1960-67 döneminin popüler şarkılarına ayırdığımız serinin beşinci bölümünde 1964 yılına uzandık ve Adamo, France Gall, Johnny Hallyday ve Gilbert Bécaud gibi isimlerin unutulmaz parçalarına kulak verdik.
Programın açılışını, France Gall’in o yaz piyasaya çıkan Laisse tomber les filles adlı parçasıyla yaptık. Sözü ve müziği Serge Gainsbourg imzasını taşıyan şarkıyı müzik yazarı Jean-Emmanuel Deluxe ilerleyen dönemde: “Kadınların özgürleşme hareketinin ortaya çıkışından yıllar önce yazılmış feminist bir parça” olarak niteleyecekti. Biraz da kısa sürede yé-yé akımının sembol isimlerinden biri haline gelecek olan France Gall’den bahsedersek: Charles Aznavour ya da Hugues Aufray için kaleme aldığı şarkılarla tanınan babası Robert Gall sayesinde müziğe ilgi duymaya başlamıştı France ya da asıl adıyla Isabelle. Çocukluk yılarında hem gitar hem de piyano çalabiliyor, diğer yandan da ünlü caz grubu Les Double Six’in tüm parçalarını ezbere söylüyordu. 1963’te henüz on altı yaşındayken, iki yüz binden fazla satan ilk 45’liği Ne sois pas si bête’i yayınlayan bu tatlı sarışın, ansızın bir pop ikonuna dönüşecekti. Erken gelen bu şöhret nedeniyle okulu bırakan France, ikinci albümü için kendini Serge Gainsbourg’un yetenekli ellerine teslim etti. Gainsbourg onun için önce N’écoute pas les idoles ve az önce dinlediğimiz Laisse tomber les filles gibi parçaları, 1965’te de ona Eurovision Şarkı Yarışmasını kazandıracak olan Poupée de cire, poupée de son’u yazacaktı ki bundan da önümüzdeki hafta bahsedeceğiz.
Beatles’ın Can’t Buy me love ya da She loves you gibi şarkılarla ünlü Billboard Hot 100 listesinin ilk beş sırasını ele geçirdiği ve bu listeye on iki şarkı birden soktuğu 1964 yılında, ismini yine onların parçalarında geçen “yeah, yeah” sözcüklerinden alan akıma mensup Fransız genç kuşak müzisyenleri de boş durmuyordu. Bir önceki yıl Da dou ron ron ya da Pour moi la vie va commencer gibi parçalarla Fransa listesinin zirvesinde yer alan Johnny Hallyday, Quand je l'ai vue devant moi ile ilk kez bir Beatles uyarlaması seslendiriyor, Şubat ve Mart aylarında üçüncü kez Olympia’da sahne almasının ardındansa askerlik görevini yapmak üzere Fransız ordusuna teslim oluyordu. On beş ay sürecek bu görev sırasında, komutanlarından albüm kapaklarında askeri kıyafetle görünmesi şartıyla kayıt yapma izni alan Johnny’nin bu dönemde yayınladığı en çarpıcı parça ise, The Animals grubu sayesinde üne kavuşan The House of the Rising Sun’dan uyarlanan Le Pénitencier idi hiç kuşkusuz. Sözlerini Hugues Aufray ile Vline Buggy’nin birlikte kaleme aldığı parçanın orijinalinde geçen randevu evi, Fransızca uyarlamada hapishaneye dönüşmüş, yaz sonunda piyasaya çıkan parça, bir milyonu aşan satış rakamıyla The Animals versiyonunu ikiye katlayarak Johnny’nin kariyerine yeni bir sayfa açmasını sağlamıştı.
