ChatGPT: Yeni bir bağımlılık mı?

-
Aa
+
a
a
a

Sohbet bootları ile cok uzun zaman geçiren insanlar yeni bir bağımlılık mı tanımlıyor? Yapay zeka bir "insan ya da insan üstü varlik" yerine geçebilir mi? Psikiyatrist Dr. Timucin Oral ile gerçekleştirdiğimiz sohbetin ilk bölümü ile karşınızdayız.

""
ChatGPT: Yeni bir bağımlılık mı?
 

ChatGPT: Yeni bir bağımlılık mı?

podcast servisi: iTunes / RSS

İsmail Başöz:Kavanozdaki Yıldız’da bu hafta değerli konuğumuz Prof. Dr. Timuçin Oral ile yaptığımız sohbetin birinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

Merhabalar, Apaçık Radyo'dayız. Kavanozdaki Yıldız programında sizlerle beraberiz. Yeniden geleceğin ayak izlerini sürmeye devam ediyoruz. Haluk burada. Merhaba. Ben İsmail. Bugün bir konuğumuz var. Apaçık Radyo dinleyicilerinin kulaklarının çok iyi tanıdığına emin olduğum, çok değerli bir konuğumuz var: Dr. Timuçin Oral, psikiyatrist kimliğiyle bizimle birlikte olacak. Hoş geldiniz.

Timuçin Oral: Hoş bulduk, sağ olun. Sizinle olmak güzel.

İ. B.: Apaçık Radyo dinleyicileri... Dünya Hali programıyla Engin Geçtan’da yaptığınız, sonra da kitabı çıkan, değil mi?

T. O.: Evet, pandemi döneminde kitabı da oturup yazdım. Engin Bey sağlığında istememişti ama vefatından sonra hem Metis Yayınları ile Müge’yle hem de Ömer Bey’le konuştum. Sağ olsunlar, ikisi de sıcak baktılar ve yaptık.

Onu da duyurmuş olalım. Ve Şenol Ayla ile beraber Sanat Uzun İlham Sonsuz’a umarım yeniden başlıyoruz. “Yeniden başlayacağız” diye söz verdik sonbahara... Bakalım. Aslında onun da kitabını yapmaya uğraşıyordum ama araya pek çok iş girdi. Bakalım, belki o da olur.

İ. B.: Bir de benim çok çok sevdiğim, Açık Radyo’nun dışında Dikensiz Gül Bahçesi Vaad Etmedik podcast’ini dört psikiyatrist arkadaş birlikte yapıyorsunuz. Çok büyük keyifle dinliyorum. Kişisel olarak da çok teşekkür ediyorum. Dinleyicilerimiz de duysunlar: Dikensiz Gülbahçesi Vaad Etmediğimiz, dört psikiyatristin mesleki sohbetleri gibi geliyor bana bir yandan da. Benim çok beslendiğim bir podcast oldu.

T. O.: Teşekkürler, sağ olun.

İ. B.: Rica ederim. Peki, bugün neden Timuçin Hoca’yı davet ettik? Bir habere rastladım. “ChatGPT” diye giriyoruz ama aslında konuşma botlarıyla, sohbet botlarıyla kurulan ilişkiler konusunda yeni bir “bağımlılık” tanımlandı.

Bağımlılık deyince, bir sürü bağımlılık gibi düşünüyorum. İşin bu tarafı var ama bu sefer karşımızda gerçekliği eğip büken bir durumun da var olduğunu, gerçeklik algısını sarstığını ısrarla iddia edeyim. Bilmiyorum, belki hocam karşı çıkacak buna.
Biz de bir zamanlar chat odalarında sohbetler yapardık ama hepimiz bilirdik ki karşımızda bir insan var. Bağırırdık, çağırırdık... Ama şimdi, makineyle sohbet ettiği halde bir insanla sohbet ediyormuş gibi hisseden insanların varlığından bahsediliyor.
Yine başka bir psikiyatrist arkadaşımız dedi ki, “Bende üç tane danışan var, hatta bunlardan biri, ‘Siz bence gidin psikiyatristinize danışın’ diye cevap veren bir chatbot sohbetini iletti.” Gerçekten psikiyatrist arkadaşıma danışan kişi. Chatbot ya da ChatGPT, aslında bunu söylemiş: “Gidin ona danışın bence.”

