Önce Sağlık’ın 12 Mart 2021 tarihli nüshasının konuğu aile hekimi Dr. Emrah Kırımlı’ydı.
(12 Mart 2021 tarihinde Açık Radyo’da Önce Sağlık programında yayınlanmıştır.)
Selim Badur: İyi günler sevgili Açık Radyo dinleyicileri, ben Selim Badur.
Ayşegül Tözeren: Ben Ayşegül Tözeren.
SB: 12 Mart 2021 Cuma günü her zaman olduğu gibi saat 13.00’da 95.0 Açık Radyo’da Önce Sağlık programında birlikteyiz ve konuğumuzu her zaman olduğu gibi Ayşegül tanıtıyor.
AT: Aslında dinleyicilerimizin de alışık olduğu ve sevdikleri bir konuk, Dr. Emrah Kırımlı. Tüm program boyunca bizimle olacak bu hafta. Dr. Emrah Kırımlı aile hekimi, TTB Aile Hekimliği Komisyonu yürütücülerinden, çok değerli anketler yapar, aile hekimliği komisyonu en aktif komisyonlardan biri TTB’de. Zaten birinci basamağın biz kesinlikle böyle olmasını bekleriz. Bunun karşılığında TTB Aile Hekimliği Komisyonu pandemi sırasında da verdi, şahsınızda ben de bir hekim olarak komisyonunuza da teşekkür etmek isterim, çok yararlandım pandemi boyunca. Hoş geldin Emrah!
Emrah Kırımlı: Hoş bulduk! Ben teşekkür ederim aile hekimi arkadaşlarım adına da.
SB: Sayın Kırımlı hoş geldiniz, vakit ayırdınız bize yoğun iş programınız arasında. Sizinle böyle birkaç kez program yaptık hem de beşer dakikalık böyle korsan konuğumuz olmuştunuz! Bu sefer hakiki konuğumuz oluyorsunuz bütün program boyunca sizlerle birlikteyiz. Her zaman Ayşegül’ün sorularıyla başlardık ama Ayşegül izin verirsen bir şey soracağım sayın Kırımlı’ya. Genelde bu pandemi türü salgınların birinci basamak üzerinden yürütülmesiyle idare edilmesi, kotarılması, o sorunun üstesinden gelinmesi gerekir ama bizde daha çok hastane üzerinden bir yaklaşım başlangıçta en azından söz konusuydu. Niye bir pandemi birinci basamaktan idare edilmeli? Nedir bunun önemi? Hastanede tedavi edilerek hastaları idare etmeğe kalkarsanız ne olur? Bunun ayrımını bize anlatır mısınız lütfen?
EK: Salgın sonuçta mahallede yerelde dağılıyor, belirli odakları var, o odakları bulup takip etmeniz gerekiyor. Hastaneler merkezi yerler ve daha çok problemleri ilerlemiş kişileri tedavi etmek üzerine kurulu, bizde bir önleme mevzusu var. Yani bizim aile hekimliğini ben öyle tarif etmeye çalışıyorum, olmayanın olmasını önlemek gibi bir şey. Yani bizim yaptığım şey pek gözükmez başarılı olursak eğer, salgın da öyle yani kimlerde olacağını biz biliyoruz, hangi evlerin kalabalık olduğunu biz biliyoruz, kimlerin nerelerde çalıştığını bizler biliyoruz, işyerindeki arkadaşlarla bizler daha çok. Riskin nerede olduğunu biz görebiliyoruz, diğer grip salgınlarında, influenza salgınlarında falan da aslında böyledir; önce bizde başlar işaretler, bize gelir ilk dalga hafiften, orada yakalayıp müdahale edebildiğiniz zaman kurduğunuz setler yıkılmaz. Hastaneler arkadaki setler gibi düşünülebilir ama biz toplumu hem bilgilendirmek hem de takip edip yerinde tutabilmek kapasitesine sahip olan yerleriz. Her mahallede bir aile sağlığı merkez var yani Türkiye’deki nüfuslar kalabalık da olsa aile hekimi başına, mahalleye hakim olan insanların kolayca gelip gidip bir şey sorabildiği, bilgi alabildiği, güvendiği birimler buralar. Birinci basamağın tamamı öyle olması gerekir, salgını da oradan yönetmek gerekir. Yani kaynak burasıysa, sorun buradaysa çözüm de burada olmalıydı.
SB: Belki dinleyicilerin kafasında biraz daha net canlanması için, Türkiye’de kaç tane aile hekimi var? Kaç aile sağlığı merkezi var?
EK: 25 bin kadar aile hekimi var Türkiye’de, 7 bin kadar da aile sağlığı merkezi var, yani Türkiye’deki mahalle sayısı da aşağı yukarı bu kadar zaten. Her mahallede bir aile sağlığı merkezi var diye düşünebilirsiniz, en uzak mesafede olan yani köyler için falan saymıyorum 15 dakika yürüme mesafesindedir.
SB: Peki çok teşekkürler. Ayşegül?
AT: Evet, bütün genelgeler, bütün yazılar artık gazete haberleri bile şöyle başlıyor ya, 2020’nin başında başlayan Çin’in Hubei eyaletinde diye ben artık bu cümleyi görmekten nefret ediyorum. Bütün her şey böyle başlıyor! Şunu da söyleyelim, 11-12 Mart pandeminin de yıldönümündeyiz, böyle de bir durum var. Pandemiyi bir milat olarak kabul edersek öncesi, sonrası dediğimizde Emrah ne değişti senin hayatında?
EK: Yani öncesi, sonrası da olur umarım da! Her şey değişti tabii biz daha çok hasta bakmak üzerine gidiyordu işlerimiz, kalabalık oluyorduk, insanlar bekleyebiliyordu koridorlarımızda, bunları tamamen kapattık. Yani dış kapı kontrolü yapıyoruz artık 1 yıldır. Kimisi yukarı kapalıyken kat kat almıyoruz içeriye, yani öyle bir şey de oluyor ama
AT: Emrah dış kapı kontrolünde ne yapıyorsunuz? Ateş bakıyor musunuz mesela?
