva, bir sığınak, bir kovuk mu yoksa tehlikeler, sırlarla, suskunluklarla dolu hayalet bir yer mi? Cinsiyeti var mı evin? Söylendiği gibi sürekli oraya dönmeyi özlediğimiz bir düş kurma mekânı mı ev? Halihazırda kırık, parçalı, sorunlu olan ev hayatı bu karantina günlerinde daha mı parçalandı, yoksa yaralar sarıldı mı? Evdeki hayat sahnemiz birbirimize ve dünyaya güvenimizi örseliyor mu, yoksa dayanma ve dayanışma gücümüzü tazeliyor mu? Evin gerçekten kendi açtığı yaralara merhem olma gücü var mı? Bence ev ancak kabuk olabilir yaralara ve her deştiğinde kanar. Payıma düşen ev ödevini bu kez zorlanmadan, sızlanmadan, ertelemeden yaptım. Biraz unutarak, biraz bağışlayarak ve biraz da barışarak. Hepsinden çok kabukları kanatmadan. Hayattan takdir beklemiyorum, geçer not olsam kâfi.
Mektubumu bir soruyla bitirmek istiyorum. Eve kapandığımız o birkaç aydan aklınızda en çok hangi imge ya da imgeler kaldı? O günlere dair hikâyenizi şekillendirecek bir metafor var mı? Kendi payıma cevaplayayım: Babamın annesini ve köyü özleyerek günaşırı yaptığı sütlaçlar, ki bana unutmanın ve barışmanın rengini hatırlatır ve polis sireniyle kaçışan çocuklardan geriye kalan başı boş uçurtmalar. Bu da elden kaçan fırsatların insana bazen nasıl da gülümsediğini.
Güzel haberlerinizi bekliyor ve cevabınızı her zamanki gibi iple çekiyorum.
Sevgiyle,
Eylem”
Çok teşekkürler…. Çok güzel satırlar içinden oluşmuş şarkı sözleri bizi şarkının kendisine getirdi. Şimdi de şarkıyı dinleyelim.
Düzenleme, mix mastering süreçlerinde Cansun Küçüktürk’ün desteğini aldığım ve pandeminin malum uzaktan çalışma koşullarında meydana getirdiğimiz şarkı. Ağustos’un son haftasında Ada Müzik tarafından single olarak yayınlanmış olacak. İlk kez Açık Radyo’da Sahibine Şarkılar programında çalıyoruz. “Hayat Eve Sığar mı?”
Bu programla birlikte, sizleri sevgili Eylem Ejder ile tanıştırmış oldum, onunla birlikte Şarkılara Mektuplar projesinin işleyişini ve web sitesi www.letterstosongs.com’un haberini vermiş olduk. Son olarak da mektuptan meydana gelmiş ilk şarkıyı dinlettik. Burada bizim de amacımız fikrin uygulama tarafını deneyimlemek ve sonucunun davet ve ilham olabilmesiydi.
Son sözü sana bıraksam Eylem ve sen güncel mektup davetini yapsan…
Eylem Ejder:Banu memnuniyetle. Yeni mektup çağrımızla en temel hakkımız olan yaşama hakkımızı konuşmak istiyoruz. Kadınların ve kız çocuklarının yaşamını tehdit eden erkek şiddetinden, doğanın tahribatına değin şiddetin her türlüsüne karşı birbirimize ve dünyaya ses verelim diyoruz. Bu yüzden Şarkılara Mektuplar yeni mektup çağrısında “Yaşamak istiyoruz” diyor.
“Yaşamak istiyorum” temalı çağrımızla, Şarkılara Mektuplarınız [email protected] bekliyoruz. Programla ilgili her türlü paylaşımız için, [email protected] ya da hepsi için www.letterstosongs.com dan bize ulaşabilirsiniz. Bu ve tüm programların konuşma metni ve çalma listesi Açık Radyo’nun web sitesinde bu programa ait blogda ayrıca arşivleniyor.
15 gün sonra yeniden görüşene dek, sağlıkla ve hep müzikle kalın!