Böyle acayip bir durumla karşı karşıyayız. Ve son olarak söyleyeceğim de şu: En ilgi çekici kısmı, insanların buradan psikolojik danışma almaya başlamaları ve bu sayının giderek artıyor olması. Bildiğim kadarıyla sizin camianızda da bu konuda sohbetler, yazılar, tartışmalar devam ediyor. Diyeyim ve bırakayım; arada bir sorularımızla devam edelim Haluk’la beraber.

T. O.: Tabii, memnuniyetle. Önce şu “bağımlılık” meselesiyle ilgili birkaç şey söyleyeyim. Ben onun gerçekten bağımlılık diye tanımlanabileceğinden emin değilim. Çünkü bu “internet bağımlılığı” meselesine de itiraz ediyorum ben. “İnternet bağımlılığı vardır” diye kıyamet kopuyor ama...

Bağımlılık, tanımı gereği, bir kere onu yapmadığınızda yoksunluk yaşıyor olmanız lazım; fiziksel, ruhsal vs. İkincisi, bağımlılık oluşturan şey neyse, onun her geçen gün dozunun da artıyor olması lazım. Yani yetmiyor olması gerek. Üçüncüsü de, o şeyin hayatınızın her alanına engel oluyor olması lazım. Yani onunla yaşıyor olmanız gerek. Bunu alkol, sigara vs. diye alırsak zaten hemen anlaşılacak.

İ. B: Yaşamsal işlevleri bozuyor anlamında.

T. O.: Evet, evet, evet. Hatta eskiden şöyle derlerdi: “İşiniz, alkol almanıza engel olduğunda...” Yani alkol almanız işinize değil de, işiniz alkol almanıza engel olduğunda bir sorun vardır gibi... E, şimdi internet bağımlılığını böyle tanımlayamazsınız. Yani bu, öyle bir şey değil. Keza oradan yola çıkarak “ChatGPT ya da AI bağımlılığı” da böyle olmasa gerek.

Ama ne var? Şöyle bir şey var: İnsanlar bununla özel bir ilişki kuruyor. Doğru. Ve kurdukları bu ilişkiyi de çok özel olarak tanımlıyorlar, vazgeçilmez buluyorlar.

O gördüğüm şeyde, tabii bizde psikiyatride şöyle bir durum oluyor, bir hastalıktan ya da tablodan bahsettiğimizde hemen ya psikodinamik, psikanalitik, psikolojik vs. yorumlamalar yapılır ya da tamamen biyolojik açıklamalara gidilir. Yani ya denir ki bu durum, diyelim ki ödipal ya da preödipal meselelerle ilgili bir şey; ya da (özellikle bağımlılıktan söz ediyorsak) oral dönemle ya da nörotransmitterlerle ilgilidir.

Bugün okuduğum bir yazıda da bu durumun dopaminerjik sistemle alakalı olduğu söyleniyordu. Şimdi, şöyle tabii: Beynin ödül merkezinin, yani ventral tegmental alanın uyarılmasıyla ilgili bir şeyden bahsediliyor. Ve bu alan, dopaminerjik bir girdiyle çalışıyor.
Dolayısıyla siz çikolata yediğinizde de ya da çok keyif aldığınız bir şeyi yaptığınızda da orası uyarılıyor. Eğer yaptığınız iş, örneğin AI ile sohbet etmekse ve bundan da çok keyif alıyorsanız, evet, dopaminerjik alan uyarılıyordur. Bunda bir şüphe yok. Ama bu, “eşittir bağımlılık” anlamına gelir mi? Hiç emin değilim.

