Nereye Doğru'da Cengiz Aktar, Suriye’de boşaltılan Sednaya Hapishanesi'ne ve devam ettirilen savaşa, Avrupa’da Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi hazırlıklarına ve uzun yıllardır Orta Doğu'da devam eden savaş yorgunluğuna değiniyor.
Nereye Doğru’ya herhalde bir müddet Suriye'yi konuşacağız diyerek başlayan Cengiz Aktar, “İster istemez biraz rakama boğacağız ama 11 Aralık itibariyle altını çizdiklerim şunlar: Görülmemiş bir insanlık dramı olan Sednaya Hapishanesi boşaltılıyor. İran'da da 1979'dan sonra benzer bir şey olmuştu. Orada da Evin Hapishanesi vardı ama belki insanlar içeride bu kadar uzun müddet kalmıyordu, bilmiyoruz. Fakat bu Sednaya Hapishanesi’nde 50 sene gibi uzun süreler orada olan, unutulmuş mahpuslar var. 150 bin mahpus - herhalde üst üste - orada yaşamaya çalışıyordu. Bu bir kabus, bunun üzerine daha çok konuşacağız. Diğer önemli husus; savaşı devam ettiren iki ülke var, savaş sadece Suriyeli Hizipler arasında cereyan etmiyor. Buna Şam hükümetinin ordusunu da dahil ediyoruz tabii. Devam ettiren iki ülke var; Bir tanesi İsrail. Dün akşam itibariyle Suriye topraklarına 310 saldırı yaptı. Golan tepelerini aşıp Suriye toprağına girdi. 1974'teki ateşkes çizgisini geçti ve aynı Türkiye'nin de kuzeyde yapmaya çalıştığı gibi kendine orada güvenlik bölgesi yaratmaya çalışıyor. Aynı zamanda da Suriye ordusunun - Şam ordusu diyelim çünkü orada artık ordu çok - bütün teçhizatını, uçaklarını, toplarını yok ediyor. Aslında Suriye'yi ağır silahlardan yoksul ve kendine zarar vermeyecek bir ülke haline getiriyor. Açık açık bunu söylüyor. Bir de Golan'ı ilelebet ilhak ettiğini söylüyor. ‘Peki bu nasıl oluyor?’ diye sorulduğunda, ‘1974'te bu imzalanmıştı. Onu imzalayan hükümet artık yok. Dolayısıyla artık geçersiz. Ben istediğimi alırım’ diyor. ‘Anlaşmaların altına atılan imzalar hükümetlerin imzalarıdır, devletlerin imzaları değildir’ demeye getiriyor. Bu tam bir Orta Çağ felsefesidir. ‘Pacta sunt servanda’ diye bir şey var, kim imzalarsa imzalasın, o devletin imzası demektir. Kısaca İsrail, yeniden kendine göre uluslararası hukuk yazıyor. Vekilleriyle veya doğrudan doğruya savaşa devam eden diğer ülke ise Türkiye. Türkiye, kuzeyde çok faal. Münbiç düştü mü düşmedi mi daha belli değil ama herhalde günleri sayılıdır. Aynı şekilde Kobani’ye bir harekat var. Kobani’de Suriye Ulusal Ordusu tabir edilen, Türkiye'nin güdümünde olan bir güç var. Ayrıca orada bunların dışında irili ufaklı dünya kadar silahlı güç var. Ciddi bir kaynakta şöyle bir rakama rastladım: Suriye'de ve ağırlıklı olarak da Kuzey Suriye'de toplam 100'den fazla ülkeden cihatçı var. Olabilecek en tarafsız haberi veren Suriye Gözlem Evi’nin önemini vurgulamak lazım. Onun verdiği bir habere göre, Nusayrilerin - Suriye Alevilerinin - kalesi olan Latakia'ya silahlı güruhlardan bir tanesi olan Uygurlar girmiş. Uygurlar, Çin'e karşı mücadele eden cihatçılar. Denizden bir yere gitmek üzere mi girdiler yoksa orayı zapt etmek üzere mi girdiler, bilmiyoruz. Bu pilav daha çok su kaldırır çünkü bir merkezi hükümet yok, muhtemelen de kısa vadede hiçbir zaman olmayacak. İrili ufaklı iç savaş var, bir de özellikle Deyrizor civarında – çölde - IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) hücreleri canlandı. Suriyeliler genellikle artık savaşmıyor ama Kuzey'de Türkiye'nin güdümündeki heyetler, gruplar Suriyeli Kürtlerle - Suriye Demokratik Güçleri - çarpışmaya devam ediyor. 50 farklı adı olan bu heyetler, bu gruplar ve çeteler müstakbel Suriye'nin müptezel baş ağrısı olacak gibi gözüküyor. Suriye'de yüze yakın ülkeden toplam 40 bin yabancı muharip varmış. Muazzam bir rakam. Bunlar üstelik silahlı. Bunlar nasıl silah bırakacak? Kime teslim edecekler? Bunların hiçbiri belli değil,” dedi.
