"Dünyanın yönetimi otokratın geniş ailesi ile iç içe geçmiş durumda"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, ABD başkanı Donald Trump'ın oğlunun Türkiye ziyareti üzerinden Türkiye'nin ekonomik anlamdaki adımlarını mercek altına alıyor.

""
Ekonomi Politik: 22 Eylül 2025
 

Ekonomi Politik: 22 Eylül 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ali Bilge: Günaydın Özdeş!

Özdeş Özbay: Ömer Madra bu hafta tatilde, dolayısıyla programı Suda ile birlikte sunacağız.

A.B.: Merhaba Suda!

Suda Sim Meriç: Günaydın!

A.B.: Hoş geldin!

S.S.M.: Hoş buldum, siz de hoş geldiniz!

Ö.Ö.: Bugün ne konuşuyoruz?

A.B.: Dün senin doğum gününmüş, önce senin doğum gününü kutlayarak başlayalım.

Ö.Ö.: Teşekkür ederim.

A.B.:Açık Gazete’de kaçıncı yılın oldu?

Ö.Ö.: 5,5, Şubat’ta 6 olacak.

A.B.: Epey zaman geçmiş. Hem Apaçık Radyo yaşın, hem de kendi yaşın kutlu olsun!

Ö.Ö.: Teşekkürler.

A.B.: Suda’ya da hoşgeldin diyelim, ona da ilk defa merhaba diyoruz.

Ö.Ö.: Evet.

A.B.:İçeride ve dışarıda çok köklü gündem değişiklikleri olacağı bir evreye giriyoruz. Pek öyle spekülasyon yapmak istemiyorum ancak önümüzdeki aydan 2026’nın ilk aylarına kadar hem içeride, hem de dışarıda çok ciddi durumlar olabilir. Türkiye’de her zaman gündem sancılıdır, zordur ama ülke içinde ve dışında daha yüksek dalga boyutunda alaboralar yaşanabilir. Yaşanan gelişmeler ülkede ciddi ve köklü gündem değişikliği ve değişimi olabileceği intibaını uyandırıyor. Bunu derkenar ederek başlamış olayım.

CHP’ye haftalardır değiniyoruz, tabii ki dünkü kurultaya da değinebiliriz ama istersen Trump’ın oğlunun Erdoğan ile görüşmesi meselesiyle başlayalım. Trump’ın büyük oğlunun Türkiye’ye ilk gelişi değil; 2016’da ilk başkan seçildiğinde yine Antalya’daydım; 2016’nın Kasımındayız, Trump göreve 2017 Ocak’ta başlayacak, daha iki ay var. Babası başkan seçildikten 10-15 gün sonra öğrendik ki Trump’ın Erdoğan ile geçtiğimiz gün görüştüğü büyük oğlu Antalya’ya ‘ava’ gelmiş; yaban keçisi ya da yaban geyiği avına gelmiş. İlk etapta ne olduğu çözemedik ama yaban keçisi olduğunu daha sonraki araştırmalarla öğrendik. O tarihte yaptığımız programda da bu mevzuyu dile getirmiştim.

Ö.Ö.: Antalya’da mı av yapmış?

A.B.: Evet. Finike’nin bir yaylasında yaban hayatı koruma alanında, çok az sayıda kalmış ‘elik’ cinsi iki yaban keçisini vurmuş. Ekibiyle, korumalarıyla birlikte gizlice geldi ve avlandı. Bu haber sızdı, bir iki yerde haber oldu ve daha sonra da genişledi.

Sonraki yıllarda da gelip gitti mi bilmiyorum ama ava meraklıymış, özellikle tek tük kalan cins hayvanları öldürmeye meraklı olduğu anlaşılıyor, gizlice geldi gitti ama haber sızdı.