1963 yılı boyunca Si j’vais un marteau, Marche tout droit ve Pauvre petite riche gibi parçalarla şöhret basamaklarını hızla tırmanan Claude François, bu şarkıların başarısıyla maddi anlamda da rahatlamış ve ertesi yıl, zamanla ikinci adresi konumuna gelecek olan Dannemois’daki değirmen arazisini satın almıştı. Bundan birkaç hafta sonra buradan esinlenerek La ferme du bonheur – Mutluluk çiftliği adlı parçayı kaleme alan sanatçı, 1964’ün Eylül ayında bir kez daha Olympia’da sahne alarak Donna, donna ve J’y pense et puis j’oublie gibi yeni şarkılarını hayranlarının beğenisine sundu. 1960 yılında ilk kez Joan Baez tarafından kaydedilen Donna Donna, o yıllarda dünya çapında büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. İngilizce sözleri ellili yılların ortasında Arthur Kevess ve Teddy Schwartz tarafından kaleme alınan şarkının orijinali 1941’de Yiddiş dilinde Aaron Zeitlin & Sholom Secunda ikilisi tarafından yazılmıştı. Dos Kelbl ya da Dana, dana isimli parçada; İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi halkının yaşadıklarına gönderme yapılarak, kesilmek üzere mezbahaya giden bir buzağıdan söz ediliyordu. Joan Baez’ın ardından birçok ünlü isim tarafından yorumlanan parçayı 1964’te Claude François, Vline Buggy ile ortaklaşa yazdığı sözlerle seslendirdi. Bu defa kesilmek üzere olan buzağının yerini bir an önce büyümek isteyen küçük bir çocuk almıştı. Ne var ki yetişkinliğe eriştiğinde; karşılıksız aşklar, korku ve açlık gibi sorunlar karşısında hayal kırıklığına uğruyordu bu çocuk ve geçmiş yılları özlemle anıyordu.
1946’da Belçika’ya göç eden Sicilya asıllı bir ailenin oğlu olan Salvatore Adamo, ilk şarkılarını henüz bir lise öğrencisiyken yazmaya başlamasının ardından on yedi yaşındayken Lüksemburg radyosu için yapılan bir yarışmadan birincilik ödülüyle dönmüş, bunun ardından da 1963’te ilk 45’liği Sans toi ma mie’yi kaydetmişti. Onu radyoda ilk kez duyanların bir kadına mı yoksa bir erkeğe mi ait olduğu konusunda tereddütte düştükleri tiz sesi, sebep olduğu bu karışıklık dışında fazla bir özelliğe sahip olmasa da unutulmakta olan bazı gelenekleri yeniden hatırlatması açısından önemliydi. Nazik ve çekingen görünümüyle yeni neslin olduğu kadar onların ebeveynlerinin de kalbini çalan bu genç adam, twist ve rock’n’roll çağının tam ortasında; valslar, tangolar ve javalarla modası geçmiş sayılabilecek bir dönemi yepyeni bir makyajla geri getiriyor, son derece özenli orkestrasyonları sayesinde de klasik kalıpları modern melodilerle buluşturuyordu. Le barbu sans barbe ve Chanson en rondelles gibi şarkılarla, sonu trajik şekilde biten hikâyeleri çocuk tekerlemelerini andıran neşeli bir tonda anlatan sanatçı, Vous permettez moniseur ya da Mes mains sur tes hanches gibi parçalarla ergenlerin dünyasını popülist bir tonla müziğe aktarıyordu. Adamo’ya şöhreti getiren parça ise kar yağışı yüzünden yaşanan hüzünlü bir ayrılığı konu alan Tombe la neige olacaktı. İsmiyle tezat yaratan bir şekilde 1964’ün yaz aylarına damga vuran parça, yapısal açıdan haiku adı verilen geleneksel Japon şiirine benzer özellikler taşıması nedeniyle Japonya’da da büyük ilgi gördü ve Adamo’yu ülkenin en sevilen şarkıcılarından biri konumuna getirdi. Şarkı Türkçeye de Fecri Ebcioğlu tarafından Her Yerde Kar Var adıyla uyarlanmış ve Adamo tarafından Türkçe sözlerle de kaydedilmişti.