Programına Suriye’deki gelişmelerle devam eden Cengiz Aktar, “Her devrim döneminde olduğu gibi bir dolu şey oluyor, bir de dünya kadar da bilgi kirliliği var. Kim ne diyor belli değil. Sosyal medya tepe tepe kullanılıyor ve herkes bir şey söylüyor. Dolayısıyla hakikaten ne olduğunu anlamak çok zor. Sabah itibariyle bir gerçek var ise kuzeyde savaş sonuna kadar sürüyor. Münbiç'te, Rojava'da, bir de Kamışlı'da bir saldırı olduğu söylenmişti. Fırat'ın tamamen doğusunda kalan Kamışlı, yanılmıyorsam Rojava yönetiminin merkezi. Oraya bir İsrail hava saldırısı olduğu söylenmişti ama değilmiş, Türkiye kaynaklı bir saldırıymış. Daha önce de dediğim gibi, bu pilav daha çok su kaldırır çünkü Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm’ın bir zafer sarhoşluğu da var,” diye belirttikten sonra Ömer Madra, “Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi, üç gün süren çatışmalarda Münbiç ve çevresinde en az 218 kişinin öldüğünü belirtmiş. Bu da bu siteden yapılan yeni bir güncelleme haberiydi,” eklemesini yaptı. “Tabii oralardan başka haberler de var. Suriye Demokratik Güçleri’ne dahil Rojava tarafında esir alınan muhariplerin kötü muameleye uğradığı söyleniyor ama belli değil tabii. Bir de IŞİD'in çölde gene kelle almaya başladığı haberleri de geliyor. Dediğim gibi, o kadar muazzam bir bilgi kirliliği var ki neye inanmak gerekli? Doğruyla yanlışın arasını bulmak çok zor,” diyen Aktar, Avrupa’da konuşulan Suriyeli mültecilerin geri dönmesi gündemi üzerine ise şöyle konuştu, “Avrupa'da pek çok ülkede, daha birinci günden itibaren ‘mülteciler geri dönsün’ sesleri başladı. Pek çok ülke, Suriyeli iltica talebinde bulunan insanların - asylum seeker - taleplerini ve başvurularını dondurdu. İsviçre bunlardan bir tanesi ve galiba Almanya da durdurdu. Bu böyle barut gibi her tarafa yayılır.” Özdeş Özbay ise, “Zaten Belçika, Norveç gibi birçok ülke daha aynı kararı aldı. Yeni başvuruların durdurulduğunu açıkladılar,” derken, Madra da, “Belçika, Fransa, Yunanistan, Almanya ve İngiltere. Bunları saymak mümkün. En ilginç olan şeyden bir tanesi de Avusturya'nın geri göndereceği. Hatta başlamış deniyor,” diye ekledi.