İsmail Başöz: O zaman benim de bu radyo programına bağımlı olmam lazım!

Timuçin Oral: Mesela... Haz aldığınız herhangi bir şey. Dolayısıyla “şu sistem uyarılıyor, demek ki altında bu var” gibi bir yaklaşımla hemen bir sonuca varmak, fazla indirgemeci bir yaklaşım maalesef. Oysa, çok genel anlamda “AI meselesine” indirgemeci bir şekilde yaklaşmak da mümkün değil.

Siz geçmişte Geoffrey Hinton’dan da bahsetmiştiniz. Onun bir konuşmasında, yanılmıyorsam şöyle diyordu: “Bu AI meselesinde korkutucu olan şey şu ki, bugüne kadar insan, kendisinden daha zeki bir varlıkla haşır neşir olmak zorunda kalmadı. İlk kez bu oluyor. İlk kez insandan daha zeki olup olmadığını tartıştığımız bir varlıkla karşı karşıyayız. Ve bu tartışmanın sonuçlarını yaşıyoruz.”

Bu da korkutucu olabiliyor. Ya da bu durum, meseleler üzerine farklı türden yorumlar yapmamıza neden olabiliyor.

Yani şunu söyleyeceğim: Belki de ilk kez, indirgemeden insan zihnini modelleyecek bir araca sahip oluyor olabiliriz. Bu anlamda... Bilmiyorum.

Ama öte yandan bunun artıları, eksileri ve pek çok sorunu var.

Ne demek istediğimi şöyle anlatayım: Siz de hekimsiniz. Bir hekimin en büyük hayallerinden biri, yaptığı çalışmada ya da araştırmada, bizim podcast'te olduğu gibi, “dikensiz bir gül bahçesi” bulmaktır.

Peki bu nasıl mümkün olur? Aynı insanların iki tane olmasıyla... Yani, aynı insanın iki kopyası olacak, ikisi de aynı hastalığa sahip olacak. Birine şu tedaviyi vereceksiniz, diğerine başka bir yaklaşım uygulayacaksınız, sonra da aradaki farkı karşılaştıracaksınız.
Ancak bu şekilde, sağlıklı bir karşılaştırmadan doğru ve anlamlı bir sonuç elde edebilirsiniz.

Dolayısıyla bunun yolu da “aynı insanı iki kez kullanabilmekten” geçer. Yani aynı insandan iki tane yapabilirsem, ne güzel olur! O zaman bütün sorularımızın cevabını bulabiliriz: “Aşı mı koruyor COVID’den, yoksa kişi kendi bağışıklığıyla mı atlatıyor?” İnsanı anlama şansımız olur. Çok güzel. Ama yapabilir miyiz? Hayır, yapamayız. Çünkü orada etik meseleler devreye giriyor. Ve biz, bunu yaparsak neler olabileceğinden korkuyoruz.

İ. B.: Öyle bir şeyin bile olma ihtimalinin zayıf olduğunu düşünüyorum. Laboratuvarda -işte, benim kızım- doku üretiyorlar. Ancak bir parçanın, bir dokusunu belki aynı yapabilirsiniz. Yani diri hâlini değil... O kadar.

T. O.: Ama gün gelir de bunu yapabilirsek, yapılmasıyla ilgili ciddi çatışmalar ve tartışmalar olacak. Bu kaçınılmaz. Çok doğal. Dolayısıyla, evet... AI’yi belki insanı anlamak için ya da insan zihnini modellemek için kullanabiliriz, ilk kez indirgemeden. Çünkü bilgisayarlar nihayetinde bizim yaptığımız araçlar. Ve yalnızca bizim verdiğimiz verilerle çalışıyorlar. Ama eğer bizim verdiğimiz verilerin ötesinde veri üretebilecek bir şeyden söz ediyorsak, o zaman biz “bize eşit bir şeyden” bahsediyor hale geleceğiz demektir. Ve bu da çok başka bir tartışma alanı.

