11/10/2002Adrian Hamilton Independent
AB'nin tarihi genişlemesine ilişkin olarak Komisyon tarafından dün açıklanan ilerleme raporlarının iki önemli eksiği bulunuyor. Biri iyimserlik, diğeri ise Türkiye. Bu iki şey, gerçeklere uygun düşecek bir bakış açısı ve Türkiye'ye üyelik müzakerelerine başlangıç tarihi verilmesi, aynı sorunun iki değişik yönü. Soğuk Savaş döneminin sonunda, AB'yi eski Sovyet bloku ve Yugoslavya'ya taşımak için ilk görüşmeler başladığında, tarih devlet adamlarının avcunun içindeymiş gibi görünüyordu. Almanya'nın büyük başbakanı Otto von Bismarck'ın da dediği gibi, kaderiniz geçip giderken yakalamak zorunda olduğunuz anlar vardır.
Söylenmeyen gerçek
Bu söz bugün için de doğru. AB'nin birkaç yıl içinde birliğe 10 yeni ülke ve 75 milyon fazla insan alarak genişlemesi gerçekten de çok iddialı bir adım. Fakat Avrupalı liderlerin hiçbirinin ifade etmek istemediği bir gerçek var ki, o da aslında hiçbir AB üyesinin daha fazla misafir kabul etmek istemediği. İrlandalılar 10 gün içinde Nice Anlaşması lehine oy kullanacak olsa da, Fransa, İtalya ve başka ülkelerde yapılan anketler, birliğe karşı belli bir güven kaybının söz konusu olduğunu gösteriyor. Ekonomik durgunluğun derinleştiği göz önünde bulundurulursa, fikirleri sorulursa eğer Avrupa vatandaşlarının çoğu oylarını genişlemenin getireceği 60 sterlinlik yükün aleyhine kullanır.
İşte Türkiye'ye görüşmelere başlama tarihi bile verilmemesinin ardında yatan gerçek bu. Görünen gerekçe şu ki Komisyon, Türkiye'yi kabule hazır görünmüyor. Bu ülkenin 'hoş bir demokrasi'ye sahip olmadığına da kuşku yok. Gazeteciler ve yazarlar, görüşlerini dile getirdikleri için hapse atılıyor, geri planda güçlü bir ordu var ve Kürtler hâlâ baskı görüyor.
Türkleri istemeyenler var
Komisyon hazır olmamaktan bahsediyor. Gerçek şu ki birliğin birkaç üyesi, Türkiye'nin asla katılamayacağı görüşünde. Yunanlar tarihi düşmanlıkları yüzünden, Almanlar Türk işçilerin işgalinden korktukları ve Akdeniz çevresinde dengelenmiş bir Avrupa'dan çok doğal başkenti Berlin olan kuzey merkezli bir Avrupa görmek istedikleri için. Bu hem dürüstlüğe aykırı hem de dar görüşlü bir tutum. Evet, Türkiye gerçekten insan hakları ve rakamlar konusunda bir sorun oluşturuyor (15 yıl içinde nüfusu Almanya'nın nüfusuna ulaşacak.) Ama ekonomik kalkınmışlık ve siyasi olgunluk bakımından Türkiye'nin durumu, Yunanistan'ın ve Portekiz'in birliğe katılmadan önceki durumlarından iyi.
Bugünlerde Türkiye'ye giden herkes, Türk halkının AB'ye katılma konusundaki istekliliğini açıkça görebilir. Fiyatlar sadece lira olarak değil euro olarak da veriliyor. Ölüm cezasıyla ilgili yasada ve ceza kanunundaki değişikliklere büyük destek var. Türkiye'yi uygun bir aday kılacağı söylenen değişiklikler bunlar. Artık Kürt meselesi bundan beş yıl önce düşünülemeyecek şekilde tartışılabiliyor.
Kıbrıs'ı unutmayın
Türkiye, Avrupa tarzı değişimin kıyısındaki bir ülke. Ve Türkiye, bazı birlik ülkelerin tersine, bir AB ülkesi olarak sorumluluklarını NATO üyesi olarak ortaya koyduğuna benzer büyük bir ciddiyetle yerine getirebilecek bir ülke. Üstelik Türkiye'nin bir aday ülke, ya da üye olması halinde, Kıbrıs'taki sorunların çözümü konusundaki şans da çok daha fazla olur.
Hal böyleyken ve bu ülkedeki seçimlere üç hafta kalmışken, Türkiye'yi itelemek, yapılabilecek en büyük aptallıktır. Ayrıca, Avrupa ile Müslüman dünyası arasında köprü oluşturacak ve Ortadoğu'da öncü rol oynayarak uzun vadede avantajlar sağlayacak bir ülkeye böyle davranmış olmak da aptalca.
Genişleme daha gerçekleşmeden kuma saplanıyor. Avrupa'nın siyasi liderleri aralıkta Kopenhag'da bir araya geldiklerinde, genişlemenin başlangıçta nasıl bir dünya görüşüyle başlatıldığını hatırlamalı. Ve Türkiye'ye müzakerelere başlama tarihi vererek geleceği yeniden dengeye oturtmalı. (10 Ekim 2002)