21. yüzyıl otokrasilerinde vitrinde sadece otokratı ve çekirdek aileyi görmüyoruz, maaile otokrasi içinde bulunuyor ve görünüyor; gelinler, damatlar, kızlar, oğlanlar, eşler... Hepsi işin içinde oluyor. Günümüzde maaile otokrasisi yaşıyoruz. Trump’ın tüm aile fertleri, seçim kampanyasından başlayarak işin içinde yer aldılar. Trump’ın ilk döneminde yakınlarının resmi danışman olması ve gizli bilgilere erişmeleri konuşuldu. O zaman ABD’de bürokrasi ve yargı kurumları bugüne göre daha fazla direnebiliyordu. Trump’ın isteği gerçekleşmemişti. Maaile yönetimin içinde yer alıyorlar, aynı zamanda ticaretin de içindeler. Trump’ın başkanlık işleriyle ticari işleri iç içe geçmiş vaziyette, işlerini ve başkanlık yönetimini nasıl delege edeceği, kime bırakacağı, ne olacağı vs. bunlar iç içe vaziyette. Ticaret ve ABD’nin ve dünyanın yönetimi, otokratın geniş ailesi ile iç içe geçmiş durumda.

Zaten Trump’ın ikinci dönemiyle küresel krallığı da başladı, kral aynı zamanda çok zengin bir tüccar, ayrıca hiçbir şeyi karşılıksız yapmıyor.

21. yüzyıl ‘tiranı’ olan Trump, kendisini halkının yöneticisi olarak görmüyor; şirketlerin başı olarak görüyor, günümüz otokratlarının çoğu böyle. Otokratın eti-budu ne ise ona göre ülkesini yönetiyor. Bizdeki ‘CEO gibi yöneteceğim’ demişti. Küresel bir güç haline gelmişseniz, küresel şirketlerin başı gibi yönetiyorsunuz, dünya da sizin malınız haline geliyor, gezegen emlak değeriyle ölçülüyor.

Erdoğan’ın Jr. Trump ile gizli görüşmesinde, Başkan babasıyla görüşmek için yardımcı olmasını istediği, karşılığında da bazı afaki pazarlıkların olduğu, uçak pazarlıklarının olduğuna dair haberlerin sızdığı bir gündeyiz. Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler toplantısı için ABD’ye gittiğinde Trump ile de görüşeceği açıklandı ancak görüşmenin karşılığı olarak Boeing uçak alımının, F35’lerin durumunun pazarlık konusu yapıldığına dair haberler var.

Türkiye uzunca bir süredir ABD’nin Caatsa yaptırımları kapsamında olan bir ülke. Bu konuda iş geliyor, S400 meselesine dayanıyor. 2017’de Türkiye, Rusya’dan S400 füze savunma sistemi aldı. İkincisi için finansman paketi hazırlanıyordu, akıbeti ne oldu bilmiyoruz. Birincisinin ne olduğu da sır gibi saklanıyor. İlk alınan S400’ün Mürted askeri üssünde olduğu söyleniyor, hangarda ya da ambarda duruyor, kullanılmıyor, epey bir zamandır böyle.

Ö.Ö.: Elden çıkarmaya çalıştığı iddia ediliyor.

A.B.: Böyle sistemlerin elden çıkarılması da zor. Hatırladığım kadarıyla Yunanistan, S-100 almıştı yıllar önce, NATO ile sorunlu oldukları bir dönemde, kendi sınırları içine koyamadı, bizim güney dediğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yerleştirdiler, yıllarca öyle kaldı, ne oldu bilmiyorum. Bu sistemler zaman içerisinde eskiyorlar, hurdaya çıkıyorlar. Türkiye 2,5 milyar dolara Rusya’dan S400 aldığı zamanlarda, yanlış hatırlamıyorsam, Hindistan ve diğer bazı ülkeler S- 500’lerin siparişini vermişti. Elden çıkartma şansı olursa öp başına koy. Belki Akkuyu Nükleer Santrali’nin yanına koymak ister Rusya. Ne dersin, belki de böyle bir şey olur?

Ö.Ö.: Orayı korumak için.