Rock’n’roll ve twist’in moda olduğu bir dönemde kariyerine tıpkı Adamo gibi şanson geleneğine yakın romantik şarkılarla başlayan Enrico Macias, 1962 Ekiminde katıldığı televizyon programı sayesinde tüm Fransa’nın dikkatini çekmesinin ardından Dario Moreno ve Amalia Rodrigues gibi isimlerin konser programlarına dâhil olmuş, 1963’ün Ocak ayında ise Bobino’da sahne almıştı. Tam da bu konserler sırasında kendisine şarkı teklif etmek isteyen Pascal-René Blanc ve Jacques Demarny ile tanışan Enrico, ilk başta bu talebi pek sıcak karşılamasa da ikilinin ısrarı sonucu daha sonra Arkadaşımın Aşkısın adıyla Türkçeye de uyarlanacak olan La femme de mon ami’yi repertuarına eklemeyi kabul etti. Blanc & Demarny ikilisinin ona teklif ettiği ikinci şarkı ise Enfants de tous pays ismini taşıyordu. Ne var ki Enrico’nun, bu parçanın kendisine Les Compagnons de la chanson tarafından seslendirilen başka bir şarkıyı anımsattığını söylemesi ortamın gerilmesine neden oldu ve görüşme böylelikle bitti. Buna karşın şarkı kuliste Enrico’nun aklını kurcalamaya devam ediyordu. Gitarı eline alır almaz nakarat için bir melodi buldu ve ertesi gün Blanc & Demarny ikilisiyle buluşarak sözleri onlarla birlikte yeniden yazdı. Hemen plak şirketini arayıp müthiş bir şarkısı olduğunun müjdesini veren sanatçı, onlardan albümün tamamlandığı ve şarkının ancak bir yıl sonra yayınlanabileceği yanıtını alınca hayal kırıklığına uğrasa da, bu süre içinde Enfants de tous pays’yi tüm konserlerinde seslendirdi ve 45’lik olarak da piyasaya sürdü.
1964 Eurovision Şarkı Yarışması o yılın 21 Mart’ında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da düzenlenmişti. Gecede dört Fransızca şarkı yarışmış; Monaco’yu temsil eden Romuald, Où sont-elles passées adlı parçasıyla üçüncü sırayı alırken, Fransa’yı Le chant de Mallory ile temsil eden Rachel ile Lüksemburg adına Dès que le printemps revient isimli parçasıyla yarışan Hugues Aufray, dördüncülüğü paylaşmıştı. Belçika’yı temsil eden Robert Cogoi ise aldığı iki puanla geceden onunculukla ayrılmıştı. Yarışmayı birinci sırada tamamlayan isim ise sonradan Patricia Carli tarafından Je suis à toi ismiyle de seslendirilen Non ho l'età adlı şarkısıyla, İtalya adına yarışan on altı yaşındaki Gigliola Cinquetti olmuştu.
Serge Gainsbourg, 1964'ün Ekim ayında piyasaya çıkan "Gainsbourg Percussions" adlı albümünde Güney Amerika ve Afrika müziğini altyapılı parçalara yer vermişti. Sözü ve müziği kendisine ait samba altyapılı Couleur café adlı parçada ise, kahve ve kahverengi kelimeleriyle oynayıp bu sözcükleri melez ırkın güzelliğine atıfta bulunmak için kullanıyordu sanatçı. Kolayca hafızalarda kalan melodisi, Gainsbourg’a has kelime oyunlarıyla dolu sözleri ve kadın şarkıcılardan oluşan bir koro tarafından seslendirilen nakaratıyla, şarkı Gainsbourg’un yeteneğinin farklı bir boyutunu sergilemesine olanak tanıyordu.