Haluk Levent: İlginç bir noktaya geldik benim açımdan. Şimdi biraz önce, “aynı insandan iki tane yapmak”tan bahsettiniz.
Bu, biz sosyal bilimcilerin asla başaramayacağını bildiğimiz bir şey. Ama doğa bilimleri çalışanlarla bizi temelde ayıran farklardan biri de bu belki. Çünkü laboratuvar ortamında dışsal faktörleri daha iyi kontrol etme şansı olduğu için onların deneysel yaklaşımlarında bazı avantajlar var. Ama tabii onlar da içsellik gibi, varyans gibi, istatistiksel analizlerde pek çok problemle karşı karşıya kalıyorlar.

Biz ise insanı tarif ederken onu toplumsal bir ilişki nesnesi ya da öznesi olarak tanımlarız. Dolayısıyla biyolojik olarak bunu başarsak bile -yani aynı insanın bir taklidini yapabilsek bile- bu, toplumdan tamamen koparılmış bir insan olur. Deneyimlerini toplumdan tamamen izole edinmiş bir varlık olarak bir “insan imitasyonu” gerçekleştirmek bize çok fazla bir şey katacakmış gibi gelmiyor.

Bu, birinci söylemek istediğim nokta.

İkinci olarak da... Bu konudaki görüşlerinizi almak istiyorum. Ama bunu alırken, şöyle bir farklılığın da altını çizmek istiyorum:
Şimdi yapay zekâ, biyolojik zekâyı taklit ediyor. Onun yerine geçme imkânı yok, çok şükür, şimdilik. Jeffrey Hinton’ın görüşünden yola çıkacak olursak: Eğer bu mümkün olursa, zaten farklı bir yaşam formuyla karşı karşıya kalmış olacağız.

T. O.: Bu da çok doğru.

H. L.: Çünkü Jeffrey Hinton'ın korkusu bu zaten. Biz nasıl öğreneceğini öğretiyoruz ama biz de aslına bakarsanız işte bu nörolojiyle şununla bununla falan da dikkate alacak olursak, nöroloji bilimlerinin geldiği seviyeye dikkate alacak olursak biz de aslında tam olarak nasıl öğrendiğimizi bilmiyoruz. Nasıl öğrendiğimizi bilmediğimiz ve tamamen gri bir alandayken bu anlamda Şimdi bir de bu bilmediğimiz alanda ne yaptığını tam olarak takip etme imkanımızın olmadığı, bir yapay zeka yaratmış oluyoruz diyor. Ürküten bu aslında. Yani buradan bizim denetimimiz dışında bir noktalara gelebilir diye korkuyor. Şimdi böyle baktığımızda aslında belki de bugünün konusunu tartışırken de faydası olacak. Yani gerçekten bir yapay zeka ile bir psikiyatrik seans tırnak içinde söylüyorum. Yapmak bu anlamda gerçekten bir seans mı değil mi tartışması da açık.

T. O: Çok güzel. Bu da üçüncü şey oldu. Evet yani bunların üçüncü...

H. L.: Çünkü öyle bitirdiniz zaten.

T. O.: Evet, evet. İlk söylediğiniz yani... İnsan sosyal bir varlıktır. Çok doğru. Ve ancak etkileşimle o hale gelir. Bu da çok doğru.
Dolayısıyla kesitsel olarak onu incelediğinizde bu, bir şey ifade etmeyebilir. Çünkü, hani neredeyse parmak izlerine kadar aynı olan, eş yumurta ikizlerinin bile aynı insan olduklarını söyleyemiyoruz.

