Kaçış: Metnin kuruluşu bildik bir denkleme dayanıyor. Mekân birliği mevcut, Grenoble. Zaman birliği de mevcut: Seksenli yılların başında terörizm dalgasının yerine geçen Yeni Sağ muhafazakârlıktan yirmi yıl sonrası. Bu yer ve zaman birliğinde, metnin kişileri arasında da oturmuş bir denge var. Bu sabitlenmiş dengeyi bozmak için, denkleme dışarıdan müdahale edecek yeni bir bileşen gerekir, o da mevcut: Bruno Le Roux, yıllardır mahpushanede kaldıktan sonra kaçan bir terörist – yönetmenin bizzat oynadığı karakter, adları arasındaki harf ve ses benzerliği de manidar.
Öykü de yalın aslında: Bireysel intikam, ahde vefa, seçim zorluğu, yazgının belirleyiciliği... Bu çok bildik, hatta klişe denkleme dayanan film metni için sıkıcı denememesinin nedeni şu: Belvaux, tek başına pek de yeterli dinamiğe sahip olmayan olay örgüsüne taşıyıcı işlev gören bir yan bileşen sokuyor. Metnin bileşenlerinin tümü, teröristin ideolojik inanmışlığının prizmasında kırılıyor.
Bu prizma ilgiye değer açılımlar sağlıyor izleyiciye. Örneğin, metindeki ahlaki açmazları bir de teröristin gözünden okumamızı sağlıyor. Bir uyuşturucu bağımlısına bakış başkadır, bir uyuşturucu bağımlısına bir teröristin bakışı başka...
Bu prizma ilgiye değer açılımlar sağlıyor izleyiciye. Örneğin, metindeki ahlaki açmazları bir de teröristin gözünden okumamızı sağlıyor. Bir uyuşturucu bağımlısına bakış başkadır, bir uyuşturucu bağımlısına bir teröristin bakışı başka... Nedir, bu değişik bakıştan kaynaklananlar göz ardı edilirse ne kalıyor geriye? Bu sorunun yanıtıyla, filmin biçemi üstüne söylenecekler de yakın akraba. Festivalin tanıtım kitapçığında Melville usulü biçemden söz açılıyor. Sözkonusu biçeme Tarantino sertliği eklendiğinde ne olursa bir film, Kaçış tam da o film. Hatta şunu da söyleyebilirim: Melville’in ünlü filmi Samuray’ı çok andırıyor bu film. Bu filmi, Melville klasiğinin pastişi olarak okumak bile mümkün.
Hele Belvaux’un Delon’un ifadesiz yüzüne pek benzeyen yüzünü gördükten sonra.
Şaşırtıcı Bir Çift: Kaldığım yerden devam ediyorum: Bildik klişeler üzerinden ilerleyen, pastiş gibi bir film. Başrollere Marcello Mastroianni, Sophia Loren ve Ugo Tognazzi’yi koyun, bu filmde otuz – kırk yıl öncesinden değişik ne söylendiğini bulursunuz: Yoğun iş yaşamının bir kat daha kırdığı aile gerçeği.
Şaşırtıcı Bir Çift’in büyük bir avantajı var: İlk filmin öyküsündeki boşlukları tamamlama, dolayısıyla izleyicinin ilgisini ayaklandırma. Metnin içinde işlemeyen, kopuk kalan kimi yerleri de, ilk filmin anısı dolduruyor. Metnin sınırları da bu anda belirleniyor zaten. Eğer bu film ilk filmle birlikte okunmaz ise, Ray Cooney farsından farksız, sadece bu koşuşturmacayı izlemek yorgunluk hissi verici.
Olumlu bakmak gerekirse, “heyecan verici” bir üçleme izlediğimizi unutmadan, şunu da eklemeli: İkinci filmin öyküsü, topluyaşam içindeki rollerin sadece karşılıklı mutabakat üzerinden yürüdüğüne bir kanıt. Andığım rollere dair en ufak şüphe dahi mutabakatın, o roller üzerinden yürütülen iletişimin, kurgulanmış yaşamın çatırdamasına yol açabiliyor. Nitekim roller üzerine mutabakat, tıpkı bozulması gibi, yine çok çaba harcamadan kurulabiliyor – maksat “mutlu” olmaksa!..
Yaşamdan Sonra: Belvaux’nun silahı dönüp kendisini vuruyor artık. İkinci filmde ilk filmin boşluklarını dolduran görüntüler merak yaratır; ne yazık, üçüncü filme ilk iki filmde doldurulacak boşluk kalmayınca, öykü kendi kendisini yineleyip duruyor. Bu yinelemelere rağmen, olay örgüsünde soru işareti olarak kalan parçacıklar kalıyor aslında: Teröristin arabasını çalmak için vurduğu adam, zamanlama kısmetsizi olarak kalıyor örneğin.
Bu yinelemelerin üçlemenin en yavaş ilerleyen parçasına denk düşmesi, şanssızlıkla açıklanamaz sanırım: Zaten bilinmedik yönü kalmamış bir öyküyü, bir de diğer parçalardan epeyi yavaş anlatınca, Belvaux izleyicisinin sabrını denemiş oluyor.
Üçlemenin bütünlüğüyle ilgili sorunlarından başka, Yaşamdan Sonra’nın da özel sorunları var. İlk olarak, bu filmin havasına sinmiş “aşk her şeyi affeder mi?” kokusu, melodram sınırlarını bile zorlayıcı: On beş yıl boyunca uyuşturucu üzerinden anlamını bularak ilerlemiş bir ilişkinin birkaç gün içinde temiz damarlar operasyonuna dönüşmesi ne aşkla ne de başka bir “mantıklı” nedenle açıklanabilir. İkinci olarak, Belvaux’nun yerel mafya babası hariç herkesi aklama çabası da filmin aleyhine: “Her insan iyidir ama her insanın zaafları vardır” iletisi, Belvaux’nun kendi öyküsüne yaptığı bir haksızlık. Kendime şu çokbilmişliği yapma hakkını vereyim: Teröristin hücresini ispiyonlayanın kim olduğu ilk filmde açığa çıksa ve üçüncü filmdeki kimi anekdotlar ilk iki filme dağıtılsa, demem o ki, üçleme ikileme olsa?!..