Enkaz, toz ve mezar

Nereye Doğru
-
Aa
+
a
a
a

Nereye Doğru’da Cengiz Aktar, İsrail’in Gazze’yi karadan tamamen işgal etme çalışmalarına, 50 yıl önce kurulan Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatının önemine ve ABD ordusunun Hiroshima’yı bombalamasının 80. yıldönümü anmalarına değiniyor.

""
Nereye Doğru: 06 Ağustos 2025
 

Nereye Doğru: 06 Ağustos 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Nereye Doğru’ya Gazze soykırım haberiyle başlayan Cengiz Aktar, “İsrail'in ölüm makinesi tamamen zıvanadan çıkmış vaziyette. Hükümet kimsenin lafını dinlemiyor. Ahaliden ve yurt dışından da bir iki çatlak ses çıkıyor ama yeterli değil. Günde yine ortalama 100 insan - artık o rakamı telaffuz etmek bile zor - öldürülüyor ve bunların çoğu ekmek bekleyen insanlar. Batılılar - sözüm ona - yardım kanallarını açtılar fakat karadan değil, uçaklardan insanların kafasına ekmek atıyorlar. Bu yüzden de ölenler oldu. İsrail'in hükümetiyle, toplumuyla Gazze’deki 3 milyona yakın insanı yok etme gibi bir planı var. Durum bundan ibaret. Yeni İsrail Genelkurmay başkanı Eyal Zamir de tamamen Netanyahu ile aynı şeyleri düşünüyor. İsrail İstihbarat Servisi Şin-Bet’in başına gelen kişi de aynı görüşte. Böyle güle oynaya günde 100 kişiyi öldürmeye devam ediyorlar. Dünya da bakmaya devam ediyor. Bakalım nereye kadar böyle gidecek?” diye belirterek bu konuda çıkan karşı görüşlerle ilgili konuşmasına şöyle devam etti.

“Pek çok çatlak ses çıkıyor. Eski genelkurmay başkanları, başbakanlar ‘Yeter artık, bu savaşın bir anlamı kalmadı’ diye bir mektup yayınlamışlardı. Buna mukabil İsrail hükümeti Gazze'yi karadan tamamen işgal etmek üzere düğmeye bastı. Böyle bir gelişme var. İşler tam zıvanadan çıktı. Bakalım nasıl bitecek? Hakikaten belli değil. Tabii ABD ortada yok. Trump ne olup ne bittiğinin farkında değil; böyle bir dünyadayız. 50 yıl önce bu dünya böyle değildi, daha farklıydı. Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Konferansı (AGİK) adıyla başlayan şimdilerde Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) diye bilinen teşkilat 50 yıl önce, 31 Temmuz 1975'te kuruldu. Vakti zamanında Türkiye de ilk imzacıların içindeydi. Literatürde Helsinki Nihai Senedi - Final Act - diye bilinir. Bunu 35 ülke imzalamıştı. Şimdi o ülkelerin bazıları bölündükleri için ve bazıları da ayrıldığı için ülke sayısı 57'ye çıktı. Bugün AGİT'in içinde 57 ülke var ama ilk imzacı ülke sayısı 35'ti. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Varşova Paktı ülkeleri, ABD ve Kanada, Avrupa ülkeleri tam üyeydi. Burada üç sepet vardı; ilki, sınırların tanınması ve güvenlik sepeti. Bu doğu bloğuna verilen bir parmak baldı aslında. Batı, ‘Biz sizin sınırlarınızla oynamayacağız’ diye bir taahhüt vermişti. İkincisi; ekonomik, bilimsel ve çevresel iş birliği sepeti. 50 yıl önce gündemde çevre konusu vardı. Üçüncüsü de insan hakları ve temel özgürlükler sepetiydi. Yakın tarihçiler, AGİT'in Sovyetler Birliği'nin çökmesinde dolaylı bir rolü olduğunu söylerler. Bu, yanlış değildir. Sovyetler, insan haklarına saygı göstermeyi taahhüt etmişti ve bu sayede insan hakları savunucuları oralarda uluslararası bir dayanak elde etmişti ve imzacı ülkelerdeki Helsinki İzleme Komiteleri - Türkiye'de de vardır hala - Sovyet bloğu ülkelerindeki ihlalleri yakından takip etme ve ifşa etme fırsatını bulmuşlardı. Bu sayede Batı kamuoyu ilk defa 1945'ten bu yana Sovyetler Birliği ve diğer Sovyet uydusu ülkelerdeki baskıcı rejimleri yakından tanıma ve izleme fırsatı elde etti. Mesela bunlardan en bilineni olan Polonya'daki Solidarność – Dayanışma - sendikası, Lech Walesa'nın başını çektiği sendikal bir hareketti. Batılı hükümetler, Sovyetler ve diğer ülkeler üzerindeki siyasi baskılarını AGİT taahhütleri doğrultusunda arttırdılar. 10 sene sonra 1985'te Gorbachev başa gelince, Perestroika (yeniden yapılanma) ve Glasnost (şeffaflık) reformlarını AGİT meşruiyeti üzerinden topluma sundu ve bu durum da Sovyetler Birliği'nin çöküşünü hızlandırdı ve dört sene sonra Sovyetler Birliği çöktü. Bugün de AGİT Genel Sekreteri, eski Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu'dur. AGİT’in 50. yılı münasebetiyle her yerde bir dolu anma, kutlama ve toplantı oldu. Türkiye'de oldu mu bilmiyorum, gözüme çarpmadı, sanki unutuldu gitti. Helsinki İzleme Komitesi mutlaka bir anma yapmıştır, basına yansımadı herhalde diye düşünüyorum.”