A.B.:Orada zaten bir üs var biliyorsun, liman da onlara tahsis edildi, haberleşme/radar üssü adı altında bir üs bulunuyor zaten. Rusya’ da biliyorsun Akkuyu’ya ‘benim topraklarım’ diyor, ‘yabancı bir ülkedeki Rus toprakları’ diyor, mülkiyet ilişkisi de bir garip! Açık değil..

Ö.Ö.: Bir yandan da oranın inşaatında sürekli sorunlar çıkmaya devam ediyor.

A.B.: Batıdan alınması gereken parçalar oluyor, Almanya’dan alınacak bölümler vardı mesela, yeni çözüldü galiba, çözüldü mü bilmiyorum. Bunlar sürekli tesissin tamamlanmasını uzatıyor. Bu konuya girdiğimiz iyi oldu, hatırlattın; memlekette ‘mikro nükleer tesisler’ de devreye girebilecekmiş, böyle bir mevzuat yaratılıyormuş. Başka zaman konuşuruz, dikkatimi çekti, bir kenara koydum, sonra bakarız.

23 yıl boyunca iktidar, Türkiye’nin dünya sathında sürekli büyük güç olacağından söz etti, hedef koydu, en güçlü ilk 10’a girme hevesi ve hedefi vardı. ‘2010’da, 2020’de şuraya ulaşacağız’, ‘2023’te, 2053’te şuraya gireceğiz’ hedefleri verdi. Bu hedeflerin hiç biri de tutmadı, daha beter oldu. Türkiye’nin büyük güç olma imkanı yapılan ölçümlemelerde gözükmüyor. Bu işlerle uğraşan, analizler yapan dünyada bir çok merkez var. Hangi ülkeler atak yapabilir, hangi ülkeler nereye ulaşabilir, arayı kapatma imkanı olanlar, olmayanlar, ülkeler pek çok kritere göre değerlendiriliyor. Ülkelerin güçlerine bakıyorlar, güç endeksleri üretiliyor. Türkiye’nin büyük bir güç olması mümkün değil, bu çalışmalarda ancak bölgesel güç adayları arasında gözüküyor.

Bölgesel güç olma da askeri güçte tek başına yeterli olmuyor. Bölgesel güç adayları arasında Mısır, Suriye, İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye var. Bir de İran var ama İran diğer kampta. Ancak aday beş ülkeye de silahı ABD satıyor, Trump satıyor bu uçakları, silahları. Sen ne kadar bazı şeyler geliştirsen de yetmiyor, büyük güçlerle aranda 20 yıllık filan bir açık var, onlarda 20 yıl seni beklemeyecekler elbette, onlar da durmuyor.

Bölgesel güç yarışında Türkiye’nin askeri alanda bazı üstünlükleri olmasına karşın hava kuvvetleri bazında çok ciddi boşluklar, zafiyetler de söz konusu oldu S400 yaptırımları nedeniyle. Türkiye ayrıca hava kuvvet gücünde komşusu Yunanistan ile de itişiyor ve yarışıyor. Yunanistan hava gücünün gerisinde olduğumuz söyleniyor. Mısır önemli bir güç, diğerleri de askeri güç bakımından oldukça ileri seviyedeler ancak Türkiye dahil bölgesel güç yarışındaki tüm bu ülkelere ABD ve ABD menşeli Batı kaynaklı şirketler silahlar, uçaklar satıyor.

Putin, 2020’den bu yana Türkiye’ye gelmiyor, onurlandırmıyor Beştepe sarayını. Görüşmek için Erdoğan Çin’e gitmek zorunda kaldı. Trump ile de aynı şekilde, sorunlu, yüz yüze görüşme olanağı bir türlü yaratılamadı. Türkiye her iki liderle de dışında zar zor görüşme olanağı buluyor. ABD ve Rusya ile ilişkiler istenilen düzeyin çok altında seyrediyor.