Ben bunu üniversitede ders verirken şöyle anlatırım:

Eş yumurta ikizi bir erkek çifti, eş yumurta ikizi bir kadın çiftiyle evlendirin. Bunların çocuklarının birbirlerine göre durumu nedir?Amcaoğlu mu, teyzeoğlu mu, kuzen mi, kardeş mi? Aslına bakarsanız, genetik olarak anne babası aynı olan canlılara “kardeş” deniyor. Dolayısıyla, bu çocuklar birbirlerine kardeş sayılır. Ama onların kardeş olduğuna inanmamıza sebep olan şey, anne babalarının aynı kişi olduğunu iddia etmemiz olabilir mi? Hayır, olamaz. Yani insan, var olduğu andan itibaren ve etkileşime girdiği anda değişmeye başlar. O yüzden bu mesele -yani aynı insanı şimdiki haliyle “hop” diye klonlayıp karşılaştırmak- bir fantezidir. Çok ileri düzey bir fantezi. Ancak böyle bir şey olursa mümkün olurdu.

İkinci mesele: Bilinmeyenden korkuyoruz. Geoffrey Hinton da bunu kastediyor. Ama ben burada şunu anlatmak istiyorum:
Aslında biz AI’yi kullanarak kendi zihin modelimizi, öğrenme biçimimizi, belleğimizi vs. anlayacak bir model yaratabilir miyiz?
Yani bizim bildiklerimizi onun da bildikleriyle, hatta bütün insanların bildikleriyle, harmanlayıp bir model oluşturabilir miyiz? Eğer bunu yapabilirsek, indirgemeden bize eş bir yapı üretmiş oluruz. Bu, aslında iyi bir şey olur. Ama tıpkı insan klonlamak gibi, bunun da çok ciddi etik problemleri olur. Bir kere, bunu kontrol edebilir miyiz?

Geoffrey Hinton’ın kastettiği şey de bu. Çok da haklı. O sistemin bir gün “başka bir insan gibi davranmayacağını” nereden bileceğiz? Ya da bizim klonladığımız bir insanın kontrolden çıkıp kendine benzer yüzlerce klon yaratmayacağını? Fantezilerimiz böyle yerlere kadar uzanabilir.

Üçüncüsü: Eğer yapay zekâ bu kadar gelişmiş olsaydı, psikiyatrik tedavi de yapabiliyor olurdu. "Niye olmasın?" sorusu çok yerinde bir soru.

Şu anda yapay zekâ destekli bazı çalışmalar yapılıyor.
Özellikle de bilişsel davranışçı terapi dediğimiz, görece daha matematiksel ilerleyen, psikanalitik psikoterapiye göre daha yapısal yöntemlerle. Tıpkı telepsikiyatride olduğu gibi, yani uzaktan yürütülen psikiyatrik tedavilerde olduğu gibi... AI, ulaşılması zor kişilere, daha kırılgan bireylere ya da damgalanma korkusu yaşayanlara ulaşabilir mi?

Bu konuda çalışmalar var. Bundan 3-4 yıl önce, yanlış hatırlamıyorsam Frontiers in Psychiatry dergisinde bir makale yayımlanmıştı.
Post-travmatik stres bozukluğu tanısı almış savaş gazilerine bir sanal terapistle yaklaşım uygulanmış. Gaziler, o sistemle bağlantı kurmuşlar. Onu “akranları” gibi hissettiklerini, yargılayıcı olmaması nedeniyle bazı şeyleri daha rahat paylaştıklarını söylemişler.

Fakat sizin en başta söylediğiniz şey çok önemli: İnsan sosyal bir varlık ve iyileştirici olan esas unsur, ilişkidir. Örneğin Yalom da der ya: “İyileştiren ilişkidir.” Dolayısıyla burada bir “empati” meselesi gerekiyor.

