Ahmet İnsel'in gündeminde Fransa'daki polis şiddetine tepki olarak başlayan ve kontrolden çıkan protesto gösterileri vardı.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Ufuk Turu’na Fransa'yla başlayalım. Görülmemiş gösteriler oldu.
Ahmet İnsel: Görülmemiş demek doğru olmaz. Benzer şiddet, isyan veyahut gösteriler 1982’den beri sık sık tekrarlanan şeyler. 24 Haziran'da başlayan, polise karşı şiddet, yağma ve protesto gösterileri dün itibarıyla hemen hemen durmuş durumda. Dolayısıyla 5-6 günü geçmedi. Arada tabii benzerlikler var. Özellikle polis şiddeti… Polisin yasa dışı veya haksız olduğu düşünülen bir eylemine (ve bu eylem tabii bir gencin hayatına mal oldu 24 Haziran'da) karşı çıktı olaylar. 2005’te de polisin takibinden kaçan iki gencin trafo binasına girip elektrik çarpmasıyla ölmesine tepki ile başlamıştı. Dolayısıyla küçük yerleşim yerlerinde, küçük kasabalarda gösteriler, şiddet ve yağma olayları oldu. Sadece büyük şehirlerin çeperindeki yoksul banliyölerde değil bu defa.
Burada 2005 veyahut daha öncesine nazaran birkaç tane değişiklik var. Her seferinde aslında farklı biçimde gelişiyorlar elbette. Birincisi katılım. Bu şiddet yağma olaylarına katılımın ortalama yaşının düşük olması dikkat çekiyor. Ortalama yaşın tahminen 17 civarında olduğu söyleniyor. Demek ki bu katılanların bu olaylara katılanların arasında elbette 20 yaşın üstünde epey insan var. Fakat yaşları 12 yaşına kadar inebilen çocuklar da eylemlere, yağmalara katılıyorlar özellikle. Bu çok önemli bir gelişme.
Özdeş Özbay: Bu bana da oldukça ilginç geliyor. Çünkü daha geçtiğimiz yıl İran'daki eylemlerde bu yaş grubunun çok aktif önde durduğunu, çok sayıda gencin gözaltına alındığını gördük. Hatta sonra okullara, liselere yönelik saldırılar oluyordu. İklim aktivizminde de (Fridays for Future mesela) yine bu yaş grubunun okullarda grev örgütlediğini gördük. Genç kuşakta belki de bu geleceksizlik kaygısı oldukça hakim küresel ölçekte.
A.İ.: Ama ben de bir küçük parantez açayım, bu genç kuşağın bu eylemliğe katılan genç kuşağın yüzde 98’i erkek Fransa’da. Bu tabii genç erkek veya erkek çocuk frustrasyonunu da gündeme getiriyor. Bunu da özellikle vurgulamak lazım. Çünkü bu yoksul veyahut çeperde kalmış mahallelerdeki okullarda başarı oranı erkeklerde çok düşük kızlara nazaran. Dolayısıyla bu mahallelerdeki erkek çocuklar aynı zamanda okulda da kendilerini başarısız ve dışlanmış hissediyorlar kızlara nazaran. Dolayısıyla biliyorsunuz okul her ne kadar eskisi gibi etkili biçimde bir entegrasyon, topluma entegrasyon kurumu olarak çalışamıyor olsa da gene de okul vasıtasıyla topluma entegre olma, kendine bir hayat kurabilme, bir meslek bulma, bir gelecek vaadini hayata geçirebilme imkanı olmaya devam ediyor. Eskisinden daha az olmakla beraber. Ama burada kızlar çok daha başarılı. Ve bu kızların başarısı erkek çocuklarda da ayrı bir frustrasyon yaratıyor ve orada da kendilerini şiddetle ispat etme ihtiyacı daha fazla öne çıkıyor gördüğüm kadarıyla. Bazı sosyologların yerinde tespitlerini aktarıyorum. Kendi gözlemlerim tabii değil bunlar, doğrudan gözlemlerim değil.
Ö.M.:T24'te Candan Yıldız'a da yorumladığın gibi eylemler sadece polis şiddetini protesto etmek amaçlı değil, yoksulluğa da isyan niteliği taşıdı.