Cengiz Aktar gündemine ABD ordusunun Hiroshima’yı bombalamasının 80. yıl dönümü haberiyle devam etti. “Bugün 6 Ağustos 1945, ABD ordusu tarafından Japonya'nın Hiroshima kentinin yok edildiği çok acılı bir gün. 80. yıl dönümü anılıyor. Üç gün sonra, 9 Ağustos'ta Nagasaki bombalandı. Plütonyumdan imal edilmiş iki atom bombası kullanıldı. Bu bombanın ‘Little Boy’ (Küçük Oğlan) diye utanmazca bir adı da var. Bu küçük oğlanlar B-29 uçaklarıyla atıldı. Hiroshima'da 80 sene önce bugün, bir anda 140 bin kişi öldü. O yılın – 1945’in - sonuna kadar ölümler devam etmiş. Diğeri de üç gün sonra ‘Fatman’ (Şişko Adam) adıyla yine B-29 uçaklarından Nagasaki'ye atılıyor. Amerikalılar Kokura diye bir kente atılmasını düşünmüşler ama hava muhalefeti dolayısıyla Nagasaki'ye kaydırmışlar. Orada da anında 70 bin ölü var. Telaffuz edince kolay gibi geliyor ama anında 140 bin kişi ölüyor. -Depremde de benzer şeyler oluyor tabii ama bunu da yeri gelmişken hatırlatalım. 70 artı 140 yani toplamda bir anda 210 bin Japon, Amerikan ordusu tarafından öldürüldü. Sonrasında da çeşitli hastalıklar, psikolojik travma nedeniyle ölü sayısı çok arttı,” diye belirten Cengiz Aktar’a Ömer Madra, “Hiroshima bombalanmasına bağlı olarak toplam ölüm sayısının 350 bine yakın olduğunu söylüyorlar,” eklemesini yaptı. Aktar, “Hiçbir gerekçe yokken ABD’nin bu atom bombasını atma kararı ilginç çünkü Japonya'nın elinde atom bombası yok, ABD’yi tehdit de etmiyor. Tek amaç, Almanya teslim olduktan sonra Japonya'nın savaşa devam ediyor olması. Siz görürsünüz deyip, Japonya'yı teslim bayrağını çekmeye zorlamak üzere atılmış iki bomba. İnsanlık tarihinde ilk ve tek - İnşallah arkası gelmez - ve umurlarında değil. Bu kararı alan ise dönemin ABD Başkanı Harry Truman,” diye belirttiğinde Madra da, “Truman bombadan söz ederken, onun ‘Sovyetler Birliği'ne karşı bir çekiç’ olduğunu söylemişti,” eklemesini yaptı. “Bu yılki anmalara Japon hükümeti ve Hiroshima ve Nagasaki Belediyeleri bütün ülkeleri davet etmiş. Geçen sene İsrail, Nagasaki törenine davet edilmemişti. Bu yıl kent yönetimleri henüz son kararlarını vermemişler. Bugün ve ayın 9’unda kimler orada olacak göreceğiz. Bu korkunç facianın yıl dönümü anmalarına bütün dünya davetli. Bunun ardında ilk atom bombasını imal eden Manhattan Projesi var. Bu proje, 1939 ila 1945 arasında ABD'de başlıyor. Fakat atom bombasını imal etmek için gerekli olan partiküllerin bölünmesi işlemi (fizyon) ilk olarak 1938 Nazi Almanya’sında yapıldı ve dünyayı ilk ayağa kaldıran, bunun çok tehlikeli bir gelişme olduğunu söyleyen de Einstein. Einstein, 1939'da ‘Aman dikkat! Hitler atom bombası yapabilir,’ diyor. Ondan sonra da zaten ABD'ye gidiyor. ABD’de ise bu proje 1942'de başlıyor. Projeye Birleşik Krallık ve Kanada da dahil oluyor. On binlerce bilim insanı çalışıyor. Oppenheimer da projede var,” diye belirttiğinde Özdeş Özbay ise, “Einstein projede değil, komünizme yakın fikirleri