Murat Belge yıllar önce Türkiye Dünyanın Neresinde? diye bir kitap yazmıştı. Hangi yıl hatırlamıyorum ama bu kitabın başlığı önemli. Bugün Türkiye, dünyanın neresinde gerçekten? Bu soruyu cevaplamakta zorlanıyoruz. Özellikle 23 yıllık AKP iktidarı döneminde ülkenin dünyadaki yönü ve yeri konusunda çok problemli bir ülke olduk. Türkiye, dünyada hakim olan yönlere, eksenlere dengeli bir şekilde katılamıyor, olgun bir ilişki sürdüremiyor. Dış politikamıza, çelişkiler, zigzaglar ve yönsüzlük hakim oldu. Şu anda Trump ile ilişkilerin iyi olduğu söyleniyor ancak Trump’ın ilk başkanlık döneminde rahip Bronson olayında yaşadıklarımız ne çabuk unutuluyor. Mesele ‘Ekonomini mahvederim’ noktasına kadar geldi. Türkiye, NATO ile olan ilişkilerinde sürekli direndiği konularda geri adım atan bir ülke oldu.

Bugüne kadar Türkiye’nin büyük güç olma hevesinde ileri sürülen dayanaklar neler oldu? ‘İslam ülkeleri lideri olacağım’ dendi ama orada yok, başka ülkeler var ve üstelik onların sende olmayan kaynakları var, enerji kaynakları var. Bu ülkeler, enerji kaynaklarından sağladıkları gelirlerle Trump’tan silah alıyorlar. Trump, bir seferde Suudi Arabistan’a gidiyor, Katar’a gidiyor, bir partide 100-150 milyar dolarlık uçak satıyor, silah satıyor, stokları eritmiş şekilde dönüp geliyor. Türkiye eksi döviz rezervlerinden yeni çıktı, nasıl çıktığı da malum,, her an dönebilir. Türkiye güçlü bir ülke değil, sadece insan gücü var, o yüzden kara kuvvetlerindeki gücüyle, Mehmetçik gücüyle ayakta, güç çalışmalarında bu yönüyle arayı kapıyor, öne çıkıyor. Türkiye’nin ne büyük güç, ne de bölgesel güç olma da şansı pek olmuyor.

Ö.Ö.: Bu arada Türkiye’nin dron konusu da var tabii; birçok devlete dron satar duruma gelmiş olması son yıllarda ortaya çıkan bir durum.

A.B.: O bir atak doğru ama sırf dronla olmuyor bu işler.

Ö.Ö.: Ama dron önemli bir savaş aleti haline geldi. İlk Ukrayna’da, daha doğrusu hemen öncesinde Azerbaycan’a biliyorsunuz bu desteği verip Karabağ’da kullanmasını sağlamıştı. Sonra Ukrayna’ya satmaya başladı Rus işgaline karşı, ondan beri bu dron savaşları en ağır biçimde özellikle Gazze’de görülebiliyor, İsrail tabii bunu radikal bir noktaya taşımış durumda.

A.B.: Dronda öne çıktığı muhakkak. Yanlış hatırlamıyorsam 2011 yılında yapılan bir savunma sanayi toplantısında Türkiye’nin füze kapasitesi, savunma kapasitesi ortaya kondu ve parlak bir tablo olmadığı ortaya çıkınca yeni füzeler ve füze savunma sistemleri gündem geldi. Daha sonra da dron geliştirme projesi gündeme getirildi ve sonuçta aile içerisinden damadın şirketine bu iş verilip yetkilendirildi.

Ö.Ö.: Yine aile içi bir mesele yani!

A.B.: Tabii aile içi. Yeni tip otokrasiler maaile hem yönetimde, hem de ticarette iç içe. Maaile kavramı da aklımda şundan kalmış; eskiden telefon yoktu, karşı komşuya gitmek için anneniz sizi gönderirdi, ‘Annemler bugün sizi ziyarete gelecek’ denirdi. O da sorardı ‘Maaile mi geleceksiniz?’ yani geniş aile mi gelinecek? Oradan aklımda kalmış!