EK: Yok. Baştan beri ateş bakmıyoruz. Bu bir viral hastalık, bize erken evrede başvuruyor. Hiç yani yüksek ateşle filan o söylendiği zamanda da öyle söyledik, bir ateşi olanı riskli olarak kabul edin yine yani 37.3’ler geliyor bize hastalar. Yani ateşe baksanız da bir manası yok, nerede yapılıyorsa da yani bir faydası olsaydı havaalanlarında işe yarardı zaten. Yani geçen Mart’tan beri biz ateş bakmıyoruz, yanlış bir güvence hissi veriyor, yanlış güvence hissi de insanı hasta ediyor. Yani bütün tedbirlerle ilgili olarak, yani çok titiz insanlar da yanlış güvence hissine sahip oluyorlar. Bu ellerini yıkayanlar, poşetleri yıkayanlar, eldivenlerle gezenler, onun gibi onlar öyle gitmeden normal hayatı yeni bir normale oturtmaya çalıştık. Kapıda da sırayla alıyoruz yani biz buraya sonuçta Covid olan hasta da geliyor, muayene ediyoruz, muayene ettikten sonra havalandırıyoruz, maskelerimizi değiştiriyoruz, işte 5-10 dakika havalandırıyoruz ortamı sonra yeni hastaya geçiyoruz. Yani onu kurgulamaya çalıştık, rutin işlerimize de devam ediyoruz, olabildiğince de bu tele-tıp’tan falan da faydalanmaya çalıştık bu 1 sene içinde yasal bir mevzuat olmasa da. Hem sorunları çözmek hem de bir enfeksiyon kaynağı olmamasını sağladık buranın. Penceremiz hep açık, 1 yıldır değişen şey o oldu, yani gölgelik taktık, pencereler, kapılar açık, çok fazla temizlik malzememiz var, işte sabunlar daha çabuk bitiyor, kolonyalarımız var hem kendimize hem de gelen hastalara sıkıyorum ben. Bir koku testi gibi de oluyor. Aslında bu koku testi daha spesifik oluyor.
SB: Değil mi!
AT: Evet!
EK: Yani öyle gelen hastalar oldu, birkaç tane, yani “koku gelmedi, sabah poğaça yedim tadını alamadım” falan diye onlara da Covid dedik, sonuçta muayene ediyoruz bir şey olmuyor, bana bulaşmadı, burada da kimseye bulaşmadı. Bizim ASM için söylüyorum.
AT: Evet. Biraz aslında aile hekimleri gündelik yaşam kahramanı gibiydiniz, çok görünmez dediğiniz gibi aile hekimleri ama biraz yani sizin pratiklerinizi, rutinlerinizi öğrenmek istiyorum, ondan dolayı detaylı soru soracağım. Siz mesela bu aşı uygulamasında, yani Covid aşısından söz etmiyorum, çocukluk aşıları uygulamasını ve gebelik takiplerinde çok iyi bir düzen sağladınız ki gelen Covid hastalarıyla aslında o çocuklara, o gebelere bulaşı da engellediniz. Bununla ilgili kurgu yaptınız orada, bu hani böyle emredilmiş bir kurgu, çok merkezi bir kurgu da değildi bence, biraz el yordamıyla aile hekimleri pratiktik hekimler ve pratiklikle bulunmuş bir durumdu. Bu kurguyu nasıl yaptınız?
EK: İnsanları ayırmak gerekiyor sonuçta ve burayı sakin tutmak gerekiyor. Biz martın 20’sinde falan yazdık rehberimizi geçen martta, Sağlık Bakanlığı ASM rehberi Haziran’da çıktı ve çok da yeterli değil. Biz şimdi mekânı ayıramadığımız için öyle bir imkânımız yok, zamanı ayırdık, yani herkes kendi çalışma düzenine göre, rutinde nasıl olur bir sağlık kurumu, işte sabah tahlillerin falan yapılabildiği bir zaman var, reçete tekrarları, akut sorunlar, randevulu gelenler, kronik hastalık izlemleri, gebe-çocuk izlemleri gibi işlerimiz var bizim yaptığımız. Onu ayırdık saat 08.00 – 10.00 arası yapan oldu gebe-çocuk izlemlerini, biz 10.00 – 12.00 arası yaptık. Haftanın belirli günlerini ayıranlar oldu bu işe, yani mekânı ayıramadığımız için zamanı ayırdık, öyle yönetiyorduk. Başta çok korkuluyordu hatırlarsınız, o korkular bitti de şimdi, gelmek istemiyordu hastalar falan. Bunu söyledik işte “10.00 – 12.00 arası sadece siz geleceksiniz” onu da gördüler. Yani 10.00 – 12.00 arasını sadece gebeler ve çocukların aşıları yapıldı, diğer saatlerde onlar gelmediler, herkes de hızlıca işlerini halletti. Hastalarımız sonuçta onlar biliyorlar burada ne yapıldığını, önceden de biliyorlardı, bir ilişki içindeyiz, gelip gittiklerine göre ilişkimiz de var diye söyleyebilirim. Bu güveni de boşa çıkartmadık, yani onlar için bir tedbir aldığımızı gördüler ve devam etti, biz hâlâ bir 1 yıldır saat 10.00’la 12.00 arası sadece aşı yapıyoruz. Çok akut bir problemi olan olursa ayrı bir yerde muayene ediyoruz, biz onların yanına gidiyoruz yani yine bu aşı odalarına falan almıyoruz. Covid aşılarında da bu işe yaradı aslında, yani o saat yine Covid aşısı için kullanıldı, kendi planlamamızı ona göre yaptık. Bir şeyimiz olmadı, ben ona da baktım yani o bir yılda 2019’la 2020 arasında dünya konuştu ya bu çocuk aşıları problem olacak, kızamık salgını olacak falan diye. 2019 ve 2020’deki tüm ASM’lerin aşı şeylerine baktım, bir farkımız yok, çıkmadı yani. Bir kaybımız olmadı yani.
SB: Evet bu önemli çünkü ben de bazen konuşmalarda dile getiriyorum, özellikle Afrika’da bu mass, kitle aşılamalarının durdurulduğu bir dönem UNESCO tarafından çocukluk çağı aşıları, çocuk felci ve kızamıkla ilgili. Bunlar sorun yaratabilir ama Türkiye’de galiba mesela bende İspanya’nın sayıları var, özellikle geçen Nisan ve Mayıs’ta inanılmaz düşüyor, özellikle takvim dışı aşılarda yani gönüllülük esasına dayanan, işte insanlar isterlerse parasını ödeyip yaptırdıkları aşılarda sağlık kurumlarına başvurular çok azaldığı için ciddi azalmalar vardı ama Türkiye’de hiçbir şekilde bu olmadı. Yani aile hekimleri üzerinden hem sizin kurduğunuz bu düzen hem zamanı geldiği halde aşılamaya gelmeyeni telefonla uyardı herhalde arkadaşlarınız, çağırdılar geri gelip aşılamasını zamanında yaptırması için. Kurduğunuz düzen güven de verdi anladığım kadarıyla hastalarınıza ve o nedenle çocukluk çağı aşılarında doğrusunu isterseniz Türkiye’de fazla bir oynama olmadı değil mi Emrah?