Altmışlı yılların ortasına doğru gelirken delikanlılar Johnny Hallyday, Eddy Mitchell ve Dick Rivers gibi çılgın twist müptelalarına hayranlık duyuyor, kendilerini Françoise Hardy’nin romantik dizelerine kaptırmayan genç kızlar ise Sylvie Vartan, Sheila ya da France Gall’e benzemeye çalışıyordu. Öte yandan eleştirmenlerin ve dinleyicilerin ortak kanısı, yé-yé’cilerin şarkılarında; önceki nesiller tarafından inşa edilen klasik Fransız şanson geleneğinin aksine, ritmin şarkı sözlerinin önüne geçtiği yönündeydi. Ortalığı kasıp kavuran şen şakrak yeni yetmeler Salut Les Copains gibi dergilerin sayfalarında her fırsatta ustalara duydukları hayranlığı dile getiriyor, şanson geleneğin temsilcilerinden Brel, Brassens ve Ferré gibi isimler kariyerlerini piyasada bir anda bitiveren gençlere aldırış etmeden sürdürüyorlardı. Örneğin 1963’te, anne-babasının giderek kötüleşen sağlık durumlarından esinlendiği Les vieux isimli son derece hüzünlü parçayı kaydeden Jacques Brel, ebeveynlerini arka arkaya yitirdiği 1964 yılında, zamanla bir klasik haline gelecek Amsterdam’ı yayınlamıştı. Belçika’daki Zeebruges limanında dolaşırken gelmişti Brel’in aklına böyle bir şarkı yazmak. Hem bu kasabayı çok seviyordu hem de yiyip, içip eğlenen yaşlı denizcilere bir saygı duruşunda bulunmak istiyordu sanatçı. Buna karşın şarkıyı yazmaya başladığında Zeebruges’le kafiyeli sözcükler bulamadığını fark etti, bunun üzerine, bunu kulağa daha hoş geldiğini düşündüğü Amsterdam’la değiştirdi. Şarkı bittiğinde Brel tam olarak tatmin olmamıştı. Hatta önceleri şarkıyı konserlerinde seslendirme konusunda bile tereddüt etmiş ve nihayet çok fazla dikkat çekmeyeceğini düşünerek şarkı listesinin ilk başlarına eklemeye ikna olmuştu. Böylece sanatçının ilk kez 1964’te Olympia’da seslendirdiği parça, olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Bu başarıya rağmen şarkıya bir türlü tam olarak ısınamayan Brel, Amsterdam’ı hiçbir zaman stüdyoda kaydetmese de, 1966’da sahnelere veda ettiği konserin bu kez en sonunda seslendirerek bir anlamda ona hakkını teslim etmişti.
Altmışların başında yayınladığı Ma môme ve Deux enfants au soleil gibi romantik şarkılarla ismini yavaş yavaş duyurmaya başlayan Jean Ferrat, bir gün Bretonya kıyılarında tatildeyken, annesine sahildeki bunker’lar, yani savaş sırasında kullanılan sığınak tarzı binalar hakkında soru soran küçük bir kızı fark etmişti. Annenin kızına cevap vermekte yaşadığı güçlük, Ferrat’ya yakın geçmişte yaşanan acıları genç nesillere aktarma konusunda ilham verdi. Kendi babasını da İkinci Dünya Savaşında Auschwitz’deki toplama kamplarına kaybeden sanatçı, şarkısına Hitler’in 1941’de siyasi direnişçilere yardım edenlerin cezalandırmalarıyla ilgili verdiği talimatın ismi olan Nuit et brouillard (Gece ve Sis) adını verdi. Naziler bu talimat gereğince ortadan kaldırılan kurbanlar için, gece ve sisin içinde kayboldu diyorlardı zira. 1963’ün son günlerinde, yé-yé fırtınasının tam ortasında piyasaya çıkan parça Fransız-Alman ilişkilerinin yeniden canlandığı bu dönemde gizli bir boykota maruz kaldı. İlk başlarda sadece Europe 1 radyosu tarafından yayınlansa da gördüğü ilgi günden güne arttı ve 1964’te Ferrat’ya bir de Charles-Cros Akademisi ödülü getirdi. Son kısmı şöyleydi şarkının: “Diyorlar ki bugün bana bu kelimeler anlamsız artık, En iyisi aşk şarkıları söylemek her şeyi bırakıp. Kan çabucak kurur tarihin içinde, Eline gitar almak yaramaz hiçbir şeye. Ama söyleyin bana kim durdurabilir beni, Gölge insana dönüştü, artık yaz geldi, Twist yaptırırdım kelimelere twist yaptırmak gerekirse, Bir gün çocuklar kim olduğunuzu bilsin diye... Yüzlerce kişiydiniz, binlerce kişiydiniz, Titrek, çıplak ve zayıf, mühürlü vagonlarda, Yırtardınız geceyi çırpınan tırnaklarla, Binlerce kişiydiniz, yüzlerce kişiydiniz...”