Maaile otokrasisinde ailecek işin içindeler, fertler seçilmiş sektörlerle ilgileniyor, bizde de öyle oldu. Dron deyince şimdi aklıma geldi, yine yaptığımız programlardan; Türkiye, Ukrayna’ya ilk dron sattığında daha savaş çıkmamıştı, damat beyin dronları da Ukrayna’da sanıyorum bir fuarda sergilendi ama Ruslar da karşı taraftaki stantta ya da bir sonraki yılki fuarda seğrilenlerin şifresini çözen bir aleti sergilediler.

PKK ile olan savaşta dronlar etkili oldu. Türkiye dronları kullandı elbette, etrafına da sattı. Çok ciro ve kar yaptılar, vergi rekortmeni olacak kadar ilerledi damat ve şirketi. Bildiğim kadarıyla gelir vergisinde Rahmi Koç’un önüne geçtiler bu sene. Dron meselesinde Türkiye’nin ilerlediği doğru ama dronlarla tek başına büyük güç olunmuyor. Sonuçta bütün bunlar kodlar, yazılım üretimine dayanıyor. F35’i niye almadık? F35’in geliştirme kodları verilmiyor diye almadık. Önce Çin’den almaya çalıştık, olmadı, sonra F35 olayı oldu, olmadı, arada Fransa ve İtalya ile birlikte geliştirmek istedik, o da yarım kaldı, daha sonra Rusya’dan alındı, o da ambarda duruyor.

Sonuçta dron atağı var ama ne bölgesel, ne de büyük güç olmak için yetmiyor. Bütün bunlar 20 bin lira asgari ücret alan insanların açlığını ortadan kaldıracak önlemler değil. 300 Boeing, şu kadar F35 için ne kadar para harcayacağız, kaynak nedir? Ne kadar dış borç yapacağız bunlar için? Finansman paketlerini bilmiyoruz, soru işaretleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Suriye’de 2011 yılından beri harcadığımız parayı da bilmiyoruz, sadece Erdoğan 2019 başında ‘40 milyar dolar para harcadık’ demişti ki onu mülteciler için söylemişti.

Ö.Ö.: Evet, öyle söylemişti ki bunun da doğru olmadığı defaatle söylendi zaten.

A.B.: Suriye meselesinde geldiğimiz nokta ne şimdi? Erdoğan Birleşmiş Milletler’e gidecek, Trump ile görüşecek ama Suriye’nin geçici başkanı Şara’nın programı Erdoğan’ın programından daha güçlü. Eski HTŞ reisi, Beyaz Saray’da, Washington’da çok ciddi bir kabul görüyor. İsrail ile birlikte bir anlaşma imzalayacak ABD gözetiminde.

Ö.Ö.: ‘Daha güzlü programı’ derken neyi kastediyorsunuz?

A.B.: Dış işleri bakanı, temsilciler gidiyor, İsrail ile anlaşma imzalanacak.

Ö.Ö.: ‘Program güçlü’ dediniz diye anladım yani içerik açısından, ekonomik kalkınma programı mı güçlü?

A.B.: Yok, zaten ambargonun tamamından çıkmaya çalışıyorlar. Son zamanlarda diplomatik ilişkiler, geliş gidişler arttı, geçici hükümetin dış işleri bakanı gitmişti. Geçici Suriye yönetimi, ABD ve İsrail ile kuvvetli ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Türkiye, Suriye’de daha güçlü bir pozisyon elde etmek ve belirleyici olmak istiyordu ama böyle olmayacağı anlaşılıyor. ABD gözetiminde Suriye - İsrail anlaşması olduğunda Suriye’nin İsrail denetiminde bir ülke olacağı aşikar.

Hep söylüyorduk; Suriye’de Türkiye birincil, belirleyici ülke olmayacak, daha azla yetinmek zorunda kalacak, istediği pozisyonu elde etmiş olamayacağı görülüyor. Bu gelişmelerin zincirleme etkisi oluyor. ;mralı sürecine Suriye Demokratik Güçleri ile olan ilişkilere dayanıyor.