EK: Biz sonuçta aile hekimi arkadaşlarla beraber rehberi yazdık derken birisi yazdı da bize dikte etti değil yani oturup konuştuk ne yapalım diye. Sonuçta bir salgınla mücadele ediyoruz, bizim salgın tecrübemiz de var yani, yaşanmışlığımız var, kızamık biliyoruz, çocuk felci biliyoruz genç de olsak, hani daha eskilerini belki hatırlayan vardır da. Sonuçta 90’larda da bu ülkede kızamık kampanyaları oldu, 2000’lerde çocuk felci aşı kampanyaları oldu, yani salgın bizim gündemimizde. Biz salgınla mücadele ederken başka bir salgını tetiklemeyelim diye yazdık zaten rehbere. O yüzden de aşıları ertelemedik, yapılması gerekiyordu yaptık.
SB: Ayşegül muhakkak soracaktır ilerleyen dakikalarda ama başka konuları da ele alıp bu “kampanyalar yaptık” dedin, hemen oradan esinlenerek bir şey sormak istiyorum. Anımsattığın iyi oldu, özellikle kızamık kampanyası kapsamında herhalde yanılmıyorsam çeşitli tiyatro oyuncularının televizyonlarda yer alıp “haydi çocuklar aşıya!” kampanyası oldukça etkili olmuştu çocuk felci, kızamık gibi. Bu sefer pek kampanya yapılmıyor, yani herkes aşılansa iyi olur diye. Bunun nedenlerini tahmin edebiliyorum ama ne olur bize biraz sen biraz anlatır mısın? Neden böyle billboard’larda, yani herkes şu anda aşının peşinde ama bizde kampanya yapılmıyor. Nedir bu duyuru yapılmamasının, böyle bir aşıya yönlendirmemesinin nedeni?
AT: Kampanyayı hatırlıyorum, hemen söyleyeyim Emrah’tan önce ‘aşıyla aşıyoruz!’ kampanyası vardı.
SB: “Haydi çocuklar aşıya!” filan bir sürü şey vardı o tarzda ve etkili de olmuştu hatırladığım kadarıyla. Oldukça yüksek aşılama oranlarına erişilmişti, bu sefer öyle olmuyor galiba?
EK: Yani tabii bu yeni çağın hastalığı herhalde birey üzerinden gidiyor yani sağlık sistemleri de onun üzerinden, yani bireyin talepleri ve bireyin dünyası. Bizim öyle bir şeyimiz var yani sağlık bakanlığımız da var, artık yani politika yapıcılarımız o halde öncelikle. Aşı, toplumsal şeyler, toplumsal kampanyalar falan değil de yani yoksulluğa bakın mesela, yoksulluğu çözmek için yapısal çözümler değil bireysel şeyler, sadaka kültürü, yani o tür bir kültür var. Sağlık bakanlığında da vardır tabii aşı kampanyacı insanlar ama bakışları öyle gözükmüyor yani herkes kendinden sorumlu. Yani salgını da öyle yönettik ya, hastalanmamak için bir şansımız var “kendi OHAL’inizi ilan edin!” diye. Öyle olmuyor yani, olmaz da, aşı da öyle oldu. Sayıdan bağımsız olarak 100 milyon aşı, 500 milyon aşımız da olsa hâlâ sanki bu iş bireylere bırakılacak gibiydi, yani bakış öyle olduğu için, oradan bakılıyor. Daha tedavi edici hekimlik, sağlığın ticarileşmiş, metalaşmış, yani alınıp satılabilen bir komodite oldu sağlık, bakış da öyle, aşı da öyle, sağlık kampanyaları da öyle olduğu için şey yok, yani bireyin sorumluluğunda her şey ve bizim sorumluluğumuzda yani aile hekimi olarak.
SB: Emrah bir de şunu ekleyebilir miyiz buna? Belki de elde böyle bir kampanya ve geniş çaplı bir duyuruyla talep artarsa eğer onu karşılayacak aşı da yok, ikinci dozun garantisi de yok. Bu da nedenlerden biri olabilir mi acaba böyle bir kampanyaya kalkışmamasının?
EK: Yani insan iyi niyetli olarak öyle düşünüyor ama ben öyle sanmıyorum, yani aşımız çok olsa da kampanya yapmayacaklar.
SB: İlginç bu dediğin!
EK: Yani aşı azaldığı zaman şöyle oldu, randevularımızı kısıtladılar mesela ya da 182’den randevu almayı zorlaştırdılar. Bu ilk doz 65 yaş üzerinin aşılanmasının tam 28.günündeyiz şimdi, yoğunlaştı. İlk orada da “biz aşılarız, sıkıntı yok” dedik, yani azız, yerimiz yok ama biz bütün işimizi gücümüzü bırakıp bu salgın için bu aşıyı yaparız diye. Çok zorlu bir şeyi atlattık biz yani günde 500 bin aşı yaparak bu 25 bin aile hekimi.
SB: Başlangıçta çok hızlı başladı Türkiye’de aşılama kampanyası, özellikle sağlık çalışanlarında hızlı yürüdü ama bazı yerlerde okuduğum kadarıyla sağlık çalışanları arasında da aşı olmak istemeyenler varmış. Bunun oranı belli mi acaba?
EK: Aşı işte orada da biz çok hızlı aşı yapınca aşılar tükendi ellerinde, orada metot olarak aşılama programında yavaşlama yani o girdiğimiz sistemde, randevu alamama falan gibi birtakım yavaşlatıcılar koydular ve aşıyı da tedarik yani şeydeki arkadaşlar da çok çalışıyor yani aşıları günlük olarak aldığımız için biliyorum yani ilçe sağlıklardaki arkadaşlarımız getirmekte, tedarik etmek için çok uğraşıyorlar yani mesailer falan uzadı. Sorunuzu kaçırdım!
SB: Şunu diyordum, ilk aşılanan grup sağlık çalışanlarıydı ama sağlık çalışanlarının içinde de bir grup aşılanmayı reddetti gibi çeşitli haberler geliyor ama bunun ne kadar gerçeği yansıttığını bilmiyorum. Bir oran var mı elinizde böyle bir sayısal değer?
EK: Aile hekimleri için var, yani Ayşegül hanımın da bahsettiği anketlerimizden işte Ocak anketinde aşı olmayı düşünüyor musunuz? Şubat’ta falan aşı yapıldıktan sonraki ankette ‘aşı oldunuz mu?’ diye sorduk. 91 aşı olmuştu aile hekimlerinin
SB: %91?
EK: Evet.
SB: Bayağı büyük!