A.İ.: Yoksunluk ve yoksulluğa da. Yani yoksulluğu da şöyle tanımlamanız lazım. Bu tüketim toplumunun o büyük marka üzerinden, tüketim üzerinden oluşan statü belirlemesini karşı doğan frustrasyonun da ifadesi. Yani marka ürünlerin olduğu mağazalar yağmalanıyor esas
itibariyle. Elektronik cihazların özellikle cep telefonu, bilgisayardan ziyade cep telefonlarının olduğu mağazalar, marka spor ayakkabılarının olduğu mağazalar yağmalanıyor esas itibariyle.
Tabii ki bu arada gıda mağazaları da yağmalanıyor. Tekel sigara özellikle ve içki satan mağazaların yağmalandığını pek fazla görmedim. Ama bu da aynı zamanda bir yoksulluğun, frustrasyonun ifadesi.
Fransa'da polisin kontrol yetkisi; kimlik veyahut ehliyet veyahut araba sigortası kontrolü yapmak amacıyla kişileri durdurması ve bu kişilerin buna uymaması durumunda kişinin kendi hayatını, arabadaki kişilerin hayatını veya çevredeki kişilerin hayatını tehdit edecek
şekilde davranması durumunda polise silah kullanma yetkisi verilmişti 2017 kışında Sosyalist hükümet tarafından. Bunun bir kere altını çizelim.
Yani bu Macron'un getirdiği bir yasa değişikliği değil. Maalesef Sosyalist hükümetin cumhurbaşkanlığı seçimlerinden iki, üç ay önce getirdiği bir değişiklik. O tarihten itibaren Fransa'daki bir polisin kimlik kontrolü sırasında dur ihtarına uymadığı için kaçarken vurulan ve ölen insan sayısını 30 civarında.
Ö.M.: Evet, bu çok yüksek değil mi? Yani son olarak da bayağı cinayet gibi gözüken 17 yaşındaki Nahel Merzouk. Onun bayağı yargısız infaz şeklinde öldürülmesinin ardından başlayan protestolar ama daha önce de çok sayıda böyle olay vardı.
A.İ.: Çok sayıda yalnız burada bir fark var. Bundan üç hafta önce, 14 Haziran'da Angouleme kentinde Gineli 19 yaşındaki bir genç polisin gene arabada kimlik kontrolü veyahut evrak kontrolüne uymayıp kaçmaya çalışırken vurularak öldürülmüştü. O tarihte bu olay etrafa yayılmadı. Ciddi bir tepki, bir sokağa dökülme olayı olmadı. Çünkü Angouleme’de olmuştu. Uzakta olmuştu. Çünkü Gineliydi bu çocuk ve Gine’den yeni gelmiş bir genç çocuktu. Bir de polisin anlattığı versiyonu yalanlayacak, aksini söyleyecek bir evrak veya bir kayıt yoktu. Halbuki bu son olayda polis kendisinin ezilme tehdidi karşısında, tehlikesi karşısında ateş ettiğini beyan etti hemen olaydan sonra. Fakat olayı cep telefonuna kaydeden bir kişinin videosunun ortaya çıkmasıyla bunun yalan olduğu ve hiçbir tehlike altında değilken polisin bir-iki metre mesafede silahı başına tutarken, sonra da “seni öldüreceğim” dediğinin de duyulduğu kayıt ortaya çıktı. Olayları esas tetikleyen de bu oldu. Bir de tabii bu olay Nanterre’de oldu. Fransa doğumlu yani göçmen değil bu çocuk. Annesi babası çok erken yaşta ya vefat etmiş ya ayrılmış. Annesinin tek oğlu ve tek çocuğu ve annesinin çabalarıyla bir şekilde entegre olmaya çalışan, okulunda başarılı olmamış ama yeniden okula dönme faaliyetlerine kayıt olmuş, spor yapan, Rugby takımında oynayan, elektrik teknisyeni olma hazırlıkları olan, dolayısıyla bir suç potansiyeli de taşımayan bir kişi aynı zamanda.
Ama bunun ötesinde polise karşı olan bu nefret ve kin, ki burada çok ciddi bir etmen o yoksul banliyölerinde, özellikle de büyük kentlerin çevresindeki yoksul banliyölerde yaşayan çocukların polis tarafından kimlik kontrolüne tabii olma riski beyaz veyahut standart Fransız çocuğunun polis tarafından kimlik kontrolüne maruz kalma riskiyle kıyas kabul edilmeyecek kadar yüksek.
Ö.M.: Peki bu Fransa konusunda daha herhalde epey konuşacağız ama nereye gider diye düşünüyorsun şu anda olaylar?