Erdoğan ve ekibi, ‘Washington’a kapağı atalım, bir an evvel orada görüşelim’ telaşında ama otokrasinin ortağı Bahçeli de, “Rusya, Çin’e bakalım, Türkiye’nin eksenini oraya kaydıralım’ diyor. Dolayısıyla ortaklar arasında, anlık dış politikada sert bir eksen kayması ve aykırı durum söz konusu.

Avrasyacılık; soğuk savaş bittikten sonra milli güvenlik devleti dediğimiz üst organ MGK’da bir grup generalin dile getirmesi ile ağırlık kazanmıştı.

Ö.Ö.: Tabii 90’larda çok yaygın bir tartışmaydı bu.

A.B.: Soğuk savaş döneminde Türkiye generallerinin çoğunluğu ABD orijinli yetiştiler, o dönemde biraz Brüksel görmüş olanlardan ‘Avrupa Birliği - demokratikleşme’ diyenleri de vardı ki onlar 2003-2007 arasında bazı durumlara engel olmaya çalıştılar. Türkiye’de iç devlette ve siyasette Avrasyacılık güçlüdür, Avrasyacılık’ı savunan bir damar vardır. Bahçeli de bu kanatın etkisinde konuşuyor ama büyük ortak an itibarı ile Trump’ın peşinde! Erdoğan ne konuşacak Trump ile? ‘S400’de nerede kalmıştık’ diye mi konuşacak? Ne olacak S400?

Bütün bu olan biten Gazze’nin ortadan kaldırıldığı bir durumda gerçekleşiyor. İsrail bir ölüm kampı kurdu, ölüm kampına İslam ülkeleri affedilmez muazzam bir duyarsızlık içerisindeler. Bir yandan Filistin devletinin tanınması meselesi var. Gazze’nin kaderi de, Suriye’nin kaderi de İsrail ve ABD denkleminde gerçekleşecek operasyonlarla oluyor. Dünya ve Birleşmiş Milletler seyirci kalmış durumda. Kınamalar, tepkiler olacak, Filistin devletini tanımalar olacak. Kanada tanıdı, İngiltere tanıdı, Avustralya tanıdı ve Portekiz tanıdı.

Ö.Ö.: Fransa ile Belçika da yolda.

A.B.: Evet, onlar da yolda. Bunlardan iki tanesi, Fransa ve İngiltere, sonuçta güvenlik konseyi üyesi, ilk 5’te. Ancak Filistin devletini tanıyan bu ülkeler, ABD’nin gücüyle, Trump ile mücadele edebiliyorlar mı? Teslim oluyorlar son tahlilde.

Trump’ın ikinci defa başkan seçilmesinden hemen sonraydı, Batı Şeria’daki İsrailli yerleşimciler yılın üzüm hasadı sonrasındaki şaraplardan birine ABD başkanının adını yazmışlardı. Trump’ın seçilmesini ‘altın çağ’ olarak nitelendirmişlerdi.

Türkiye, bölgesel güç olmak için Suriye’ye çok para harcadı; güç, savaş, karışıklık, mülteciler, insanlar yerlerinden oldu. Peki, sonuç nedir? Türkiye bölgesel güç dengesinde zayıf bir ülke olarak ABD başkanından randevu peşinde koşan bir ülke konumunda. Bir yandan Shangay birliğine katılmak için koşturuyor, diğer yandan Trump’tan randevu almak için oğluyla gizli görüşmeler yapmaya çalışıyor.

Yıllar önce ‘İktidarın en büyük handikabı, saplanacağı yer Suriye meselesi olabilir’ demiştik. Nitekim Suriye de saplandı kaldı. ‘Suriye meselesi, AKP iktidarının batağı olacak’ demiştik, burası bir bataklık. Türkiye’nin yaklaşımı da bataklığı aşmak üzere barışçıl bir yaklaşım değildi, savaşçı bir yaklaşımdı. Manzara, 14 yıllık Suriye politikasının iflasın eşiğinde olduğunu gösteriyor.