EK: Evet, şöyle de büyük bir rakam, ocakta da kaç kişi Covid oldu diye sormuştuk biz %14’ü Covid olmuştu aile hekimlerinin. Yani Covid geçirenler de dahil olmak üzere aşı olundu, yani normalde hedef popülasyonumuzda 86 gibi duruyor. Yani 100%’ün üzerinde bir aşılama var aile hekimlerinde. Kötü haber çok yayılıyor, büyüyor, çok çabuk büyüyor.
SB: Doğru!
EK: Bunlar pek duyulmuyor. Şimdi tekrar anket yapacağız “ikinci dozunuzu oldunuz mu?” diye. Oradaki tereddüt de şeydi yani “ben Covid geçirdim” ilk aşıda bir de öyle bir şey vardı, yani Covid geçirenler olsun mu olmasın mı? Yani her şeyi bilmediğimiz için yeni yeni öğreniyoruz. Oradan bir durma vardı, o arkadaşlarımız da sonradan aşılandılar bir kısmı. Şimdi daha yüksek çıkacaktır büyük ihtimalle ikinci doz aşı.
SB: Ayşegül özür dilerim ben böyle peş peşe soruyorum ama sonra sana bırakacağım. Peki sağlık çalışanlarında böyle gitti, sonra “75 ya da 85 yaş üzeri aşılanacak” dendi, burada biraz yavaşladı ama benim bulunduğum bölgedeki aile hekimlerinden öğrendiğim kadarıyla daha sonra o yaş grubu 65’e inince orada yine bir yükselme oldu değil mi? Böyle mi oldu bilmiyorum.
EK: Evet yani şöyle, 90’dan başladı, 85’e geldi, “evde aşılanacaksınız” falan dendi, onlar biraz durdurdu. Bir de bu insanlar kırılgan ve çok da hastalıkları var, aşıyla ilgili kendi hastalıklarından dolayı da tereddütleri var. Yani zaten 10 yıllardır hasta olan insanlar var bu kişilerin arasında. Yani bir de aşıya henüz sıra gelmemişti onlarda, aşının koruyuculuğu, işte yan etkileri falan için öyle bir vakit yoktu herhalde ama daha dinç olan 65, 75’e gelince yaş nüfus beklediğimizden büyük oldu. Biz %60 falan yani aile hekimi arkadaşlara sorduğumuzda o anketlerde “%60-70 arası aşılanır” diye cevap vermişti arkadaşlarımız.
SB: 65 yaş üzeri için?
EK: Evet.
SB: Daha yüksek oldu.
EK: Daha yüksek oldu.
SB: Çok iyi, çok güzel!
EK: Yani benim %80 civarında aşılamam, kendi çalıştığım ilçeyi de biliyorum, burada da yüksek. Öyle sosyo ekonomik düzeyi yüksek olan bir yerde değiliz biz. Eksik olanları da arayıp tamamlıyoruz, ilçe sağlıktan falan arkadaşlarla konuşup onlar da kalan %10-15’lik kısmı tekrar arayıp” aşıya gelin!” diye aranıyor yanı. Kampanya bireylerin şeyleriyle yürüyor yani bir toplu kampanya yok ama hatırlatıyoruz. İşte unutanlar var, randevu alınacakmış, bugün gel ilk doza bir hastam “ben aranacağım sanıyordum” falan dedi. Öyle unutanlar var, onları da yapıyoruz.
SB: Şimdi biz bu programda genellikle gayet kuramsal ve teorik konuşan konukları ağırladığımız için senin gibi bu işin içinde gerçekleri, gerçek dünyada ne olup bittiğini öğrenen bir kişi, bir konuk bulmuşken ben peş peşe gidiyorum. Ayşegül ne olur bir şey daha soracağım, sonra susacağım. Kronik hastalığı olanlar, bunlar bizlere de çok soruyorlar, size de soruyorlardır, bunlara yaklaşımınızı netleştirmek için Açık Radyo dinleyicileri, diyabeti olan, astımı olan ya da çeşitli otoimmün hastalığı olan, bunlara ne yapıyorsunuz? Nasıl yaklaşım? Aşılanıyorlar mı, erteleniyor mu? Bu konuda biraz bilgi verir misin?
EK: Çok az hastalık var aşının kontrendike olduğu, onlara da pek rastlamıyoruz yani, milyonda bir olduğu için herhalde Türkiye’de 15 kişi falan onlar. Zaten biz erişkin aşılaması yaptığımız için diyabeti olan, koahı olan ya da işte 65 yaş üzerinde olanlar, zaten o kişiler aşıya ihtiyacı olan kişiler bizim gözümüzde, onu söylüyoruz hastaya. Bazı işte kanser olup da terapi olan hastalar var, onlar hastalığıyla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorlar, aşının hastalıkla ilgili bir problem olduğunu düşünüyorlar ama oradaki mesele aşının hani bağışıklık yanıtını engelleyecek bir tedavi alıp almıyor olmaları. Onu söylüyoruz, tereddütte olanlar var da yani işte “sen söyledin, yapalım!” diyorlar. Biraz yük tabii bu, yeni bir aşı tabii ama yani yapıyoruz, hiç kimse de sıkıntı olmadı. Yani alerjisi olanlar falan spesifik olarak bu aşıya, yani alerjisi olan birisi değilse “penisiline alerjim var”, yaptık, “ara alerjim var” yaptık, falan böyle bir şey yok yani problem de olmadı. Başta korkmuştuk.
SB: Peki bir müzik arası verelim. Bugün doğum ve ölüm yılları, yıldönümleri belirleyip özel günler, 2 Mart günü Fransa’nın, Fransız müziğinin aykırı isimlerinden Serge Gainsbourg yıllar önce 2 Mart günü yaşamını yitirmişti. Ondan bir parça dinleyelim. 95.0 Açık Radyo Önce Sağlık programında Dr. Emrah Kırımlı konuğumuz. Evet Ayşegül söz sende.
AT: Evet Emrah bu pandeminin biraz daha başlarına dönersek, biraz pandeminin günlerini de yad ediyoruz, siz bir ara bir de yurt dışından gelenleri telefonla arıyordunuz değil mi?
EK: Evet.
AT: O da bir süreç olarak gitti, biraz da sancılı bir süreçti. O günler nasıldı? Bir de şu anda hani varyanttan da bahsediyoruz, yeniden o durumun geri dönme ihtimali var mı? Çünkü İngiltere varyantının özellikle yatışlı tedavilerde belli illerde bayağı hakim olduğunu da duyuyoruz tabip odalarından. Bu yaklaşım sence doğru bir yaklaşım mı? Telefonla takip, varyant nedeniyle tekrar onlara geri dönüş yapılmalı mı? Ne diyorsun?