Ama empati biraz yanlış anlaşılan bir kavram. Empati, sizin ne hissettiğinizi anlamam değil yalnızca. Yani aklınızdan geçenleri okuma meselesi değil. Empati şudur: Siz bir şey hissedersiniz, bunu bana aktarırsınız, gösterirsiniz. Ben de bu hissi anlarım ve anladığımı gösteren bir söz, bir yüz ifadesi ya da bir beden diliyle karşılık veririm. Siz, benim sizi anladığımı hissedersiniz. Ben de sizin o hissettiğinizi fark ettiğimi, sizde görürüm. Bu, karşılıklı ve çok katmanlı bir süreçtir.

Dramakaya’da görmüştüm: Bir kişi yapay zekâya yakınarak, “şöyle oldu, böyle oldu” diye anlatıyor. AI da cevap veriyor: “Çok sıkıntılı hissettiğini anlıyorum George.” Kişi, “Ah yaşasın! Beni anladı,” diyor. Ama bu anlamak değil. Bu, empati değil. Bu, empati taklidi. Yapay zekâ şu an o noktada yalnızca “empati yapıyormuş gibi” davranabiliyor.

Dolayısıyla, asıl iyileştirici olan şeyin bu ilişki ve empati olduğunu düşünürsek, sohbet botlarıyla ya da ChatGPT ile böyle bir şeyin mümkün olması şimdilik çok olası görünmüyor.

Ama şunu da söylemem lazım: Geçenlerde bir psikiyatrist arkadaşım şunu söyledi. Bir hasta dosyasını toparlaması gerekiyormuş. Dosyayı yüklemiş ve ChatGPT’ye “bunu özetle” demiş. ChatGPT öyle güzel bir vaka raporu yazmış ki, “Ben onun kadar iyi yazamadım,” diyor. Doğru. Ama bu, teknik bir mesele. Yani siz sesli olarak bir şeyi okursunuz, o da onu yazıya geçirir. Bu tür veri aktarma, özetleme, organize etme gibi işler yapay zekânın güçlü olduğu alanlar.

Ama daha ileri işlevler, örneğin otantik bir diyalog mümkün değil. Otantik dinleme dediğimiz şey mesela: Siz bir şey anlatırsınız, ben sizi öyle bir biçimde dinlerim ki, sadece dinlenmiş olmanız bile kendinizi anlaşılmış hissetmenizi sağlar. Ve bu da kendinizi daha iyi hissettirir.

Bu sadece psikiyatride değil, sizin alanınızda da geçerli. Spor hekimliği yaparken biri bir yakınmasını anlattığında, siz onu sadece dinliyor ve anlamaya çalışıyor gibi görünseniz bile bu, yarı yarıya iyileştirici bir etkide bulunur. Güç verir. Ama bir de ne yaptığını anlaması gerekiyor sistemin. Şimdilik bunu da yapamıyor. Ve bir insan yakınlığı da, şimdilik, hissettiremiyor. Bunlar en azından şimdilik mümkün değil.

İ. B: Bir şey söyleyeceğim. Empatiden bahsederken, biz daha önceki programlarımızın birinde de konuşmuştuk. Bilişsel empati, diğerini tam adlandıramıyorum ama duygusal mı demek lazım, uygusal mı demek lazım. Bilişsel empatiyi yerine getirmesi çirkinlik kolay. Hatta bir doktora demiş ki, hastanla empati kurmadın demiş.

T. O: Daha doğrusu empati meselesinin olup olmadığını anlayabilir.

İ. B: İşte yani nereden çıkardın bunu demiş. Çünkü sen hastaneden 4 dakika 45 saniye geçirdin demiş. Burada bir kriter var. Orayı tikleyememiş.

T. O: Çünkü algoritmasında öyle yazmıyor.

İ. B.: Evet, işte... Yani bilişsel kısmını yerine getirebilir. Ne bileyim, ben yolda yürürken ayağım burkuldu ya da elim kırıldı dediğimde, “Ah, çok acımıştır,” diyebilir. Çünkü ağrı = acı bilgisi bilişsel olarak mevcut.