1962’deki Küba Füze Kriziyle iyiden iyiye gerilen ABD-SSCB ilişkileri, 1963 Moskova Antlaşmasının ardından yumuşamaya başlasa da Soğuk Savaş hala devam ediyor, öte yandan Amerika, kültürel anlamda neredeyse tüm dünyayı etkisi altına almaya başlıyordu. İşte tam da böyle bir ortamda, Rus kültürüne olan hâkimiyetiyle tanınan söz yazarı Pierre Delanoë, Gilbert Bécaud’nun seslendirmesi için, kızıl saçlı bir Rus kadınının hikâyesini konu alan bir şarkı yazmaya karar verdi. İlk olarak Natacha adını taşıyan bu versiyon Bécaud’nun hoşuna gitmeyince, Delanoë, Natacha’yı turist rehberliği yapan Nathalie’ye dönüştürdü ve kayıtlar bu şekilde gerçekleşti. 45’liğin lansmanı da bir hayli etkileyici şekilde yapıldı. Bu kapsamda Rusya’ya bir gezi düzenlendi ve böylece birçok Fransız gazeteci parçada karlar altında tasvir edilen Kızıl Meydan’ı görme fırsatını yakaladı. Şarkıda adı geçen mekânlardan biri de Café Puşkin’di. O dönemde Moskova’yı ziyaret eden turistler önünde fotoğraf çektirebilmek ve tıpkı Bécaud ve Nathalie gibi sıcak çikolata içebilmek için harıl harıl bu kafeyi arıyordu ama yazar Alexander Puşkin’e hayranlık duyan Pierre Delanoë, söz konusu kafeyi sadece hayal etmişti ve aslında böyle bir yer bulunmuyordu Moskova’da… ta ki 1999 yılına kadar. O yıl, Andrei Dellos adlı bir girişimci Café Puşkin’in ilk şubesini Moskova’da açtı, günümüzde ise Café Puşkin bir ayağı Paris’te bulunan Dünya çapında bir markaya dönüştü.
Kaynaklar:
- 1001 histoires secrètes de chansons, Fabien Lecœuvre, Editions du Rocher, 2017
- La véritable histoire des chansons de Johnny Hallyday, Fabien Lecœuvre, Hugo Image, 2017
- L'odyssée de la chanson française, Gilles Verlant & Jean-Dominique Brierre, Hors Collection, 2006
- La véritable histoire des chansons de Claude François, Fabien Lecœuvre, Hugo Image, 2022
- Claude François: L'intelligence populaire en chansons, Olivier Delavault, Editions du Rocher, 2023
- La véritable histoire des chansons de Serge Gainsbourg, Fabien Lecœuvre, Hugo Image, 2020
- L'Intégrale Gainsbourg: L'histoire de toutes ses chansons, Loïc Picaud & Gilles Verlant, Fetjaine, 2011
- Jean Ferrat - Rouge Cerise, Baptiste Vignol, Grund, 2019
- Sevinçlerim ve Gözyaşlarım, Enrico Macias, Butik Yayınları, 2017
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
France Gall | Laisse Tomber Les Filles | Greatest Hits | 2:13 |
Johnny Hallyday | Le pénitencier | Le pénitencier | 4:00 |
Sylvie Vartan | La plus belle pour aller danser | Triple Best Of | 2:34 |
Claude François | Donna Donna | Intégrale | 2:33 |
Sheila | Vous les copains | Best Of 60e Anniversaire | 2:13 |
Salvatore Adamo | Tombe la neige | Un Soir au Zanzibar | 3:30 |
Enrico Macias | Enfants de tous pays | Enfants de tous pays | 2:57 |
Hugues Aufray | Dès que le printemps revient (Live à l'Olympia / 1964) | Olympia 1964 & 1966 (Live) | 2:53 |
Serge Gainsbourg | Couleur Café | Gainsbourg Percussions | 2:12 |
Jacques Brel | Amsterdam (Live Olympia 1964) | Olympia 1964 | 3:08 |
Georges Brassens | Les copains d'abord | Les copains d'abord | 4:01 |
Jean Ferrat | Nuit et brouillard | Best Of | 3:12 |
Gilbert Bécaud | Nathalie | Spectacle de l'Olympia 97 | 3:54 |