EK: Biz o aramalar hâlâ devam ediyor.
AT: Öyle mi?
EK: Pozitif çıkan ya da temaslı olan herkes bizim listelerimize düşüyor. Zaten biz bu anketin çıkış sebebi de oydu yani tüm PCR pozitif hastalar bizim listelerimize düşüyor. Sayılar da 1000-2000 açıklandıkça bizim gündelik yaşamımızda gördüğümüzle, 1 kişi düşse aile hekimi başına 25 bin oluyor sayı. Onunla bu uyuşmuyordu, anketi de oradan yaptık zaten hani gerçek vaka sayıları da onun üzerinden çıktı bir nebze çeşitli kaynaklarla beraber bizim de etkimiz oldu onda. Yani çok istatistik şaşırtıcı bir bilim, birebir doğru çıkıyordu sayılar. Onları arıyoruz hâlâ. Bu tabii bir salgın kontrolü değil de vaka kontrolü gibi oluyor, hâlâ tedavi ediciliğin bir yaklaşımı, yani evde nasıllar, iyiler mi, kötüler mi? Orada çok karman çorman bir iş yani evde rehber diyor ki oksijen satürasyonu 93’ün altına düşerse yatarak tedavi alması lazım ama evde kimsenin satürasyon takibi yapılmıyor. Biz hastamıza söylüyoruz işte bir tane cihaz alın, birkaç kişiyi öyle hastaneye gönderebildim ya da işte konuşmasından satürasyonun aşağı yukarı ne kadar olduğunu anlayabilir hale geliyorsunuz.
AT: Bravo Emrah!
EK: Gerçekten yani, uzun da konuşuyor insanlar, konuşmanın 30. saniyesinde öksürmeye başladıysa, 1. dakikada ses hani o kendine has bir nefes darlığı var, boğuluyormuşsunuz gibi, dağcı hastalığı gibi biraz “sen iyi değilsin galiba bir hastaneye git” diye. Bazı hastalarımızı işte benim gibi evde bizim kendi ASM satürasyon cihazını alıp ölçtüğüm falan da oldu. Öyle öyle takip ediyoruz ama bu tabii yapılabilir bir şey değil; Ekim-Kasım aylarında bu 160-200 kişi falan olmuştu bir aile hekimi için günde. O dönemde de muhtemelen günde 50-60 bin vaka oluyordu, 50 bin civarı oluyordu yani ama 30 bin açıklanmıştı. Bugünlerde de yine arttı, yani ortalama işte benim 3’le 5’le giderken bu hafta 10’lara çıktı. Bugün 16 kişi var izleme listemde, mutasyonu görmeye başladık, 400 kişi falan covid olmuştu bende, mart ayında hastalanan bir hemşire arkadaşımız kasımda bir daha hastalandı yani ikinci defa hastalanan 1 kişi olmuştu 400’de. Şimdi gördüğümüz kasımda hastalanan biri bugün bir daha hastalandı. Yani çok hızlı, 3 ay çok kısa bir süre tekrar hastalanmak için, ona da mutasyon olduğu söylenmiş. O da çok organize biçimde gitmiyor, pozitif çıkanlardan ayrıca bir mutasyon bakılıyor bir kısmına, hepsine de değil anladığımız kadarıyla. Mutasyon olursa da hastaya söyleniyor bize söylenmiyor, biz hastadan öğreniyoruz “bende mutasyon varmış” diye. Onların izolasyon sürelerini 14 güne falan çıkartmak gerekiyor bu muhtemelen bulaştırıcılık süresi uzun olduğu için ama yeni rehber İngiltere varyantı için uzatmadı bu süreyi. Onları biz kendimiz takip etmeye çalışıyoruz evdeki insanlar yani rehberlerden ya da hastanın seyriyle ilgili bildiğimiz kadarıyla, ağrı kesici, ateş düşürücüyle, ilaç kullanacaklar mı kullanmayacaklar mı? Orada hasta ile siz baş başa kalıyorsunuz. O ev arama işleri devam ediyor ve çok sancılı yani gördüğümüz hastaların sonuçta %80’i evdeler ve hiçbir şeyleri yok bizden başka eğer ailelerinde, yakınlarında bir doktor falan yoksa sorup bilgi alabilecekleri kimse yok. Bizde de bu durumda olan 160 kişi var.
SB: Bu Ayşegül’ün yurt dışından gelenlerin aranması sorusuydu, bununla bağlantılı bir şey soracağım. Bilmiyorum senin bölgende var mı ama göçmenlerin durumu hakkında biraz bilgi verebilir misin? Ne oluyor onlar, aşılanıyorlar mı?
EK: Göçmenler iki grup bir T.C. kimliği olanlar var, onlar bizim listelerimizde varlar, bir de TC kimlikleri olmayanlar var ‘geçici barınma kartı’ diye bir şeyleri var onların, göçmen polikliniklerinde takip ediliyorlar. Göçmenler tabii çok ayrımcılığa maruz kaldıkları için salgın zamanı, tam bu salgından önce onların geri gönderilme hikâyesi başlamıştı, yani o hale gelmişti göçmen meselesi Türkiye’deki, ötekileşme büyümüştü. O yüzden onlar çekildiler tabii kamusal hizmetlerden, pek göremiyoruz. Benim kendi 99 T.C.’li göçmen olan hastalarımdan da takip ettiklerim az gelmeye başladılar. Bir kişi var bende aşılanması gereken, ona da ulaşamıyorum. Göçmen polikliniklerinde falan aşılanıyorlardır bunlar ama tabii bireye kaldığı için bu iş başvurup randevu alması lazım.
SB: O da dil engeli oluyormuş filan galiba?
EK: Dil engelinden daha çok işte bu ayrımcılık herhalde etkiliyor, yani daha anlık, gündelik bir problemden daha büyük bir problemi var onun, bölgesel farklılıklar da öyle biraz.
SB: Bir de kimlik numarası alsalar bile aldıkları yer genellikle ilk girdikleri il oluyormuş, oradan daha sonra başka yere geçmiş olmaları söz konusu çalışmak için, iş bulmak için. Bu nedenle böyle bir sorun da varmış galiba.
EK: İşte bu kâğıt meselesi, Amerikan filmlerinde gördüğümüz şey bizim gündelik hayatımızda da var ama onlar pek dillendirilmez, konuşulmaz, bunu söylediğiniz zaman da iyi olmuyorsunuz. Onlara dair bir çalışma yok yani başvurursa aşılanıyor, ona engel bir durum yok ama başvurmanın üzerinde engel çok.