Fakat bir yakınımız gerçekten düşüp ayağını burktuğunda ve şiddetli bir ağrı hissettiğini düşündüğümüzde, bizim bedenimizde de bir reaksiyon oluşuyor mesela.

T. O.: Tabii ki... Bu maymunlarda da, diğer primatlarda da var. Ağrı duyduğunuzda aynı beyin merkezi uyarılıyor — hem onlarda, hem bizde. Dolayısıyla bu tür şeyleri daha iyi anlıyoruz.

Ya da esnemenin bulaşıcılığı mesela… Esneme davranışı, çocuklarda ve maymunlarda da gözlemlenir. Dil çıkarma da öyle.
Siz yeni doğmuş bir bebeğin karşısına geçip birkaç kez dilinizi çıkarın ya da esneyin; onun da aynı şeyi yaptığını göreceksiniz. Bu, tam olarak empati değil; daha çok “aynalama” (mirroring) dediğimiz şey.

Ama şöyle de diyebilirim: İlk söylediğinizden yola çıkarsak, empati dört dakikada da olur; dört dakika kırk beş saniyede de.
Ancak bir kişinin empatik olup olmadığını dışarıdan bakarak GPT anlayamaz — bunu ancak karşınızdaki kişi anlayabilir.

Şöyle bir örnek veririm genelde: Yolda karşıdan karşıya geçen bir çocuk düşer, tıkılır, ağlamaya başlar. Bizim toplumumuzda bu duruma verilen tepkiler farklıdır. Anne eğer kızıyorsa, çocuğu hırsla yerden kaldırır ve bazen kötü de davranır: “Ben sana koşma demedim mi?” der.

Ya da anne çok yakın hissediyorsa, çocuğu kucağına alır, bağrına basar, sıkıca sarılır: “Ah canım, çok acıdı mı?” der.

Şimdi bu iki davranış da otomatik olarak empatik davranışlar değildir. Nereden biliyoruz? Çünkü burada sadece annenin davranışını görüyoruz. Karşılığında çocuğun ne hissettiğini, sadece varsayıyoruz.

Halbuki başka bir anne... Hadi idealize edelim, diyelim ki “Batılı bir anne” düşen çocuğun yanına gelir. Bir kere çocuğun hizasına çömelir. Diz çöker. Çocuğun yüzüne bakar. Ve çocuğun yüzündeki acıyı gördüğünü hissettiren bir yüz ifadesi vardır yüzünde. Çocuk, bu ifadeyi görünce kendiliğinden annesine sarılır.

İ. B.: Yani bu çok ilginç, çok önemli.

T. O.: Hepsi bu. ChatGPT’nin, asla değil ama şimdilik yapamayacağı şey işte bu. Çünkü şu anda sadece veri işliyor.

Ama bir gün... Veri işlemesi bu düzeye gelirse ve bu konuda gelişirse belki bunu da yapabilir hale gelir. Onu siz söyleyin. Eğer mümkün olursa, bir gün bunu da yapabilecektir.

İ. B.: Evet, Kavanozdaki Yıldız’da bu hafta değerli konuğumuz Prof. Dr. Timuçin Oral ile gerçekleştirdiğimiz uzun söyleşinin ilk bölümünü sizlerle paylaştık.

ChatGPT ya da yapay zekâ sohbet botlarıyla bir tür “bağımlılık” olarak tanımlanan ilişkiler kuran, onlarla uzun süre vakit geçiren ve karşısındakini bir makineden çok canlı bir kişilik olarak algılayan insanların varlığını son zamanlarda öğrenmiştik.

Biz de bu konunun farklı boyutları üzerine bir sohbet başlattık.

Haluk ve ben, İsmail, program kaydındaydık. Bu programın sizlere ulaşmasını sağlayan tüm Apaçık Radyo çalışanı dostlarımıza ve program destekçimize çok teşekkür ediyoruz.

Önümüzdeki haftalarda tekrar görüşmek üzere. Hoşça kalın.