sebebiyle onu fazla tehlikeli buluyorlar,” diye ekledi. Aktar, “Einstein’dan da akıl alınıyor tabii ama birebir Manhattan Projesi’nin içinde değil. Projenin başındaki sivil yönetici Oppenheimer da Yahudi fakat onun ailesi çoktan ABD’ye göçmüş. Einstein kadar olmasa da o da sağcı değil. New Mexico'da yapılıyor bütün bu işler. İlk test 16 Temmuz 1945'te yapılıyor. İlk testten - bir ay bile değil - 15 gün sonra Japonya’ya bomba atıyorlar. 16 Temmuz 1945’te ilk test Nevada'da bir çölde yapılıyor. Oppenheimer ve o projeye dahil olan pek çok bilim insanı bombalar atıldıktan sonra büyük bir pişmanlık duyuyor ve Truman ile görüşüyor. Oppenheimer, 1945 Ekim ayında, ‘Ellerim kanlı hissediyorum,’ diyor ve Truman buna çok kızıyor, ‘Ne biçim bilim adamısın?’ diye hakaret ediyor ve ondan sonra Oppenheimer ABD’de başlatılan ‘Makkartizm’ denilen komünist – solcu - avında payını alıyor ve savaş sonrası Amerika'sında Oppenheimer tamamen marjinalize ediliyor. Bugüne bakacak olursak; bugün Non-Proliferation Treaty yani Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi anlaşması var. Bu anlaşmanın tarafları; ABD, ilk ve son kullanan ise Rusya. Şu sırada en fazla nükleer başlığı olan Birleşik Krallık - ama ABD'ye bağımlı, bütün nükleer başlıkları oradan geliyor -, Fransa - tek bağımsız nükleer güç - ve Çin - Çin'e imal tekniğini veren Rusya - . Bir de gayri resmi bombacılar var; Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore. Bunlar da elleri tetikte, düğmeye basmak üzere bekliyorlar. Dünyanın içinde bulunduğu bu tuhaf ve görülmemiş derecedeki kaotik ortam aslında atom bombasının tekrardan kullanılması olasılığını gündeme taşımış vaziyette. Putin, atom bombası olmasa bile ona yakın bombaları Ukrayna'nın üzerinde kullanıp duruyor. Korkunç bir atomik gelecek dünyayı bekliyor gibi görünüyor,” diye belirttiğinde Madra, “The Guardian'da ilginç bir haber vardı. 120 ülkenin temsilcilerinin de katıldığı bu anma töreninde Hiroshima'nın şimdiki Belediye Başkanı Kazumi Matsui, gençleri nükleer seçeneğin kabul edilmesinin ‘tamamen insanlık dışı’ sonuçlara yol açabileceğini fark etmeye çağırdı ve “Uluslararası toplum da tarihten ve bu trajedilerden ders çıkarmalı,” dedi. Bombayı atan B29 uçağına, pilotun annesinin adı olan ‘Enola Gay’ ismini takmışlar,” eklemesini yaptı. Aktar, “Facianın yıl dönümü ve tabii ders olmuyor bütün bunlar. Japonya'da saat farkından dolayı tören devam ediyor. Belediye başkanının hatırlatması gayet yerinde ama kimin kulağına gidiyor, kim dinliyor, kim anlıyor?” derken, Madra da “Evet, tabii tartışılacak bir konu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres de aynı şekilde, ‘Hiroshima ve Nagasaki'ye bu korkunç yıkımı getiren silahların kendileri, bir daha zorlama usulü olarak kullanılmakta’ diye dünyayı uyarmış. İlk defa çekilen Gazze'nin yukarıdan görüntüleri de enkaz, toz ve mezardan ibaretmiş,” diyerek bu haftalık programı tamamladı.