SB: Anladım, peki. Ayşegül?
AT: Hocam ben size soru sorabilir miyim? Emrah’ın bir cümlesinden aklıma geldi belki Emrah için de iyi bir sorudur. Bu varyantı konuşuyoruz şimdi, Emrah’lar temaslı öyküsü olanları arıyorlar, belli bir izolasyon süresi var. Varyantta o gün sayısı değişmeli mi, bununla ilgili bir bilimsel veri var mı? Yoksa aynı mıdır?
SB: Başka, orijinal virüs için de aslında bu izolasyon süresi biliyorsunuz eğer yanlış bir şey söylersem pratik için sen çok daha iyi biliyorsun Emrah, düzelt lütfen, 14 gündü değil mi bildiğim kadarıyla?
EK: 10’a düşürdüler sonra, 8 gün diye bulaştırıcılık.
SB: Sonra 7 güne düşürdü Avrupa’nın bazı ülkeleri, ondan sonra tekrar 14’e çıktılar varyantla. Neye göre yapıyorlar? Bu bir takım kesin, somut bulgularla değil matematik modellemeler üzerinden yapılmış bir şey. Çok göreceli bir şey aslında yani yeterli olacağı düşünülen bir süre bu. Entübasyon süresi hesaplanmaya çalışıyor filan bildiğim kadarıyla böyle ya da RO değeri filan.
EK: Şimdi şey yapılıyor işte eğer İngiltere değil de yani Brezilya ya da Güney Afrika varyantı ise eğer 10. günün sonunda test yapılıyor, test pozitifse uzatılıyor 2 gün daha, 2 gün sonra bir daha test yapılıyor yine pozitifse bir 2 gün daha uzatılıyor. Usul öyle şu an.
SB: Aslında test sayılarının arttırılması gerekli Türkiye için böyle 140 binler bandında bir test 85 milyona yaklaşan bir nüfus olan büyük bir ülke için yeterli mi o da ayrı bir soru herhalde? Şurası muhakkak ki siz bu test sayısını 140 binden 280 bine, 2 misline çıkarırsanız saptadığınız hasta sayısı da 2 misline çıkacaktır doğal olarak. Toplumda orantısal olarak %9’dan fazla pozitif buluyorsunuz, bu da herhalde önemli. Bir de şunu bilmiyorum yani bu test yapılanlar sadece klinik olarak covid19 şüphesi olan hastalardan alınan örnekler değil mi? Yani toplum genelinde tarama yapılmıyor bildiğim kadarıyla.
EK: Şey var, belirli kurumlarda hasta çıktıysa oradan toplu testler yapılıyor, insanlar bazı işe giderken falan test yaptıranlar var, bazı işyerleri öyle şeyler yapıyor. Onların arasından da pozitif çıkıyor.
SB: Evet, evet yani o.
EK: Hafif geçiyor hastalık çoğu kişide, öyle hastalarımız var işte biraz burun tıkanıklığı var, bize geliyor ya onlar “hafif boğazım ağrıyor” ateş falan yok, nefes darlığı yok.
SB: Aşı yaptıranlar aşıdan sonra ya da “aşıyı yaptırmadan önce bir antikor testi yaptırayım” böyle bir talebi olan çok var mı?
EK: Aşıdan sonra antikor testi yaptırmak isteyen var ama tabii pek önermiyorum ben.
SB: Tabii, elbette.
EK: Yani gereksiz bir harcama.
SB: Aynen öyle. Peki bir müzik arası daha, Ayşegül sonra senin sorularına devam edeceğiz. Bu kez bir başka ölüm gününü anacağız, 3 Mart günü aramızdan ayrılan yıllar önce, bunu da sevgili Feryal için seçtik, onun isteğiydi, Müslüm Gürses’ten dinliyoruz “Aşk tesadüfleri sever”. 12 Mart 2021 Dr. Emrah Kırımlı ile Önce Sağlık programında söyleşimizin son bölümündeyiz ve söz Ayşegül’de.
Evet 12 Mart’tayız, 14 Mart’a da çok az kaldı. Biz hiç bayram olarak kutlayamadık ama tıp bayramı. Bu sene aslında zor bir seneydi, birazcık da gerçekle yüzleşilen bir seneydi. 386 sağlık çalışanı pandemiyle ilgilenirken, hastalarıyla ilgilenirken vefat etti. Ondan dolayı hekimler ve tüm sağlık çalışanları için de zor bir sene oldu. 14 Mart’ta da şunu göreceğiz etkinliklerde, çoğunlukla fidan dikme etkinlikleri düzenlenecek, fidan dikerek vefat eden sağlık çalışanlarına, onların anılarına doğaya bir iz bırakılacak, bunları göreceğiz. Emrah ne diyorsun 14 Mart’la ilgili, çok değişik bir 14 Mart değil mi?
EK: Bayram bizim neyimize kutluyoruz 14 Mart’ı? Salgında Melih Gökçek’in aşılanmasını hatırlıyorsunuz değil mi? 85 yaş üzerinde biri vardı, o evde kalıyordu o yüzden aşılanmıştı. Daha doğrusu o aşılandığı için aynı evde kalanlar aşılandı. Şimdi 65 yaş üzerinde olup da onunla aynı evde kalan ya da eşleri 65 yaş üzerinde olanlar aşılanabiliyorlar. Bizlerin eşleri aşılanamıyor, işyerinde çalışan hemşire arkadaşlarımız aşılanamıyor, bizimle aynı evde kalan insanlar aşılanamıyor. Yani biz riskiz aslında değil mi? Bu yüzden 1 yıl içinde evden ayrı kalan çok sağlık çalışanı oldu ve hâlâ öyle. Yani çoluğumuzu, çocuğumuzu öpüp koklayamıyoruz, en baz şey bu sağlık çalışanı için, uygulama bu! Ayrı odada kalan, ayrı evde kalan, otellerde kalan, arkadaşlarıyla ev tutup kalanlar falan oldu, ben de yaptım bunu, 1 ay falan ayrı kaldım. Bu uygulama yapılıyor yani aşılama yapılıyor aynı evde kalanlara ama bizim için yapılmadı, bu bile bir bakış. Bu ayrıcalık talebi gibi de oluyor biraz ama bir şey, Şili mesela önce sağlık çalışanlarını aşıladı, 1 ay sonra toplumu aşılamaya başladı ve çok hızlı aşıladılar onlar da. Bizde öyle şeyler yok, hani biz hâlâ sağlıkta şiddetle, vb. uğraşıyoruz. Hastaların yükü bizim sırtımızda, onun vicdani yükü bizim sırtımızda, hastaları yüklenmek mesele değil yani onun çektiği dertler bizim sırtımızda. Onlarla yaşıyoruz, 14 Mart böyle geliyor, yani Sağlık Bakanı hep bir destandan bahsediyor, büyük kahramanlık hikayeleri, kahramanlık değil yani bir salgın var, basit bir matematiği var, yapılacak işler belli, onlar yapılmayıp sanki bir destan falan anlatılıp ondan sonra bizler böyle kenarda bırakılırsak. Yoruldu tabii sağlık çalışanları çok, bu üçüncü dalganın da geleceğini biliyoruz, yani ikincinin de geleceğini söylemiştik, geldi. Üçüncünün de geleceğini biliyoruz, üçüncü dalga Selim hocam daha iyi söyleyecektir ama her yerde ikinciden 2 kat fazla oldu. Bizde de öyle olacak demektir. Ama “artık biz bu yükü niye taşıyoruz?” sorusu büyüyor sağlık çalışanları arasında. Bu tehlikeli, herkes için tehlikeli çünkü bundan başka uğraşan kimse yok. 14 Mart böyle geliyor ne yazık ki! Biraz şey oldu ama.