A.İ.: Olaylar şu anda yatıştı. Herhalde birkaç hafta sonra olaylar iyice unutulacak. Daha doğrusu bitecek. Dün mesela hemen hemen hiçbir olay olmadı. 2005’e nazaran belki Fransa çapında çok daha yaygındı ama dört-beş günle sınırlı kaldı. Burada ciddi olarak herhalde 2017 polis vazife ve salahiyetleri yasasındaki değişikliğin yeniden gözden geçirilmesi gündeme gelebilir ama bu sefer de polisler ayaklanmış durumdalar.
Aşırı sağ polis sendikasının çok ağır hemen geri çekmek zorunda kaldığı bir bildiri yayınlandı biliyorsunuz. Çünkü ilk defa Angouleme’de Gineli çocuğu öldüren polis görevden el çektirildi, hakkında kişiyi kasten olmamakla beraber öldürmek iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Ama tutuklanmadı. Adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Oysa bu sefer hemen tutuklandı. Tabii bu poliste çok büyük tepki yarattı. Çünkü ilk defa polisin doğrudan, hemen tutuklanarak bir suçlu olduğunun görülmesi aşırı sağ polis sendikaları tarafından çok büyük tepkiyle karşılandı. Hatta bir aşırı sağ siyasetçi polise destek amacıyla para toplama kampanyası başlattı ve utanç verici bir şekilde bir milyon euro para toplandı.
Önümüzdeki günlerde bilmiyorum ne olacak? Bugün Cumhurbaşkanı Macron yağma ve şiddet olaylarının olduğu 220 belediyenin başkanıyla toplantı yapacak. Ama bu toplantıdan ne sonuç çıkar? Pek zannetmiyorum bir şey çıkacağını. Bu arada tabii dört bin civarında insan gözaltına alındı. Bunların arasında 370’i şu anda ya ceza aldılar ya da yargılanacaklar. Yalnız şunu da belirteyim, bu tutuklanan veya gözaltına alınanların bir kısmı hemen serbest bırakıldı tabii. Bu gözaltına alınan kişilerin arasında yüzde 60’ının hiçbir sabıka kaydı yok. Ama yüzde 40’ının da küçük sabıka kayıtları, bazılarının büyük sabıka kayıtları var elbette. 250 polis ve jandarma karakoluna saldırı olmuş. Bin civarında bina yakılmış ve tahrip edilmiş. Beş bin araç yakılmış beş gecede. 700 polis ve jandarma yaralanmış. Göstericiler arasında kaç yaralı olduğu bilinmiyor. Çünkü çoğu gösterici yaralı olmasına rağmen kendisini tabii deklare etmemek için ya hastaneye gitmiyor ya da başka nedenler ileri sürerek hastaneye veya doktora gidiyorlar. Şu anda hapis cezası alanların sayısı 30 civarında.
Bu aynı zamanda Fransa'da çok ciddi biçimde sağın aşırı sağa kaymasını, yakınlaşmasını, aşırı sağın da hiç hareket etmeden, hiçbir şey söylemeden yavaş yavaş kendine seçmen nezdinde siyasal alan açmasına da yol açtığını belirtmek lazım.
Ö.Ö.: Marine Le Pen ve Eric Zemmour aynı zamanda olağanüstü hal ilan edilmesini ve sertlikle bastırılması çağrılarında bulundu.
A.İ.: Zemmour yaptı aslında. Le Pen’den ziyade Zemmour. Le Pen çok konuşmadan karar aldı, tavır almaya çalışıyor. Zemmour ise ciddi biçimde olaya yangına körükle giderek bunun bir Müslümanların ayaklanması olduğunu, bir İslam tehlikesi olduğunu, göçmenlerin zaten büyük bir tehlike olduğunu belirtti. Zemmour ciddi biçimde bir sokak ayaklanmasını tetiklemeye çalışıyor. Le Pen ise çok daha sakin, makul, sağın kendisine gelmesini bekleyen ve tavır almamaya çalışan bir tarzı vardı. Mesela aşırı sağ polis sendikalarından bir tanesi çok ağır bir bildiri yayınladı, “İç savaş ortamıdır” diyerek göstericileri “itlaf edilmeleri gereken haşeratlar” olarak tanımladı. Bu sendikanın bağlı olduğu konfederasyonun hemen tepkisiyle o bildiri geri çekildi ama ortalığa çıktı bir kere. Le Pen’in bir milletvekili de bu bildiriyi destekleme amaçlı bir bildiri, bir tweet atmış galiba ya da benzer bir şey. Hemen o tweetini sildirtti mesela Marine Le Pen milletvekiline. Şu anda Le Pen daha az şirret, daha sakin bir güç olarak otoriteyi temsil eden, polisi destekleyen ama olayları alevlendirmeyen bir güç konumunda kendini göstermeye çalışıyor.