Cengiz Aktar, “Yalnız sadece yeni başvurular değil, beklemede – pipeline - olan başvuruları da dikkate almazlar. Dolayısıyla İsviçre'den başladı zaten bu iş ki bu anlamsız da değil çünkü bir ülke kabul eder, öbürü etmez ise insanlar kalkar kabul eden ülkeye gider,” diye belirttiğinde Özdeş Özbay, “Tam da bununla ilgili İspanya'dan bir açıklama var; oradaki sol koalisyon hükümeti, Suriye vatandaşlarının iltica başvurularını askıya almayacaklarını duyurdular. İspanya'daki sol hükümet, göçmenlerden yana bir dizi uygulamaya geçti, hatta belgesiz 90 bin mülteciye belge ve vize vereceklerini açıkladılar. Son dönemde herkes, merkez ve sol partiler dahi göçmen karşıtlığı yaparken, İspanya'da göçmenler meselesinde ırkçılığa geçit vermeyen böyle uygulamalar var,” diye ekledi. Aktar, “Doğru ama o işin bir de iktisadi boyutu var. İspanya'da bu ikinci defa oluyor Bir ay önce hükümet kimliksiz, illegal durumda olan göçmenleri regülarize etmek ve o ülkede yaşamalarını sağlamak üzere regularizasyon politikasını açıkladı. Daha önce 1990'larda da yapmışlardı. Avrupa'nın her tarafında göçmen karşıtlığı, mülteci karşıtlığı, Arap karşıtlığı, Müslüman karşıtlığı almış başını gitmişken, İspanya'nın böyle bir harekette bulunması çok cesurca ama dediğim gibi, bu sadece bir hayır işi değil; bunun içinde iktisadi bir taraf var. İspanya'nın çok ciddi iş gücüne ihtiyacı var ki aslında bütün ülkelerin var. Mesela Hollanda tipiktir, çok ciddi bir iş gücü açığı var ama orada ortalığı karıştıran Donald Trump benzeri Geert Wilders var. Onun varlığından ötürü, Hollanda'da hükümetin eli kolu bağlanmış vaziyette ama son derece yabancı iş gücüne ihtiyaçları var. Özet olarak durum bu ama geri yollama öyle düğmeye basılarak yapılabilecek bir şey değil, çok zaman alacak. Almanya’da Hristiyan Demokrat Birlik Partisi, adam başına 1000 Euro gibi bir rakam telaffuz etti. Bakalım,” dedikten sonra Suriye ve Orta Doğu gündemiyle programına devam etti.
“Bölgede genelde bir savaş yorgunluğu var çünkü bu Şam ordusunun sadece çok az yevmiye almasıyla açıklanabilecek bir şey değil; 1979'da İran devrimi - Şah'ın devrilmesi - döneminden bu yana, bölgedeki büyük katliamların ve savaşların çetelesine bir baktım - tüyler ürpertici. İran devrimiyle başlıyoruz, o devrim esnasında 60 bin kişi ölmüş. 1979 - 1982'de Suriye'de İslamcı ayaklanmada Hama, Humus’ta bir iki gün içerisinde 40 bin kişi öldürülmüş. Baas rejimiyle Beşar'ın babası Hafız Esad dönemiydi,” diyen Cengiz Aktar’a Özdeş Özbay, “En son Sedyana Hapishanesi’nden kurtarılanlardan bir tanesi, bu katliamda, katliam yapmayı reddeden savaş pilotlarından bir tanesiydi. 40 yıl sonra çıktı hapishaneden,” eklemesini yaptı. Cengiz Aktar, “O zaman Hafız Esad, iki şehri bombaladı, dümdüz etti. 1980 ile 1988 arasında İran - Irak savaşı var ve 1 milyon 250 bin ölü. Bu hep unutulur, hiç konuşulmaz, muazzam bir rakam. Ardından 1990 - 1991 Körfez Savaşı, 60 bin ölü. Ardından Irak'taki ayaklanmalar, Halepçe, 100 bin ölü. 2011'e kadar süren ikinci Irak Savaşı, 650 bin ölü. Burada kim sivil kim asker artık onu ayırt etmek mümkün değil. 