AT: Yok, doğru!
EK: Yani toplum için tehlikeli, bu bir salgın, aşılır, bir ayrıcalık talebi de değil yani bu. Yoksulluk sınırının altında çalışan sağlık çalışanları var yani olacak şey değil! Çocuklarını göremiyorlar, herkes küçük çocuklarını, kreş yok sağlık çalışanları için, çocuklarını birilerine bırakıyorlar. Yani öyle yaşanıyor ki bu pratikte, çocuğunuzu bırakıyorsunuz birisine virüs korkusundan dolayı, salgın korkusundan dolayı, sonra size çocuğunuzu göstermiyorlar, siz hastalık kaynağısınız çünkü! Öyle görüyorlar, yani o eve tekrar girmenizi istemiyorlar. Bu asansöre binmeme falan gibi bir şey değil bu, yani bir yakınınıza çocuğunuzu emanet ediyorsunuz o eve girmenizde bile sıkıntı var artık. Bunlar çok ağır yaşanan şeyler, görmüyor da insanlar. Yani anlatmadığı için de bunu sağlık çalışanları bunların şeyini, bir kahramanlık hikayesinin bir parçası gibi görüldüğü için “bu bizim işimiz, yemin ettik” filan gibi tarif edildiği için “bir mücadele veriyoruz, savaş veriyoruz, cephedeyiz” falanlarla oyalandığımız için. Bu böyle anlatılmıyor ama çok insani çok büyük şeyler var yani ondan sonra da biz düşünüyoruz “sağlık çalışanları niye intihar etti? Sağlık çalışanları niye yurt dışına gidiyor?” filan diye düşünüyoruz. 14 Mart böyle geliyor yani, hep böyleydi de bu sene daha kötü oldu.
AT: Hakikatle yüzleşme oldu ya Emrah, ondan dolayı bence bu yıl böyle, yani bayağı hani birçok şeyle yüzleşildi, bundan dolayı da böyle geliyor. Tabii kreş sorununa vurgu çok önemli bence Emrah’ın vurgusu, tüm sağlık çalışanları için çok önemli. Bu kreşin altını özellikle çizmek istiyorum, bu yıl iki vaka yaşandı, bir tanesi bir hemşirenin çocukları
SB: Evet öldü yazık!
AT: Yanarak öldü emanet ettiği evde. İkinci bir hemşire yine bir sorun yaşadı, boşanma davasında maalesef hemşireye verilmemesinin nedeni bir şekilde sağlık çalışanı olmasıydı. Ondan dolayı böyle yüksek sesle söyleyelim, sağlık çalışanlarına bir kreş, bir anaokulu ihtiyacı var bu dönemde diye.
EK: Aşılanmada da aslında o da bir meseleydi, 14 günde çalışmaları 14 günde yapıldı etkinliği de gösterildi işte, Hacettepe de açıkladı %100’e %83 diye. Biz dedik ki “sağlık çalışanları 14 gün bir aşılansın” yani burada bile tepki çektik. Sonuçta 18-59 yaş arası insanlar en azından 14 günde bir aşı olabilir ve aradaki 14 günlük kayıp olmayabilirdi. O 14 günlük kaybın sonuçlarını gördük işte biz, TTB o ölen insanların, sağlık çalışanlarının listesini tutuyor. Yani bu 14 etkisiyle ölen 6 kişi falan oluyor. Yani virüsün matematiği olduğu için on bin iş gününde bir.10 kişi hastalanıyor, bir sağlık çalışanı o bir sayıya gelince de ölüm oluyor.
SB: Tabii.
EK: O ölümler olmayabilirdi mesela, bizim yakınlarımız aşılanabilirdi. 14 Mart’a böyle de girebilirdik, girmedik.
AT: Devam edelim, şimdi hangi aşılamada tekrar gördüğünüz gibi işe dönüyoruz, hangi yaş grubu açılacak, 65 yaş altı açılması bekleniyor mu Emrah? Sizin tahminlerinize göre ne zaman açılır? İkinci doz aşılamalar daha çok mu var? Çok uzun sürer mi bu 65 yaş ve üstünün ikinci dozları?
EK: Nisan için aşı gelecek diye bir spekülasyon var mı ona dair dün Sağlık Bakanı kötücül bir şey söyledi, sonbahardan falan bahsetti. Nisan’da 50 milyon aşı gelecek ve biz aşılayacak diye bekledik onu e herhalde onu kalacak falan diye. Öyle olmadı, ben şimdi 65 yaşın aşılanması 12 Şubat’ta başladı, bugün 12 Mart 1 aydır yeni bir grup açılmadı.
SB: Milli Eğitim Bakanı da aşılandı.
EK: O aşılanınca işte ‘Almanya yenilince hepimiz yenildik!’ gibi Milli Eğitim Bakanı aşılanınca bütün öğretmenlerde antikor oluştu herhalde! O aşılanmadı yani, tabii şöyle ilk dozlarda bir randevu meselesi vardı, ben ona baktım yani 12 Şubat’ta biz öğlene kadar 160 bin ilk doz aşı yapmışız, bugün öğlene kadar 146 bin ikinci doz aşı yaptık. Yani arada bir fark var, yani öğleden sonra da takip edeceğim o sayıyı, 12 Şubat’ta yaptığımız ilk doz aşıyla bugün yaptığımız ikinci doz aşı aynı mı? Aynı değilse bir problem var demektir. O da işte randevu alma yani o bahsettiğim bariyerler bunlar aşı kısıtına, biraz süreler açılıyor, hani o aşı tedariği sağlansın diye herhalde ama önümüzdeki günlerde daha da belirgin olacak, insanlar randevu bulamayacaklar filan.