Ö.Ö.: Bu sizin bahsettiğiniz Ulusal Polis Birliği ve işte bazı polis sendikaları, UNSA diye geçiyormuş. Onların açıklamalarındaki dil bana ilginç gelmişti çünkü alenen iç savaştan söz ediyorlar. “Mevcut durumda polisler cephede mücadele veriyor” demişler. “Çünkü artık bir savaşın içerisindeyiz. Bu vahşi güruh” ya da sizin deyiminizle “haşerat karşısında sakinlik çağrısı yapılması yeterli değil.” İşte şiddetin doğrudan uygulanması lazım diyorlar. Hatta yarın direnişte olacağız diyor. “Bugün polis çatışıyor. Çünkü biz savaştayız” demişler. Bu bana 2021’de askerlerin Fransa'daki bildirisini hatırlattı, hükümete karşı. Özellikle göçmenler üzerinden bir iç savaşın kapıda olduğundan ve askerin gerekirse buna müdahale edeceğinden söz ediyorlardı. Yine yanlış hatırlamıyorsam Le Pen askerlerin bir kısmını partisine davet etmişti.
A.İ.: Emekli askerlerdi onlar. Yalnız bu sendikalar tabii ki sendikalar polis içerisinde küçük bir azınlığın sendikası. Polislerin çoğunluğunun olduğu sendikalar bu bildirileri eleştirdiler. Onlar daha klasik polislerin savunmasını yapıyorlar ama bu aşırı sağ polis sendikasıyla aralarına hemen mesafe koymaktan da geri kalmadılar elbette.
Ö.M: Şimdi, aşırı sağın yükselişinin bir başka örneği de tabii Doğu Almanya…
A.İ.: Bu Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) ilk defa geçtiğimiz Pazar günü seçimlerde bir belediye başkanlığını kazandı. Ondan evvel Almanya'da ilçe teşkilatına tekabül eden bir ilçenin Thüringen bölgesinde Sonenberg ilçesinin yönetimini kazanmıştı. Şimdi de Saksonya-Anhalt'ın doğu bölgesinde yer alan yaklaşık Raguhn-Jessnitz kasabasının belediye başkanlığını kazandı. Ve şu anda önümüzdeki 2024 yılında bir dizi eski Doğu Almanya kentinde yapılacak belediye başkanlığı seçimlerinin bir kısmını kazanma ihtimalinin yüksek olduğu söyleniyor. Bu Almanya İçin Alternatif Partisi’nin şu andaki kamuoyu yoklamalarında Yeşiller’in üstünde Sosyal Demokratlarla neredeyse başa baş ve Hristiyan Demokratların da biraz gerisinde neredeyse ikinci parti konumuna gelme riski, ihtimali var önümüzdeki seçimlerde.
Şu andaki kamuoyu yoklamalarında, yükselmelerini sağlayan, ele aldıkları konulardan birincisi elbette göçmen politikası, göçmenlere karşı olan tepkinin kanalize edilmesi. İkincisi, hükümetin çevre politikası. Çünkü bu çevre politikasının özellikle iklim değişikliği karşısında aslında çok ılımlı biçimde yürütülen hükümet politikasının halka bir despotluk olarak uygulandığını işliyorlar. Üçüncüsü, iktidardaki üçlü koalisyonun (Sosyal Demokratlar, Liberaller ve Yeşiller koalisyonu) bu tatsızlıklarını, iç çekişmelerini çok kullanıyorlar. Ve aynı zamanda da bu covid sırasında halkın ezildiğini, horlandığını, zorla aşı yaptırıldığını ve aşı karşıtı kampanyayı da büyük ölçüde kendi siyasal kampanyalarında kullanıyorlar. Bütün bunları yan yana getirdiğimizde aslında farklı biçimlerde de olsa Batı Avrupa'da yükselen bir aşırı sağ dalganın ana temalarını görüyoruz.
Son olarak İsrail'in Cenin saldırısından söz edeceğim. Bu çok kaygı verici bir başka gelişme. 20 yıl sonraki en büyük saldırı ve şu anda dokuz Filistinli ölmüş durumda ve üç bin kamp sakini de kampı terk etmiş ve yeniden mülteci konumunda gidecek yer arar durumdalar. Bu da bölge açısından son derece endişe verici.