2011'de başlayan Suriye iç savaşı ki bittiği söylenemez ve burada da yaklaşık 700 bin ölü. 2013 - 2017 arasında IŞİD ayaklanmasında da karşılıklı yaklaşık 200 bin ölü ve tabii süre gelen Filistin soykırımı. Bunları alt alta koyduğumda, toplam en az 3 milyon ölü sayıyorum, artı tabii yaralılar, artı evinden barkından olanlar var yani bütün bu Orta Doğu bölgesi - buna belki Türkiye'nin belli yerlerini de dahil etmek lazım - savaş yorgunu, hakikaten bir ölme ve öldürme yorgunu. Bakalım daha ne kadar devam edecek?” dediğinde Ömer Madra, “Sadece Orta Doğu'yla mı ilgili bu rakamlar? Sudan’ı içermiyor değil mi?” diye sorduğunda Aktar, “Bu sadece Orta Doğu. Tabii oralar da var,” diye cevaplayarak gündemine şöyle devam etti. “3 milyon! Kabus! Tabii hayatta kalanların ne halde olduğunu saymıyorum. Belki yeri gelmişken, Filistin'in önde gelen ailelerinden, Columbia Üniversitesi eski öğretim üyesi, uzman bir ilmi siyasetçi olan Rashid Khalidi'nin kısa bir Tik-Tok klibinden bahsetmek lazım, bir dakikada meseleyi anlatıyor. İsrail'in bu savaş ve güç müptelası politikasından vazgeçmesi gerektiğini söylüyor,” dedikten sonra Rashid Khalidi’nin şu sözlerini ekledi, “’Çünkü bu, 1948'den beri yürümüyor zaten. Bir halkın başka bir halk üzerinde tam tahakküm kurarak yaşaması mümkün değil, hele onu yönetmesi hiç mümkün değil ve er veya geç İsrail politikasını değiştirmek zorunda, hatta politika bile değil; paradigma değişikliğine gitmek zorunda. Bütün dünyada, Global South denilen küresel güneyde ve ayrıca kuzeyde de kamuoyları Filistin'de olup bitenlere uzak değil, bu konuda ciddi bir hassasiyet var ve bu giderek çığ gibi de büyüyor. Unutmayın, ABD’de Vietnam Savaşı ile ilgili hassasiyetin ortaya çıkması en aşağı 10-15 seneyi aldı. Dolayısıyla bu hemen olabilecek bir şey değil ama sonu yok’.”
Ömer Madra, “Çok esaslı bilgiye dayanarak ‘bunun sonu yok’ diyor yani ‘dekolonizasyon muhakkak eninde sonunda olur, er veya geç olacak’ diyor ve İsrail'in hep yaptığı daima kuvvet kullanmak, hiç ardı arkası kesilmeden güç kullanmak, kuvvet kullanmak çalışmadıysa daha fazla kuvvet kullanmak,” açıklamasını yaparken, Cengiz Aktar, “Aynen öyle, o çok önemli bir nokta. İsrail'in politikası, ‘güç, madem yetmiyor daha fazla güç’ diyor Khalidi,” diye belirtti. Madra, “Yani ‘her türlü öldürmeyi üst üste yapabilirsin, onlarca yıldır yaptılar bunu ama sonunda bu mümkün olmayacak’ diye anlatıyor. İlginç bir tarihçi zaten,” yorumunu yaparken, Aktar da, “Hatırlatayım, istifa etti, üniversiteden çıktı, gitti, Columbia'da baskılara dayanamadı çünkü konuşturmuyorlardı. Columbia Üniversitesi'nde çok önemli bir hocaydı,” dedikten sonra, son olarak ABD Orta Doğu danışmanıyla ilgili gündemine geçti.
Cengiz Aktar, “Trump'ın yeni Orta Doğu danışmanı tayin edildi, birebir sarayda başkanla çalışacak; Massad Boulos. Kendisi Lübnanlı bir Hristiyan, tabii ki iş adamı ve servetini Nijerya'da araba satarak yapmış. ‘Vizyonumuz Orta Doğu'da kalıcı barışın sağlanmasıdır. Gazze ile ilgili ilk iş, rehineleri derhal serbest bırakmak ve bu takası gerçekleştirmek’ diyor ve ekliyor, ‘Çünkü artık orada savaş yapacak bir şey kalmadı, fiilen sona erdi’. Halbuki İsrail günde yine en aşağı ortalama 50 Filistinli sivili öldürüyor,” diyerek bu haftalık gündemini tamamladı.