Öbür taraftan ülke içinde CHP’ye açılan savaş da devam ediyor, iktidarın ana muhalefete açtığı eylem planı yürüyor. Yargı ve kolluk gücüyle ana muhalefete karşı bir kuşatma harekatı yürüyor. Bu harekata içeriden de destekler vardı ama onların istediği gibi olmadı. Evet, surlar bayağı topa tutuldu, içeride hâlâ 17-18 belediye başkanı var, 300-350 belediye bürokratı var, eski CHP milletvekilleri var, CHP üzerine operasyonlar devam ediyor ama istediği sonucu elde etti mi iktidar? Bence kendi tabanı için beklediği bir sonucu elde etmiş değil, nihayetinde bu operasyonların kamuoyun nezdinde çok büyük bir karşılığı yok. AKP seçmenini dirilten bir operasyon olmadı.

Suriye meselesinde ve genelde dış politika açmazları yaşadığı gibi, içeride de iç politika açmazları yaşıyor. Hukukun ‘guguk’ olduğu bir ülkede bu operasyonları yargı eliyle sürdürüp kuşatmayı devam ettirebiliyorsunuz. Bu durum, her türlü gerginlikleri de beraberinde getiriyor, parti içi gerginlikler de artıyor, son günlerde pek çok il başkanı, il yönetimi istifa etti AKP’den.

Ortağıyla, birbiriyle mecburi ilişkiler olmasına karşın, itişmeler eskiye göre daha fazla. Eskiden ayrılığı vurgulamak için ‘Bir gözü Şam’a, bir gözü Halep’e bakıyor’ denirdi, şimdi ne Halep kaldı ne Şam! Bu bir Osmanlı değişidir, iktidarın da durumu böyle. Bir gözü başka bir yere, diğer gözü başka bir yere bakıyor. Bir gözü Trump’tan randevu alıyor, diğer gözü ‘Çin ile işbirliği yapalım’ diyor.

Bu bakışlarında karşılığı yok. Çin arada sırada 5-10 milyar dolarlık swap anlaşması yapıp döviz rezervlerine katkıda bulunuyor. Bu, Çin için çerez parası ve ayrıca bu işlem borç değil, takas. Zaten Çin Türkiye’ye ticaret fazlası veriyor. Çin ve Rusya’ya karşı Türkiye en büyük dış ticaret açığını veriyor, ABD’ye değil. Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığını verdiği iki ülke Çin ve Rusya. Hangi ülkeye ve ne kadar açık veriyor isen o kadar bağımlısın demektir. Hatta ABD’ye geçen sene biraz fazla bile verdik bu satışlar, silah, uçak vs. olmayınca.

Ö.Ö.: Ama şimdi ek vergileri kaldırdı Türkiye dün itibariyle.

A.B.: Evet, bir de biliyorsun Trump ikinci defa başkan olduktan sonraki aylarda Merkez Bankası, ABD tahvilleri satın aldı. O tahviller ne oldu, zarar etti mi, etmedi mi? Bilmiyorum ama böyle kendi çapında bir kıyak geçtik hemen, etimize/budumuza göre.

Trump’ın oğlu geldi, Antalya’da avlandı diye programa başladık. Ben hep Trump’ın Türkiye yatırımlarını merak ediyorum. İstanbul’da Trump Tower var, herkes İstanbul’da önünden geçiyor. Peki, Trump ne kadar kazanç elde ediyor, ne kadar vergi ödüyor? Elde ettiği geliri Türkiye’de vergilendiriyor mu? Bildiğim kadarıyla İstanbul’daki Tower bölgemizdeki ilk ‘tower’dır ABD’deki ‘tower’ları dışında. Bir de mobilya şirketi ‘Trump Home’ vardı; İzmir’de, Torbalı’da bir fabrikayı satın almıştı ama galiba onu satmış.

Ö.Ö.: Ali Bey, bu arada vaktimizi doldurduk onu da hatırlatmış olayım.

A.B.: Öyle mi? Pardon, sonuçta durum bundan ibaret.

Ö.Ö.: Peki, çok teşekkür ederiz.

A.B.: Kolay gelsin.

Ö.Ö.: Haftaya görüşmek üzere.