SB: Emrah şu anda hâlâ 65 yaş sınırında olan grup aşılanıyor.
EK: Tabii.
SB: Peki biraz önce yanlış mı anladım ben? Bu aşılanan kişilerle aynı evde yaşayan kişilerin de aşılanması söz konusu muydu? Böyle bir şey mi var?
EK: Öyle, 60 yaşın üzerindeyse, yani 60-65 aralığındaki kişiler bu evde 65 yaş üstü birisi varsa aşılanabiliyor.
SB: Tamam. Peki onlardan aşılanan var mı?
AT:Yani 35 yaşındaysa aşılanamıyor.
EK: Tabii tabii var. Zaten bu insanlar karı-koca oluyor genelde, beraber geliyorlar aşılanıyorlar. O da hukuki bir şey yani, karı-koca olması lazım. Öyle de bir mevzu var yani.
AT: Bakıcısı olsa olmaz yani?
EK: Bakıcısı olsa olmaz, partneri olsa olmaz,
AT: Anladım ben!
EK: Kardeşi de olmaz.
SB: Kardeşi de olmuyor, peki.
EK: Aile hekimi olduğumuz için, aile
SB: Gerçekten sizin adınız niye ‘aile hekimi’? Hiç düşünmemiştim o aile hekimliği, neyse şimdi Andre Gide geldi aklıma onu söylemeyeceğim!
EK: Family physician’in Türkçeye çevirisi herhalde?
AT: ‘General family’
SB: Bu yıl kaç sağlık çalışanı yaşamını yitirdi dediniz Ayşegül?
AT: 386 sağlık çalışanı.
EK: Covid sebebiyle.
AT: Evet Covid nedeniyle.
EK: Başka ölenler de var tabii.
AT: Bunu da www.siyahkurdele.com’dan takip edebilir dinleyenlerimiz. Hani hoş bir takip değil bu bir şekilde anıt sayaç gibi bir şey ama burada öyküleriyle birlikte sağlık çalışanlarının bilgileri var. Bu yıl aslında Emrah diyor ya “bayram bizim neyimize!” öyle bir bayram olacak. Biz Aydın Tabip Odası başkanını da getirmiştik, onların fotoğrafla ilgili etkinlikleri olacak. Biraz bu anı yad etme gibi bir aslında tıp günü diyelim bayramı hiç olmadı, öyle bir gün olacak gibi. Bir de tabii dilekler dile getirilecek hekimlerden. Sağlıkta şiddet, ayrıca şu anı hiç konuşmuyoruz, pandemi konuşturuyor kendini çoğu zaman ama bu konuda da konu olacak diye düşünüyorum 14 Mart’ta.
SB: Tabii bütün bu yaşananlar ve 14 Mart 386 sağlık çalışanının covid nedeniyle yaşamını yitirmesi, bir de geride bıraktıkları vardı. “Çocuklarımı size emanet ediyorum” gibi inanılmaz yürek acıtan bir söylev, yaşamını yitiren bir hekim. Onun ailesine ve çocuklarına yardım gibi bir kampanya başlatmak isteyen İstanbul Tabip Odası ve bunun engellenmesi değil mi? Bunlar yaşandı ülkemizde.
EK: Evet bu yaşandı yani. Aynı salgın gibi yani bireysel olarak mücadele edemiyorsunuz, birlikte dayanışmayla, toplum içinde, toplumla beraber.
SB: Evet. Geçenlerde biz en azından Türkiye’deki sağlık sistemi Fransa’daki, Belçika’daki görüntüler, hastane kapısında yığılmalar olmadı filan diyordu, olmadı çünkü bizde orta şiddette hastaları Diyarbakır’da, Ankara’da eve yolluyorlardı da ondan olmuyordu filan yani. Tuhaf bir süreç yaşandı ve 1 yıla bakınca bu sevaplar, günahlar filan gibi neler yaşadığımızı, bu sadece beceriksizlikle açıklanacak bir durum değil ama bu kadar merkezi çalışmak, bu kadar meslek odalarına, sendikalara, derneklere hiç söz vermemek, onlarla bir dirsek temasına girmemek, bu şeffaflığın sıfır olması, hangi vakaları tanımlanıyor biz bunu uzun süre anlamadık. Şimdi de gelecek olan aşıların sayısından bahsedilmeyeceği söylendi bakanlık tarafından açıklandı. Bilinmeyecek yani kaç aşı geliyor Türkiye’ye. Biz ‘aşıları nasıl geliyor acaba, anlaşmalar nasıl yapılıyor?’ diye bir şeyler öğrenmeye çalışırken artık kaç aşı girdiğini de ülkeye öğrenemeyecekmişiz. Öyle bir dönemdeyiz, diyecek bir şey yok! Evet Emrah son dakikalardayız.
EK: Şeffaf bilgi talep ediyoruz işte bunun için.
SB: Şeffaflık başka bir şey.
EK: Yani şeffaf bilgi talebinin içinde bunlar da var yani salgının başından beri bunu şey yapıyoruz.
SB: Hayır bu şeffaflık taleplerinizin karşılanmama nedeni de “acaba şeffaflığı farklı mı algılıyorlar?” diye düşünüyorum. Kötü bir anlamı mı var şeffaf olmanın yani!
EK: Olabilir!
SB: Peki Emrah çok teşekkürler bize vakit ayırdığın için bu yoğun günlerinde. Umarım dinleyicilerimiz de keyif almışlardır kuramsal, böyle teorik bilgiler ya da haberler değil de birinci ağızdan bir aile hekimi ve gerçek dünya verileri, yaşananları konuştuk sevgili Emrah Kırımlı’yla. Ayşegül söz sende.
AT: Çok teşekkür ederiz. 14 Mart’a 2 gün kala bir program yaptık Emrah Kırımlı’ya çok teşekkür ederiz. Programımızı da vefat eden 386 sağlık çalışanına adıyoruz.
SB: Evet Emrah tekrar teşekkürler vakit ayırdığın için, sağ ol katıldığın için. Son parçamızla sizlere veda edelim sevgili dinleyiciler. Bu kez parça isterseniz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, isterseniz 14 Mart Tıp Bayramı, hangisi için çalmamızı istiyorsanız ya da çaldığımızı düşünüyorsanız öyle kabul olsun. Parça Ayşegül’e geliyor bu sefer, Joan Baez ve Mercedes Sosa birlikte seslendiriyorlar “Gracias A La Vida”. Hoşça kalın, iyi hafta sonları.